Bayık: Türkiye, Suriye’de kaybetmiştir

Rakka operasyonu, Rojava ve Kuzey Suriye’deki gelişmeleri değerlendiren KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Cemil Bayık, Türk devletinin Suriye’de yanlış ata oynadığını ve kırıldığını belirtti.

Rakka’nın Demokratik Suriye Güçleri tarafından kurtarılmasının önemine dikkat çeken Bayık, Suriye’de Kürtleri kabul etmeyen hiçbir projenin başarılı olamayacağını vurguladı.

Türkiye’nin Minbic’a saldırması durumunda şiddetli çatışmaların olacağını belirten Bayık, ABD ve Rusya’nın da Türkiye’nin Minbic’a girmesini istemediklerini söyledi. Bayık, ABD’nin Suriye politikasında Türkiye’ye güvenmediğini belirtti.

Bayık, PKK’nin Rojava’daki etkinliğine, KDP ve AKP’nin planlarına ilişkin de önemli açıklamalarda bulundu.

KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Cemil Bayık’ın ANF’nin sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

Suriye Demokratik Güçleri’nin Rakka’yı kurtarması Suriye'de nasıl yeni bir sayfa başlatacak? Suriye'de güç dengelerini nasıl etkileyecek? Bunun önümüzdeki süreçte siyasal ve diplomatik kazançları nasıl olacak?

Dikkat edilirse Rakka müdahalesi üzerinde büyük bir çekişme sürmektedir. Türkiye Rakka müdahalesinde yer almadığı, etkin olmadığı müddetçe Suriye politikasında etkili olamayacaktır. Bu bakımdan Türkiye Rakka operasyonunda etkili olarak hem Rojava Devrimini boğmayı hedeflemektedir, hem de Suriye üzerindeki etkinliğini arttırmayı hesaplamaktadır. Bu açıdan Rakka müdahalesinde yer almak için ABD'ye, koalisyon güçlerine her türlü şantajı yapmıştır. Yine ABD ile Rusya, ABD ile İran, Suriye arasındaki çelişkilerden de yararlanmaya çalışmıştır. Ancak Türkiye'nin politikaları çok fazla güven vermediğinden, böyle önemli bir hamlede koalisyon güçleri Türkiye'nin yer almasına sıcak bakmamışlardır. Öte yandan Rusya, İran ve Suriye Halep’teki muhaliflerin çıkarılmasından sonra gözlerini Rakka’ya dikmişlerdir. En son Palmira’ya yönelik hamle de bunun parçasıdır. Ancak Demokratik Suriye Güçlerinin koalisyon güçlerinin önceden Rakka operasyonu başlatması, Rakka konusunda inisiyatifin bu güçlerin elinde olmasını beraberinde getirmiştir.

RAKKA OPERASYONUNUN ÖNEMİ

Rakka operasyonu tabii ki kritiktir. Rakka operasyonu Derezor’u da içine alan, Irak sınırına kadar bölgeyi de doğrudan etkileyecektir. Bu yönüyle Rakka operasyonu hem Suriye'nin geneli açısından etkili olmak, hem de Irak-Suriye sınırında etkili olma ve bu temelde de Irak politikalarını etkileme imkanına sahiptir. Bu açıdan Rakka operasyonu konusunda büyük bir mücadele sürmektedir. Türkiye'nin KDP ile birlikte Şengal’e yönelmesi de Rakka operasyonuyla, doğu Suriye’yi kimin kontrole alacağıyla ilgilidir. Şengal’e yönelik çetelerin saldırısı bir nevi Türkiye'nin Rakka operasyonunu koalisyon güçleriyle QSD’nin birlikte yapmasını sabote etmeye yönelik bir girişimdi. Böylelikle QSD güçlerini uğraştırıp Rakka operasyonunu boşa çıkarmayı hedeflemişlerdir. Ancak bunlar çok etkili olamamıştır. Çünkü sahada QSD’nin çok önemli bir gücü bulunmaktadır. Zaten Rakka üç cepheden kuşatılmıştır. Bu yönüyle IŞİD daha çok Güney ve güneydoğu cephesinde hareket etmektedir. Ama Kuzey Suriye Federasyonunun önemli alanlarda Irak sınırına kadar etkili olması, Şedade ve Hol’ün Kuzey Suriye’nin denetiminde olması ve Derezor üzerinde baskı yapar konumunda bulunması Rakka operasyonunda koalisyon güçleriyle ittifak içinde olan QSD güçlerini avantajlı duruma getirmiştir. Türkiye'nin dayatmaları kabul görmemiştir. Çünkü Türkiye'nin Rakka’yı girmesi, Rakka’da çok köklü bir değişikliğin önünün alınması anlamına gelecektir. Türkiye'nin Rakka ile ilişkilenmesi demek, Rakka’da ismi şu ya da bu olabilir, demokratik olmayan, demokrasi düşmanı dinci çetelerin etkisinin artması demektir. Bu açıdan Demokratik Suriye Güçlerinin Rakka’yı almasıyla Türkiye'nin ya da başka güçlerin alması arasında çok önemli siyasi farklılıklar ve siyasi sonuçlar olacaktır. Çünkü Rakka’nın kimin etkisinde olacağı önemlidir. Bu yönüyle Türkiye'nin devre dışı kalması sadece Rakka açısından değil, Suriye'de etkisini çok sınırlayacağı gibi, demokratik güçlerin de Suriye genelindeki elini, pozisyonunu daha da güçlendirecektir.

Rakka’nın Demokratik Suriye Güçleri tarafından kurtarılması en başta da Demokratik Kuzey Suriye Federasyonu’nun önemli düzeyde güvenceye alınması olacaktır. Yine Rakka’nın kurtarılması doğu Suriye'nin Irak’la sırını olan bölgelerinde de demokratik güçlerin etkili olmasını beraberinde getirecektir. Bu yönüyle Suriye'de demokratik temelde bir rejimin ortaya çıkmasını kesinleştirecektir. Demokratik Suriye Güçlerinin güçlenmesi, doğu Suriye'nin demokrasi güçlerinin etkisinde olması, Suriye'nin diğer alanlarında da demokrasi güçlerinin etkisinin, ağırlığının artmasını beraberinde getirecektir. İster anlaşmayla olsun, ister uzlaşmayla olsun, Suriye'de demokratikleşmeye dayalı bir değişimi, bir yeni Suriye'nin şekillenmesini ortaya çıkaracaktır. Bu açıdan Rakka’nın kimler tarafından özgürleştirileceği konusu önemlidir.

Rakka’nın IŞİD gibi İslam’ı kendisine maske edinen faşist çetelerden kurtarılması ve klasik statükocu ulus devletçi anlayışların Rakka’da etkili olmaması hem Rakka özelinde, hem kuzey Suriye'nin, hem doğu Suriye'nin, hem de Suriye’nin genelinde Demokratik Suriye Güçleri eksenli bir siyasetin ağırlığını beraberinde getirecektir. Bu yönüyle gerçekten de yeni bir dönem başlayacaktır. Bir taraftan Suriye'nin geleceğinin ne olacağını biraz daha flu olmaktan çıkarıp netleştirecektir; ama diğer taraftan da güç dengelerini yeni bir konuma getireceğinden siyasal mücadeleyi de yoğunlaştıracaktır. Çünkü Rakka’nın alınmasıyla birlikte artık yeni Suriye'nin nasıl olacağı konusu gündeme gelecektir. Şimdiye kadar daha çok hangi güçlerin etkin olacağı, kimin kazanıp kimin kaybedeceği, kimin ne kadar kazanacağı, kimin ne kadar kaybedeceği yönünde bir mücadele sürmekteydi. Bu yönlü çok yoğun bir mücadele süreci yaşanmıştır. Yeni Suriye'nin kuruluş konusu esas olarak gündeme girememiştir. Zaten bu nedenle de Cenevre görüşmeleri ve Astana görüşmeleri başarısız kalmıştır. Çünkü hangi güçlerin durumunun ne olacağı belli değildir. Büyük bir mücadele vardır. Bu mücadele içinde yeni oluşacak Suriye içinde kimin konumunun ne olacağı da netleşmemiştir, net ortaya konulamamıştır. Ama Rakka’nın kurtarılmasıyla birlikte bu durum aşılacak, yeni Suriye'nin kuruluş tartışmaları daha somut hale gelecektir. Gerçekten müzakere, uzlaşma ya da çatışmayla yeni Suriye'nin şekillendirileceği bir döneme girilecektir. Rakka’nın kurtarılmasının böyle bir dönem başlatacağı açıktır.

