GÖRÜNTÜLÜ

Duran Kalkan: Tahir Elçi katliamının hesabı sorulacak!

Med Nuçe Televizyonu’nda Pazartesi günü yayınlanan Politik Alan programına konuk olan Duran Kalkan, AKP rejimi saldırılarını sürdürdüğü müddetçe Kürdistan ve Türkiye'de her türlü eylemin meşru olduğunu söyledi.

PKK YK Üyesi Duran Kalkan, Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi’nin katliamının Amed, Suruç, Ankara ve özyönetim direnişlerindeki katliamların bir devamı olduğunu söyledi. Katliamı yapanlar ve yaptıranlardan mutlaka hesap sorulacağını ifade eden Kalkan, “Adına Esadullah Timi mi, Osmanlı Ocakları mı, ne denilirse densin, 90’ların JİTEM’iiş başındadır. Katliamları yapan kara yüzlü, kara maskeliler tam Hitler’in faşist SS sürüleri gibidir” dedi. Medine nasıl hendeklerle, Paris ise nasıl barikatlarla savunulduysa şimdi de Kürdistan kentlerinde toplumun benzer yöntemlerle can güvenliğini sağladığını söyleyen Kalkan, “Katliamlara sessiz kalınmaya devam edilirse Kürtler artık başka şeyler düşünebilir” diye konuştu.

Kalkan, AKP faşizminin katliamları sürdüğü müddetçe AKP ve Tayyip Erdoğan’a karşı her türlü eylemin meşru olduğunu da sözlerine ekledi.

MED-NUÇE’de Politik Alan programına konuk olan PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan gündemdeki gelişmelere ilişkin önemli değerlendirmelerde bulundu. Ersin Çelik’in sorularını yanıtlayan Kalkan’ın programda yaptığı değerlendirmelerden bazı bölümler ise şöyle:

Tahir Elçi’nin katledilmesi içinde bulunduğumuz dönemde ne anlama geliyor? Kürdistan’da süren katliamlar ve direniş içerisinde bu saldırı nasıl bir yer tutuyor?

Öncelikle büyük ve ateşli Kürt yurtseveri Tahir Elçi’yi saygıyla anıyorum. Halkımızın ve Türkiye demokrasisinin acılarını paylaşıyorum. Elçi, barış, özgürlük ve demokrasi mücadelesinde can verdi. Bu uğurda yaşamlarını ortaya koyan şehitler kervanına katıldı. Her zaman böyle anılacak ve barış, özgürlük ve demokrasi mücadelemizde yaşayacak. Anısı, amacı özgür Kürdistan ve demokratik toplumda somutlaşacaktır.

Her gün faşist sömürgeci sistemin bir de değil, birkaç saldırısıyla hareket, yurtsever, demokratik güçler ve aydınlar olarak karşı karşıya geliyoruz. Bedel ödüyoruz, can veriyoruz. Hapislere dolduruluyoruz. Zor bir dönem, fakat Tahir Elçi’nin de böyle bir dönemi anlayarak, bu saldırganlığı kırmak için en öne atılarak mücadele ettiği bir dönem de aynı zaman. İçinde bulunduğumuz dönemde yurtseverliğin, demokratlığın, ülke ve halk bağlılığının, yurtsever-aydın olmanın gereği bu. Zorlukları kadar kazanımları da büyük olan bir dönemdeyiz. Bunu Tahir Elçi de gördüğü için her türlü zorluğa rağmen büyük bir enerjiyle, dinamizmle, cesaret ve fedakârlıkla öne atıldı.

