GÖRÜNTÜLÜ

Ferec: Güney'de kriz sürerse daha büyük sorunlar yaşanacak

Güney Kürdistan’ın mevcut krizle devam etmesi durumunda 2017’de daha büyük sorunlarla karşılaşacağına işaret eden Gazeteci-Yazar Latif Fatih Ferec, “Bu bir yıkımla da sonuçlanabilir” uyarısında bulundu.

Ferec, partiler arası yapılan görüşmelerin de zamana oynamaktan öte bir anlamı olmadığını belirterek, “Güney Kürdistan hükümeti ve siyasi partiler bilerek kriz yaratıyorlar. Açlıkla toplumu teslim alıyorlar. Okulları kapalı tutarak cahil bir toplum yaratmak ve böylece istedikleri gibi teslim almak istiyorlar" dedi. Ferec, çözümün ulusal kongre olduğunu belirtti.

Gazeteci-Yazar Latif Fatih Ferec, 2016 yılında Güney Kürdistan’da yaşanan gelişmeleri ANF'ye değerlendirdi.

'2016 KRİZİN DERİNLEŞTİĞİ BİR YIL OLDU'

Güney Kürdistan, önceki yıllara yaşadığı siyasi krizi aşma umuduyla girmişti. Partiler arası görüşmeler de yapılıyordu. Ancak geçen bir yılda kriz çözülmek yerine giderek daha fazla ağırlaştı. Görüşmelere rağmen neden sonuç böyle oldu?

Güney Kürdistan’daki kriz aslında biraz geçen yıllara dayanıyor. Özellikle 2014 yılında Mesut Barzani ile dönemin Irak Başbakanı Nuri Maliki arasında başladı ve sonunda Bağdat kapıları Kürtlere kapatılınca kriz daha da derinleşti. İki taraf arasındaki bu kriz sonrasında ekonomik krize kapı araladığı gibi bölgede giderek siyasi krizin daha da derinleşmesine neden oldu. Tabii bir de 2011’de parlamentoya yeni bir parti de girmişti. Bu parti daha önce yaşanan krizleri, yolsuzlukların, siyasi partilerin üzerini örttüğü dosyaların ortaya çıkarılması yönünde baskılar kurunca ortam daha da gerginleşmeye başladı.

Bu sorgulama devam ettiği için 2015'te kriz olarak patlak verdi ve 2016 yılına da bu krizle girildi. Ardından partiler arası yapılan görüşmelerde iyi niyet olmadığı için birbirlerinin görüşlerini hazmetme gelişmedi. Yine herhangi bir tarafa diğer tarafın talepleri karşısında kendi dayatmalarından geri adım atmadı. Ne YNK ne de KDP böyle bir durumu kabul etti. Özellikle ne KDP ne Güney Kürdistan’da ne de diğer parçalardan partilerle ortaklaşmaya, söylediklerinden geri adım atmaya yanaşmadı. Sonuç olarak 2016, krizin derinleştiği bir yıl oldu.

Bu kabul etmemenin krizi derinleştirdiğini görmelerine rağmen neden bunda ısrar gelişti?

Aslında bunun nedeni açıktır. Halen feodal zihniyet aşılmış olmadığından oluyor. Partilerimiz halen aşiretçi yapılarını aşıp, modern parti yapısı ve zihniyetine ulaşabilmiş değiller. Siyasi mantığımızda etkin olarak var olan aşiretçi, aileci zihniyettir.

Bir de Güney Kürdistan’da halen şehirleri denetiminde bulunan partiler var ve örneğin Soran mıntıkası Behdinan’ı, Behdinan mıntıkası ise Soran alanını kendisine ait görmüyor. Bazen bir şehir kapılarını diğer şehre kapatıyor.

Partiler birbirlerinin etkisini kırmak için halkı satın almaya çalışıyor. Böyle olunca bu krizler aşılmak bir yana daha da derinleşiyor.

