Hozat: Erdoğan büyük oynuyor, büyük kaybedecek

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat, “Bu halk, faşist devletin, AKP’nin bu alçakça saldırılarını kabul etmeyecek ve sonuna kadar direnecektir... Özgürlük Hareketi olarak diyoruz ki; Erdoğan madem büyük oynuyor, büyük de kaybedecektir!”

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat, “Sömürgeciliğin soykırım saldırıları asla sessiz bir şekilde karşılanamaz. İşgale, gaspa, talana, katliama sessiz kalmayı ve başını bıçağa uzatmayı bu halk kabul etmedi, etmeyecektir. Özgürlük için, onurlu bir yaşam için onca bedel veren ve acı çeken bu halk, faşist devletin AKP’nin bu alçakça saldırılarını kabul etmeyecek ve sonuna kadar direnecektir... Özgürlük Hareketi olarak diyoruz ki; Erdoğan madem büyük oynuyor, büyük de kaybedecektir!” dedi.

Türkiye’de OHAL ve tezkere uzatıldı. AKP ve Erdoğan özellikle OHAL’i uzatarak ne yapmaya çalışıyor?

AKP’nin OHAL’i ilan etmesinin nedenleri ne ise uzatılmasının nedenleri de odur. AKP Kürtler üzerinde uyguladığı soykırım politikalarını sonuca götürmek, demokratik muhalefeti tamamen ezmek, yürürlükteki faşist diktatöryal rejimi anayasal güvenceye kavuşturmak için OHAL’i ilan etti. Darbe sadece buna gerekçe oldu.  Amacına henüz tam olarak ulaşamadığı için de OHAL’i üç ay daha uzattı. Erdoğan ‘‘üç ay yetmeyebilir, on iki aya ya da daha fazla zamana ihtiyacımız olabilir’’ dedi. Erdoğan’ın ifade etmek istediği şey açıktır; amacımıza ulaşamazsak, yani bu süre içinde de Kürtler başta olmak üzere tüm toplumu teslim alıp faşist diktatöryal rejimin anayasasını çıkaramazsak OHAL’i bir yıl hatta daha fazla da uzatabiliriz diyor.

AKP, OHAL sürecini uzatarak Kürt soykırımını tamamlamak istiyor. Kürtlerin büyük bedeller vererek yarattığı tüm demokratik değerleri tasfiye etmeyi amaçlıyor. Bundan sonra da belediyelere kayyum atamalar, basın kurumlarını kapatmalar, sivil kurumlara dönük saldırılar, dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla milletvekillerine kadar uzanacak siyasi soykırım operasyonları artarak devam edecektir. Baskı, işkence, katliamlar yoğunlaşarak sürecektir. Faşizan dalgaya karşı her Kürt, her demokrat tedbirini almalı ve örgütlenmelidir. AKP içeride nasıl faşizmi hakim kılmaya çalışıyorsa, dışarıda da yayılmacı ve saldırgan davranacaktır. Bu oyunun kuralıdır. İçeride otoriterliği sağlayamazsanız, dışarıda yayılmacı da olamazsınız!

Bu minvalde Kürt düşmanlığı ve soykırım saldırıları Rojava ve Güney Kürdistan’da da devam edecektir. AKP, Avrupa’da yaşayan Kürtlere ve kurumlarına dönük anti Kürt diplomasisine de ağırlık verecektir. 9 Ocak Paris katliamı gibi katliamları gerçekleştirme çabasına girecektir. Hakeza gerillaya dönük operasyonları aralıksız sürdürecektir.  Bu planlamalarının tüm belirtileri, gelişmeleri ve istihbaratları somuttur. Kürtleri toplu katliamlara uğratarak Kürdistan’dan sürmeye, Kürdistan’ı Kürtsüzleştirmeye çaba harcayacaktır. Kürdistan’ın demografyasını değiştirmek için sistematik yürüttüğü özel savaşı tırmandıracaktır. Yani kısaca fiziki, kültürel, ekonomik ve siyasi soykırımı derinleştirecektir. Kürt soykırımı üzerinden ikinci cumhuriyeti, faşist diktatöryal anayasaya dayalı tekçi yapıda yeniden restore etme çalışmasını sonuca götürmeye çalışacaktır. Niyetleri budur, planlamaları ve hazırlıkları vardır ama bunu sahada ne kadar uygulayabilecekleri bir soru işaretidir. Zira saldırılar ne kadar büyük olacaksa olsun, direniş de daha fazla görkemli yaşanacaktır!