Katiller, saldırganlar, faşist sömürgeci sistem ciddi bir susturma ve sindirme operasyonu yürütüyor. Korkutmak, ürkütmek, umutları kırmak, dolayısıyla baskıyla, terörle, kanla, katliamla Kürt halkını, devrimci demokratik güçleri sindirmeye, susturmaya, bu temelde egemenliğini pekiştirmeye ve iktidarını devam ettirmeye çalışıyor. 5 Haziran Amed katliamı da, 20 Temmuz Suruç katliamı da, 10 Ekim Ankara katliamı da, Cizre’ye, Gever’e, Farqin’e, Nusaybin’e, Silopi’ye dayatılan bütün katliamların da temel amacı budur. Kürt halkının, Cizre halkının yetiştirdiği en değerli evlatlardan biri Tahir Elçi de öne atıldı, mücadele etti, susmadı ve sinmedi.

Tahir Elçi’yi yalnız bırakmamak, bütün aydınlar, yurtseverler ve toplum olarak onun gibi öne atılmak gerekiyordu. Ancak o biçimde faşizm yenilebilirdi, kırılabilirdi. Herhangi bir moralsizliğe, karamsarlığa, umutsuzluğa kesinlikle düşmemek gerekli. Bütün bunlar Kürdü inkar eden ve imha etmek isteyen sistemin çöküş alametleridir. Dinlerde, İslamiyet’te ‘kıyamet alameti’ denir ya, bu da kıyamet alameti gibidir.

AKP faşizmi çöküşü önleyebilmek için 24 Temmuz’dan itibaren çok açık ve büyük bir saldırganlık başlattı. Daha önce de DAİŞ çetelerini kullanarak ürkütücü katliamlar yapmaya başlamıştı. Bunu 1 Kasım sivil faşist darbesine kadar vardırdı. Açığa çıktı ki 1 Kasım’da sorun seçimi yenilemek değil de, bir sivil faşist darbe gerçekleştirerek iktidarı gasp etmekmiş. İktidar gasp edildikten sonraki saldırılar da daha çok çöküş alametlerini yansıtıyor.

‘TAHİR ELÇİ KATLİAMI SAVAŞIN TIRMANDIRILMASIDIR’

24 Temmuz’dan bu yana geçen süre içerisinde yüzlerce çocuk, sivil Kürt genci katledildi. Keskin nişancılarla sokaklarda vuruldular. Büyük bir kısmı yaşlıydılar, kadındılar, yediden yetmişe herkes vuruldu, katledildi. Yine mezarlıklar, şehitlikler bombalandı. Cenazeleri zırhlı araçlara bağlayarak sürdüler. Kadın cenazelerini çıplak, teşhir edecek kadar alçaldılar. Bütün bunların hepsi çöküş alametleridir. Cumhuriyet Gazetesi genel yayın yönetmenini habercilik yaptı diye tutukladılar. İşi Rus uçağını vurmaya kadar götürdüler. Bunların hepsi çöküş alametleridir. Tahir Elçi katliamını bunlardan kopuk kesinlikle ele almamak lazım. Bu sürecin bir devamı ve tırmandırılmasıdır.

Tahir Elçi katliamını başka hiçbir baskı, saldırı, katliam yokmuş da birden bire olmuş gibi ele almak yanlıştır. Bütün bu sürecin kesinlikle bir devamıdır. Bunu kim yaptı? Açıklanmıyor. Yapanlar yakalanmıyor. Şaibe yaratılıyor. AKP yardakçıları, yalakaları, alçakça ‘PKK yapmış olabilir’ diyebiliyor.  Ve ilginç olan Tayyip Erdoğan’ın sözleridir: “Gömürüyor musunuz? Bu olay bizi doğruladı. Teröre karşı mücadele gerekli dedik de, bak bütün bunlar bizi doğruluyor” diyor. Peki, sormazlar mı insana kendini doğrulamak, kanıtlamak için mi yaptırdın bunu? Yaptıklarına destek bulamıyordun da, destek almak için mi yaptırdın? Bu mantık suçlunun kendini ele vermesi mantığıdır.

DAVUTOĞLU’NUN TOROSLARI GEZİYOR!

Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı koltuğuna oturmuş hedef gösteriyor. Faşist çeteler de uyguluyorlar. “Bedel ödeyecekler” diyor, ya hapse koyuyorlar ya katlediyorlar. Bugün Kürdistan’da böyle bir faşist çete saldırısı kol geziyor. Ahmet Davutoğlu Van’da seçim propagandasında, “Beyaz Toroslar gezecek” dedi ya, şimdi her tarafta, Ahmet Davutoğlu’nun torosları geziyor. Ama bir gün keser dönecek, sap dönecek bir gün hesap dönecek. Bunu yapanlar, yaptıranlar, yaptıklarının hesabını mutlaka verecekler. Hiç kimsenin yanına kar kalmayacak.

‘AKP POLİSİ HİTLER’İN SS’LERİ GİBİ’

JİTEM iş başındadır. Adına Esadullah Timi mi denir, Osmanlı Ocakları mı denir, ne denilirse densin, 90’ların JİTEM’iiş başındadır. Katliamlar yapıyor, Kürt kentlerini kuşatıyorlar. Silvan’dan çekilen fukara askerlerigördünüz, onların bir şey yaptığı yok. Onlarla çembere alıyor, kuşattırıyorlar, ondan sonra o kara yüzlüler katliamlara başlıyor. Yüzlerini de maskeliyorlar, çünkü suç işliyorlar. Kürt gençleri bir iki puşi bağlayınca, “vay kefiye bağladılar” diye kıyamet koparıyorlardı. Yaptığın işe güveniyorsan niye yüzünü kapatıyorsun? Senin katillerinin yüzü hepsi kapalı. Hem de simsiyahlar. Tam Hitler’in faşist SS sürüleri gibidir. Kürt kasabalarında onlar katliam yapıyor. Bu konuda Kürdistan’daki katliamlara karşı sessiz kalındı, bir yerde susuldu. Sıra susanlara da gelir. Faşizmin mantığı budur. Faşizme karşı mücadelenin gereği susmamak ve sinmemektir.

Sanki Ankara ve Suruç katliamları Türkiye’de bir ürküntü, korku, sinme yarattı. AKP ve DAİŞ faşizmine karşı kesinlikle meydanı boş bırakmamak, onların serbestçe ortalıkta cirit atmasına fırsat verilmemesi gerekiyor. Şimdi acaba doğrulanan Tayyip Erdoğan’ın katliamları mı oldu, yoksa Kürt halkının, Kürt gençlerinin kendilerini savunmak için öz savunma örgütlenmeleri, direnmeye çalışmaları mı kanıtlandı? Sen bu kadar canice suç işlersen, habercilik yaptı diye “bedel ödeyecek” deyip istediğini yapmadı diye hapse attırırsan, her türlü hakareti yaparsan ebette ki onlar da kendilerini savunacaklar. Faşist yönetimden güvenlik beklenemez. AKP’den inayet beklenemez.

AKP ‘başkanlık sistemi’ diyordu, aslında başkanlık değildir, aradıkları dört başı mamur bir faşist diktatörlüktür.12 Eylül faşist askeri rejimini restore ederek, AKP faşizmi biçiminde yeniden yapılandırıp Türkiye üzerinde egemen kılmaya çalışıyorlar. 1 Kasım sivil faşist darbesi bu temelde 12 Eylül faşist askeri darbesinin bir devamıydı. Buna kesinlikle fırsat, izin verilmemeli.

‘HENDEK VE BARİKATLARLA KÜRTLER CANLARINI KURTARMAYA ÇALIŞIYOR’

Endişesi olanlar gelsin ve görsünler. Barikat ve hendeklerle insanlar canlarını kurtarmaya çalışıyorlar. Kürt gençleri, kadınları, yedi yaşında çocuklar, yetmiş yaşında nineler, dedeler AKP zulmünden, teröründen, katliamından canlarını kurtarmaya çalışıyorlar. Hendek, barikat denen odur. Kaldı ki Türkiye demokrasisi barikat savaşıyla övünürdü. Paris barikatları, denirdi. Müslümanlar Medine’nin Hz. Peygamber tarafından hendeklerle korunmasıyla övünürdü. Zalime karşı, zulmedene karşı, saldırgana karşı savunma meşrudur, en doğal insan hakkıdır.