Ancak bu partiler üstü olan bir de parlamento var, yasalar var, yargı var. Onlar neden denetleyici güç olamıyor, bu sorunların aşılmasında etkisini kuramıyor?

Yapamaz. Kürdistan parlamentosu etkili bir yapı değildir. '92’de kurulan parlamento partiler üzerinde mutlak etkisi olan, parti liderlerinin etkisini kıran bir parlamento değil. Eğer böyle bir parlamentomuz olmuş olsaydı bugün peşmerge güçlerini birleştirmiş olurdu. '92'de bunlar gerçekleşirdi ve aynı zamanda peşmergenin o tarihten sonra siyasi çelişki ve çekişmelere taraf olmasını engellerdi.

'GÜNEY SİYASETİ TÜRKLERİN VE FARSLARIN ETKİSİNDEN KURTULAMADI'

1992’den bu yana bunda bir değişim olduğunu söyleyemez miyiz?

Evet, o günden bugüne bu durum aşılmış değildir. Aynı durum bugün de devam ediyor. Bugün modern partilerden hatta post-modern parti ve zihniyetlerden söz ediliyor. Bizim partilerimiz bırakalım normal sosyal demokrat parti olmayı, halen feodal zihniyet ve yapılarını aşabilmiş değiller. Güney Kürdistan halen kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenmemiş. Onun için dikkat edin, çok rahat bir şekilde Farsların ya da Türklerin etkisi altına girebiliyor.

Bu tespitleriniz günümüz açısından ne derece geçerli?

İşin aslı 2016'da bu durum daha kötü bir hal aldı. Çünkü 2016'da partiler arası çelişkiler, toplum ile bu partiler arası çelişki ve çatışmalar yine tabii küresel güçlerin, bölge güçlerinin Ortadoğu'da yaşadıkları durum bahsettiğim şeyi daha da derinleştirdi.

Dikkat edin, Kürdistan Federe Bölgesi Başkanı'nın kimliğinde bugün Irak vatandaşı yazıyor, ancak bilmeyen Türk devletinin vatandaşı sanacak! Ankara ile ilişkilendiği, Ankara’ya gittiği kadar Bağdat’a gitmiyor. Oysa bizim sorunlarımız Bağdat’la var ancak onlarla çözülür. Bağımsızlık da ilan edecek olsak, birlikte de kalacaksak bunu Bağdat’la yapacağız.

Bu durumun Güney iç sorunlarına yansıması nasıl oldu?

Büyük zarar verdi. Çünkü buranın sorunlarının çözüm adresi Ankara ya da Tahran değil. Kürtlerin kendi içinde bu sorunları çözmesi gerekir. Öz gücüne dayanması gerekir. Bu sadece Güney için de geçerli değil. Diğer parça örgütleriyle de ancak böyle sorunlar çözülür. PKK, KDP, YNK Goran Hareketi, PYD başkalarına yakınlaşarak, onlara dayanarak iç sorunlarını çözemezler. Kendi öz güçleriyle, birbirleriyle ilişkilerini güçlendirerek sorunlarını çözerler.

Mevcut durumda Güney hükümetinde 5 parti yer alıyor. Herkes KDP’yi sorun yaratan, çözüme gelmeyen siyasetinden dolayı eleştiriyor. Bu durumda şunu da sormak gerekmez mi; hükümette yer alan diğer partiler neden çözüm gücü olamıyor?

Şimdi bakın Güney Kürdistan askeri güçleri (peşmerge güçleri) iki parti arasında bölünmüş, paylaşılmış durumda. Bir ulusal gücümüz yoktur. Yani silahlı gruplarımız var. Partilere bağlıdırlar. İşte Goran Milletvekili Sirwa Abdulwahid bir şey demiş, deyip ona karşı peşmerge güçlerini caddelerde yürüttüler. Ama ne acıdır ki, yarın Diyarbakır’da saldırı olur ve Kürtlerin kanı dökülürse o peşmergeler caddelere çıkarılmazlar. Mahabad’da olursa, Sine’de aynı durum olursa yine gelmezler. Peki ne için çıkarıldılar? Bir parlamenter görüşlerinde ısrar ettiği için çıkarıldılar. Çünkü peşmergelerimiz ulusal güç değiller, partilere bağlıdırlar.

