Hozat: Kürdistan’da yeni bir dönem başlıyor

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat: Kürdistan’da yeni bir dönem başlıyor. Bu dönem sömürgeci devlet yönetiminden kurtulup kendi öz yönetimlerini kurma ve kendi kendini yönetme dönemidir.

 

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat, “Öz yönetim ilanlarının ve uygulamalarının her yerde geliştirilmesi gerekiyor. Devletin her türlü yönelimi karşısında da çok güçlü bir biçimde toplumsal direniş ve öz savunmayla kendi sistemini halkımızın savunması gerekiyor. Öyle olmalı ki polis tek bir kişiyi tutuklamaya dahi cesaret etmemelidir. Polisin mahallelere girişine izin verilmemelidir. Halkımız devletin hiçbir kurumuna ihtiyaç duymadan kendi sistemini inşa edip kendisini yönetmeli ve savunmalıdır… Artık halkımız bu suç ve katliam aygıtı çete devlet tarafından asla yönetilemez. Halkımız bunu kabul edemez, zaten öz yönetim ilanlarıyla kabul etmediğini de ortaya koymuştur. Kürdistan’da yeni bir dönem başlıyor. Bu dönem sömürgeci devlet yönetiminden kurtulup kendi öz yönetimlerini kurma ve kendi kendini yönetme dönemidir” dedi.

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat, sorularımızı yanıtladı.

 Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecritle AKP neyi amaçlıyor? AKP uyguladığı bu tecritle süreci sonlandırdı diye bilir miyiz? Ayrıca sürecin sonlandırılmasında Rojava’daki kazanımlar ve HDP’nin seçimlerde elde ettiği başarıyla bir ilişkisi var mı?

Türk devletinin ve AKP’nin Kürt sorununa yaklaşımı en çarpıcı bir biçimde Önder Apo üzerindeki tecritte ortaya çıkıyor. Önder Apo üzerindeki tecrit Türk devletinin ve AKP’nin Kürtlere karşı inkarcı ve imhacı politikalardan vazgeçmediğini ortaya koyuyor. Önder Apo Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümünde kilit isimdir. Kürt sorunu Önder Apo ile eşit ve özgür koşullarda müzakere edilerek çözülür. Bunun dışındaki bütün arayışlar ve çabalar tasfiyenin ötesine geçmez. Nitekim Türk devletinin ve AKP’nin mevcut yaklaşımı da budur, yani tasfiyedir.

İmralı cezaevi sistemi özel bir işkence sistemidir. Önder Apo burada on altı yılı aşkındır ağır bir tecrit, şiddetli bir psikolojik işkence altındadır. Önder Apo İmralı’nın son derece sağlıksız fiziki koşulları yanında günün 24 saati korkunç bir özel-psikolojik savaş altında tutuluyor. Normal bir insan bu dehşet koşulları asla kaldıramaz. Önder Apo insan üstü, olağanüstü bir irade ortaya koyarak direniyor, Kürt sorununun demokratik çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi  için muazzam bir çalışma yürütüyor, direniyor ve mücadele ediyor.

Önder Apo Türk devletinin elinde bir rehinedir. Türk devleti tecrit ve rehine politikasıyla Önder Apo’yu Kürt halkına karşı kullanmaya çalışıyor. İmralı’nın özel bir rejimle yönetilmesinin nedeni de budur. Önder Apo üzerinde uygulanan tecridin Türkiye’nin de altına imza attığı uluslararası hukukta yeri yoktur. Kendi yazılı hukukunda da böyle rezil, insanlık dışı bir uygulamanın yeri yoktur. Fakat Türk devleti ve AKP her şeyi bir tarafa bırakarak dünyada benzeri olmayan bu zalimce tecrit politikasını Önder Apo üzerinde uyguluyor. On altı yıldan fazladır Önder Apo üzerinde tecridin uygulanmasının nedeni Önder Apo’nun bir rehine gibi ele alınmasından kaynaklıdır. Türk devleti işine geldiği gibi tecrit politikasını kullanıyor. İşine geliyorsa esnetiyor, gelmiyorsa ağırlaştırıyor. Yani tecrit Önder Apo’nun rehine alınma durumundan kaynaklı özel bir politika olarak geliştiriliyor. Bu politika ile hedeflenen tek şey Önder Apo’nun iradesini kırarak teslim almaktır. Dolayısıyla Önder Apo’nun liderliğinde direnen, mücadele eden Kürt halkına teslimiyeti dayatmaktır. Tecridin bu amacın ötesinde farklı bir anlamı olamaz. Yani tecrit bir teslimiyet, inkar ve imha politikasının yeni adıdır. 20. yüzyılın soykırım politikasının 21. Yüzyılda aldığı yeni biçimidir. Tecridin asıl amacı, devletin, klasik inkar ve imha politikasını yeni bir adla-kimlikle  sürdürmesi olsa da sonucu anlamsız, gereksiz ve boş bir çabadır. Kürt düşmanlığı ile hücrelerine kadar zehirlenmiş ve çürümüş Türk devleti soykırımcı politikanın yeni adı olan bu tecrit politikasıyla da asla sonuç alamaz. Alacağı sonuç ancak şimdiye kadar aldığı ve hatta daha da gerisinde alacağı bir sonuç olur.