Kuşkusuz Rakka’nın kurtarılmasıyla birlikte IŞİD önemli düzeyde zayıflayacaktır. IŞİD’in zayıflamasıyla birlikte onların yerini Türkiye'nin ılımlı diye yutturmaya çalıştığı IŞİD’in farklı versiyonu olan güçler dolduramayacaktır. Önceki yıllar olsaydı belki bu tür güçlerin, ılımlı maskeli İslami kesimlerin avantajlı konumu vardı; ama geçen yıllarda onların da ılımlı İslami yaklaşım, demokratik bir yaklaşım içinde olma yerine IŞİD’le kim daha radikal yarışına girmişlerdir. Ya da IŞİD’in güçlenmesi onların karakterini daha da IŞİD'e yakın hale getirmiştir. Bu açıdan hem IŞİD zayıflayacaktır hem de kendilerini nasıl tanımlarsa tanımlasınlar bu dinci, otoriter kesimler de zayıflayacaktır. Rakka’nın Demokratik Suriye Güçleri tarafından kurtarılması böyle bir durum ortaya çıkaracaktır. Böylece Demokratik Suriye Güçlerinin Demokratik Ulus anlayışına dayalı bütün farklılıkları içeren yeni bir Suriye yaklaşımının destekçileri daha da artacaktır. Güç dengelerinde Demokratik Suriye Güçlerinin, koalisyon güçlerinin etkisi artacaktır. Öte yandan IŞİD’in kırılmasıyla birlikte Şam, Hama, Humus çevrelerinde mevcut rejimin otoritesi artacaktır. Bu açıdan dengelerde Suriye rejimi ve Rusya’nın etkisi olacaktır. Dolayısıyla İran da bu tarafın içinde belli bir etkinliğe sahip olacaktır. Rakka operasyonu rejimin de belli düzeyde rahatlamasına yol açacaktır.

Bu güç dengeleri ortamında nasıl bir uzlaşma ortaya çıkacak, bu önemli hale gelecektir. Demokratik Suriye Güçlerinin demokratik yaklaşımının, Demokratik Ulus yaklaşımının farklı kesimleri uzlaştıracak bir karaktere sahip olması dengelerde ve yeni kurulacak Suriye'de etkili bir emin olmasını sağlayacaktır. Kuşkusuz eski Suriye olamaz, Suriye kesinlikle bir değişimi yaşayacaktır. Artık eski Suriye'yi dayatmak, eski Suriye'yi, merkezi Suriye'yi yeniden inşa etmek mümkün değildir. Bu temelde de bir uzlaşma olması söz konusu olamaz. Kuzey Suriye federasyonunun demokratik karakteri, bütün halklarla yan yana yaşama anlayışı, yine devletçi olmayan yaklaşımı bir uzlaşma zeminidir. İçinde Kürtlerin de olduğu Demokratik Kuzey Suriye Federasyonu devletçi bir karakterde değildir; devletçi bir bakışı yoktur. Ancak Demokratik Kuzey Suriye Federasyonunu devletçi algıyla ele alan yaklaşımlar var. Kendileri ulus devletçi olanlar, milliyetçi olanlar Demokratik Kuzey Suriye Federasyonuna da o çerçevede baktıkları için doğru bir yaklaşım ve değerlendirme ortaya koyamıyorlar. Bir devletçik olma biçiminde değil de toplumun güç olduğu, yerel demokrasinin geliştiği demokratik topluma dayalı bir federasyon olarak anlaşılırsa o zaman çok temel bir uzlaşma zemini bulunmuş olur. Devletçi federasyonlarda bazı egemenler güçtür, dolayısıyla bir devletçik gibidir federasyon. Burada ise bir devletçik gibi oluşmayacak; halkların, toplulukların güç olduğu, devletçi zihniyetin değil de demokratik gücün etkili olduğu federasyon olacaktır. Yani toplumun gücünün etkili olduğu bir federasyon olacaktır. Bu, Suriye'nin demokratikleşmesini güçlendirecektir. Suriye'nin genelindeki demokratikleşmeyi etkileyecektir. Suriye'de gelişecek demokratikleşmenin yüzeysel değil de daha köklü hale gelmesini sağlayacaktır. Özcesi herhangi devletçi bir yaklaşımla parçalanma durumundan uzak bir federasyon olacaktır. Bunun bir uzlaşma zemini yaratma gücü yüksektir. Eğer taraflar doğru değerlendirirlerse, birbirlerini doğru anlarlarsa buradan bir uzlaşma çıkarmak mümkündür. Yani hem ABD-Rusya arasında bu zeminde bir uzlaşma olabilir, hem de Demokratik Suriye Güçleri ile yeni oluşacak Suriye’de yer alacak tüm güçler arasında bir uzlaşma gerçekleşebilir.

Rakka, Demokratik Suriye Güçlerinin etkili olduğu bir müdahaleyle kurtarılırsa Ortadoğu, Türkiye ve Suriye sahasında mücadele eden güçler üzerinde nasıl bir etkide bulunacaktır?

Rakka operasyonunun Suriye'nin demokratikleşmesi konusunda yaratacağı etkiler olacağı gibi, Ortadoğu açısından da demokratik etkileri olacaktır. Irak üzerinde de demokratik etkileri olacaktır. Rakka’da Demokratik Suriye Güçlerinin kazanımı bu sonuçları ortaya çıkaracaktır. Ama Türkiye ile Demokratik Suriye Güçleri arasındaki gerilimi azaltmayacaktır. Rakka’nın demokratik bir karaktere kavuşması Türkiye'nin faşist otoriter karakterini daha fazla açığa çıkaracaktır. Bu durumda Türkiye ya demokratikleşmek zorunda kalacaktır ya da Suriye'de çeşitli biçimlerde sorun yaratmaya devam edecektir. Bu yönüyle Suriye'nin demokratikleşme mücadelesi bir yönüyle Türkiye ile Demokratik Suriye Güçleri arasındaki gerilim ekseninde Türkiye'nin demokratikleşme mücadelesine dönüşecektir. Şimdiden böyle bir karaktere sahiptir. Türkiye ile Demokratik Suriye Güçleri arasındaki mücadele iki temelde; bir, Türk devletinin Kürt inkarcı yaklaşımı nedeniyle sürmektedir; bu bakımdan Kürtlerin kazanım elde etmesini istemiyor, bu nedenle çekişme çatışma sürüyor, diğer taraftan da demokrasi güçleriyle demokratik olmayan güçler arasındaki mücadele biçiminde sürüyor. Türkiye demokratik olmadığı için, otoriter hegemonik bir rejim olduğundan kendi zihniyetine yakın olanların Bab’a, Minbic’e yerleşmesini istiyor, Rakka’da hakim olmasını istiyor. Rakka operasyonuna da bir yönüyle bunun için katılmak istiyor. Aslında demokrasi karşıtı bir mücadele yürütüyor. Çünkü etkin olduğu yerlerde demokratik güçlerin etkinliği kırılacak, onun yerine dinci, milliyetçi, kendine bağlı demokratik olmayan güçlerin etkisi olacaktır. Türkiye içeride demokrasi karşı yürüttüğü mücadeleyi Suriye'de de yürütüyor. Suriye'de kendine yakın İslam maskeli otoriter güçleri etkili kılarak Suriye ve Ortadoğu politikalarında kendini etkili kılmak istiyor. Bu çerçeveden bakıldığında Rakka’da Demokratik Suriye Güçlerinin kazanması, Rakka’yı kurtarması Türkiye'nin mevcut yürüttüğü otoriter hegemonik politikaları, sistem kurma arayışlarını, statükocu arayışlarını; yani sadece Türkiye'de değil, Ortadoğu'da Kürt karşıtı, antidemokratik, otoriter sistemin sürme çabalarına büyük darbe vuracaktır. Ancak Türkiye demokratikleşmediği müddetçe Suriye'deki bu demokratikleşme sürecini çeşitli biçimlerde sabote etmeye devam edecektir.