Erdoğan ve AKP’nin Türk tipi Başkanlık sistemi dediği rejim, faşist diktatöryal bir anayasal rejimdir. Milliyetçiliğin ve dinciliğin birleşmesinden oluşan Türk-İslam sentezci, ırkçı-tekçi ve tek adama dayalı yeni bir ulus devlet rejimidir. 93 yıllık rejimden farkı ırkçılığın ve dinciliğin mutlak birliğine dayanması, tüm yetkilerin Osmanlı padişahı gibi tek adamda toplanmasıdır. Erdoğan bu hayalini gerçekleştirmek için çareyi Kürt soykırımında görüyor. Birinci cumhuriyet tecrübesinden böyle nasipleniyor ve deneyim ediniyor. Erdoğan bu açıdan 1915 Ermeni soykırımı ve 1937-38 Dersim soykırımı gibi bir süreci ve hatta daha da ilerisinde sonuçları ağır bir süreci geliştirmekten çekinmeyen bir çılgınlık içindedir.

Diğer yandan Türkiye’de demokratik muhalefeti tamamen susturmaya, mezhep savaşını körüklemeye, farklı kimlikleri ve sesleri boğmaya çalışacaktır. Aydınlık beyinleri ve kalemleri tasfiye edip Türkiye toplumunu baskı ve korkunun kölesi haline getirmeye daha fazla gayret edecektir. Bu sonucun önüne geçmenin tek yolu ortak mücadele ve direniştir. Direnmeden, ses çıkarmadan, ayağa kalkmadan AKP faşizminin önüne geçilemez. Faşist AKP devleti gerçekten şu an kâğıttan bir kaplandır. En zayıf sürecindedir. Bu kadar baskı, zülüm ve saldırganlığın nedeni zayıflığın bir sonucudur. AKP işlediği büyük insanlık suçlarının ne anlama geldiğini biliyor, suçlarını bildiği için müthiş korkuyor. Korkusunu ise korkutarak, katlederek, zindanlara doldurarak, komşu ülkelere saldırarak bastırmaya çalışıyor.

AKP’nin korkutma siyasetine karşı korkmadan mücadele etmek ve direnmek AKP’yi bozguna uğratacaktır. Cesur olmak ve örgütlü mücadele gücünü birleştirerek AKP faşizmine karşı direnmek demokrasinin önünü açacaktır. Herkes şuna inanmalı ki, Kürtlerin ve halkların direnişi AKP’nin soykırım ve tasfiye politikalarını boşa çıkaracaktır.       

Özgür basına yönelik kapatma ve saldırıları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Özgür basın AKP’nin suçları görülmesin, bilinmesin diye susturuluyor. AKP, her gün insanlık ve savaş suçu işliyor. Kürdistan’da korkunç bir soykırım uyguluyor. Biliyorsunuz, soykırım en büyük insanlık suçudur. Özgür basın bu suçları açığa çıkaran, teşhir eden güçtür. Toplumu aydınlatıyor, topluma doğru bilgiler veriyor. Böylece Türkiye ve dünya toplumu doğru bilgiye ulaşıyor, AKP’nin faşist gerçeğini ifşa eden özgür Kürt basınıdır. AKP özgür basını susturarak, basın yayın organlarını kapatarak bunun önüne geçmeye çalışıyor. Alanı tamamen özel savaş basınına bırakıyor. Özel savaş basını her gün yalan yanlış haberlerle toplumun bilincini bulandırıyor, teslim alıyor, AKP faşizmini meşrulaştırıyor. Ki, basın ve medyanın hakikati çarpıtma, parçalama, gizleme ve daha farklı bir algı yaratma yeteneği ve araçları vardır. Egemen medya aslında tam da budur.

AKP, OHAL’in ikinci aşamasında yukarıda ifade ettiğim faşist diktatöryal anayasal rejimi kurmak için Kürt soykırımını ve demokratik muhalefeti tasfiye planını sonuca götürmeyi hedefliyor. Bu planın deşifresine, teşhirine, toplumsal muhalefetin tepkisine hizmet edecek özgür basını karşısında en büyük tehdit görüyor. Özgür basına bu kadar ağır yönelmesinin, AKP karşıtı tek bir sesin ve yayının çıkmasına müsaade etmemesinin sebebi esas olarak budur. Yani özgür basının, AKP’nin faşist soykırımcı, baskıcı politikalarının deşifrasyonu önünde tehdit oluşturmasıdır.