KÜRT HALKINA TESLİMİYET DAYATILMAKTADIR

Türk devleti ve AKP 5 Nisan’dan bu yana ağırlaştırılan bu tecrit politikasıyla Önder Apo’ya PKK’nin tasfiyesini ve Kürt halkına teslimiyeti dayatmaktadır. AKP Kürtlerin en doğal siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik haklarını vermeden, kimliklerini ve statülerini tanımadan Önder Apo’dan güçlerini sınır dışına çekilmesini, silahlı mücadelenin durdurulmasını istemektedir. Bu temelde Önder Apo’ya Harekete çağrı yapmasını dayatmaktadır. Önder Apo, bunu reddettiği ve demokratik müzakereyi-çözümü dayattığı için de üzerindeki tecrit sürdürülmektedir. Dikkat edilirse Önder Apo üzerindeki tecrit hiçbir zaman kalkmadı. Yanılmamak lazım, görüşmelerin yapılması tecridin kalktığı anlamına gelmiyor. Tecridin kalkması demek Önder Apo’nun özgür ve eşit koşullara sahip olması, rehine durumundan tamamen kurtulması demektir. Kuşkusuz buda inkar ve imha politikalarının son bulması ve demokratik siyasetin esas alınmasıyla mümkündür.

AKP, 5 NİSAN’DA TECRİDİ AĞIRLAŞTIRARAK ATEŞKESİ TAMAMEN BİTİRDİ

AKP, 5 Nisan’da tecridi ağırlaştırarak soykırım politikalarını kararlıca yürüteceğinin tutumunu ortaya koydu. Yaklaşık iki yılı aşkındır HDP ve devlet heyetinin İmralı’da yaptığı görüşmelerin oyalama, seçim kazanma politikasının bir parçası olduğunu itiraf etmiş oldu. Bu anlamda iki yılı aşkındır yürütülen diyalog süreci AKP açısından demokratik çözüm-müzakere amaçlı yürütülen bir süreç değildir. Zaten bunu Erdoğan ve Yalçın Akdoğan başta olmak üzere genel AKP yöneticileri açık bir biçimde ifade ettiler. Bütün gayelerinin tek bir somut adım atmadan, yasal düzenlemelere gitmeden PKK’yi tasfiye etmek olduğunu açık ortaya koydular. AKP, karakol, kalekol, askeri amaçlı baraj ve yol yapımları, tutuklamalar, iç savaş paketi anlamına gelen iç güvenlik paketi ile ateşkesi başladığı ilk günden itibaren ihlal etti, tanımadı. 5 Nisan sonrası Önderlik üzerinde uyguladığı ağır tecritle de ateşkesi tamamen bitirdi.

Özünde AKP savaşı hiçbir zaman durdurmadı, ateşkese uymadı. Oysa  ateşkes ilan edilmeden önce İmralı’da bir mutabakat yapılmış, devlet heyeti devletin ve AKP’nin ateşkes kurallarına uyacağını, karakol, kalekol, askeri amaçlı baraj ve yol yapılmayacağını, tutuklamalara gidilmeyeceğini belirtmiş ve bu temelde her iki tarafın uyacağı bir mutabakat sağlanmıştı. Fakat bu mutabakata Türk devleti  ve AKP hiçbir biçimde riayet etmedi. Aslında bu durumda biz hemen tavrımızı değiştirmeliydik. Yani hemen biz de devlet karakol, kalekol, baraj ve yol yapmaya başladığında, insanları tutukladığında derhal etkili misillemeler yapmalıydık. Geri çekilmeyi de hemen durdurmalıydık. Biz zamanında böyle davranmayarak yanlış yaptık. Misilleme yapmadığımız gibi geri çekilmeyi de geç bir tarihte durdurduk. Halbuki en geç 1 Haziran’da geri çekilmeyi durdurmalıydık. Çünkü AKP kendisinin de mutabık olduğu ateşkes kurallarını ihlal etmişti. Farklı yöntemlerle savaşı tüm şiddetiyle sürdürüyordu. AKP desteği ile İŞİD Rojava’da da Kürtlere karşı korkunç bir savaş yürütüyordu. Türk devleti ve AKP doğrudan bu savaşın içindeydi.

AKP savaşın şiddetini seçim döneminde tırmandırdı. HDP yükselişi en son 7 Haziran seçim sonuçları ve Gire Spi zaferi AKP açısından bardağı taşıran son damla oldu. Bu noktadan sonra savaşı artık topyekün savaş düzeyine taşıdı ve siyasi, askeri soykırım operasyonlarını derinleştirdi.            

 Türk ordusunun Medya Savunma Alanlarına yönelik saldırıları ne anlama geliyor? Bununla neyi hedefliyorlar?