RAKKA DSG TARAFINDAN KURTARILIRSA TÜRKİYE’NİN ESKİSİ ZAYIFLAYACAKTIR

Rakka’nın Demokratik Suriye Güçleri tarafından kurtarılmasından sonra artık Türkiye'nin PYD teröristtir, Demokratik Kuzey Suriye Federasyonu teröristlerin etkisindedir gibi söylemlerin etkisi zayıflayacaktır. Çünkü Rakka’nın alınmasıyla birlikte sorunun öyle Kürtlerin bir yerlere hakim olması olmadığı gerçeği daha da iyi anlaşılacaktır. Sorunun Kürtlerin de, Arapların da, tüm Suriyeli toplulukların da içinde yer aldığı bir Demokratik Suriye mücadelesi olduğunu herkes daha iyi görecektir. Bu açıdan Demokratik Kuzey Suriye Federasyonunun konumu hem Türkiye'ye karşı güçlenecektir, hem Suriye'ye karşı güçlenecektir, hem Rusya ve İran'a karşı güçlenecektir, hem de koalisyon güçlerine karşı güçlenecektir. Artık koalisyon güçleri esas olarak Demokratik Kuzey Suriye Federasyonunu, Demokratik Suriye Güçlerini dikkate alacaktır. Öyle artık faklı güçlerle pazarlık yapma, tartışma durumu ortaya çıkmayacaktır. Türkiye'den mi yana olacak, yoksa oradaki demokratik güçlerden mi yana olacak biçiminde ikircikli, tereddütlü, arada olan politikalar bırakılacaktır. Çünkü şimdiye kadar bir yandan Demokratik Suriye Güçleri ile ilişki kurulurken, diğer taraftan Türkiye'yi de idare etme, Türkiye'nin de bazı isteklerine göz yumma gibi bir politika izleniyordu. Türkiye'nin Cerablus’a girmesi, Bab’a yönelmesi, Minbic’e saldırıları, yine Demokratik Kuzey Suriye Federasyonuna birçok yerde saldırıları koalisyon güçlerinin ikircikli, herkesi idare eden politika izlemesi sonucuydu. Ama Rakka’nın alınmasından sonra Demokratik Kuzey Suriye Federasyon Güçlerinin herkes karşısındaki pozisyonu güçlenecektir.

Bab ve Minbic çevresindeki gelişmeler de ilginç. Neredeyse bütün güçler orada yerleşmiş bulunuyor. Türk devleti ise köylere saldırıda bulunuyor ve ‘Minbic’a gideceğiz’ diyor. Bu bölgedeki durumu siz nasıl yorumluyorsunuz?

Türkiye'nin Kobanê ve Efrin arasındaki alana girmek istemesinin nedeni biliniyor. Efrin kantonu ile Kobanê arasındaki ilişkileri kesmeyi amaçlıyor. Kantonlar arasındaki kopukluğun giderilmesini istemediği gibi, iki kantonun arasına yerleşerek Demokratik Kuzey Suriye Federasyonunun ve Kürtlerin kazanımlarını ortadan kaldırmayı düşündü. Bu nedenle Halep’i bırakma karşılığında buraya girdi. Aslında esas olarak Cerablus’a girmesi, Bab’a dayanması Halep pazarlığı sonucudur. Rusya’nın göz yummasıyla olmuştur. ABD de Türkiye ile ilişkilerinden dolayı böyle bir girişe sesini çıkarmamıştır. Hatta bir yönüyle de Türk tehdidini, sopasını kullanarak Kürtleri biraz daha kendi istediği çizgiye çekme yaklaşımı göstermiştir. Bu nedenle hem Rusya’nın, İran'ın, Suriye'nin göz yummasıyla, hem de ABD'nin göz yummasıyla Türkiye Cerablus’a girmiştir ve Bab’ın belli bölgelerini ele geçirmiştir. Türkiye'nin amacı budur ve burada Minbic’i de alarak etkinliğini arttırmak istiyor. Oradan da Rakka dayatmasını geliştirmeye çalışıyor. Türkiye'nin yaklaşımı böyledir.

ABD SURİYE POLİTİKASINDA TÜRKİYE’YE GÜVENMİYOR

ABD ise Suriye politikasında Türkiye'yi istikrarlı görmüyor. Türkiye'nin yaklaşımlarına güven duymuyor. Hem dış güç olduğundan Suriye sahasına çok fazla müdahale olması, sorunları daha da ağırlaştıracak ve içinden çıkmaz hale getirecektir. Hatta Türkiye'nin kendi politikalarını bozan bir yaklaşıma girmesi kaygısını da taşımaktadır. Bu nedenle onlar da Türkiye'nin Minbic’e girmesini istemediler. Öte yandan Rusya, rejim ve İran da Türkiye'nin Minbic’e girmesini istemedi. Çünkü Türkiye'nin bir yere girdiği zaman kolay kolay çıkmadığını biliyorlar. Aldığı yerleri bir politik baskıya dönüştüreceğini biliyorlar. Her ne kadar Türkiye ben teröre karşıyım, Suriye'nin birliğinden yanayım, zamanı geldiğinde anahtarı yine Suriye'ye teslim ederim gibi sözler sarf etse de buna ne Suriye, ne Rusya ne de İran inanmaktadır. Çünkü Türkiye'nin ne zaman, nasıl politika izleyeceği belli değildir. Artık hiç kimse Türkiye'ye güvenmemektedir. Bu açıdan onlar da Türkiye'nin Minbic’te etkili olmasını istemediler. Öte yandan onlar da Demokratik Kuzey Suriye Federasyonu ile bir uzlaşma arıyorlar, tümden karşı karşıya gelmek istemiyorlar. Demokratik Kuzey Suriye Federasyonu güçlerinden çok uzak durmak istemiyorlar. Kendileriyle Demokratik Kuzey Suriye Federasyonu arasındaki bir karşıtlığın onlara da yaramayacağını bildiklerinden Türkiye'nin Suriye'ye girişini kabul etmediler, karşı çıktılar. Bu açıdan hem Rusya, İran, Suriye, hem ABD Türkiye'nin girişini istemedi, kabul etmedi.