Hendekle kimin kafasını kırdılar? Kimi tuttu da hendeğe koydular? Barikatın içine birilerini mi koydular? Bir yere bir mevzii kazılmışsa kıyamet mi koptu? Kaldı ki bu karşıdan saldırıyı önlemeye dönüktür. Oradan bir başkasına saldırı olur mu? Hendekten saldırı yapabilir misin? Yapamazsın. Sadece, bir saldırı geliyorsa onu önlemeye çalışırsın. Bu kadar somut bir savunma durumudur.

Tahir Elçi aslında son dönemlerdeki duruşuyla, tutumuyla kendini ortaya koydu. Bu zulmü gördü. Saldırının tehlikesini gördü. Buna karşı durmak, özgürlüğe, barışa, topluma, insanlığa sahip çıkmak gerektiğini gördü. Bunun derin bilinciyle öne atıldı. “Gerekirse bedelini ödemeye de hazırım” dedi. Bedel ödedi. Bu onurlu bir durumdur. Gerçekten de aydın olmanın, yurtsever olmanın, demokrat olmanın tek ölçütü budur. Kürdistan’da böyle işlenmiş binlerce cinayet var. Vedat Aydınlardan Musa Anterlere kadar, yine AKP faşizmi altında HrantDink’ten Tahir Elçi’ye kadar. Tahir Elçi’nin o dört ayaklı minareyi yıkmaya çalışanlara karşı duruşu, tam da o minarenin dibine yıkılışı tarihtir.

Şimdi kendine Müslüman diyen ama tarihe ve değerlere saldıran bir faşist grup var. DAİŞ’cilik bu, AKP’cilik budur. DAİŞ de her tarafta bunlara saldırmıyor mu, saldırıyor. AKP de saldırıyor. Mezarlıklara saldırıyor, tarihi eserlere saldırıyor. Bunları yıkarak kendi sarayının görünmesini istiyor. “Yerle yeksan edeceğim, bir tek benim sarayım kalacak” diyor. “Herkes sarayımı görecek, saray önünde boyun eğecek” diyor

Erdoğan’ın sarayı bu şekilde ayakta kalabilir mi?

Böyle yapanlara “zulmün artsın” diyorlar. Tayyip Erdoğan’a zulmün artsın diyebir sürü dua eden de oldu, beddua eden de oldu. Zulmün doruğuna ulaşmış durumda. Tayyip Erdoğan sadece ben saldırırım, başka kimse saldıramazsanıyor. Herkes saldırır. Yıkar, yakar. Şu an AKP faşizmi bunu yaptığı müddetçe Türkiye’de, Kürdistan’da ne tür eylemler yapılırsa meşrudur. Net söylüyorum: Tayyip Erdoğan’ın her şeyi yakılıp yıkılabilir. AKP’nin her şeyi yakılıp yıkılabilir. Bu meşrudur. Göz göre göre “ben vura vura sizi susturacağım, sindireceğim” diyor.