24 Temmuz’dan itibaren başlayan kapsamlı askeri operasyonlar, Medya Savunma Alanlarına yönelik kapsamlı hava saldırıları gerillaya etkili darbeler vurmayı hedefliyor. Bu hava saldırıları şimdiye kadar yapılan hava saldırılarının en kapsamlısı ve en şiddetli olanlarıydı. Günlerce yaklaşık on altı on sekiz saat boyunca aralıksız biçimde havadan gerilla noktalarına bombalar yağdırıldı. Karadan obüs, top ve  füze saldırıları yapıldı. Havadan ise uçaklarla bombalar yağdırıldı. Bununla amaçlanan gerillaya büyük darbeler vurmak ve hareketi istedikleri çizgiye çekmekti. Darbeleyip zayıflatarak iradesini kırıp teslim almaktı. Türk devleti aklınca askeri ve siyasi  operasyonlarla Özgürlük Hareketine büyük darbeler vurarak hareketi zayıflatmayı ve ardından da bireysel haklar ve kısmi de kültürel haklar temelinde bir çözümü dayatmayı öngörüyor. Öte yandan bir de Harekete darbe vurarak İŞİD ile savaşma iradesini kırmaya çalışıyor. PKK zayıflarsa, İŞİD ile etkili savaşamaz ve dolayısıyla IŞİD darbe yemekten kurtulur hesabı yapıyor. Çünkü çok iyi biliyor ki bölgede IŞİD’e karşı gerçek anlamda savaşan ve başarılı sonuçlar alan tek güç PKK’dir ve PKK’ye yakın güçlerdir. Bu biçimde hem PKK’yi ve hem de PKK’ye yakın duran güçleri İŞİD karşısında zayıflatmaya çalışıyor.  

Kürt Özgürlük Hareketi özellikle son iki yılda Türkiye’de ve genel bölgede çok güçlü bir pozisyon kazandı. Özgürlük Hareketi sadece Kürdistan ve Türkiye açısından değil, bölgenin demokratikleşmesinde, Demokratik Ortadoğu’nun şekillenmesinde ve bölgede şekillenecek sistemin demokratik karakter kazanmasında da temel aktör konumuna geldi. Türk devleti ve  AKP bunu hazmedemiyor. Türkiye’nin ve bölgenin sürekli bir savaş ve kaos içerisinde kalmasını Türk devleti ve AKP kendi yararına görüyor. Türk devleti ve AKP sürekli bir iç ve dış düşman algısı yaratmaya ihtiyaç duyuyor. İktidarının devamlılığını öyle sağlıyor. Bu Türk devletinin iktidar geleneğinde adeta vazgeçilmez bir politikadır. Yani savaşla, kanla beslenerek iktidarını sürdürüyor.  AKP savaş ve kaostan iktidar ve hegemonya devşirmeye çalışıyor. Gerillaya karşı yürütülen savaşı ve yapılan kapsamlı askeri saldırıları da bu amaçla yapıyor.     

Fakat bu saldırılar AKP’nin düşündüğü gibi sonuç vermekten uzaktır. Nitekim şimdiye kadar herhangi bir sonuç da ortaya çıkarmış değildir. 24 Temmuz’dan itibaren yapılan hava saldırıları  boşa çıkmıştır. Gerilla güçleri, devletin-AKP’nin saldıracağını önceden bildiği için tedbirlerini almıştı. Bu saldırılarda öyle TSK’nın dediği gibi 390 şehidimiz, 150 ağır olmak üzere toplam 400 yaralımız yoktur. 24 Temmuz’dan bu yana hava saldırılarında toplam 11 arkadaşımız şehit düşmüş, az sayıda da arkadaşımız yaralanmıştır. Bu şehitler de gerilla kurallarına yeterince dikkat edilmemesinden kaynaklı verilmiştir. TSK’nın açıkladığı bilanço özel-psikolojik savaş amaçlıdır. Gerçeklerle hiçbir ilişkisi yoktur. Kırk yıldır her operasyon sonrası tekrar ettikleri bir nakarattır. Artık bu tür söylemlerin Türkiye toplumunun ve dünya kamuoyunun nezdinde de hiç bir inandırıcılığı ve itibarı kalmamıştır. Bu tür psikolojik savaş söylemlerine bırakalım toplumun inanmasını az buçuk aklı eren küçük çocuklar bile gülüp geçmektedir.     

 DAIŞ’e yönelik operasyon bahanesiyle Türk Devleti, PKK’ye karşı operasyon başlattı. DAIŞ’e karşı gözle görülen bir şey yok. Fakat Pirsus’taki olaydan sonra PKK karşı operasyonların geliştirilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Devlet bununla ne yapmak istiyor?

Türk devleti ve AKP, PKK ile savaşmak için DAİŞ’i gerekçe yapıyor. Pirsus katliamını da bu amaçla gerçekleştirdi. Bu katliamı DAİŞ eliyle  gerçekleştirerek uluslararası güçlere  şunu demek istedi: “İşte bakın DAİŞ Türkiye’ye de düşman, bizim için de ciddi bir tehlikedir. Özellikle sınır hattımızda. Bu hatta tampon bölge kurarak kesin kontrolü sağlamamız gerekiyor. DAİŞ’le mücadeleyi ancak böyle  yapabiliriz.”

AKP’nin DAİŞ ile ilişkisi ayyuka çıktığı ve çok teşhir olduğu için hem bu algıyı değiştirmek istedi ve hem de sözde DAİŞ ile mücadele karşılığında PKK’ye karşı savaş desteği alarak topyekün savaşı başlatmak istedi. Zira bununla AKP-DAİŞ işbirliği algısını değiştiremedi ancak PKK’ye karşı topyekün savaşı başlatma koşullarını biraz da olsa sağlamış oldu. Dikkat edilirse 20 Temmuz tarihinde Pirsus katliamı gerçekleşti, 24 Temmuz  tarihinde de tam 4 gün sonra Medya Savunma Alanlarına kırk yıllık savaş tarihinin en kapsamlı hava saldırılarını gerçekleştirdi. Eşzamanlı biçimde HDP’yi tamamen hedef aldı, tasfiye amaçlı yöneldi, ard arda her gün onlarca-yüzlerce  insanı tutuklamaya başladı. AKP’nin aylar öncesinde çok güçlü bir hazırlığı olmasaydı hemen dört gün sonra bu kadar kapsamlı ve şiddetli bir askeri, siyasi soykırım operasyonları yapabilir miydi? Mümkün değil. Özellikle son bir yıldır yoğun keşif uçuşları yapılıyordu. Bu keşifler hava saldırılarına hazırlık amaçlıydı. 400 hedefin bir gecede aynı anda vurulmasının nedeni de bu  son bir yıllık hazırlıklardı.