'GÜNEY SİYASİ PARTİLER ARASINDA PARSELLENMİŞ'

Peşmerge gücü partiler arasında bölündüğü için mi siyaset böyle işliyor, yoksa siyaset böyle olduğu için mi peşmerge de buna göre pozisyon alıyor?

Şimdi bakın, 1975 Aş Betal’dan (mücadelenin durdurulması) sonra bu durum hep böyle parçalı olageldi. Peki, o zamandan beri biz neden devrimi bir daha gerçekleştiremedik? Olanlar da parçalı oldu. YNK ile KDP’nin peşmerge güçleri vardı. Bu iki parti 1976’dan bu yana kardeş kavgasını başlattılar. Dolayısıyla Güney Kürdistan siyaseti 1970’lerden beri parçalanarak bugüne geldi. Bir tarafta Barzani ailesi vardı, bir tarafta da İbrahim Ahmet ve Celal Talabani vardı. Siyasi güç bunlar arasında parçalı olarak gelişti. Bu iki siyasi çizgi kendilerine bağlı askeri güçler oluşturdular. Bu askeri güçler tümüyle bu siyasi partilere bağlı hareket ettiler. 1978’de Behdinan’da YNK’ye mensup yaklaşık 700 peşmerge öldürüldü. Sami Abdurrahman o zaman “büyük komutan büyük silahla ölmeli” diyordu. Bu anlayış bugün de halen aşılabilmiş değildir.

İki parti arasında '92-93-94’te bu devam etti. Kerkük’e gelindiğinde her iki partiye ait güçler farklı yerleri ele geçirdiler. Kendilerine bağlı bu askeri güçlerle bir ulusal güç yarattıklarını iddia edemezler.

Parlamento başkanının başkente girişine izin vermeyen bir güç nasıl ulusal güç olur? Madem ulusal savunma gücüdür; sınırları korusun. Madem Kürdistan’ın savunma gücüdür; Kuzey, Rojava ve Rojhılat Kürtlerini de savunsun. En önemlisi, madem Kürdistan’ın savunma gücüdür; o zaman partiler arasında birbirlerine karşı kullanma aracına dönüşmemeliler. Ama olan tam da budur.

'İKTİDAR HALKI TERCİHLERİNDEN DOLAYI CEZALANDIRDI'

Bu yıl boyunca en fazla konuşulan husus da ekonomik kriz oldu. Ancak bazı kimseler böyle bir krizin olmadığı görüşünde. Siz ne düşünüyorsunuz?

Ben ekonomik krizin olduğuna inanmıyorum. Halk için böyle bir şey var. Maaş alamayanlar için böyle bir kriz var. Bana göre Güney'de var olan, iktidarı elinde bulunduranların halkın cezalandırması vardır.

Neden?

2011'de yeni bir partiden (Goran Hareketi) yana tercih kullanılınca halkı cezalandırmayı seçtiler. Bu yeni parti halktan onay görünce ve KDP giderek küçülünce öç alma yoluna girdi. Sonra bilerek Maliki ile krizi derinleştirdi ve bütçenin kesilmesine neden oldu.

Aslında KDP hem halktan, seçmenden öç almak için bunu yaptı hem de Türk devletiyle 50 yıllık petrol anlaşması yaptığı için Maliki ile bu krizi yarattı.