Ben devrimciyim, demokratım diyenlerin AKP faşizmine karşı ciddi bir anti-faşist demokrasi bloğu, ittifakı oluşturmalarına gerek var. Bütün devrimci örgütler bir araya gelmeliler. Devrimci direniş bloğu, ya da cephesi kurmalılar. Bütün demokratik güçler en geniş barış ve demokrasi ittifakını yaratarak Kürdistan ve Türkiye toplumunu, gençlerini, kadınlarını ayağa kaldırmalılar. Bu faşist gidişe dur demeliler. Dünyayı bilgilendirmeliler. En azından Türkiye toplumunu bilgilendirmeliler. Görüyoruz, Tayyip Erdoğan iki yumruk vurdurttu, biraz tehdit etti ve bazıları sustu, teslim oluyorlar. Faşizme teslim olmak hiçbir şey kazandırmaz. Teslim olanın başına patlar. Dolayısıyla teslimiyet ihanete, pasifizm yenilgiye, direniş zafere götürür. 1982’de Mazlum Doğan, Kemal Pir, Hayri Durmuş bunu söylediler ve kazandılar. Kenan Evren faşizmini yenilgiye uğrattılar. Şimdi Kürdistan’ın ve Türkiye’nin her tarafında tüm devrimci, demokratik güçler bunu söyleyebilmeliler.

AKP faşizmi karşısında zafer kazandıracak tek yöntem direniştir.

Yerle yeksan edilecek ölülerimizin mezarları değil. Önce yaşayanları öldürecek, ondan sonra da düzleyecek sadece kendi sarayı kalacak. Ne büyük diktatörlük! Ne oldun,Neron mu oldun, Firavun mu oldun, Nemrut mu oldun be Mübarek! Biraz insan ol insan! O sarayda mı seni gömecekler?

Bu bakımdan da Tahir Elçi’nin anısı herkesi kendine getirmeli. Duyarlılık olmalı ve bir dinamizm ortaya çıkmalı. Onun ruhu, o mücadeleci kişiliği örnek alınmalı ve bu temelde AKP faşizminin, kara yüzlü çetelerin saldırganlığına karşı artık yeter, yerinde dur diyen bir demokratik duruş, tutum gösterilmeli. AKP faşizmi çökme noktasındadır. Her gün üç-beş katliam işleyerek iktidarda kalıyor. Kan dökerek iktidarda kalıyor. Durduğu an düşecek.

Öz yönetimler bağlamında bu direniş nasıl sürecek?

Kesinlikle devam edecek. Öz yönetimler için şunu söyleyeyim çok tartışılıyor. Böyle bir faşist zulüm, katliam, Tahir Elçileri katleden, Can Dündarları hapse koyan, dünyaya savaş ilan eden, her gün evinin önünde, sokakta, beşikteki çocukları, yetmiş yaşındaki kadınları, ihtiyarları katleden bir rejime karşı ne yapılacaktı? Ben, akıllı olan, biraz mantığı, yüreğinde biraz cesaret olanlara soruyorum: Ne yapmak gerekirdi? Teslim mi olunacaktı?

Tarih PKK’nin devrimci demokratik direnme çizgisini doğrulamıştır. Zalim karşısında boyun eğmeyeceksin. Zulme teslim olmayacaksın. Zalime karşı direnmek dinlerin de meşru hak saydığı, insanlığın değerlerinin meşru hak saydığı en kutsal durumdur. Zulüm karşısında direnmek kutsaldır. En değerli ibadettir. En güçlü duruştur. Tekrar söylüyorum, Hazreti Peygamber saldırı karşısında Medine’yi hendekler kazarak nasıl savundu? Şimdi o Cizre’deki, Nusaybin’deki, Silvan’daki hendekler Peygamber hendekleridir. Nasıl ki o Peygamber’in savaşçıları Medine’yi, Medine’de dile gelen insanlığı, o faşist saldırganlık cehalet karşısında hendekle savunduysa şimdi de Kürt gençleri, Kürt kadınları gerçekten de insanlığı kendileri şahsında barikatlarla savunuyorlar.