MINBIC’IN TÜRKİYE’YE BIRAKILMASI BEKLENEMEZ

Öte yandan Türkiye Minbic’e girmeye çalışsaydı Demokratik Kuzey Suriye Federasyonu güçleri ve bölge halkıyla Türkiye arasında bir savaş çıkacaktı. QSD güçleri Türk işgalini kabul etmeyecekti. Çünkü Minbic’i alırken yüzlerce şehit, bine yakın yaralı vermişler. Şimdi Minbic’i boşaltıp Türkiye'ye bağlı çetelere bırakmaları düşünülemez. Türkiye’nin söylediği gibi orada dışarıdan birilerinin gidip hakim olması ve yönetmesi söz konusu değildir. Minbici Minbicliler yönetmektedir. Öyle Kürtlerin gidip orada Arapları ve Türkmenleri çıkardığı gibi bir durum yok. Orada kimler yaşıyorsa onlar yönetiyor. Araplar çoğunluk olsa da Kürtler de yaşıyorlar, Türkmenler de yaşıyorlar, Çeçenler de yaşıyorlar. Araplar Bab’ta, Minbic’te çoğunluk olsalar da Araplardan sonra Kürtler nüfus olarak çoğunluktadırlar. Orada sorun Kürtler mi, Araplar mı hakim olacak sorunu değildir. Minbic’te demokratik güçleri mi hakim olacak, yoksa otoriter milliyetçi, fanatik Türk devletine işbirlikçi olan İslam maskeli güçler mi? Sorun budur. Orada Minbic’in demokratik güçlerinin ağırlığı var; ağırlıklı olarak Araplar yönetimdedir. Ama Türkiye sorunu Arapların yönetmesi olarak görmüyor, hangi Araplar yönetecek, demokratik olanlar mı, yoksa demokratik olmayan, kendisine yakın olan dinci milliyetçi kesimler mi yönetecek? Zaten Türkiye'nin dayatması böyledir. Türkiye'nin Rakka’ya da, Minbic’e de, Bab’a da dayatması böyledir. Demokratik güçleri ezip demokratik olmayan güçleri hakim kılmak! Bu aslında Suriye'nin demokratikleşmesine karşı bir saldırıyı ifade ediyor. Bunu herhalde koalisyon güçleri de, herkes de görüyor.

RUSYA VE ABD OLMASAYDI MINBIC’DA CİDDİ ÇATIŞMA ÇIKACAKTI

Eğer orada Rusya’nın, ABD'nin müdahalesi olmasaydı şu anda ciddi bir çatışma çıkacaktı; Türk devletiyle ciddi bir savaş çıkacaktı. Bu savaş şiddetlendiğinde de Rakka operasyonunu yürütecek güçler Rakka’ya değil, böyle bir çatışmaya yoğunlaşacaktı. ABD bunu da istemedi, bu yönüyle müdahale etti. Çünkü ABD de biliyor ki Minbic’te Minbic halk meclisi var, onlar yönetiyor. Türkiye'nin istediği, onlar gitsin, kendisine bağlı çeteler oraya gelsin! Yani fanatik dinci kesimler gelsin! Bundan kimin çıkarı olacak? Ne ABD, ne koalisyon güçleri, ne Rusya, ne de rejim bunu ister. Minbic’teki durumu bu çerçevede ele almak gerekiyor. Eğer Türkiye dayatmalarını sürdürürse orası Demokratik Suriye Güçleri ile Türkiye arasında bir savaşa alanına dönüşür, Türkiye için bir bataklığa dönüşür. Belki şu anda Rusya da çok sert davranmıyor, ABD de, ama Türkiye dayatmasını arttırırsa, çatışma şiddetlenirse herkesin tutumu Türkiye'ye karşı net olacak; bu durumda da kaybeden Türkiye olacaktır.

Türkiye’nin bazı güçlerin göz yummasıyla, sonradan IŞİD’le anlaşarak Bab’ı alması, mevcut denklemde Suriye’de etkinliğini arttırdı mı? Türkiye’nin bu bölgede kalıcı olabileceğine inanıyor musunuz?

Türkiye'nin Bab’ı nasıl aldığı bellidir. Bab’ın tümünü de alamamıştır. Bab çevresiyle birlikte bir bütündür. O bütünün tümü Türkiye'nin elinde değildir. Ama Bab merkeze girmiştir. Nasıl ki IŞİD Cerablus’tan anlaşarak çıktıysa, Bab’ta da ilk önce direnmelerine rağmen, hem Türk devleti çok kayıp verdiğinden, hem de Rakka operasyonundan dolayı IŞİD’in güce ihtiyacı olduğundan sonunda Türkiye ile IŞİD arasında bir anlaşma yapıldı, IŞİD Bab’ı Türkiye'ye bıraktı. Eğer IŞİD direnseydi Türkiye'nin oraya girmesi söz konusu olamazdı. Zaten Bab’ta Türk devletinde bir irade kırılması yaşanmıştı. Bab’ın alınmasının Türkiye'nin Suriye'deki etkinliğini arttırdığı söylenemez. Aslında buralarda göz yumularak diğer alanlarda Türkiye'ye bağlı çetelerin etkisizleştirilmesi süreci başlamıştır. Herhalde yakın süreçte İdlip’ten de Türkiye'ye bağlı çetelerin çıkarılması durumu yaşanacaktır. Yoksa Suriye, İran, Rusya Bab ve Cerablus konusunda da Türkiye'yi zorlayacaklardır. Türkiye'nin Suriye'de etkili olmasını sağlayacak Halep kaybedilmiştir. Çünkü Halep olursa çevresinde etkili olunabilir. Yoksa Bab’ı alarak o çevrede etkili olmak mümkün değildir. Bu yönüyle Türkiye'nin Suriye üzerinde etkinliği artmamıştır.

TÜRKİYE KAYBETMİŞTİR

Türkiye Suriye'de kaybetmiştir. Zaten tüm siyasal gözlemcilerin değerlendirmesi bu yöndedir. Cerablus ve Bab’ta bazı yerlerin alınmasına göz yumularak Türkiye durdurulmuştur. Bir yönüyle Türkiye'ye sorumluluk da vermişlerdir; artık sen oradasın, orada IŞİD ya da başka güçlerin etkinliği olduğu zaman sorumlusu sensin demişlerdir.  Şu açıktır, bir süre sonra Türkiye ile diğer güçlerin bu alanda çekişmesi sürecektir. Türkiye de kendisini dayatacaktır. Ancak bu dayatmalarının başarılı olması mümkün değildir. Çünkü pozisyonu güçlü değildir. Türkiye dayatmasını şöyle yapacaktı; Minbic’i alarak, Rakka operasyonunda etkili olacaktı. Minbic’i aldıktan sonra alanını genişlettiğinden PKK'nin kolu olan PYD etkisizleştirilmeden, bu alanlardan çıkmam diyecekti. Bir nevi Rojava Devriminin boğulması, Kürtlerin haklarının tasfiye edilmesi karşılığında buralardan çıkma konusunu pazarlık konusu yapacaktı. Cerablus’a ve Bab’a girişi böyle ele almıştır. Buraları alarak şantaj yapacaktı. Fakat Demokratik Suriye Güçlerinin etkinliği, yine koalisyon güçlerinin ve diğer güçlerin Türkiye'yi istememesi Türkiye'nin bu yönlü pazarlık yapma hesaplarını boşa çıkarmıştır. Türkiye artık Bab ya da Cerablus üzerinden Rojava Devrimini boğmazsanız, PYD’yi ezmezseniz, şunu bunu saf dışı etmezseniz ben buradan çıkmam gibi bir pazarlık gücünde değildir. Bir süre daha kendini dayatacak ve sorun yapacaktır. Rakka’nın alınmasında rol oynayarak Suriye’nin demokratikleşmesini engellemede bir pozisyon kazanacaktı. Ama bu konuda başarılı olamamıştır. Ancak Suriye'nin demokratikleşmesi, Suriye'de barış ve istikrarın sağlanması konusunda engel olmaya devam edecektir. Kendisi demokratikleşmediği müddetçe Suriye'nin demokratikleşmesinden korktuğundan sürekli bozgunculuk yapacaktır. Bu yönüyle Türkiye'nin önümüzdeki dönemde yeni bir Suriye yaratılması konusunda hep sorun çıkarma, bozgunculuk yapma gibi yaklaşımları olacaktır. Ama bu yaklaşımlar Türkiye'yi çeşitli güçlerle karşı karşıya getirme durumu ortaya çıkaracaktır. Bu da Türkiye'yi diplomatik ve siyasi olarak zayıflatan bir duruma düşürecektir.