AKP DAİŞ’İN RUH İKİZİDİR

DAİŞ’le mücadele söylemi bir aldatma ve göz boyamadır. Danışıklı dövüştür. AKP DAİŞ’le savaşmaz. Çünkü AKP’nin zihniyeti, ruhu ve duygusu DAİŞ ile aynıdır. AKP DAİŞ’in ruh ikizidir. Dünya görüşleri ve dünyayı  algılayışları benzerdir. Erdoğan’ın ‘‘tek devlet, tek vatan, tek millet, tek dil, tek din’’ söylemleriyle  DAİŞ’in kendisi dışında herkesi, her toplumsal kesimi düşman görmesi ve algılaması aynı şeydir. DAİŞ’in anlayışı da tekçidir, faşisttir. Erdoğan’ın ve temsil ettiği çizginin anlayışı da tekçidir ve faşisttir. O açıdan AKP DAİŞ’le savaşamaz. AKP’nin DAİŞ’le savaşması demek kendisiyle savaşması demektir. Fakat açık olan şu ki AKP DAİŞ’le savaşıyor  gibi görünecektir. Çünkü buna mecburdur. Koalisyon güçleriyle daha fazla karşı karşıya gelmemek için ve PKK ile savaşmak için buna ihtiyaç duyacaktır. Fakat şu da var tabi kendisini inandırıcı kılmak için zaman zaman farklı yöntemlere de başvurabilir. Zira uluslararası güçlere karşı bu biçimiyle ne kadar direnir şaibeli bir durumdur. Uluslararası güçler bu direnişi sonuna kadar sürdürmesine müsaade etmeyebilir. Etmezler de.

AKP’nin önünde iki yol vardır. Ya şu anda yürüdüğü yolu yürümeye devam edecek. Yani DAİŞ’le ortaklığını, işbirliğini sürdürecek. Kimseye kulak asmayacak. Bildiğini okuyacak. Bunu tam olarak ne kadar göze alır zor görünüyor. Ya da koalisyonla aynı cephede  yer alarak gönülsüzce de olsa savaşmak zorunda kalacak. Fakat anlaşılan o ki AKP ilkini değil, ikincisini kendi intiharı olarak görüyor. Bir de DAİŞ’le bu kadar haşır neşirlik ve işbirliği tersine dönerse bunun sonuçları ne olur onun derin hesabını yapıyor.       

KDP ve Kürdistan Federal Hükümet Başkanı Mesud Bazani’nin, Medya Savunma Alanlarına yönelik yapılan saldırılara ve Zergele köyünde katledilen sivillere karşı yapılan açıklama ve tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Zergele’nin bombalanması alandan halkı göçertme amaçlıdır. Türk devleti Güney Kürdistan kırsalını da insansızlaştırmak istiyor. Gerillayı halktan koparmak istiyor. Bu ucuz politikayı yıllarca Kuzey Kürdistan’da uyguladı, sonuç alamadı. Güney’de de sonuç alamayacak. Gerilla Kürt halkının, bölge halklarının ve kadınların savunma gücüdür. Gerçeklerden ve hakikatten kopuk bu tür politikaların toplumda karşılığı yoktur. Boş ve sonuçsuz çabalardır.

Güney Kürdistan parlementosu saldırıları ve Zergele katliamını kınadı. Güney Kürdistan’da çok güçlü protestolar ve  tepkiler gelişti. Bunlar çok önemli  ve değerlidir. Sömürgeci güçlerin tasfiye politikalarına hizmet etmek ve katkı sunmak hiçbir siyasi Kürt partisine fayda sağlamaz. Aksine onun halk ve kamuoyu nezdinde değerini ve kıymetini düşürür. İtibarsızlaştırır. Artık gelinen aşamada sömürgeci devletlere hizmet etmek Kürtler arası bir düşmanlık ve husumetten bahsetmek çok ayıp ve utanılacak bir durumdur.  Bütün Kürtler ve Kürt örgütleri bu utanca son vermek zorundadır. Bunca bilinç, örgütlülük, mücadele  ve onca ağır bedel Kürt halkına en güzel, en özgür ve en mutlu  yaşamı layık kılıyor. Bütün siyasi Kürt örgütleri de bu sorumlulukla hareket etmelidir. Bu halka hak ettiği yaşamı demokratik ulusal birliğini sağlayarak armağan etmelidir.

