GÖRÜNTÜLÜ

Bayık: Erdoğan, darbe sürecini Önder Apo’ya yönelik tecritle başlattı

Erdoğan’ın 7 Haziran seçim sonuçlarından sonra darbe sürecini başlattığını ve Kürtlere soykırım dayattığını belirten Bayık, özyönetim direnişlerinin de buna karşı geliştirildiğini söyledi.

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, Erdoğan’ın çevresine darbeler yaparak kendi iktidarını sağlama almak istediğini belirtti.

PKK ile Türk devleti arasında üç yıl devam eden görüşmelerin hangi politikalar sonucunda sona erdiğini değerlendiren Bayık, Erdoğan’ın 5 Nisan 2015’te Öcalan’a yönelik tecrit sürecini başlatarak Ergenekon’la anlaştığını ve darbe sürecini bu şekilde başlattığını vurguladı.

Türk devletinin Kürdistan devrimin Rojava’da ezmek istediğini, ancak Kobanê’de darbe alınca taktik değiştirerek Kuzey devrimini tasfiye etmeye öncelik verdiğini belirten Bayık, Ekim 2014’te MGK’da alınan savaş kararına dikkat çekti.

24 Temmuz 2015’te Kürt Özgürlük hareketine karşı geliştirilen savaş konseptini de değerlendiren Bayık, Ceylanpınar olayının bu savaşa bahane edildiğini söyledi. Cemil Bayık, NATO ve ABD’nin Türk devletine her türlü desteği verdiğini de sözlerine ekledi.

Erdoğan’ın 7 Haziran seçim sonuçlarından sonra darbe sürecini başlattığını ve Kürtlere soykırım dayattığını belirten Bayık, özyönetim direnişlerinin de buna karşı geliştirildiğini söyledi.

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık’ın Med Nuçe TV’ye yaptığı açıklamaların birinci bölümü şöyle:

Hareketinizle Türk devleti arasında 3 yıla varan bir görüşme süreci yaşandı. Ancak geçen yılın 24 Temmuz’dan sonra size dönük topyekun bir savaş konsepti devreye konuldu. Bu süreci 24 Temmuz’a götüren koşullar, sebepler neydi?

Küresel güçler uluslararası komployla Önder Apo’yu fiziki ya da siyasi olarak etkisizleştirmeyi hedeflediler. Çünkü PKK bir Önderlik hareketidir. Ve Önder Apo’yu etkisizleştirmekle hareketi de etkisizleştirebileceklerini düşünüyorlardı. Uluslararası komplo bu amaçla geliştirildi. Ama bu tutmadı. Çünkü Önder Apo’nun geliştirdiği özgürlük hareketi Kürdistan sınırlarını aşmış, tüm Ortadoğu halklarını etkiler hale gelmiş ve ruh vermişti. Bununla Ortadoğu’da oluşmuş dengeler yavaş yavaş değişmeye yüz tutuyordu. Bu gelişme kapitalist emperyalistler, sömürgeciler, Ortadoğu’daki gerici güçler ve Kürdistan’daki işbirlikçi güçler açısından bir tehlike oluşturuyordu ve onlar açısından önlenmesi gerekiyordu.

Bir de, Soyvet-ABD çelişkisi ABD’nin lehine çözülünce ortada boşluklar olmuştu. Bu boşlukların da bir şekilde doldurulması gerekiyordu. Kapitalist modernitenin öncülüğünü yapan ABD, Sovyetlerin dağılmasından, çözülmesinden sonra birçok alanı ele geçirmek, hakimiyetini pekiştirerek dünyadaki sorunları bu şekilde çözmek istiyordu. Bunun için de Ortadoğu’nun temel alınması gerekiyordu.

ORTADOĞU MÜDAHALESİ ÖCALAN’A MÜDAHALEYLE BAŞLADI

Neden Ortadoğu?

Çünkü Ortadoğu bütün ilklerin, başlangıçların temeliydi. Dünya buranın üzerinden şekillenmişti. Dünyada hegemonya peşinde koşan her hangi bir gücün Ortadoğu’yu ele geçirmeden, hegemonyasını geliştirmesi mümkün değildi. İşte bunun için de Ortadoğu’ya müdahale gelişiyordu. Birde Ortadoğu’daki rejimlerin de artık ne sisteme ne de bölge halklarına verebileceği bir şeyleri kalmamıştı. Bölge halklarının bu rejimlerden rahatsızlıkları da vardı. ABD de bütün bunları da gözeterek Ortadoğu’ya müdahale etmek istedi. Bunun başarılması için de Önder Apo’nun tasfiye edilmesini gerekli gördüler ve dolayısıyla Ortadoğu’ya müdahaleyi bununla başlattılar.

Önder Apo esir alındı ve daha sonra komplo örgütün içine taşırıldı ve bu şekilde örgütün bir daha engel olamayacağı düşünülüyordu. Hiçbir zaman örgütün yeniden toparlanıp hamle yapabileceği düşünülmüyordu.

ERDOĞAN’I İKTİDARA TAŞIYAN ABD VE NATO’YDU

Erdoğan’ın Türkiye’de iktidara taşırılması da bununla mı bağlantılı gelişti?