Sizce Suriye’de Kürtler için artık geri dönülmeyecek bir noktaya gelindi mi? Yani yeni Suriye’de Kürtlerin artık dışlanamayacağını söylemek yerinde bir tespit olur mu?

Kuşkusuz Suriye'de çok köklü değişiklikler olmuştur; Suriye artık eski Suriye değildir. Mevcut rejim istediği kadar uğraşsın eski Suriye'yi yaratamaz. Türkiye'ye bağlı İslami maskeli çeteler var, bunlar istediği kadar uğraşsın, Suriye'yi artık statükocu, baskıcı, Kürtler ve diğer halklar üzerinde baskı kuran ülke haline getiremezler. Rojava’dan başlayarak Kuzey Suriye'de gelişen demokratik devrim birçok şeyi değiştirmiştir.

ORTADOĞU’NUN EN ÖNEMLİ DEVRİMİ ROJAVA’DA GERÇEKLEŞMİŞTİR

Kuşkusuz Önderlik çizgisinin etkisinde gelişen bir devrimci mücadele olmuştur, ama tümüyle Önderlik ekseninde gelişti mi, bu konuda çok ciddi yetersizlikler, eksiklikler, boşluklar olduğu görülmektedir. Ama Ortadoğu'nun en önemli demokratik devrimi Rojava ve Kuzey Suriye'de gerçekleşmiştir. Öte yandan Suriye bir altüst oluş yaşamıştır. Bu açıdan Kürtlerin durumunu eski hale getirmek mümkün değildir. Sorun eskisi gibi olup olmama sorunu değildir; Kürtlerin konumu ne olacaktır, şimdi tartışılacak konu budur, ya da mücadelesi olacak konu budur. Nitekim Rusya Kürtlerin konumunun eskisi gibi olamayacağını gördüğünden Kürtlerle ilişkileri sürdürmek açısından bir proje, bir anayasa taslağı sunmuştur. Orada Kürtlerin inkarının ortadan kalktığı bir kültürel özerklik önerisi vardır. Bunun, bir yönüyle de sadece Rusya’nın değil, rejimin de, rejimle ilişkili olan İran'ın da bir projesi olduğu anlaşılmaktadır. Belki bir dönem taktik olarak da ele alsalar Kürt sorununda kültürel özerkliğe dayalı böyle bir yaklaşım ortaya koymuşlardır. Suriye'de yine merkezi yönetim olacak, ama Kürtler de belirli haklarına kavuşacaklar. Yerel demokrasinin güçlü olmadığı, Kürtlerin kendi kendini yönetmediği, sistem içinde ve sistem kontrolünde bir kültürel özerklik, kültürel haklar konusunun kabul edildiği ya da Suriye rejiminin böyle bir kabule yakın olduğu anlaşılmaktadır. Rusya’nın sunduğu anayasa taslağı bunu ifade etmektedir. Çünkü Rusya sürekli Suriye ile ilişki içinde, İran’la ilişki içinde. Bu güçlerin neyi kabul edip etmeyeceğini görerek, tartışarak, yoklayarak kültürel özerklik projesini ortaya koymuştur. Rusya Kürtlerin artık eskisi gibi inkar edilen, hiçbir hakkının ve hukukunun olmadığı bir Suriye’yi yaratmanın mümkün olmadığını görmüştür.

Ancak bu Suriye'deki Kürt sorununu çözecek bir yaklaşım değildir; bir yönüyle de tam anlamıyla demokratikleşmemeyi ifade etmektedir. Kürtlerin kendi kendilerini yönetebileceği, yerel demokrasinin olduğu, özyönetimin olduğu bir sistem kabul edilmiyor. Bu da demokratikleşmeyi ve demokratik bir Suriye haline gelmeyi kabul etmeme anlamına gelmektedir. Çünkü Suriye demokratikleşecekse yerel demokrasinin olması gerekiyor. Yerel demokrasinin bir biçimde kendisini ortaya koyması gerekiyor. Zaten Kürtler, Araplar, Türkmenler, Çeçenler ve Süryanilerle birlikte Demokratik Kuzey Suriye Federasyonunu geliştirerek nasıl bir yerel demokrasi, nasıl bir demokratikleşme istediklerini ortaya koymuşlardır. Burada her bölge kendi kendini yönetecektir. Yani federasyon içinde özerk bölgeler olacaktır. Şimdi kantonlar vardır, herhalde federasyon içinde kanton değil de özerk bölgeler olan bir sisteme dönüşecektir. Sorun, Kürtler için geri dönülecek noktaya gelip gelmeme sorunu değildir. Kürtler bunu aştı, artık eskisi gibi yönetilemezler. Ya tümden ezilecek, susturulacak, katliamlarla katledilecek, bastırılacaklardır –ki bunun yapılması da söz konusu değildir- ya da Kürtlerin varlığı, kimliği, kültürü ve kendi kendilerini yönetmeleri, siyasi iradelerinin tanınması gerekecektir.

Eğer yeni bir Suriye olacaksa bu ancak Demokratik Kuzey Suriye Federasyonunun karakterine dayanarak olacaktır. Ya Suriye eskisi gibi devam edecektir, ya da Kürtlerin yerel demokrasi içinde kendi kendini yönetmesini kabul eden Demokratik Kuzey Suriye Federasyonu kabul görecektir. Kürtlerin artık özyönetimlerinin kabul edilmediği bir Suriye olamaz. Ya da eğer demokratikleşme olacaksa bu Demokratik Kuzey Suriye Federasyonu olarak gelişen yerel demokrasiye dayanarak olacaktır. Bu açıdan hiç kimse Kürtleri dışlayamaz. Suriye'deki siyasal mücadelenin sonucu nasıl olur, uzlaşma mı olur, çatışma mı olur, güç dengelerinde hangi kaymalar yaşanır, bunlar zaman içinde netleşecektir, ama nasıl olursa olsun her durumda Suriye'de artık Kürtlerin dışlanması mümkün değildir. Bu açıdan dışlanmaktan çok herkes Kürtleri kendi yanına çekmeye çalışıyor. Kürtlere kendi projesini kabul ettirmeye çalışıyor. Böyle bir mücadele var. Kürtlerin dışlanmasından çok, Kürtlerin Suriye'nin genel dengeleri içinde ne düzeyde yer alacağı bir mücadele gerçekliği olacaktır. Biz Kürtlerin hangi tarafta yer alıp almama sorunu olmadığını düşünüyoruz. Kürtlerin politikalarının, yaklaşımlarının bir uzlaşma zemini yaratacağını, yeni Suriye'nin yaratılmasında temel uzlaşma noktası olacağını düşünüyoruz.

Kaldı ki Kürtler kuzey Suriye'de, Demokratik Kuzey Suriye Federasyonu içinde olan Rojava’da bir demokratik sistem kurmuşlardır. Hem de bunu Araplarla, Süryanilerle, Türkmen, Çeçen halklarla birlikte kurmuşlardır. Suriye ve Ortadoğu açısından bir model olmuştur. Bu modelde herkes kendi kendini yönetmektedir. Demokratik bir yönetim vardır, herkes o demokratik yönetimde etkilidir. Hiçbir topluluğun hakkının, hukukunun çiğnenmesi söz konusu değildir. Her topluluğun hakkının, hukukunun tanınması temelinde demokratik bir sistem yaratılmıştır. Bunun da bir çözüm modeli olduğu ortaya çıkmıştır. Suriye'de her tarafta kan gövdeyi götürürken, halkların kardeşliğine dayalı bir istikrar adası, bir demokratik sistem gerçeği ortaya çıkmıştır. Bu, artık sadece Demokratik Kuzey Suriye Federasyonu için değil, Suriye genelinde de var olacaktır. Kürtler her yerde yerel demokrasileri temelinde kendi haklarını ve hukuklarını koruyarak yerel demokrasi temelinde diğer halklarla birlikte demokratik sistem içinde yer alacaklardır.