Yerel yönetim bir yerde ne kadar güçlü ise orada demokrasi o kadar güçlü, özgür toplum da o kadar oluşmuş demektir. Biz, 7 Haziran seçimleri sonrası, yasal ve anayasal reformlar temelinde yerel yönetimlerin, demokratik özyönetimlerin yasal yollarla ortaya çıkması tercihimizdi. Fakat 7 Haziran sonrası ortaya çıkan meclis yerel demokrasiyi inşa edecek yasalar hazırlayacağı yerde kendini yok sayarak sivil faşist darbeyle 24 Temmuzdan itibaren kürdü imha ve tasfiye etmeyi hedefleyen bir faşist saldırganlık ortaya çıkartıldı. Böyle bir saldırı karşısında kendisini savunmak için Kürt halkının, Kürt gencinin direnişi en temel hakkıydı. Demokratik özyönetimler de böyle bir direnişi temsil etmektedir. Demokrasinin esası, kendisi olmaktadır.

Demokratik özyönetimler, Türkiye’de AKP faşizmine karşı demokrasiyi temsil eden adacıklar gibidir. Demokrasi, insanlık, özgürlük özyönetim ilan eden yerlerde bulunmaktadır. Bunların savunulması da en doğal haktır.

KÜRTLER BAŞKA ŞEYLER DE DÜŞÜNEBİLİRLER!

Tahir Elçi’ye niye saldırdılar, “PKK terör örgütü değildir” dediği, “PKK silah kullanan siyasi ve toplumsal bir harekettir” dediği için saldırıldılar. Yani toplumun direnişine sahip çıktı. Şimdi böyle bir direniş vardır. Ben bütün toplumsal çevrelere çağrı yapıyorum Türkiye’deki bütün demokratik güçler, özgürlükçü ve anti-faşist güçler özyönetimleri ve bu direnişi sahiplenmelidir. Kürt halkı Tayyip Erdoğan gibi “her şey benimdir, benim istediğim gibi olacak, tek ben olacağım, tek devlet-tek millet-tek Tayyip” demiyor, kendi bulunduğu evde, sokakta mahallede “özgür ve demokratik temelde yaşayayım” diyor. Buna sahip çıkmayanlar da gerçekten yurtsever, demokratik olamazlar. Bütün Kürt siyaseti, grupları, güçleri bu özyönetimler etrafında birleşmelidir. Türkiye’nin demokratik güçleri de suskun kalmamalı ve destek vermelidir. Eğer böyle olmazsa Kürtler artık başka şeyler düşünürler.

Dünya kamuoyuna da seslenmek istiyorum: Kürdistan’da faşist terör ve katliam var. Çocuklar, kadınlar, gençler katledilmektedir. Kürtler zindanlara dolduruluyor, Davutoğlu’nun deyimi ile “yerle yeksan ediliyor.” Peki, nerede bu insanlık, nerede BM ve AB? Dünyayı yönetiyoruz, diyenler, özgürlük ve demokrasi nutku atanlar neredeler? AKP faşizmi karşısında niye herkes suspus olmuş durumdadır? Bu tutum AKP ile suç ortaklığıdır. Kürtler DAİŞ faşizmi karşısında fedakarca direnince “vay! Kürtler ne iyiymiş” dendi. İyi de DAİŞ’i yaratan AKP’nin katliamlarına, soykırımına neden ses çıkartılmıyor, neden ‘dur’ denilmiyor? Ben söz konusu bu çevreleri de eleştirmek istiyorum. Ölü Kürde methiye dizmelerinin hiçbir anlamı yoktur. Diri ve özgür olmak isteyen Kürt’le kardeş ve eşitçe ilişki kurma, birlik olma yoluna giriliyor mu, girilmiyor mu, mesele budur.

Rus savaş uçağının Türk savaş uçakları tarafından vurulup düşürülmesi sonrası Rusya Devlet Başkanı Putin’in, “terörist işbirlikçileri tarafından sırtımızdan bıçaklandık” demesi, Rusya’nın AKP’nin DAİŞ ortaklığını bildiklerinin itirafı ve kendi uçakları düşürülünce bunu gündeme getirmeleri anlamına gelmiyor mu?