KDP başta olmak üzere bütün Kürt örgütlerinin de geçmiş yüzyılın acı trajedilerinden çok fazla  ders çıkarması gerekiyor. Sömürgeci devletler ve güçler tam bir yüzyıldır Kürtleri birbirine kırdırtıyorlar. Kürtleri birbiriyle savaştırarak, karşı karşıya getirerek en rezil sömürgeci politikalarını  rahatlıkla uyguluyorlar. Artık hiç bir biçimde bu olmamalıdır. Buna alet olunmamalıdır. Bu politikalara alet olmak halkına en büyük ihanettir. Bunu terk etmek halkına en büyük ve en gerçek hizmettir. Gerçek yurtseverlik budur, ulusal birlik için çalışmaktır.    

PKK’nin, KCK’nin bütün çabası Kürtler arası demokratik birliği-kardeşliği sağlamaktır. Kürtler arasındaki bütün sorunların çözülmesine katkı sunarak Kürt birliğini güçlendirmektir. Güney Kürdistan’da da demokrasinin gelişmesine hizmet etmektir. Bundan rahatsızlık duymak yanlıştır. Yanlış olan demokratik çabalar değil, yanlış olan her türlü sorun ve sıkıntıya karşı duyarsız kalmaktır, halkın çıkarı dışında hareket etmektir. 

Bir haftadan fazladır 20 YPG/YPJ savaşçılarının cenazeleri Mıştenur sınır kapısında tutuluyorlar. Türkiye’nin bu yaklaşımlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türk devletinin DAİŞ’le ilişkisini anlamak için aslında bu durum çok çarpıcı bir örnektir. DAİŞ’le savaşta yaşamını yitiren savaşçıların cenazesini ailelerine vermemek DAİŞ’in YPG/YPJ’ye karşı verdiği savaşı destelemek oluyor. Bu DAİŞ’le savaştığı için Kürt toplumunu ve savaşta yaşamını yitirenleri de cezalandırmak anlamına geliyor. DAİŞ’le savaşmayacaksınız demek oluyor. Savaşırsanız köyünüzde-toprağınızda dahi ölünüz gömülemeyecek anlamına geliyor. Bu kadar  faşist ve gaddar bir zihniyet ancak DAİŞ zihniyetine sahip olmakla ve DAİŞ ortaklığıyla izah edilebilir. Kürtler ve demokratik kamuoyu bu faşist politikalara karşı kıyamet koparmalıdır. O cenazeler mücadele yükseltilerek mutlaka alınmalıdır. İşte AKP’nin bu zihniyeti 6 yaralı YPG’liyi El Nusra’ya verdi. AKP baştan itibaren bütün Kürtleri düşman, DAİŞ’i, El Nusra’yı, Akrar El Şam’ı dost gördü. Türk devleti ve AKP Kürtlere karşı savaşan herkesi kendisine dost görüyor. Kürtlerle savaşıyor, ölüsüne bile işkence, hakaret yapıyor. Bu halk bu faşistçe ve zalimce uygulamalara boyun eğmez ve bunları cevapsız bırakmaz.     

 Hareketinize son süreçte birçok kesimden yoğun ateşkes çağrıları oldu. Bir açıklamayla cevap verdiniz. Erdoğan ise silahların bırakılmasından ve sınır dışına çıkmaktan bahsediyor. Bu açıklamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Erdoğan AKP’si Kürtlerle savaşı hiçbir zaman durdurmadı. Kürt sorununu demokratik çözmeye dönük de samimi bir yaklaşımı hiçbir zaman olmadı. Erdoğan liderliğinde AKP Kürt sorununu çözüyormuş gibi görünerek taktik yaptı ve toplumu aldattı. O dönemlerde ateşkese ihtiyacı olduğu için ateşkes istedi, bu yönteme başvurdu. Çatışmasızlık ortamında kendisini daha rahat toparladı, devletin içerisinde örgütlendi, kadrolaşmasını geliştirdi, güçlendi ve  devleti ele geçirdi. Erdoğan ateşkesler süreci içerisinde devlet üzerinde tam kontrol kurdu. 2007’ye kadar devlet üzerinde bu kontrolü sağladı. Devlet üzerinde kontrolünü kurduktan sonra PKK’ye karşı savaş kararı aldı. Olası bir demokratik hamlenin önünü bu biçimde almaya çalıştı. Savaş 2013 yılı Ocak ayına kadar sürdü. Kazan vadisi katliamı, Roboski gibi vahşi katliamları da  yaparak topyekün savaşı tırmandırdı.

Bu savaş süreci, bölgedeki gelişmeler ve özelde Rojava devrimi, AKP’nin iç ve dış politikasında başarısız kalması AKP açısından yeni bir ateşkes ihtiyacını ortaya çıkardı ve mecbur kalarak Önder Apo ile diyalogu başlattı. Diyaloğu başlattığı süreçte de vahşi Paris katliamını gerçekleştirdi, PKK’yi iradesini kırıp teslim almaya çalıştı. İki yıllık diyalog sürecini de  Kürt sorununu çözmek için değil, yine kendisini toparlamak ve güçlenmek için kullanmak istedi. Fakat bu konuda geçmişteki gibi çok başarılı olamadı. Bölgede değişen siyasi konjonktür, Rojava devriminin büyük etkisi ve özelde Kobanê zaferi Türkiye’nin-AKP’nin dengesini alt üst etti; Rojava’da olduğu gibi Türkiye’de de Önder Apo’nun demokratik ulus projesi HDP öncülüğünde  başarılı bir gelişim seyri izledi. Türkiye’de demokrasi güçleri güçlendi. Türkiye toplumunun Kürt sorununun demokratik çözümüne ve Türkiye’nin demokratikleşmesine dönük talebi yükseldi, toplumun %70-75’i demokratik çözüme, kalıcı gerçek bir barış sürecine destek verdi.