AKP ve KDP, Rojava ve Kuzey Suriye’deki kazanımları bertaraf etmek için hangi noktalarda uzlaşmış bulunuyorlar? Hangi gelişmeler bu güçlerin kırılmasına yol açacaktır?

AKP-KDP, hatta IŞİD Rojava Devriminin boğulması konusunda uzlaşmışlardı. Hatta Şengal'in IŞİD tarafından işgal edilmesi ve KDP'nin hiç direnmeden çekilmesi de böyle bir uzlaşma temelinde gerçekleşmişti. En başta da Rojava Devriminin boğulması konusunda uzlaşmışlardı. Peki karşılığında ne vereceklerdi? Birçok söylentiye, duyuma dayanarak şunu söyleyebiliriz; Rojava devrimini devrime konusunda KDP, AKP ortaklığı vardı, 2014 sonunda IŞİD de bu ortaklığa AKP aracılığıyla eklemlenmişti. Sonradan IŞİD’le KDP arasında sorunlar çıktı; AKP, KDP ve IŞİD uzlaşması yürümedi. Rojava Devriminin boğulması karşılığında Derik, Rimelan gibi petrol alanlarının KDP'ye devredilmesi ya da Rojava Devrimi boğulduğunda KDP'nin buraları işgal etmesi, ama Amudê, Serêkanî, Kobanê gibi Rojava’nın diğer tüm alanlarının IŞİD'e bırakılması temelinde bir uzlaşmanın, bir anlaşmanın AKP ile olduğu çokça söylenmiştir. Yine bir söylentiye göre KDP güneyinde oluşacak bir Sünni devletle kavga etmemek için Şengal’de direnmemiştir. 

AKP-KDP’NİN ROJAVA PROJESİ

Kuşkusuz Türkiye'nin bu tür anlaşmalarının ve uzlaşmalarının hiçbir bağlayıcılığı yoktur. KDP’yi Rojava Devrimine kışkırtmak için böyle kendine göre sözler vermiş olabilirler. Ama Kızılderililerin Amerika’yı işgal eden güçler için söylediği gibi “beyaz adamın sözü rüzgar sesi gibidir”, yani gelip geçicidir. Türk devletinin sözleri de rüzgarın sesi gibidir, gelip geçer. En yakın örnek, Sayın Barzani Türkiye'ye gittiğinde havaalanına Başurê Kurdîstan’ın devletçi bayrağını asanlar Kerkük’e bu bayrak asıldığında kıyamet koparmaktadırlar. Türk devlet gerçeği böyledir. 

Rojava Devrimini boğmak için yapılan uzlaşmalar ve anlaşmalar sonuç vermemiştir. IŞİD zaten Rojava Devrimi ve Kuzey Suriye Güçleri karşısında kırılmıştır. Öte yandan KDP'nin Şengal’i bırakma karşılığında, KDP'nin, Rojava’nın petrol bölgelerinin KDP'ye bırakılması konusundaki anlaşma da yürümemiştir. Rojava’da ve Kuzey Suriye'de kazanımları bertaraf etmek için birçok politika uygulamışlardır, provokasyonlar yapmışlardır, ama bunlar boşa çıkmıştır. ENKS’yi destekleme ve karışıklık çıkarma politikaları da sonuç almamıştır. ENKS’nin KDP ve Türkiye ilişkileri çerçevesinde yürüttüğü karşı devrimci politikalar etkisiz kalmıştır. ENKS en az KDP kadar Türkiye ile ajan ilişkisi olan bir marjinal çevre haline gelmiştir. Kürt toplumunun gözünden düşmanlarla işbirliği yapan bir güç haline gelmiştir. Çünkü devrime sahip çıkmamıştır, devrime katılmamıştır. Devrime katılsaydı Rojava’da bir etkisi olurdu, ama devrim karşıtlığı yapınca marjinalleşmiştir.  Devrim yıkılacak, ENKS hakim olacak! ENKS bu politika dışındaki bütün çözüm yollarını ortadan kaldırmıştır. Bu açıdan AKP ile KDP'nin Rojava politikaları, Demokratik Kuzey Suriye Federasyonu politikaları önemli oranda boşa çıkmıştır.

KDP'nin paralı askerleriyle Şengal’e saldırması bir son hamleydi. Paralı askerleri Suriye'ye sokacak, Suriye'de Demokratik Suriye Güçleriyle çatıştıracaktı. Çünkü başka türlü girmeleri mümkün değildi. Rojava Devrimci Güçleriyle oluşacak bir çatışmaya Türkiye de müdahil olacaktı. Şengal’e yönelik saldırı böyle bir provokasyondu. Ama Şengal’de YBŞ ve Êzidî halkımız tarafından durduruldukları gibi, birçok güç de KDP'nin Türkiye destekli bu hamlesini tehlikeli bulmuştur. Bu açıdan orada da boşa çıktılar. Zaten Rakka hamlesiyle birlikte Demokratik Kuzey Suriye Federasyonunun güneyi ve doğu Suriye'de QSD güçlerinin etkisiyle birlikte artık AKP ve KDP'nin Suriye'deki politikalarının yürümesi mümkün değildir. Rakka operasyonuyla birlikte AKP ve KDP'nin Rojava Devrimcileri üzerindeki hesaplarında bir kırılma yaşanacaktır. Bu kırılma yaşanır, onun yerine başka politikalar, başka provokasyonlar devreye girer mi, o da mümkündür. Ama Rakka operasyonunda koalisyon güçleri ile QSD ortak hareket ettiğinde Rakka’yı alma durumu ortaya çıktığında artık AKP ile KDP'nin Rojava ve Kuzey Suriye'deki ortaklaşmaları, buradaki kazanımları yıkma politikaları önemli düzeyde boşa çıkarılmış olacaktır.

PKK’NİN ROJAVA’DAKİ ETKİNLİĞİ

Türkiye, sürekli PKK’nin Rojava’da etkin olduğunu dünyaya anlatıyor. Geçtiğimiz günlerde Barzani de bunu söyledi ve bu konuda ‘dünyayı ikna etmeye çalışıyoruz’ dedi. Burada hedef PKK mi? Rojava ve Suriye’deki Kürt ve demokratik güçlerin kazanımları mı?