Güney Kürdistan halkının bilinçlenmesini, haklarını talep etmesini istemiyorlar. 2009, 2010 döneminde halkın yoğun bir demokratik talepleri söz konusu olmaya başlamıştı. Büyük hayaller kuruyordu. Kendi kendini yönetme, demokratik bir sistem inşa etme talebi vardı. İşte bu krizle birlikte halkın tek hayalini maaşa indirgediler. Bunu bilerek yaptılar.

Halkın buna karşı tepkisi gelişebiliyor mu?

Kürt halkı birincisi, DAİŞ tehlikesinden dolayı çok fazla sesini çıkarmadı. İkincisi, partiler arası olası çatışmalara sebep olmamak için. Üçüncüsü, tepki gösterenlere karşı zor, şiddet kullanıldığı, sesini çıkaranların, gazetecilerin, aydınların, avukatların öldürüldüğü, zorla ülkeden göç ettirildiği bir yerde halk nasıl sesini çıkarsın... Bununla işte halktan gelecek baskıyı engellemeye çalışıyorlar.

'HÜKÜMET HALKI AÇLIKLA TERBİYE EDİYOR'

Bu yıl içerisinde özellikle öğretmenlerin öncülük ettiği memur eylemleri vardı. Bu eylemleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Ayrıca, sözünü ettiğiniz tüm baskılara rağmen halk kendisini nasıl örgütleyip bu baskıcı sisteme karşı tepkisini yine de örgütleyebilir?

Bence hükümet, Eğitim Bakanlığı mevcut durumda okulların kapalı oluşundan hoşnuttur, memnundur.

Neden?

Çünkü bununla cahil, hakkını aramayan, rahat teslim alabilecekleri bir toplum yaratılmış oluyor. Suçu öğretmenlerin üzerine atarak, bunlar eğitim vermiyor, diyerek de toplum içinde çelişki ve çatışma yarattılar. Bu şekilde öğretmenler ile halk arasında çelişkiler çıktı da. Hatta boykota katılan ile katılmayan öğretmenler arasında bile bu yönlü çelişkiler çıktı. Hükümet bunu çok planlı, programlı ve amaçlı yapıyor.

Tabii aynı maaşları vermeyerek halkı açlıkla terbiye ediyor. Bu çok trajik bir durumdur. Bunu KDP’nin bir politbüro üyesi bir zamanlar dile getirmişti. Halkı aç bırak, denetime al demişti. Bugün uygulanan tam da budur.

Bugün evinde ekmek parası bulamadığı için evindeki eşyaları satan aileler var. Hatta kendisini dahi satmak zorunda kalan insanlar var. Böyle bir durumda geriye bir şey kalır mı?

Bunu bir kader olarak kabul etmek çözüm olmadığına göre, toplum olarak buna karşı ne yapılabilir?

Böyle giderse elbette halk artık kabul etmeyecektir. Hükümete karşı başkaldırı kaçınılmaz olacaktır. Ailesi, çocukları üzerinde tehlike son raddeye geldiğinde elbet tepkisini gösterecektir. Ve bence o zaman hiç de arzu edilmeyen şeyler olacaktır.

'STRATEJİK ANLAŞMALARLA KÜRDİSTAN PAYLAŞILDI'

Şimdi daha önceden YNK-KDP arasında süregelen bir stratejik anlaşma var. Bu kriz döneminde stratejik bir anlaşma da YNK-Goran arasında imzalandı. Sizce bu anlaşma bu tür durumların aşılmasında nasıl bir rol oynar?

Bu anlaşmanın bana göre hiçbir etki gücü yoktur. Sadece zamana oynayan anlaşmalardır. Ama YNK-KDP arasındaki stratejik anlaşma hem Güney'in yeraltı ve yerüstü zenginliklerini hem de Bağdat’tan gelen bütçenin paylaşılmasına dönüktür. Petrolü paylaşma üzerinedir. Bağdat’tan gelen bütçenin yüzde 53’ü Hewler, yüzde 47’si Süleymaniye için ayrılmış. Ancak bu para halka hizmet için kullanılmamıştır. Bu paralar KDP ile YNK’ye gitmiştir. İşte stratejik dediğimiz anlaşma bunun için yapıldı. Bazı iyi maddeler de olabilir. Ama özü itibarıyla anlaşma bunun için yapıldı.