Evet, orası çok önemlidir. Biz Kürt hareketleri olarak yıllardır “bu AKP ile DAİŞ aynıdır. Türk Özel Kuvvetler Komutanlığı’ndan emekli edilmiş Türk subayları, Kafkasya ve Orta Asya’dan topladıkları çetelerle birlikte DAİŞ’i oluşturdular. AKP siyaseti ne zaman saldırıya ihtiyaç duyarsa o zaman kullanıyorlar” dedik. Ama bu gerçek karşısında herkes suspus oldu. Bu, inandırıcı bulunmuyordu. Rusya nasıl ki Türkiye kendilerine dokununca “DAİŞ’le işbirliği halindesin, DAİŞ’i korumaya çalışıyorsun” dedi. İyi, güzel de bu da menfaatçılık oluyor. Bu gerçeğe daha önceden tavır koyabilmek önemliydi.

İkincisi, Türkiye’nin saldırısı bir provokasyondu. Kürtler, Rojava Kürdistan halkı DAİŞ’i yenilgiye uğrattı, DAİŞ’in belini kırdı. Şimdi DAİŞ çökmektedir. Diğeri, DAİŞ’e karşı mücadele büyük bir siyasi gelişme ortaya çıkardı. Şimdi herkes DAİŞ karşısında kahraman olmaya başladı. Ortaya çıkan siyasi gelişmeyi paylaşma savaşı çıktı. Ben buna daha önce “rol çalma operasyonu” demiştim. Çökmekte olan DAİŞ karşısında herkes kendini kahraman ilan ediyor. Suriye’de bir DAİŞ vb çeteler var, bir kenarda kalmış Esad yönetimi var, esas olan ise faşist çetelere karşı Esad yönetimini de aşmak üzere oluşturulmuş bir demokrasi bloğu, demokratik direniş bloğu var. Bu blok, Rojava Kürdistan ve diğer yerlerde kahramanca savaşarak faşist çetelerin belini kırdılar. Esas mücadele DAİŞ vb çetelerle Rojava Devrimi’nin temsil ettiği Demokratik Suriye Bloğu’nun arasındaki mücadeledir. Yani ortada bir Rusya-Türkiye kavgası yoktur. Suriye’deki mücadele ve direnişin ekseni saptırılmak isteniyor.

TÜRKİYE, RUS UÇAĞINI DÜŞÜREREK GERÇEKLEŞTİRMEK İSTEDİĞİ PLANI TUTMADI

Bir de bu saldırısıyla şunu hesapladı: Rus uçağını vururuz, ortada kanıt kalmaz ve deriz ki, “sınırımızı ihlal ettiler, bize savaş açtılar ve biz de vurduk.” Böylelikle NATO’yu arkamıza çekeriz, Rusya’yla NATO arasında çelişki yaratırız, Suriye’de başta Kürtler olmak üzere demokratik güçleri Rusya cephesine iteriz ve böylece yeniden iki blok oluştururuz! “Yeniden ABD ve Rusya bloku oluşur, biz Amerika blokuna gireriz, karşılarımızı ise Rusya ve İran’ın uzantıları durumuna getiririz” şeklinde planlamışlardı. Evdeki hesapları çarşıya uymadı ve planları bozuldu. Pilotlar öldürülemedi ve gerçekleri açıkladı, Rus uçağı planlanın tersine Suriye topraklarına düştü, ihlal olmadığı açığa çıktı. NATO’da Türkiye’nin bir provokasyon yapmaya çalıştığını gördü. Böylece maskesi düştü, istediği desteği bulamadı, şimdi de yalvarmaya başladılar, “Putin! Gel yeniden görüşelim, birleşelim!” demek zorunda kaldılar.