Tüm dünya da bilmektedir ki, Kürt Halk Önderi Rojava’da Suriye'deki Kürtler içinde 20 yıllık çalışma yürütmüştür. Bu çalışma öyle sıradan bir çalışma değildir. Neredeyse her evle, her kişiyle ilişki kurmuştur. Önder Apo Rojava’dayken Rojava halkıyla böyle bir ilişki kurmuştur, böyle bir çalışma yürütmüştür. Bu açıdan Rojava halkı üzerinde Önder Apo'nun etkisi olduğunu tüm dünya bilmektedir. Bu bir gerçekliktir, bunu ne inkar edebiliriz, ne de dünya görmezlikten gelebilir. Rojava toplumu Kürt Özgürlük Hareketi’yle tanışmış. Önderlik gerçeğiyle tanışmış. Bakurê Kurdîstan'da soykırımcı Türk devletine karşı yürütülen savaşta Rojavalı binlerce genç şehit düşmüş. Bunlar bir gerçekliktir. Kalkıp bunları Rojava’daki devrim PKK ile ilişkilidir, şöyledir, böyledir demek bilinçli bir faaliyettir. Kuşkusuz Önder Apo'nun etkisi vardır, etkisi olmuştur. Zaten Rojava Kürtleri Bakurê Kurdîstan'ın parçasıdır. Akrabaları Mardin’dedir, Qamışlo’dadır. Kobanê ile Suruç iç içedir. Aynı aşirettir. Bu yönüyle tabii ki etkilenmeler vardır. Rojava’da Önder Apo çizgisinin etkin olduğu açıktır. Bunu inkar etmek mümkün değildir. İdeolojilerin sınırı mı vardır? Önder Apo bir çizgidir, bir ideolojidir. İdeolojilere sınır koymak, çizgi koymak mümkün değildir. Bu bakımdan Rojava Kürtleri de Önder Apo'nun çizgisini benimsemişler, ondan etkilenmişler; Rojava Devrimini yaparken Önder Apo'nun projesinden, düşüncesinden etkilenerek bu devrimi gerçekleştirmişlerdir. Rojava Devriminin ideolojik yaklaşımı ile PKK'nin ideolojik yaklaşımı aynı kaynaktan beslenmektedir. Bunlar bilinen gerçekliklerdir. Bunu öyle dünya bilmiyor diye bir şey yoktur.

Fakat PKK ile organik bağı var mı diye sorulursa PYD ve Tev-Dem Rojava Devrimi içinde şekillenen ayrı örgütlenmelerdir. Hem tarih içinde ayrı bir parça olarak yaşamış, toplumsal şekillenmesinde farklılıklar var, hem de ayrı bir örgütlenme gerçekleşmiştir. Partisi vardır, askeri güçleri vardır. Bu da açıktır. PYD var, YPG var, YPJ var, bunlar kendi kendilerini yönetiyorlar. Bu da ayrı bir konudur. KDP'nin, Barzani’nin gidip Rojava’da PKK etkilidir demesi bir Kürt patisine yakışmayan, ahlaki olmayan bir yaklaşımdır. Niye? PKK terörist ilan edilmiş, Avrupa ve ABD’nin terör örgütü listesinde, böyle propaganda yaparsam orada PKK etkili ya da PKK ile böyle ilişkileri var dersem, o zaman onlar da terörist olarak görür ve Rojava Devriminin üzerine giderler ve Rojava bana kalır hesabı yapılıyor. Bunlar sıradan, ucuz yaklaşımlardır. Bunun kimselere faydasının olmayacağı açıktır. Bunun yapılmaması gerekir. Türk devleti zaten her gün yapıyor. Türk devletinin amacı, sorunu PKK değildir; orada Kürtlerin ve demokratik güçlerin kazanımıdır. Orada PYD, YPG değil de başka bir Kürt gücü etkili olsaydı yine aynı tutumu takınacaktı. Kürtlerin kazanım elde etmesini istemiyor. Başurê Kurdîstan'da yaptığımız hatayı Suriye'de yapmayacağız demediler mi? Bunu KDP de biliyor, Barzani de biliyor. Türk devletinin yaptığı Kürt düşmanlığıdır. Kürtlerin en küçük kazanım elde etmesini istemiyor. Şunu da herkes bilmeli,  Başur halkının ve siyasi güçlerinin belli bir mücadelesi olmuştur. Ancak bugün Başur’daki PKK'nin, Kürt Özgürlük Hareketi'nin varlığıyla ayakta kalıyor. Eğer PKK olmasaydı ezerlerdi, tasfiye ederlerdi. Başurê Kurdîstan halkının ve siyasi güçlerinin mücadelesi böyle bir kazanımı ayakta tutmaya gücü yetmezdi. Kürt Özgürlük Hareketi'nin Bakur’daki, Rojava’daki, bütün Kürdistan’daki, bütün dünyadaki gücü, yarattığı etki Başurê Kurdîstan'ın kazanımlarını korumasında önemli rol oynuyor. Türk devletinin PKK korkusu, devrim korkusu Başur’la ilişkilenmesini beraberinde getiriyor ya da şimdilik göz yumuyor.

Bu açıdan Avrupa da, ABD de, herkes de biliyor ki Türk devletinin Rojava’daki karşı çıkışı asıl olarak Kürt karşıtlığıyla ilgilidir, PKK ile alakası yoktur. Bunu KDP de biliyor. KDP Türkiye'nin Kürt düşmanlığından yararlanarak acaba bir şeyler koparabilir miyim hesabı yapıyor. Bunlar doğru yaklaşımlar değildir. Türk devletinin derdi oradaki Kürt kazanımlarıdır. Kesinlikle Kürtlerle ilgilidir. Kendi Kürt sorununu çözmediği için, demokratikleşmediği için orada Kürtler hak kazanırsa bunun Türkiye'ye yansımasından ve Türkiye'ye örnek olmasından korkuyor. Bütün korkusu bu. Zaten ikide bir Kobanê için orası Araplara aittir, Eynel Arap’tır demedi mi? Sanki PYD farklı bir şey söylemiş gibi Minbic Kürt değil, Araplara aittir, demedi mi? Minbic’e saldırı gerekçesini Kürtler gitmiş Arapların yerini işgal etmiş de Arapların haklarını savunma olarak gösteriyor Güya Arapları kandıracak, dünyayı kandıracak! Şurası Kürt değildir, burası Kürt değildir demesi ve saldırılarına bunu gerekçe göstermesi bile Türk devletinin amacının PKK şu örgüt, bu örgüt olmadığını, Kürtler olduğunu ortaya koymaktadır. Bu PKK olabilir, başka bir örgüt olabilir. Çünkü inkarcıdır. Kendisi hala Kürt’ün varlığını tanımıyor. Kürt’ün varlığını tanısa, Kürt sorununu çözmüş olsa belki ben Kürtlere karşı değilim, şuna karşıyım demesinin bir temeli olurdu.

Rojava Devriminin kimler tarafından gerçekleştirildiğini anlatmaya gerek yok, bütün dünya biliyor. Rojava’da Kürt halkı biz Önderlik çizgisine bağlıyız demiyor mu? Zaten her gün Önderliğin posterleriyle yürüyorlar. Evet, PKK ile bir ideolojik yakınlık var. İdeoloji sınır tanımaz ki! Önder Apo'nun çizgisini Güney Amerikalılar da benimseyebilir. Şimdi zaten Konfederal sistemi onlar da tartışıyor. Önderliğin öngördüğü demokratik proje sadece Kürtlere ait bir proje değildir. Demokratik topluma dayalı bir demokrasi projesidir, özgürlük projesidir. Bu proje sadece Kürtlerin değil Ortadoğu'daki tüm halkların sorunlarına çözüm projesidir. Irak'ta da, Başurê Kurdîstan'da da çözüm projesidir. Sorun PKK'nin sahiplenip sahiplenmemesi değildir; başka güçler de bu projeyi alıp kendi sorunlarına çözüm bulabilirler.

TÜRKİYE SURİYE’DE YANLIŞ ATA OYNADI VE KIRILDI

Türkiye’nin Suriye’de kırılması bölgedeki konumunu nasıl etkileyecek?

Türkiye'nin Suriye'de kırılması gerçekleşmiştir. Türkiye yanlış ata oynamıştır ve kaybetmiştir. Kendine göre mezhepçi, dinci IŞİD, El Nusra gibi kesimlere oynadı. Onlar güya Suriye'de etkili olacak, bunun üzerine de bütün Ortadoğu'da kendi politikasını yürütecekti. Ama bu çökmüştür, kaybetmiştir. Kaybetmesi şuradan belli değil mi, her gün Esad’a ve Suriye'ye küfredenler şimdi uzlaşma arayışı içinde; Suriye'yi destekleyen Rusya ile ilişkilerini geliştirme çabası içinde.