Goran ile YNK arasında yapılan anlaşma da Süleymaniye yönetimini paylaşma için kullanıldığı kadarıyla Güney'deki sistemi değiştirmeye dönük kullanılmadı. Bir kentte sorunların olmaması için de anlaşma yapmak iyidir. Ama eğer her açıdan söylendiği gibi anlaşma yapılmış olsaydı, o zaman iki parti birlikte hükümetten çekilirlerdi. Eğer böyle olsaydı hükümet direkt düşerdi ve KDP ile diğer partiler yeni bir hükümetin kurulması için mecburen adım atarlardı.

Bu yılın önemli başlıklarından biri de Türk devletinin güney Kürdistan’a, Başika’ya askerlerini getirmesiydi. Yine Kerkük’e dönük Ekim ayında DAİŞ’in kapsamlı saldırısı gelişti. Bunlara bakarak ele alacak olursak; askeri açıdan 2016 yılı Güney Kürdistan açısından nasıl geçti?

Kerkük’e dönük tehlike halen devam ediyor. DAİŞ olduğu sürece bu öyle olacak. Hewice böyle kaldığı, hatta Sünni Araplar ile Kürtler arasında diyalog gelişmediği sürece bu tehlikeler olacaktır. Çünkü Kerkük farklı etnik ve inançlardan oluşuyor. DAİŞ olmasa da yarın öbür gün Şii Haşdi Şabi örgütüyle de eğer karşılıklı bir birini kabul etme gelişmezse, yine savaş, çatışma olur.

Diğer tarafta Türk askeri 1992’den beri Türk askeri Güney Kürdistan’da bulunuyor. İstihbaratı var, askeri üsleri var, şehirleri, MİT ajanları var, Güney hakkında üslerine rapor veriyorlar. Yine Türk devletinin Hewler ve Duhok’ta büyük ticari kuruluşları var. Peki, durum böyle iken neden Başika sürecine kadar bu denli gündeme gelmedi? Çünkü Başika Kürdistan sınırları içinde değildi. Böyle olunca Irak hükümeti Türk devletinin buradaki varlığına tepki gösterdi. Yoksa Türk devleti '94’ten beri bu bölgede hüküm sürüyor. Hatta bunlar Hewler ve Duhok’u kendi devletlerinden bir parça olarak da görüyorlar.

'KÜRTLER MUSUL OPERASYONU'NDA ÜÇÜNCÜ GÜÇTÜ'

Musul Operasyonu da askeri açıdan en önemli meseleydi. Kürtlerin bu operasyondaki rolü neydi?

Kürtler kendi aralarında tek ses olmadıkları için Musul Operasyonu'nda Irak ordusu, Haşdi Şabi’den sonra üçüncü bir güç olarak var oldular. O da sınırlıdır. Örneğin, YPG’nin Rojava’daki yekpare hareketi gibi varlık gösteremediler. Her ne kadar peşmerge bakanlığı olsa da KDP ile YNK peşmergeleri farklı güç olarak vardırlar. Bizim 25 yıllık tecrübemiz olmasına rağmen Rojava’daki gibi varlık gösteremedik. Bunu küresel güçler de görüyorlar ve ona göre ilişkileniyorlar.

'ŞENGAL SORUNU TÜRK DEVLETİNİN KDP’YE DAYATMASIDIR'

Bir diğer çelişki konusu da yıl boyunca Şengal sorunu olageldi. Özellikle PKK ile KDP arasında. KDP sürekli olarak PKK’ye karşı bu yönlü sert bir saldırı içinde oldu. Sizce neden bu sorun çözülemiyor?