TÜRKİYE İLE RUSYA ARASINDAKİ ULUSLARARASI KOMPLO İLİŞKİSİ DAĞILIYOR

Bu gelişmenin ortaya çıkardığı diğer bir husus ise, 17 yıl önce Önder Apo’ya dönük uluslararası komplonun oluşturduğu ilişiler bozulmaktadır. Türkiye-Rusya kavgasının bozduğu ilişki komplo ilişkisiydi. Önder Apo Moskova’dayken ‘Mavi Akım Projesi’ üzerine yapılan pazarlık üzerine kurulmuş bir ilişkiydi. Bu proje, Önder Apo’nun Rusya’dan çıkartılması karşısında rüşvet olarak verilmişti. Bu kirli ilişki şimdi parçalanmakta ve çökmektedir.

Rojavalı Kürtler daha çok birlik olmalıdır. Demokratik Suriye Federasyonunu yaratabilmek, Suriye’nin tüm anti-faşist güçlerini birleştirebilmek için her şeyden önce Kürtlerin de en geniş birliği sağlamaları gerekmektedir. Rojava Kürleri aralarındaki sorunları demokratik yöntemlerle çözebilmeliler. Rojava çözüm olabilmesi için de genel Kürtlerin aralarındaki sorunları çözmesi gerekir. Karşıtlıklar doğru değildir. Mesela Güney Kürdistan’da çatışmalar oldu, parçalanma noktasına geldi. Biz bunu tasvip etmiyoruz. Bunun gerisinde iç etkenler var ama esasında dış güçler vardır. Kürdistan’ı egemenlik altında tutan bu ulus-devletçi, statükocu güçler bunu yapmaktadır. Bölüp parçalamaya çalışıyorlar. Oysaki Güney Kürdistan yönetimi, sistemi daha çok demokrasi geliştirerek, bütün Kürtleri içine alan bir demokratik sistemi ve birliği yaratarak bu oyunların hepsini bozabilmelidir.

Kürt demokratik birliği kesinlikle oluşmalıdır. Şengal’de bunun için önemli bir fırsattı. Şengal zaferi ardından biz şu ilkeyi ortaya koyduk: Az olsun benim olsun dar bir yaklaşımdır, çıkarcı bir yaklaşımdır, milliyetçi bir yaklaşımdır ve doğru değildir. Demokratik olmak için çok olsun hepimizin olsun, anlayışı doğru olandır. Bu konuda başta KDP olmak üzere bütün Kürt güçlerine çağrı yapıyorum: az olsun benim olsun’u aşalım. Bu PKK’den kaynaklanıyorsa, eleştirsinler biz de aşalım. Biz de kendimizi gözden geçiriyoruz. Önder Apo’nun demokrasi çizgisi bu darlığı reddetmektedir. Ona karşılık “çok olsun hepimizin olsun, herkes içinde yer alsın” çizgisini ifade ediyor. AKP faşizmini durdurmak da buna bağlıdır. Tahir Elçi gibi değerli Kürt aydını, yurtseveri katledildi. Hepimizin yüreği parçalanıyor ve büyük bir öfke içerisindeyiz. Düşmanlarımızın bunu yapabilmesinin bir nedeni de Kürtler arası parçalılığın Tahir Elçi’yi koruyamadığındadır.

Onun da bir gereği olarak Kürt Ulusal Kongresi yoluna girecek siyasi yaklaşım ve adımları geliştirmek çok önemlidir. Biz de bu tutumu geliştiriyoruz, daha kapsayıcı, daha birlikçi bir demokratik siyaseti esas alıyoruz, daha çok esas alacağı. Bütün Kürt güçleri de bunu bilmelidir. Kürtlerin, Ortadoğu halklarının demokratik konfederal birliğine çekirdek oluşturacak, model olacak bir Kürdistan demokrasisini yaratabilmeleri için PKK hareketi olarak ne gerekiyorsa o çalışmayı yapacağız. Bir birini cepheden karşıya alan, iten siyasi yaklaşım değil de demokratik birlik, güç birliği yapan, sorunları görüşme ve tartışmalarla çözen, ama imkan ve fırsatları herkesin kazanacağı ortak bir demokratik platformda değerlendiren bir siyaset tarzını esas almaya çağırıyorum.