Basın üzerindeki bu baskı ve sindirme politikalarına karşı mücadele etmek, güçlü direnmek lazım. Sessiz kalmak AKP faşizmini meşrulaştırmaktır. AKP’nin amacı zaten aykırı tüm sesleri kesmektir. Buna hizmet eden bir duruş içerisinde olunmamalıdır. Özgür basının sesinin kesilmesi toplumun sesinin kesilmesidir. Toplumun doğru bilgilenmesinin, doğru haber almasının önüne geçilmesidir. Bu toplum kırım siyasetidir. Neo faşizmdir. Buna sessiz kalmak teslim olmaktır. Türkiye, Kürdistan toplumunun ve insanlık vicdanının bunu hiçbir biçimde kabul etmemesi, direnmesi ve mücadele etmesi gerekiyor.  Hem toplumsal olarak direnişler geliştirmek hem de özgür basın sorumluluklarını ihmal etmeden tekniğin ve teknolojinin bütün imkanlarından yararlanarak hakikati toplumu doğru enforme etmek te gerekiyor.

AKP iktidarı siyasi soykırım saldırılarına hız verdi.  Buna gerekçe olarak da AKP’li yöneticilerinin öldürülmesi ve kanun hükmünde kararnamelerle belirlenen yasalar çerçeve gerekçe olarak gösteriliyor.  Türkiye’de KHK’lerle yapılan siyasi soykırımın Türkiye siyasetine etkileri ne olur? 

KHK’lerin Türkiye siyasetine etkisi, demokratik siyasetin tasfiyesine, parlamenter sistemin yani temsili demokrasinin ortadan kaldırılmasına, iç savaşın derinleşmesine, Türkiye’nin parçalanmasına yol açacaktır. AKP 13 Nisan 2009’dan bu yana sistematik olarak siyasi soykırım operasyonları yapıyor. Önderliğimiz ile geliştirilen diyalog sürecinde taktik amaçlı bir süreliğine operasyonları sınırlandırdı. 5 Nisan 2015’ten itibaren son sürat bu konsepte devam etti. OHAL ile birlikte -zaten OHAL’in hedefinde esas olarak Kürtler, demokratik siyaset var- siyasi soykırım operasyonlarını tırmandırarak adeta kaldığı yerden tutuklamalara devam etti. Şimdi OHAL’in ikinci aşamasında demokratik siyaseti tümden tasfiye etmeyi amaçlayan bir plan yürütüyor. Öyle AKP’ye yakın çevrelerin ve özel savaş basınının söylediği gibi AKP yöneticilerinin öldürülmesiyle ilgili gelişen operasyonlar değildir bunlar. Bu söylem tamamen bir özel savaş argümanıdır, dezenformasyondur ve AKP’nin yeni bir algı operasyonudur. Açıkça söylüyoruz; AKP Kürtlere siyasi, kültürel, fiziki soykırım operasyonlarını sürdürdüğü müddetçe bunun karşılığını da alacaktır. Hiçbir şey karşılıksız kalmayacaktır. Bunun karşılıksız kalmasını ve Kürtlerin AKP faşizmine teslim olmasını isteyenler, Kürtlere kölelik dışında yaşam hakkı tanımayanlardır. Bu Kürtleri aşağılamaktır. Kürtlere ‘direnmeyin, AKP faşizmine teslim olun’ demek, Kürtlere en büyük hakareti ve küfürü reva görmektir. Bu yaklaşımda ısrar etmenin adı ise Kürt düşmanlığıdır.

Soykırım altında olan bir halk direnmezse o halk biter, yok olur gider. Teslim olmak da yok olmanın en kötü biçimidir. Kimse bunu Kürtlerden istememeli ve dayatmamalıdır. Ahlaksız olanlar köleliği, teslimiyeti kabul edebilir. Kürtler ahlaklı her insan ve toplumun yapması gerekeni yapıyor ve bilinmeli ki, soykırım saldırılarına karşı kendini savunmak için herşeyi de yapacaktır, yapmak zorundadır. Çünkü varlığını korumak ve onurluca yaşamak için başka bir yol ve seçenek yoktur. Direnmenin dışında Kürtlerin önünde başka bir seçenek bırakılmamıştır. Tekrar ediyorum; Kürt halkına yapılan hiçbir saldırı cevapsız kalmayacaktır, bunu herkesin bilmesi lazım. AKP her gün yüzlerce insanı tutuklarken, katlederken ses çıkarmayacaksın, Kürtler kendini savunduğunda ise o ucuz demogojiyi yapacaksın! Kürtlere teslimiyet yolunu gösterenlere söylüyorum: Yaptığınız en hafif deyimle ahlaksızlıktır ve vicdansızlıktır. Halkın seçtiğini görevden alıp kayyum atamak halkın iradesine saldırı ve işgaldir. Bu halk o belediyeleri mücadele ede ede kazandı; nasıl en meşru biçimde kazanmasını bilmişse, en meşru şekilde savunmayı da bilecektir. Sömürgeciliğin soykırım saldırıları asla sessiz bir şekilde karşılanamaz. İşgale, gaspa, talana, katliama sessiz kalmayı ve başını bıçağa uzatmayı bu halk kabul etmedi, etmeyecektir. Özgürlük için, onurlu bir yaşam için onca bedel veren ve acı çeken bu halk, faşist devletin AKP’nin bu alçakça saldırılarını kabul etmeyecek ve sonuna kadar direnecektir.       

