Halkını sevenin iradesi kazandı

Tarihe kara bir gün olarak düşen 3 Ağustos Katliamı’nın üzerinden bir yıl geçti ancak acılar yeni yaşanmış gibi tazeliğini koruyor.

Tarih 3 Ağustos 2014’ü gösterdiğinde, insanlık düşmanı DAİŞ çetelerinin Şengal’e yönelik saldırıları sonucu Êzîdî halkı, büyük bir katliama uyandı. Tarihe kara bir gün olarak düşen 3 Ağustos Katliamı’nın üzerinden bir yıl geçti ancak acılar yeni yaşanmış gibi tazeliğini koruyor.

DAİŞ çeteleri, Musul ve Tel Efar’in ardından Şengal’i işgal etti. Tüm ağır silahları ile Şengal’e yönelen çeteler, karşılarında savaşacak güç bulamayınca büyük bir katliam başlattı. 3161 kişinin katledildiği, 5950 kişinin kaçırıldığı, Şengal şehir merkezi başta olmak üzere 170’in üzerinde yerleşimin boşaltıldığı ve 460 bin Êzîdî’nin göç yollarına sürüklendiği katliamın sırası ve sonrasında, HPG ve YJA Star gerilla güçleri ile YBŞ/YPJ Şengal savaşçıları, Şengal Dağı’nda kalan yüz binlerce insanı kurtararak güvenli alanlara ulaştırdı.

TEVDA EN SON ÇIKTI

DAİŞ çete üyeleri, 10 Haziran günü Musul’u çatışmasız bir şekilde ele geçirmeleri ardından Şengal’e yöneldi. Şengal çevresinde bulunan Arap köylerinin kontrolünü ele geçiren çete üyeleri, son olarak Tel Efar’ı düşürmelerinin ertesinde, 3 Ağustos gecesi saat 02:00’da ağır silahları ile Şengal’e yöneldi. Sabah 9:00’da ise 11 yıldır Şengal’in savunmasını üstlenen KDP peşmergelerinin kaçması ile Şengal, resmen çete üyelerinin eline geçti. Peşmergelerin yalnız bırakması ile halk, büyük bir katliamla baş başa bırakıldı.

Katliamın tanıklarından Özgür Demokratik Êzîdî Birliği (TEVDA) yöneticisi Munzur Dêrsim, yaşadığı o anları şu sözlerle ifade etti: “DAİŞ, 2-3 Ağustos akşamı BAAC tarafından Gir Zerik, Siba Şêx Xidir ve Tel Ezer’e saldırısı ile bir nevi nabız ölçtü. Karşılarında savaşabilecek gücün ne kadar olduğunu öğrenmek için köylere saldırdılar. Karşılarında savaşacak hiçbir güç görmeyince, ertesi gün küçük bir grupla Şengal’e saldırdılar. Kenti savaşmadan ele geçirdiler. Kurumumuz TEVDA, Şengal’den son çıkan kurumlardandı. Biz bunları kendi gözümüzle gördük. Öğlene kadar da Şengal’deydik. Öğlene doğru DAİŞ’in küçük bir gücü Şengal’e girdi. Zaten o güç de Şengallilerden oluşuyordu. Kendilerini örgütleyip iki-üç saat içinde toplanıp saldırmışlardı. Hatta bunlar kurumumuzun önüne de geldiler. İçlerinde tanıdığımız kişiler de vardı. Daha öncesinden gördüğümüz gençlerdi. DAİŞ elbiseleri giyerek ellerine silah almışlardı. 3 Ağustos öğleden sonra da BAAC ve Musul tarafından DAİŞ çeteleri geldi ve Şengal çetelerin eline geçti. Ancak Şengal’de bir savunma sistemi ve hazırlığı olsaydı, DAİŞ bu kadar rahat bir şekilde giremezdi.”