Bu durum Erdoğan liderliğinde gittikçe otoriterleşen, faşizan oligarşik bir yapı kazanan AKP’yi son derece rahatsız etti. Çünkü HDP şahsında Türkiye’de demokrasinin güçlenmesi, demokratik siyasetin etkili olması Erdoğan diktatörlüğünün, otoriter-oligarşik AKP hükümetinin ölümü demekti. Yani bu son iki yıllık ateşkes en fazla HDP’ye ve demokrasi güçlerine yaramıştı. Türkiye toplumu yararına bir sonuç ortaya çıkarmıştı. Seçim öncesi anketlerde  bu durum çok net ortaya çıkıyordu. HDP sürekli bir yükselişte, AKP  ise düşüşteydi. Bu durumu tersine çevirmek için Erdoğan çareyi ateşkesin tamamen ortadan kaldırılmasında yani topyekün savaşta gördü. Bunun için seçim öncesi AKP, Ağrı, Erzurum, Bingöl, Mersin, Adana provokasyonlarını,saldırılarını geliştirdi. 5 Haziran Amed katliamı bu kirli senaryonun ulaştığı en korkunç boyuttu. Yani AKP topyekün savaşı seçim öncesi başlattı. 5 Nisan’da Önder Apo üzerindeki tecridi ağırlaştırarak bu savaşı çok ileri bir noktaya taşıdı. Biz seçimin hatırına sorumlu yaklaşarak çok sınırlı bazı misillemeler dışında karşılık vermedik. Fakat seçim sonuçları AKP’yi tam zıvanadan çıkardı ve adeta delirtti, kudurttu.

Çok açık bir şekilde Erdoğan 7 Haziran seçim sonuçlarını tanımayarak demokrasi güçlerine darbe yaptı. Erdoğan hukuksuz ve gayri meşru bir biçimde üç aya yakındır topyekün savaş da dahil her türlü kararı alarak Türkiye’yi yönetiyor. Sandıktan bu sonuç çıkmamasına rağmen AKP azınlık hükümetiyle Türkiye’yi erken seçime götürüyor. Savaşla toplumu korkutup terbiye ederek, demokrasi güçlerini yenilgiye uğratarak erken seçimde tekrar AKP’yi iktidar yapmaya hazırlanıyor. Türkiye Cumhuriyeti, tarihinin görülmemiş bir darbe pratiğiyle karşı karşıyadır. Erdoğan başkanlığındaki gladyo Türkiye demokrasisine darbe yapmıştır. Türkiye demokrasisini ve toplumunu adeta rehin almıştır. Türkiye’nin Cumhurbaşkanı, Türkiye demokrasi güçlerine ve toplumuna darbe yapmış, iktidardan düşen bir partiyle gayri hukuki ve ahlaki bir biçimde Türkiye’yi yönetiyor. Toplum iradesini hiçe sayarak zorla AKP’yi topluma dayatıyor. Bu dünyada hiçbir örneği olmayan bir durumdur. Büyük bir suçtur ve kesinlikle yargılamalık bir durumdur.

Bunu şunun için belirtiyorum. Son iki yılı aşkındır devam eden ateşkesi AKP çıkarına bulmadı, bozdu ve topyekün savaş ilan etti. İlan etmekle kalmadı bu savaşı her alanda pervasızca ve hiçbir hukuka ve savaş kuralına uymadan yürütüyor. Gecenin ilerleyen bir saatinde eşzamanlı bir biçimde onlarca  savaş uçağıyla 400 gerilla noktasını aralıksız bombalayan bir devlet bu saldırıdan neyi amaçlıyor açıktır. Bundan daha alçak ve zalimce bir saldırı biçimi olabilir mi? Kendi aklınca yüzlerce gerillayı uykuda imha edecek. Herkes uykudayken köylere bomba yağdırıp sivil insanları katledecek. Adına da  zafer diyecek. Korkaklığın dibe vurmuş hali olan bu düşünce biçiminin savaş etiği ile ne alakası var. Savaşın da bir etiği bir ahlakı vardır. Savaş kuralları bunun içindir. Türk devletinde bunun zerresi yoktur.  

Erdoğan’ın çözüm ve barış anlayışı tek kelimeyle Erdoğan’ın  başkan, AKP’nin tek başına iktidar olmasıdır.  Erdoğan çözümü ve barışı kendisinin başkan, AKP’nin iktidar olmasında görüyor. Yani mutlak diktatörlük ve faşizan oligarşik yönetim Erdoğan’ın barış anlayışıdır. Herkesin de bu diktatörü ve faşist yönetimi alkışlaması kendince demokrasinin ölçüsüdür, kriteridir. Erdoğan ölünceye kadar bu ülkeyi bir diktatör olarak savaşla ve zulümle yönetmek istiyor. Erdoğan’ın demokrasiden ve barıştan anladığı tek şey DAİŞ’in anladığı  gibi faşizmdir.               