HDP’li vekillerin zorla mahkemelere götürülmesi kararının alındığı haberleri çıkıyor.  94’leri andıran görüntüler ortaya çıkarsa, demokratların ve Kürtlerin buna karşı yaklaşımı nasıl olmalı?

Zaten şu anda yaşananlar 94 uygulamalarını aşan görüntülerdir. Daha ne yapılacak Allah aşkına. 1925-1938 yıllarındaki Şark Islahat Soykırım Planı en pervasız bir biçimde güncellenerek şu anda Kürdistan’da uygulanıyor. 94 yılındaki saldırılar şu anki uygulamaların yanında devede kulak kalıyor. Şimdi yerle bir edilen kentler var. Diri diri yakılan yüzlerce insan var. Onbinlerce insan zindanlarda ağır işkence altında. Bir toplumun en kutsal değerleri mezarlıkları, ibadet yerleri bombalanıyor. Yüzbinlerce insan göçe zorlanıyor. Kürdistan’ın her yerinde İskan Kanu’nu uygulanıyor. Takriri Sükun zihniyeti her tarafta kol geziyor. Halkın seçtiği belediyelere el konuluyor, işgal ediliyor. Gözaltına alınanlara, tutuklulara 1980 saldırılarını aşan düzeyde ağır işkenceler yapılıyor. Tecavüz sistematik bir politika haline getirilmiş. Tüm bunlar topyekün bir isyan, ayaklanma gerekçesi değil midir? Bu uygulamalara karşı Kürdistan ve Türkiye toplumu, demokrasi güçleri kıyameti koparmalıdır. Şimdi direnmeyeceğiz de ne yapacağız? Direniş herkes için ve her zamankinden çok daha fazla meşrudur şu zamanlarda. Milletvekili de milleti gibi direnmeyi bilmelidir ve inanıyoruz ki, kendilerini seçen halk gibi direnecektirler.

Özyönetim ilan edilen alanlara yönelik soykırım saldırıları sürüyor. Şırnak, Nusaybin, Cizre ve daha birçok yerde yurtsever Kürt halkından intikam alınıyor.  Halkın mahallelerine ve evlerine gitmeleri yasaklanmış durumda. Halkın bu alanlar için ortak dayanışması nasıl gelişmeli?

Türk devleti Kürtleri Kürdistan’dan sürmeye çalışıyor. Kürdistan’da derin bir soykırım planı uyguluyor. Bu planın odağında ise, öz yönetim ilan edilen kentler var. Türk devleti ve AKP hükümeti bu kentleri tamamen Kürtlerden boşaltmaya, ırkçı faşist kesimleri bu kentlere yerleştirmeye çalışıyor. Bunu başaramazsa da bu yerleri boş bırakmaya çalışıyor. Şu anda Şırnak halkına yönelik saldırı tamamen böyledir. Devlet ve AKP Şırnak’ı tamamen ortadan kaldırmaya çalışıyor. Şırnak’ın tamamını yıkıyor. Halka işkence yapıyor, ev yapmasına, çadır kurmasına izin vermiyor. Halkın yaşam koşullarını tümüyle ortadan kaldırarak halkı Şırnak’ı terk etmeye, göçe zorluyor. Gever’de de diğer öz yönetim kentlerinde de benzer bir uygulama sözkonusu. Bu bir soykırım uygulamasıdır. İşte Şark Islahat Kanunu, İskan Planı budur. Buna karşı halkımızın tutumu son derece onurlu bir tutumdur. Halkımız AKP faşizmine karşı muhteşem bir direniş içerisindedir. Kentini, toprağını terk etmiyor. Her türlü zorluğu ve acıyı göğüsleyerek direniyor. Bu çok değerli ve takdir edilecek bir duruştur.