El Nusra gibi, IŞİD gibi çetelerle ilişki kurması sadece Suriye'de değil, Ortadoğu'da da güvensiz olan, hiç kimsenin güvenmeyeceği bir ülke haline gelmiştir. İsrail’e “One Minute” diyerek Arap sokağını, Arap mahallesini etkileme, Ortadoğu'nun liderliğine oynama durumları bitmiştir. Her ne kadar kışkırtıcılık yapsa da Türkiye ile Avrupa arasındaki çelişkilerini hilalle haçın savaşı gibi gösterse de herkes de biliyor ki bu hilal ile haçın savaşı değildir. Türk milliyetçiliğinin bu ülkelerde yaşadığı sorundur. Türk milliyetçiliğinin Kürt düşmanlığına bu ülkeleri ortak edememesi ve istediği desteği alamamasının sonucu Avrupa ile sorun yaşamaktadır. Türkiye'nin şu anda zaten KDP dışında ilişkilendiği bir güç kalmamıştır. Suudi Arabistan’la da Katar’la da ilişkileri eskisi gibi değildir. Bunu da böyle görmek gerekiyor. Mısır’la ilişkileri zaten bozuktur. Suriye ile olan ilişikleri ortadadır. Lübnan’da etkisi yoktur. Ürdün de Türkiye'nin hangi karakterde olduğunu gördü. Bu açıdan Türkiye bir yalnızlık içine girmiştir. O değerli yalnızlık dediği gerçekten gerçekleşmiştir. Güya o değerli yalnızlıkla halkları etkileyeceklerdi. Ama ne halkları, ne ülkeleri, ne devletleri etkilemişlerdir. Yanlış politikalar yürütmüşlerdir. Türkiye Kürt düşmanlığı yürüttüğü müddetçe Kürt karşıtlığı üzerinde politikalar yürüttüğü müddetçe dış politikada tıkanacaktır. Çünkü artık herkesi Kürt düşmanlığına ortak etmesi mümkün değildir. Suriye'de Kürtler belli düzeyde bir hak kazandıktan sonra artık Arapları Kürt düşmanlığına ortak etmesi mümkün değildir. Eğer Suriye'de Kürt sorununda bir çözüm olursa onun yaratacağı bir Arap Kürt yakınlaşması Türkiye'yi daha da tecrit edilir duruma getirebilir.

Suriye'de oluşan güvensizliği aştırması mümkün değildir. Artık Irak'ın da kendisine güvenmesi mümkün değildir. Bu yönüyle Suriye Irak hattı Türkiye'ye kapanmıştır, kapanacaktır. Bunu Türkiye politikaları yaratmıştır. Yine mezhepçilik yaparak varlığını sürdürmek istese de o mezhepçi politikaları Türk devletinin ayağına bağ olmaya devam edecektir. Geçmişte Türkiye'nin Ortadoğu'daki algısı böyle değildi. AKP iktidarıyla birlikte mezhepçi politika gündeme girmiştir. Bu da Türkiye'yi Suriye’yle de, Irak’la da sorunlu hale getirecektir. Kürtlerin zaten mezhepçi politikadan hiçbir çıkarı yoktur. Kürtler her türlü mezhepçi yaklaşıma karşıdırlar. Bu yönüyle Türkiye KDP'yi yanına çekmek istese de genelde Kürtlerin mezhepçi politikadan uzak olma gerçeği vardır. Bu aslında Ortadoğu için bir kazanımdır. Kürtlerin en önemli olumlu duruşlarından biri de bu mezhepçilikten uzak durmalarıdır. Mezhepçilikle Kürtleri kazanması ya da Kürtlerle mezhepçilik temelinde ilişki geliştirmesi mümkün olmadığından Suriye'de kırılma Türk devletini daraltacaktır. Sadece Kürt sorununun çözümü temelinde Türkiye'nin demokratikleşmesi gerçekleşirse o zaman Türkiye'nin politik olarak Ortadoğu'da, her yerde önü açılır. Ama Kürt karşıtlığı nedeniyle, otoriter bir sistem olduğu müddetçe Türkiye'nin Suriye ve Ortadoğu'da yaşadığı kırılmayı bir daha düzeltmesi mümkün değildir.

Son olarak okurlarımıza nasıl bir mesaj vermek istersiniz?

Türkiye'de de, Suriye'de de, Ortadoğu'da da tek politik çözüm yolu Önder Apo'nun ortaya koyduğu Demokratik Ulus çizgisinden geçmektedir. Demokratik Ulus çizgisi, milliyetçilikten uzak, her toplumun kendi kimliği ve kültürüyle özgür yaşama dayalı demokratik sistemleri yaratacak bir karaktere sahiptir. Ortadoğu'daki bu kriz, kaos ortamında Kürtlerin bu ideolojik politik yaklaşımları Kürtlerin en büyük gücüdür. Bu açıdan Kürtler ideolojik ve siyasi olarak şimdiden kazanmışlardır. Tarihte görülmüştür ki, krizlerin ve kaosların olduğu dönemde ideolojik ve politik yaklaşımı doğru olanlar kazanırlar. Bu açıdan süren Üçüncü Dünya Savaşından kazanarak çıkacaklardır. Şu anda demokratik olmayan güçler bu çizgi karşısında direnmektedir. Türkiye'de direniyorlar, başka yerde direniyorlar. Bu aslında statükocuların ideolojik ve siyasi olarak çağa uymayan, aşılması gereken güçlerin kendilerini ayakta tutma direnişidir. AKP-MHP iktidarı da bu direnişin içindedir, bölgedeki tüm statükocu güçler de bunun içindedir. Bu açıdan sıkıntılar olsa da, zorluklar yaşansa da kesinlikle Kürtler kazanacaktır. Kürtler Önder Apo'nun ideolojik ve siyasi çizgisinde mücadele ettikleri müddetçe, bu çizgiyi Türkiye'de, Suriye'de, İran'da, Irak'ta, Ortadoğu'da, her yerde tutarlı biçimde savundukları ve mücadele ettikleri takdirde kazanan Kürtler ve tüm halklar olacaktır. Önder Apo'nun çizgisinde herhangi bir halkın kazanması, diğerlerinin kaybetmesi söz konusu değildir. Kazan kazan çizgisinden söz edilmektedir, bu tamamen Önder Apo'nun ortaya koyduğu Demokratik Ulus çizgisinin yaratacağı sonuçtur. Bu açıdan Kürtler Ortadoğu'da kendileriyle birlikte bütün Türkiye'yi de, Suriye'yi de, Ortadoğu'yu da özgürleştireceklerdir. Kürtler şimdi böyle bir ideolojik ve politik güce kavuşmuşlardır.

Üçüncü Dünya Savaşı sürmektedir. Bir geçiş dönemi yaşanmaktadır. Eski dengeler yıkılmıştır, yeni dengelerin, statükoların kurulma sürecidir. Kürtler ideolojik ve politik olarak bu kriz ve kaostan çıkışı gösterecek tek halktır. Bu açıdan bu dönemde mücadele edildiği ve geliştirildiği takdirde büyük kazanılacaktır. Bu dönemde mücadele edilmeden kazanılamaz. Bu dönemde mücadele edilmezse filler tepişir çimenler ezilir misalinde olduğu gibi Kürtler ezilirler. Ama bu kriz ve kaos ortamında Kürtler direnirlerse kazanacaklardır. Bu açıdan Önder Apo çizgisinde yürüteceğimiz mücadelenin 2017 yılında yeni kazanımlar ortaya çıkaracağını inanıyor, bu temelde Önder Apo çizgisinde ve Newroz ruhuyla MUTLAKA KAZANACAĞIZ diyoruz.