PKK ATEŞKESİ BOZMADI Kİ İLAN ETSİN

Kürt sorununun çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi bazılarının ifade ettiği gibi PKK’nin yeniden tek taraflı bir ateşkes ilan etmesiyle değil, demokrasi mücadelesini her yerde en güçlü bir biçimde yürütmekle gelişir. Demokratik siyasetin etkili rol oynamasıyla, toplumun demokratik çözüm ve barış mücadelesini güçlendirmesiyle gelişir. AKP’nin yürüttüğü topyekün savaşı durdurmakla gelişir.  AKP siyasi ve askeri alanda yürüttüğü topyekün savaşı durdurursa, biz de Önder Apo ile görüşüp  durumu ele almalıyız. Biz artık Önder Apo ile bizzat kendimiz görüşmeden bir ateşkes tartışması yürütmeyeceğiz. Kaldı ki PKK ateşkesi bozmadı ki ilan etsin. Ateşkesi ortadan kaldıran ve topyekün imha saldırıları geliştiren Erdoğan devleti ve AKP’dir. Ateşkesi bozanın savaşı durdurması gerekiyor. Öncelikli olan budur. Ateşkesi bozan AKP ise tahkim edilmiş ateşkes koşullarını sağlayacak ve bunu da yasal güvenceye bağlayacak olan da devlettir, AKP’dir. Devlet-AKP böyle bir sürece girerse bizim de yeni bir durum değerlendirmesi için mutlaka Önder Apo ile görüşmemiz lazım. Artık bundan sonra Önder Apo ile doğrudan kendimiz görüşmeden bir karara gitmeyeceğiz. Dünya alem bunu çok iyi bilmelidir. Bize çağrı yapanlar da bunu çok iyi anlamalıdır. Bu koşulların oluşması için herkes güçlü bir biçimde demokratik mücadele etmelidir.

TAHKİM EDİLMİŞ ATEŞKESİN KOŞULLARI

Tahkim edilmiş ateşkesin olabilmesi için koşullarınız nedir?

Tahkim edilmiş ateşkesin koşulları da bellidir.  Bu koşulları da kısaca şöyle sıralayabiliriz;

1-Devlet Önder Apo’ya on altı yılı aşkındır uyguladığı insanlık dışı bu tecridi ve rehine politikasını tamamen ortadan kaldıracak. Önder Apo eşit ve özgür koşullara kavuşacak. Örgütü de dahil istediği herkesle görüşecek ve Özgürce Kürt sorununu devletle müzakere yapacak.

2-Müzakere resmi olacak, görüşmelerin kaydı, yazılı ve imzalı hali, belgeleri olacak. İmralı’da müzakere sürecini üçüncü bir taraf olarak takip eden ve gözleyen hakem rolünde uluslararası güçlerden bir heyet olacak. Müzakere başlıkları ve ulaşılan sonuçlar TBMM’nin gündemine getirilerek yasal ve anayasal düzenlemelere gidilecek. 

3-Bu iki koşulun yerine getirilmesine paralel her iki tarafın da uyacağı tahkim edilmiş bir ateşkes ve bu ateşkesi denetleyen bir izleme kurulu olacak. Tahkim edilmiş ateşkes durumunu Özgürlük Hareketi Önder Apo ile bir araya gelip tartışacak. Tahkim edilmiş ateşkesin temel şartı olarak devlet hiçbir biçimde karakol-kalekol, baraj, askeri amaçlı yol yapmayacak. Tutuklamalara gitmeyecek, 2013 yılından bu yana tutukladığı insanları serbest bırakacak.

Tahkim edilmiş bir ateşkes ancak çerçevesini çizdiğim koşullarda mümkün hale gelebilecektir. Kürt sorunu tamamen demokratik temelde müzakere edilerek çözülüp yasal ve anayasal güvenceye kavuşturulana kadar yapılacak en asgari şey ifade ettiğimiz koşulların oluşturulmasıyla bağlantılı tahkim edilmiş bir ateşkestir. Artık bunun aşağısı ve yukarısı yoktur. Ne artık bazılarının ifade ettiği gibi tek taraflı ateşkes ve ne de öyle Erdoğan’ın ifade ettiği gibi gerillanın geri çekilmesi asla söz konusu olamaz. Gerçek bir çözüm ve kalıcı barış için devlet tarafından koşullarının oluşturulmasıyla ancak tahkim edilmiş ateşkes olabilir. Zaten Önder Apo özgürleşir, Kürt sorunu demokratik özerklik çözümü temelinde anayasal güvenceye bağlanırsa gerillanın nasıl konumlanacağı ve ne olacağı o zaman tartışılır, müzakere edilir. Öncesinde böyle bir gündem dahi söz konusu olamaz.

Önder Apo’nun Kasım 2014 tarihinde taraflara sunduğu Barış ve Demokratik Çözüm Süreci Taslağı Kürt sorununun demokratik çözümünün de gerçek yol haritasıdır. Dolmabahçe deklarasyonu bu çözüm yöntemine evet demiştir, taraflar bu açıklamayla resmi müzakere iradesini ortaya koymuştur. Buna uyulursa Erdoğan ve AKP’sinin Türkiye’yi içine koyduğu büyük kaos ve cehennem rahatlıkla aşılır.