Halkımız büyük bir dayanışma ve birlik içerisinde olmalı ve kesinlikle öz yönetim kentlerini yalnız bırakmamalıdır.  Cizre, Nusaybin, Sur ve Gever’de örnek bir dayanışma sergilendi. Bunu Şırnak ve diğer kentler için de geliştirmeliyiz. Tüm direniş kentlerine halkımız ve dostları en güçlü bir biçimde sahip çıkmalıdır. Çünkü öz yönetim kentlerine sahip çıkmak kendi özgür geleceğine sahip çıkmaktır. Halk olarak kendi varlığına ve özgürlüğüne sahip çıkmak öz yönetim direnişine sahip çıkmakla mümkündür. Bu kentler özgürlük için, özgür bir yaşam için direndi. Kürt halkının kendi öz kimliği, kültürü ve diliyle yaşaması için mücadele etti ve direndi. Bu direniş tüm Kürdistan halkının, insanlığın direnişidir. Bu direnişe ve direnişçilere sahip çıkmak kendi onuruna ve insanlığına da sahip çıkmak anlamına geliyor.

Türkiye dahil bütün güçler ısrarla neden  Musul operasyonuna katılmak istiyor? Bu anlamda Musul, Ortadoğu dengeleri açısından nasıl bir öneme sahip?

Musul’un tüm bölgeyi etkileyen stratejik bir konumu var. Her şeyden önce bölgenin en büyük enerji merkezlerinden biridir. Birinci dünya savaşında üzerinde kıyametin koptuğu yerlerden biri de Musul oluyor. Musul’a kim hakimse bir bakıma Irak’a ve bölgeye hakim olan da o güç oluyor. Bu açıdan İngiltere birinci dünya savaşı sürecinde Musul’u hakimiyeti altındaki Irak’ta tutmak için Türk devletinin Kürt soykırımına onay verdi. Şeyh Sait isyanı Musul’un İngilizlere verilmesi karşılığında kanla bastırıldı. Evet, o dönem Musul Misak-ı Milli sınırları içerisindeydi. Türkiye Kürtleri bastırmak, katletmek ve sistematik inkar imha politikalarını yürütmek karşılığında Musul’u İngiliz hakimiyetindeki Irak’a bıraktı. Dört parça Kürdistan projesi, 1923 Lozan Anlaşması bu pazarlıkların sonucu olarak ortaya çıktı. 1926 Ankara Anlaşması’yla Musul’un konumu kesinlik kazandı.

Şu andaki kapışma da Musul’u yeniden paylaşma, Musul’a hakim olma kapışmasıdır. Bir bakıma bölgenin enerji kaynaklarını yeniden paylaşma kavgasıdır. Başından beri söylüyoruz, bu savaş bölgeyi yeniden dizayn etme savaşıdır. Musul da bu dizayn savaşının en stratejik merkezlerinden biridir. Musul’un durumu Irak’ın durumunu da doğrudan etkiliyor. Bu açıdan Musul’daki savaş ve savaş sonrası Musul’da kurulacak siyasi sistem Irak’ın ve bölgenin siyasi sistemini de etkileyecektir. Bundan kaynaklı Musul’un Irak ve bölge açısından kilit bir rolü var. Biz Musul’da yaşayan herkesin ve kesimin haklarının korunmasından yanayız. Milliyetçi ve mezhepçi bir politika Musul’u özgürleştirmez, sorunları çözmez. Milliyetçi ve mezhepçi politikalar Musul’da, Irak’ta ve bölgede savaşı, kaosu derinleştirir. Bu açıdan Musul’da demokratik bir sistem çok önemlidir ve hayatidir. Musul’da yaşayan herkes ancak demokratik bir sistem kurarak federal Irak sistemi içinde kardeşçe bir arada yaşayabilir. Biz bundan yanayız. Demokratik ulus anlayışına uygun demokratik özerk bir Musul, Irak ve genel olarak bölge açısından gerçekçi bir çözümdür. Hiçbir etnik ve mezhep farkı gözetmeden her kesimin ve kimliğin ortak yönetim sistemi gerçek çözüm yöntemidir. Musul’da yaşayan hiç kimse nüfusu az da olsa yönetimden dışlanmamalıdır.  Herkesi, her farklılığı kapsayan demokratik bir sistem, farklılıkların demokratik birliğine dayanan bir sistem Musul’un ve bölgenin derdine tek dermandır. Rojava’da deneyimlediğimiz model budur. Hem DAİŞ’e karşı savaşta deneyimliyiz hem de yeni toplum ve sistem inşasında. Bu yüzden de Musul operasyonuna katılmak istiyoruz. Varlığımızın ve katılımımızın demokratik bir Musul ve Irak açısından çok önemli olduğunu düşünüyoruz.