PEŞMERGE KOMUTANLARININ REDDİ

DAİŞ çeteleri dört bir yandan saldırı başlattı. Birçok yeri ele geçirdi. Çetelerin artan tüm bu saldırılarını kırmak için daha önceden gelen gerilla güçleri ile eğitim gören Êzîdî gençleri çatışmalara girdi. Şengal Dağı‘nın Sinunê kasabasında DAİŞ çeteleri ile çatışmaya giren YBŞ komutanlarından Dilşer Herekol, o anları şöyle anlattı: “Sinunê kasabasındayken DAİŞ çeteleri, bir araçla sivil bir şekilde geldiler ve bize Arapça ‘Gelin teslim olun, sizi öldürmeyeceğiz’ dediler. Arapça bilmediğimiz için onları, yardıma gelen sivil halk zannettik. Çeteler olduğunu öğrendikten sonra vurmaya başladık. Yaklaşık bir saat boyunca çatıştık. Ardından çetelere takviye güç geldi ve dağ ile kasaba arasındaki yolu kestiler. Biz de cephanemiz kalmadığından dolayı Rojava’ya yöneldik. Sinunê kasabasında peşmerge güçleri de vardı ama tek bir mermi bile atmadılar. Yanlarına giderek, “Gelin birlikte savaşalım” dedik. Komutanlarını telefonla arayarak önerimizi sundular ancak komutanları, ‘Ağır silahlarımız ve mermimiz yok, gidiyoruz’ dedi. YNK peşmergeleri ile de görüştük, onlara da ‘Gelin, birlikte savaşalım’ dedik. Onlar da, ‘Eğer KDP savaşmıyorsa biz de savaşmayacağız’ dedi. Bu halkı yalnız bıraktılar.”

SİLAH VE CEPHANE DAİŞ’E TESLİM!

Peşmerge güçlerinden silah ve cephane istediklerini ancak bu kaçan peşmergelerin geride kalıp savaşacaklardan bu yardımı bile esirgediğini belirten YBŞ komutanlarından Serxwebun Cevahir, şunları anlattı: “Biz çetelere karşı çatışırken, peşmergeler bir mermi bile patlatmadılar. ‘Neden mermi atmıyorsunuz’ diye sorduk; ‘Güney Kürdistan Hükümeti’nin böyle bir kararı yok’ dediler. ‘O zaman ağır silahlarınızı bize bırakın, biz savaşalım’ dedik fakat onu da kabul etmediler. Daha sonra, Şengal’in merkezinde 70’in üzerinde tank, top, doçka ve ağır silahlarının hepsini DAİŞ’e bırakıp gittiler. Hatta kendileri bu ağır silahların üzerine DAİŞ bayrakları astı. Bununla kalmayıp DAİŞ’e erzak ve su da bıraktılar. Biz bunları kendi gözlerimizle gördük.”

‘GÖZLERİMLE GÖRDÜM’

Katliamdan kaçan dağ yollarına düştü ve birçoğu Ağustos ayının sıcağında yürüyemediğinden dolayı DAİŞ çetelerine esir düştü. O anları, görgü tanığı TEVDA yöneticisi Munzur Dêrsim, şu sözlerle anlattı: “Ağustos ayı sıcağından dolayı kadın ve çocuklar öğle sıcağında yürüyemediler ve çetelere esir düştüler. Gözlerimle gördüm: Şengal’in yukarısında 3-4 bine yakın kadın ve çocuk birlikte yürüyordu, DAİŞ önlerini keserek götürdü. DAİŞ o zaman halka hakaret etmiyordu ama geri dönmeyenleri öldürüyordu. Diğer insanlara, ‘Sizleri koruyacağız’ diyorlardı. Halkımızın başına gelenler burada başladı.”

DAİŞ’in Şengal’e dilediği rahatlıkla girememesinin tek sebebinin TEVDA’nın Şengal Dağı’nda hazırlık yaptığını bilmesi olduğunu kaydeden Dêrsim, “Hazırlığımızın tam olamadığını, ağır silahlarımızın ve cephanemizin bulunmadığını öğrendikten sonra Şengal’e girebildi. Fakat yine de, sayıları az olmasına rağmen arkadaşlarımız halkın savunmasını yaptı ve DAİŞ dağa giremedi” dedi.