Kürtler Şırnak ve Gever’den başlayarak birçok yerde  öz yönetimlerini ilan etti. Bu yeni durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kürt halkı Kuzey Kürdistan’da Türk devletinin yüzyıllık soykırım politikalarına karşı ve bu politikaların sürdürücüsü AKP’nin topyekün savaş uygulamalarına karşı radikal bir tavır aldı. İnkar imha politikalarını reddetti. ‘‘Bana soykırım uygulayan, beni katleden, benim imham ve tasfiyem dışında başka bir seçenek düşünmeyen bir devlet beni yönetemez ve savunamaz’’ diyerek kendi kendisini yönetme iradesini ortaya koydu. Bu çok değerli bir tutumdur. Halkımızın bu tutumunu sonuna kadar destekliyoruz.

Türk devletinin Kürt sorununu çözme politikası yoktur. Tek düşündüğü şey inkar ve imhadır. Önder Apo’nun ve Kürt özgürlük hareketinin bütün tek taraflı çabalarına ve attığı somut ateşkes adımlarına rağmen Türk devleti ve ilgili hükümetleri tek bir demokratik somut adım atmış değildir. Bu durumda Kürt halkının kendi kaderini kendisinin tayin etmesi ve kendi kendisini yönetmesi ve savunması temel bir haktır, meşrudur. 20 milyonu aşan bir halk artık Kuzey Kürdistan’da ve Türkiye’de statüsüz yaşayamaz. Demokratik özerk bölgeler Türkiye’yi bölmez, demokratikleştirir. Bu öz yönetim modeli tüm Türkiye’ye uygulanabilir. Hep belirtiyoruz, Türkiye artık Ankara merkezli yönetilemez. Türkiye’nin yerel demokrasiye geçmesi lazım. Yerel yönetimlerin yetkili, etkili ve inisiyatifli kılınması lazım. Yerel demokrasinin gelişmesi ve her  bölgenin demokratik özerk bir yapı kazanması Türkiye’yi tam ve gerçek demokrasiye götürecektir. Şu anda Kuzey Kürdistan’da içine girilen süreç böyle bir süreçtir. Halk demokratik özerklik çözümünü hayata geçiriyor. Devletin Kürt sorununu çözmediğini aksine savaşı ve tasfiyeyi dayattığını görerek kendi çözümünü kendisi gerçekleştiriyor. Bundan daha doğal, haklı ve meşru bir şey olamaz.

ÖZYÖNETİM İLANLARININ HER YERDE GELİŞTİRİLMESİ GEREKİYOR

Öz yönetim ilanlarının ve uygulamalarının her yerde geliştirilmesi gerekiyor. Devletin her türlü yönelimi karşısında da çok güçlü bir biçimde toplumsal direniş ve öz savunmayla kendi sistemini halkımızın savunması gerekiyor. Öyle olmalı ki polis tek bir kişiyi tutuklamaya dahi cesaret etmemelidir. Polisin mahallelere girişine izin verilmemelidir. Halkımız devletin hiçbir kurumuna ihtiyaç duymadan kendi sistemini inşa edip kendisini yönetmeli ve savunmalıdır.

Görüyorsunuz devlet-AKP Kürdistan’ı özel harpçılara teslim etmiştir. Özel harpçılar Erdoğan’ın yeni gladyo gücüdür. Kürdistan’da terör estiriyorlar. Her gün katliamlar yapıp sivil insanları infaz ediyorlar. Her gün Giyadin olayı benzeri sayısızca olay yaşanıyor. Silopi’de, Gever’de daha birçok yerde benzer infazlar, katliamlar yaşandı. Devletin Kürtlere, Kürdistan’a yaklaşımı budur. Kürdistan özel savaş hukuku ile yönetiliyor. Her türlü saldırı, katliam ve infaz meşru görülüyor, yargılama dışı tutuluyor. Olağanüstü hal kararı da Kürtlere daha rahat saldırmak ve katliam yapmak içindir. Şu anda Kürdistan’da 60’ın üzerinde alan olağanüstü hal kapsamına alınmış. Aslında bütün Kürdistan şu anda olağanüstü hal kapsamındadır. Olağanüstü hal muamelesi görmeyen yer yoktur. Şu anda Kürdistan’da yürütülen savaş, yaşanan işkenceler ve katliamlar 90’lı yılları çok çok aşan boyuttadır. Saldırıların, baskıların, işkencelerin, hakaretlerin, infazların haddi hesabı yoktur. Kürdistan’da kontra- gladyo devlet özel harp adıyla iş başındadır.

Artık halkımız bu suç ve katliam aygıtı çete devlet tarafından asla yönetilemez. Halkımız bunu kabul edemez, zaten öz yönetim ilanlarıyla kabul etmediğini de ortaya koymuştur. Kürdistan’da yeni bir dönem başlıyor. Bu dönem sömürgeci devlet yönetiminden kurtulup kendi öz yönetimlerini kurma ve kendi kendini yönetme dönemidir. Halkımız demokratik ulus paradigmasına dayalı kendi demokratik öz yönetimlerini güçlendirerek kendisini yönetecek ve savunacaktır. Çete devletin her türlü saldırısına karşı topyekün direniş ile karşı koyacaktır. Her yerde çok yaygın ve kapsamlı bir biçimde öz savunma gücünü örgütleyecektir. Demokratik özerk sistemini demokratik ulus paradigmasının ilkelerine göre kuracak ve kendi sistem hukukuna göre kendisini yönetecektir. Atanmışları kesinlikle reddedecektir. Buna kimse mani olamaz, bu artık gelinen aşamada zaruri bir ihtiyaç ve meşru bir haktır.