Musul’un bölge dengelerini etkileme durumu da bu noktada ortaya çıkıyor. Demokratik bir Musul, Irak’ta ve bölgede demokratik bir sistemin gelişmesine ön ayak olacaktır. Tersi bir durum Irak’ta ve bölgede dinmeyen, belki de bir yüzyıla daha yayılacak olan bir mezhep savaşının sürmesi anlamına gelecektir. Bu da acı, gözyaşı ve kan demektir. Irak’ta ve bölgede dinmeyen sürekli bir savaş ve kaos hali demektir. Bütün çabamız bu tehlikeli gidişata dur demek ve çözüme katkı sunmak içindir.      

Türkiye’nin Musul’u işgal etmek istemesi, Güney Kürdistan topraklarını tehlikeye atmıyor mu? Erdoğan Lozan’ı kabul etmiyoruz derken, bununla bağlantılı ne demek istedi?

Erdoğan “Lozan’ı kabul etmiyorum” derken ‘‘Musul 1923 öncesi Misak-ı  Milli sınırları içerisindeydi ve şimdi de öyle olmalıdır’’ demek istedi. Yalnız buradaki yaklaşım “Kürtlere haksızlık yapıldı, artık Kürtlerin haklarını ve siyasi statülerini tanıyalım, Kürdistan’ın birliği sağlansın” üzerinden gelişmiyor. Buradaki yaklaşım tamamen hegemonik, mezhepçi ve yayılmacı bir anlayışa dayanıyor. Turancı ve Osmanlıcı bir anlayıştır bu. Erdoğan, Yavuz Sultan Selim havalarındadır. Cerablus’a girişini de böyle ele alıyor, Musul’a müdahalesini de. Erdoğan’ın yeni Türkiye kurgusu Yavuz Sultan Selim ve Kanuni sürecindeki Osmanlı imparatorluk kurgusudur. Kendisini de padişah ve İslam dünyasının son halifesi sanıyor. Kendine münhasır hayallerin film artistliğini yapıyor. Musul nasıl bir zamanlar Osmanlı’nın eyaleti idiyse, şimdi de Musul’u Türkiye’nin eyaleti yapma hayalini kuruyor. Güney Kürdistan’a da zaten böyle yaklaşıyor. Osmanlı’nın Musul eyaleti Güney Kürdistan’ı içine alıyordu. Güney Kürdistan’a muamele de çok açık ki Osmanlı’nın eyalet muamelesidir. Bu açıdan Türkiye Güney Kürdistan’ı işgal etmiş durumdadır. Güney Kürdistan’da Türkiye’nin Bamerne’den tutalım Kanimasi’ye kadar birçok askeri üssü var. MİT ile Parastın’ın çok sayıda ortak istihbarat üssü var ve MİT’in ayrıca da merkezleri var. Çok sayıda Türk Özel Kuvvet gücü açıktan veya peşmerge kıyafetleriyle Güney’de cirit atıyor. Türkiye Başika ve Kerkük Türkmen Cephesi merkezli harıl harıl Türkmenleri örgütleme ve silahlandırma içindedir. Mezhepçilik üzerinden Sünni Arapları, Şii Araplara karşı örgütlüyor. Hıristiyanlara, Êzidîlere, Kürtlere karşı kışkırtıyor.

Erdoğan onlarca defa 2003 yılında ABD’nin Irak müdahalesine Türkiye’nin neden katılmadığının eleştirisini yaptı. Abdullah Gül’ün buna sebep olduğunu söyleyerek Gül’e verip veriştirdi. Erdoğan’ın AKP’si Kürt düşmanı bir partidir. 93 yıllık soykırımcı Türk ulus devlet sisteminin en tehlikeli ve en pervasız halidir. Soykırımcı devletin çok ileri bir aşaması ve en ucube noktasıdır. Erdoğan, Kürt soykırımında ısrarlıdır. Bu politika ve plan bütün Kürtlere karşıdır. Güney Kürdistan’a da karşıdır. Türk devletinin ve Erdoğan’ın elinden gelse Güney Kürdistan’ı bir kaşık suda boğarlar. Kürtlerden nefret eden bir zihniyet yapısı var. Türk devleti ve AKP’nin Kürt soykırımını Kürtleri birbirine karşı kullanma biçiminde geliştirme gayretleri de var. KDP’ye yaklaşım bu anlayışın ürünüdür. Türk devleti Rojava kantonlarını ortadan kaldırabilse kesinlikle ertesi gün Güney Kürdistan Federal Sistemi’ni ortadan kaldıracaktır. Zaten bu haliyle de Güney Kürdistan Türk devlet işgali altındadır. Erdoğan, benzer işgalleri yaymak ve büyümek istiyor. Ancak, tarih bu tür seferlerin hüsranla biten hikayeleriyle doludur.