KORKU VE PANİĞİN HAKİMİYETİ

Halkta büyük bir korkunun oluştuğunu belirten Serxwebun Cevahir ise yaşadıkları anları şu sözlerle anlattı: “Halk kendisini savunacak gücün Şengal’den kaçtığını gördükten sonra DAİŞ’in saldırılarından dolayı kendini dağa vurdu. Büyük bir korku ve panik hakimdi. Halka moral vermeye, korkularını kırmaya çalışıyorduk. Hatta o zaman Şehit Canpolat, halkta moral ve motivasyon oluşturmak için PKK bayrağını alıp dağın zirvesine dikti. Barê-Şilo hattında şehit düştüğü zaman da şunu söylüyordu: ‘Ben Êzîdî halkıma borçluyum.’ Dağa yönelen halkı geri göndermek içinse peşmergeler, halkın üzerine mermi atıyordu, resmen halkı çetelere teslim etmek istiyordu. Halk tüm bu olumsuzluklara rağmen aç ve susuz bir şekilde dağa ulaştı. Ne erzak vardı ne de su...”

İnsanlık düşmanı DAİŞ çetelerinin esir aldığı insanları katlettiğini söyleyen Munzur Dêrsim, anlatımını şu sözlerle sürdürdü: “Çeteler, Solak, Merka gibi yerlerde 30, 40, 50 kişilik gruplar halinde insanları katletti. Bunu görenler ve yaşayanlar asla unutmaz. İnsanlar DAİŞ’in eline esir düşmektense aç, susuz kalarak ölmek istiyordu. Vahşetten uzağa gitmek istiyorlardı. Birçoğu bu açlık ve susuzluk içinde şehit düştü.”

MEMO MÊRDÎN KATLİAMI ANLATTI

YBŞ Komutanlarından Memo Mêrdîn ise tanık olduğu bir katliamı şu sözlerle anlattı; araya girmeden aktaralım:

“Bazı insanlar DAİŞ çetelerinin elinden kurtulabildi; bazıları ise imkanları olmadığından dolayı evlerinden, köylerinden çıkamadı. Bu insanlar DAİŞ çetelerinin eline esir düştüler; başları kesilerek şehit düştüler. Şengal Dağı’nın doğusunda bulunan Merka alanında DAİŞ çeteleri, 70 kişiyi oturtup BKC ile öldürdü. Halen cenazeleri oradadır, yerlerini biliyorum. Musul yolu üzerindeyse 10 kişinin başını kesip yol üzerinde yan yana dizmişlerdi. Êzîdî köylerinde bu şekilde binlerce insan öldürüldü. Halen öldürülen insanların sayısı net olarak bilinmemektedir. Bazıları DAİŞ tarafından öldürüldü, bazıları vadilerde öldü, bazıları açlık ve susuzluktan... Yağmur yağdığı zaman birçok cenaze sellerle birlikte kayboldu.

Katliamın beşinci gününde ise arazide tek başına kalan 5 yaşındaki bir kız çocuğunun yanına gittim. Açlık ve susuzluktan başı arkadan ayaklarına doğru sarkmıştı. Aç ve susuz kalmıştı ama direniyordu. Üzerine gittiğimde gördüğüm o görüntüyü asla unutmam. Halen gözlerimin önündeymiş gibi yaşıyorum. Yavaşça gözlerini açarak bana baktı. Kim olduğumu öğrenmek istiyordu. Beni gördükten sonra tekrar gözlerini aşağıya doğru indirdi. Bir damla su verdim ama içemedi. Akşama kadar direndi ve akşam şehit düştü. Dağa çıkanların birçoğunun ayaklarının altı yırtılmıştı, kanlar akıyordu. Kayalıklardan asfalt yola kendilerini bıraktıkları zaman asfalta kan damlıyordu. Nereye gideceklerini bilemeden kaçmaya çalışıyorlardı. Sadece savaşın olmadığı yerlere gitmek istiyorlardı. Besledikleri kin ve öfkeyi bile unutmuşlardı. Bu hale gelmiş bir halk gerçekliği ve katliam tehlikesi vardı.”