Bence Türk devleti izin vermiyor. Bu kadar açık ve net. Çünkü Türk devleti kendisini KDP’nin sahibi olarak görüyor. Ama aynı zamanda PKK’yi de düşman olarak değerlendiriyor. Onun için de bu iki tarafın birleşmesine izin vermiyor. Ama bence PKK olmasaydı DAİŞ çeteleri Hewler’i KDP’den alacaktı. Bu nettir. Maxmur DAİŞ denetimine girdiğinde aynı gece Hewler’in de düşme tehlikesi ortaya çıktı. Ama PKK güçleri yetişip buna izin vermedi.

Kerkük’te de gerilla etkili bir mücadele yürüttü. Yine Şengal’de durumu herkes biliyor. O zaman buna saygı göstermek gerekir. Fakat buna karşın KDP Rojava’da şehit yabancı uyruklu YPG savaşçılarının naaşlarının ülkelerine gönderilmesine dahi izin vermiyorlar. Bu vahşet bir durumdur. Kanada’dan, Avustralya’dan birileri kalkıp senin halkının özgürlüğü için savaşarak canını vermiş. Senin buna sonsuz saygı duyman gerekir.

Şimdi KDP Şengal’de insanların PKK’ye sempati duymasından, PKK’ye katılmasından korkuyor. Niye korkuyorsun? PKK işgalci bir güç değil ki, bu halkın özgürlüğü için savaşan bir Kürt örgütüdür. Ama şunu biliyoruz; Türk devleti ve Erdoğan Kürdistan’da etkili oldukları sürece PKK ile KDP arasında birlik gelişmez.

KDP’nin Rojava siyaseti de aynı şekilde yanlıştır. Halen Rojava’ya ekonomik ambargo uyguluyor. Kapılar kapalı. İşte bu Türk devletinin talebidir. Bu bir tarafa birileri kalkıp Rojava’da diktatörlük var, diyor. Bu kabul edilir bir şey mi? Bu nasıl bir mantıktır. Sen nasıl böyle dersin. Bu oldukça tehlikelidir.

'SORUNLARIN ÇÖZÜM ADRESİ ULUSAL KONGREDİR'

Konuştuğumuz tüm bu sorunlara, krizlerin aşılmasına ulusal kongre nasıl bir çözüm getirebilir? Bir de bu yıl da sürekli gündemde olmasına karşın, herkesin gerekliliğini dile getirmesine rağmen Kürt ulusal kongresi ya da bir şekilde birliği neden gerçekleşmedi?

Kürt ulusal birliği bu kongre mi olur, konferans mı ya da bir komisyon mu olur fark etmez; gerçekleşirse o zaman bugün tüm parçalar arasında yaşanan kopukluk giderilmiş ve Kürtler tek ses halinde hareket etme gücüne ulaşır.

Fakat bu da ancak tüm partiler Kürdistan’ın geneli için siyaseti benimsediklerinde olur. Erdoğan ne diyor, diye kulak kabartılmadığında, Ruhani ne diyor, diye kulak kabartılmadığında ya da Bağdat ne diyor, diye bakılmadığında ancak bu gerçekleşir. Bunun için de kimsenin, illa ben başkan olacağım ya da illa benim partime bu kadar kota verilecek dememesi gerekir. İşte bu tarihten ders çıkarmayla olur. Tarihten ders çıkarmayan, çağımızı anlamayanlar iktidar peşinde koşar, bireysel güç peşinde koşar. Böyle olunca kapsayıcı olmaz. 2016’da bunun için kongre gerçekleşmedi. Eğer önümüzdeki yıl da böyle olursa yeni bir aş betal gelişebilir. Bu tehlike var. Bence şu anda Güney Kürdistan’da bunun tehlikesi vardır. Çünkü Güney Kürdistan’da güçlerin biri dağılmaya yüz tutmuş, Türk devletine sırtını dayamış, biri de benzer krizi yaşamayla karşı karşıya olan İran’a sırtını dayamış.