Türkiye’nin “Suriye ve Irak için toprak bütünlüğünden yanayız” söylemi üzerine başlattığı işgal harekatı ve sonrasında Erdoğan’ın Lozan tartışmaları Türkiye’nin açıktan Irak ve Suriye üzerindeki hesaplarını ortaya çıkardı. Erdoğan’ın “büyümeliyiz büyümezsek küçülürüz, ben büyümeden yanayım ” sözleriyle bu hesapların ortaklaştığı nokta nedir sizce?

Misak-ı Milli tartışmaları öylesine ortaya atılan bir gündem değil. Irkçı Türk devletinin, ırkçı ve diktatör Erdoğan’ın yayılmacı siyasetinin ifadeye kavuşmuş halidir. Türkiye Ortadoğu ve Kafkasya’da yayılmacı siyasetini farklı yöntemlerle sürdürüyor. Her yerde çete örgütlenmesine gidiyor. Hasım gördüğü güce karşı savaşını çeteler üzerinden veriyor.  Bölgede ırkçı ulus devlet sistemini ayakta tutmak için direniyor ve mücadele ediyor. Irkçı ulus devlet sisteminin çöküşünü kendi çöküşü olarak görüyor. Bu açıdan dört elle ulus devlet sistemine sarılmış durumda. Türk ulus devlet sistemini AKP kendi zihniyeti ve paradigması temelinde restore etmeye çalışıyor. AKP’nin restore etmeye çalıştığı ulus devlet sistemi ırkçı, dinci, faşizan karakteriyle Erdoğan’ın son sığınağı olacaktır ve onu ilelebet güvencede tutmayacaktır.

Cerablus’a girişi de bu ırkçı, mezhepçi ve yayılmacı zihniyetin ve politikanın ürünüdür. AKP Suriye’nin demokratikleşmesini engellemek, Suriye üzerinde hakimiyetini sağlamak, dağılan Türk ulus devlet sistemini ayakta tutmak için Cerablus’a girdi. Bunun yolu da Suriye’de savaşı derinleştirmekten geçiyordu. Türkiye bunu yaptı. Türkiye’nin Suriye’ye girişiyle Suriye’deki savaş daha da derinleşecektir. Türkiye’ye destek veren güçler de Suriye’de savaşın, kaosun derinleşmesine hizmet etmiştir. Aynı politika şimdi Musul üzerinden geliştirilmek isteniyor. Türkiye Musul’a girmenin onayını almak için yine YPG silahına başvuruyor ve ABD’ye Minbic’e girme şantajı yapıyor. Türkiye Irak’ın demokratikleşmesini, demokratik federal Güney Kürdistan sisteminin gelişmesini engellemek, hegemonyasını kurmak, Türk ulus devlet sisteminin ölmesinin önüne geçmek için Suriye’de olduğu gibi Irak’ta da işgal geliştirmek istiyor. Türkiye, Suriye ve Irak’ta demokrasinin önüne geçer, savaşı ve kaosu derinleştirirse ancak böyle ayakta kalabileceğini düşünüyor ve yayılmacı siyaseti can simidi olarak kullanıyor.  

Irak’ın yerel güçleri göz önünde bulundurulduğunda YBŞ’nin de buna katılması gerekmiyor mu?

YBŞ Şengal’in savunma gücüdür. Irak hükümeti bu gücü resmi olarak kabul etti. Dolayısıyla Irak savunma gücünün bir parçası oluyor YBŞ. Bu açıdan YBŞ’nin yanı başındaki Musul operasyonuna katılması en doğal hakkıdır ve katılımı meşrudur. Musul dediğiniz yer Şengal’in yanı başındadır. Abartmak gibi olmasın ama neredeyse Şengal’den bağırsan Musul’dan duyulacak. Bu kadar birbirine yakın iki yer. Musul ile Şengal’in kaderi birbirini etkiliyor. Musul’un durumu Şengal’i doğrudan etkiliyor. Musul’da DAİŞ olduğu için Şengal merkezi DAİŞ’ten kurtarılmasına rağmen Şengal halkı Şengal merkeze yerleşemiyor. Musul bu düzeyde Şengal’i etkiliyor. Musul Şengal arası köyler DAİŞ’in elinde. Bu durum YBŞ’nin Musul operasyonuna katılması için yeterlidir. Öte yandan ve daha da önemlisi ise DAİŞ sonrası Musul’un alacağı siyasi biçim de Şengal’i direkt etkiliyor. Yarın burada anti demokratik mezhepçi bir sistem kurulursa bu Şengal halkının yeni fermanlar yaşaması demektir. Musul’da demokratik, çoğulcu bir sistemin kurulması için de YBŞ’nin Musul operasyonuna katılması ve Musul’un geleceğinde Şengal Meclisi’nin söz sahibi olması çok önemlidir ve gereklidir.

