El Bab Kapı olarak mı kalacak “vatan” mı olacak?

Tayip Erdoğan bir toprağın “vatan” olması için “şehit ve gaziler olmalı” dedi. Bu sözü El Bab da DAİŞ saldrısı sonrası ölen onlarca askerin ölümünü normal göstermek için söyledi...

RTE bu sözü söylerken Ertuğrul Gazi de Diriliş dizisinde Halep’e girmişti. Yani Ertuğrul Halep’i de “vatan” yapmak için tarihsel bir figür olmaktan çıkıp RTE’nin Rambo’su rolüne soyundu. Böylece gerçek hayatta El Bab “vatan” yapılırken, yaşanan sendromun aşılması için de hayali vatanlar üretilmiş oldu. Zaten Ertuğrul dizisi de böyle bir misyon üzerinde ekranlarda boy gösterdi. Allahuekber nidalarıyla Kayıboyu’nun bir avuç levendi koca Halep kentine huruç eylerken binlerce olduğu belirtilen Kayseri komando güçleri de tanklarıyla toplarıyla Kilis sınırlarından Suriye topraklarını “vatan” yapmak için girivermektedir. Öyle anlaşılıyor ki eski Türklükten artık eser kalmamış. Bir tanesi değil binlercesi bir DAİŞ çetesine bile bedel değilmiş. O nedenle de o kadar tank-top, uçak ve binlerce özel eğitimli asker ve Rusya’nın havadan desteğine rağmen koalisyon güçlerine “niye yardım etmiyorsun” diye yakınılmakta ve yalan haberler üzerinden yeni bir “kahramanlık destanı” yazılmaktadır. Halbu ki gerçekler durumun hiç de öyle olmadığını göstermektedir.

Son günlerde Rusya’nın başına gelen bazı olumsuz şeylerle parelel olarak gelişen bir Türk-Rus ve İran ilişkisi var. Halep Suriye rejim güçlerinin eline geçti. Türkiye’nin rejimi devirmek için yıllarca beslediği cihatçı çeteler İdlib’e çekildi. Türkiye tüm gücüyle saldırdığı El Bab’da hem DAİŞ’e tosladı ve hem de ÖSO diye tanımladığı çete güçlerinin gadrine uğradı. İşte ondan sonra faşist diktatör RTE ve avanesi bağırıp çağırmaya başladı. Mustafa Balbay bir tv proğramında “TSK DAİŞ’ten alıyor. ÖSO’ya veriyor. ÖSO’da bir fırsatını bulup aynı köyü DAİŞ’e satıyor diyordu. Bazı yerel kaynaklar da DAİŞ’in canlı ve arabalı bombaları karşısında ÖSO çil yavrusu gibi dağılıp kaçıyor. O nedenle de TSK mayın temizleyici rolünü oynamak zorunda kalıyor demektedir. Yani bir anlamda TSK “eşek” rolü üslenmektedir.

Bab’da ve Halep’de bilinen olaylar yaşanırken İdlip’de Ceraplus’da TC yanlısı gruplar dıştalanarak diğer muhalif gruplar ortak bir cephe altında toplanmaktadır. Bu yeni oluşan cephe Saray’ın nasıl kendilerini sattıklarını ve öfkelerini dle getirmektedir. Hatta bu merkezlerden iç çatışma ve suikast haberleri de gelmektedir. O nedenle RTE ve avanesi koalisyon güçlerine saldırarak feryad ı figan etmektedir. ABD DAİŞ’i ve PKK’yi desteklemektedir diyen saray avanesine ABD dışişleri bakanlığından işin öyle olmadığını, havuz medyasında çıkan haberlerin yalan olduğunu belirten yanıt verilmektedir.

Şimdi de Suriye savaşı yeni ittifak ve itilaf güçlerine neden olacak adımlara sahne olmaktadır. ABD Rus diplomatlarından 35’ini ülkelerinden kovdu. Rusya “biz aynı şeklide davranmayacağız” dedi ve Trump dönemini beklemeyi yeğledi. Böylece gerilimden yana olmadığını da gösterdi. Bu gerilimde dikkat çekici yan ise CIA’nın verdiği raporlar üzerine Rusya’nın ABD seçimlerine müdahale ettiği savıydı. Seçimler öncesi FBI, bayan Clinton’un e-postalarını servis ederek ona yargının yolunu açmıştı. ABD’de taraf olmuş istihbarat ve polis örgütlerinin bu farklı tercihleri şimdi de dünya geriliminde rol oynamaktadır. Bu rol, şimdi Suriye politikası ve Rus-Türk-İran ilişkisine ve başlatılan ateşkese nasıl yansıyacaktır buna bakmak lazım.

RTE’nin garantörlüğünü yaptığı ve muhalif diye yutturalan çete grupları aynı zamanda CIA tarafından da eğitilip donatılmıştı. Bu durum da gösteriyor ki ateşkes eğer CIA da isterse devam edebilir. Gerçi ABD Dışişleri Bakanlığı mevcut ateşkesi olumlu gördü ama CIA ve farklı telden çalabilir. Rusya ile gerilimi üst düzeye çıkartan CIA ateşkesi de köstekleyebilir.

Diğer yandan Rus çarlığı ile Osmanlı arasında tarihte 93 harbi diye geçen ve Ayastofenes antlaşmasıyla sonuçlanan bir savaş vardı. Bu savaşta Osmanlı Rus çarlığına teslim olmuştu. Bunun üzerinden Ruslar Osmanlılara şimdiki Yeşilköy’de tarihinin en büyük hezimeti olan antlaşmayı imzalatmıştı. Rus uçağının düşürülmesinden Büyükelçi Andrey Karlov’un öldürülmesine kadar geçen süreci de benzeri bir döneme benzetmek hiç de abartı olmasa gerek. Şimdi de Ruslar yeni Osmanlılara benzeri bir antlaşmayı imzalatmış bulunmaktadır. Eski Osmanlıların Ruslara teslim antlaşmasından sonra başını İngiltere’nin çektiği batı Rusları tehdit edip baskılayarak 1878 Berlin antlaşmasını imzalamaya zorlamıştı. Belki tarih tekerrür etmiyor ama benzeri bir durumun yaşandığı da görülmektedir. Ayestofenes sonrası Abdulhamit batıya yaklaşarak bu durumun onların da aleyhine olduğunu söyleyerek ve tavizler vererek batının Rusları zorlamasını istemişti. Bunun üzerine İngilizler ayestofenos ile Ruslar İngiliz çıkarlarını ve güvenliğini tehtit etmektedir diyerek batı blokunu tümden Ruslara karşı harekete geçirmişti. Sonuçta Berlin Antlaşması çıkmıştı.

Öyle anlaşılıyor ki Ertuğrul nasıl Halep’e değil Söğüt’e girdiyse Erdoğan da Bab’ı vatan yapamayacağı gibi Berlin’den Sevres’e doğru bir yolculuğa çıkmaktadır. Şimdi Türkiye bu yeni ittihatçılara karşı yeni bir kurtuluş savaşı ile cumhuriyeti yeniden demokratik temellerde yapılandıracak bir öncülüğe ihtiyaç duymaktadır.