Erdoğan bizi Musul operasyonuna katmasalar b ve c planlarımızı hayata geçireceğiz dedi. Sizce Erdoğan bu planlarla neyi kastediyor?

Erdoğan’ın B ve C planları her biçimde Musul’a girmeyi içeriyor. Musul’a girmek için KDP ile çeşitli anlaşmalar yaptığı söyleniyor. Yine Telafer’de ve Kerkük’te Sünni Türkmenleri silahlandırdığı, örgütlediği ifade ediliyor. Epey sayıda bir Türk askerinin Başika’ya geçtiği ve önemli sayıda bir askeri gücün peşmerge elbiseleriyle peşmergelerin cephesinde yer aldığı belirtiliyor. Bunlar hep B ve C  planlarıdır. Bundan öte en çok yapacağı şey KDP’nin ve diğer örgütlediği güçlerin resmi daveti üzerine girme ve kendini dayatarak açıktan gövde gösterisi yaparak ordusunu sokma biçiminde olabilir. Buna da Irak’taki uluslararası güçler ve bunların kurduğu dengeler ne kadar yol verir o da ayrı bir tartışma konusudur.

Türkiye’nin B ve C planları Musul, Kerkük ve Şengal merkezli savaşı derinleştirmeyi amaçlıyor. Buradaki demokratik yapıları tasfiye ederek Irak’ı yüzyıla yayılacak mezhep ve etnik savaşın içine sokmayı hedefliyor. Böyle bir savaşta ne Irak ve nede Güney Kürdistan Federasyonu ortada kalır. Hepsi de tasfiye olup gider. Bu açıdan Türkiye’nin derdi DAİŞ, bilmem Türkmenler falan değil, Türkiye’nin derdi Kürtlerin, Arapların ve içinde Türkmenlerin de yer aldığı tüm Irak halkının birlikte özgürce demokratikçe yaşam zeminini kurutmaktır. Demokratik bir Irak ve Ortadoğu’nun önünü kesmektir.

Telafer’e ilişkin Türkiye’nin bir operasyon hazırlığının olduğu basına yansıdı. Bu operasyonla hedeflenen nedir?

Türkiye’nin Telafer’in içinde Sünni Türkmenleri örgütlediğini biliyoruz. Burada Şii-Sünni Türkmenler arasında da bir çatışma çıkarabilirler. Bu konuda tehlikeli bir oyun içerisindeler. Buradan Şengal ve Musul’a dönükte saldırı planları da yapılıyor. Sünni Arap ve Türkmenleri, Şiilere, Kürtlere, Êzidîlere ve Hıristiyanlara karşı durmadan kışkırtıyorlar. Türkiye bu provakatif girişimleriyle adeta ateşle oynuyor. Bunun Türkiye’ye etkisini hiç düşünmeden akılsızca ve çılgınca hareket ediyor. Halklar düşmanı böyle kirli bir zihniyetin dünyada örneği yoktur, kalmamıştır. Türkiye Telafer’i birçok kirli ve tehlikeli planın yapıldığı bir merkeze dönüştürmeye çalışıyor. Bunun önünü almak lazım. Türkiye elini Telafer’den, Musul’dan, Irak’tan ve Güney Kürdistan’dan çekmezse, Kürdistan’da ve Irak’ta savaş bitmez. Katliamların ve acıların önü alınmaz. Bölgede artık tüm ülkeler, tüm halklar, tüm mezhepler ve kültürler Türkiye’nin yeni oyun planına karşı tedbir almalı ve dehşet bir bölge savaşına yol açacak Türkiye’nin bu oyunlarını mutlaka boşa çıkarmalıdırlar. Özgürlük Hareketi olarak diyoruz ki; Erdoğan madem büyük oynuyor, büyük de kaybedecektir!