Evet. Önder Apo’nun esareti ve komplonun hareket içine de taşırılmasıyla birlikte Türkiye’de de Erdoğan iktidara taşırıldı. Erdoğan’ı iktidara taşıyan ABD ve NATO’ydu. Çünkü Ortadoğu için bir strateji tartışılıyordu ve bu stratejinin başarılabilmesi için de Türkiye’nin buna hazır hale getirilmesi gerekiyordu. Çünkü Türkiye bir NATO ülkesiydi. Dikkat edilirse Erdoğan ve AKP başa getirildiğinde sık sık demokratikleşmenin geliştirileceğini, Kürt sorununun çözüleceğini söylüyorlardı. Böyle bir hava estirildi. Hatta Kürt işbirlikçiler dahil birçok kesim uluslararası komployla Önder Apo’nun esaret altına alınmasının Kürt sorununun çözümü amaçlı olduğunu söylediler. Hem bu güçlerin hem de AKP ve Erdoğan'ın estirdiği hava herkesi aldatmaya ve direnişi kırmaya yönelikti. İşte tam da bu dönemde örgüt içinde de komployu taşırarak etkisiz kılacaklarını sanıyorlardı. Böyle bir ortamda örgütü bir ikilemde tutarak aslında çürütmeyi hedeflediler.

Bu politika tuttu mu? Hedeflerine ulaşmasını sağladı mı?

Hayır, onların istediği gibi gelişmedi. Bilakis tersi oldu. Örgüt gelişti. Kısa sürede kendisini uluslararası komplonun etkisinden kurtardı. Bunda Önder Apo’nun belirleyici çabaları oldu. Yine halkımızın Önderliği destekleyen önemli çabaları gelişti. Bu çabalar sonucunda komplocular ve komplodan medet uman güçler amaçlarına ulaşamadılar. İşte hareketimiz de bunun sonucunda bir takım gelişmeler sağladı.

Ne gibi gelişmeler?

Onlar izledikleri politikayla PKK’yi etkisizleştirerek, çürütüp tasfiye edeceklerdi. Çünkü kendileri için engel olarak görüyorlardı. Ama onların hiç ummadıkları bir dönemde PKK’nin Şengal müdahalesi gerçekleşti. Şengal’deki güneyli güçler direnmeden bırakmışlardı. DAİŞ savaşsız şekilde Şengal’i ele geçirmişti. Bu şekilde Şengal’de büyük bir katliam, soykırım gerçekleştirilecekti. Böylesi bir ortamda gerillanın Şengal’e başarılı müdahalesi gelişti. Daha sonra Rojava devrimi, Kobanê direnişleri birbirini tamamladı.

PKK’YE DÖNÜK ‘TERÖRİST’ ALGISI ŞENGAL İLE YIKILDI

Aslında bitirelim dedikleri yerde Kürt hareketi sadece kendisini korumakla kalmadı giderek gelişme sağladı denilebilir mi?

Evet. Bu hiç kimsenin beklemediği bir gelişmeydi. PKK’ye dönük algı değişti. Önder Apo’da bu askeri gelişmeleri siyasi olarak tamamladı. Bu daha büyük gelişmeler sağladı. Kürt sorununu dünya çapında tanıttı. Kürt özgürlük hareketini, Kürt kadınını dünya çapında tanıttı. Onların yıllarca PKK’ye dönük geliştirdikleri terörizm algısı Şengal’de, Rojava’da, kuzey Kürdistan'da gelişen mücadeleyi kırıldı. Aksine bir insani hareket olduğu gerçeği daha fazla görünür kılındı. Özellikle de Ortadoğu gibi bir yerde kadın özgürlüğünü geliştiren bir hareket olduğu daha çok görünür oldu.

Bir de hareketimiz giderek dünya çapında halkların ilgisini çeken, demokrasi ve özgürlükler konusunda umut hareketi durumuna geldi. Bu, hareketin Kürdistan, Ortadoğu ve dünya çapında demokrasi ve özgürlükte öncü hareket konumunun daha çok tartışılmasını sağladı. Hareketi güya çürütüp tasfiye edeceklerdi ama durum tersi oldu.

BİZİ BİTİRMEYE ÇALIŞTILAR AMA KENDİLERİ TEHLİKELERLE YÜZ YÜZE KALDILAR

Hareketimiz büyürken, onlar giderek tehlikelerle yüz yüze gelmeye başladılar. Stratejilerinin Kürt özgürlük hareketini zayıf düşürmediği, aksine, gelişmelerin önü alınmazsa Kürt özgürlük hareketinin giderek öncülüğünü pekiştireceğini ve onunla mücadele etme şansını kaybedeceklerini gördüler. Bu gelişmeyi savaşla durdurmaya çalıştılar.

KOBANÊ SAVAŞINI ERDOĞAN KOORDİNE ETTİ

Kobanê’ye saldırının gelişmesi aslında bu savaş kararının uygulanmasıydı. Bu savaşı da Erdoğan koordine ediyordu. Çünkü Rojava devrimi yüz yılın ve halkların devrimiydi. Çok büyük bir gelişmeye yol açacaktı. Sadece Rojava’da, Kürdistan'da değil; Ortadoğu’da da gelişmelere yol açacaktı. Ortadoğu dünyanın temeli olduğu için, Ortadoğu’daki değişiklik dünya çapında sonuçlara yol açabilirdi. İşte hem Türkiye hem de kapitalist güçler açısından bu devrimi engellemek istediler. Bu devrim Kobanê’de başlamıştı ve Kobanê’de tasfiye edilmesi gerekiyordu. Onun için Erdoğan “Kobanê düştü, düşecek ve arkasında da Efrin düşecek” diyordu. Bu Rojava devriminin tasfiyesiydi.

KOBANÊ DÜŞMEYİNCE TÜRK DEVLETİ KUZEYDE SAVAŞ KARARI ALDI

O zaman Erdoğan’ın bu söylemleri sadece bir tespit, bir temenni değildi demek mümkün mü?

Kesinlikle değildi. Rojava devrimi şahsında bütün Kürdistan devriminin, Ortadoğu halklarının bağımsızlık, özgürlük, demokrasi hareketinin tasfiyesini amaçlayan bir hamleydi. Fakat kuzey halkı Kobanê şahsında Rojava devrimine sahip çıktı. Bunu gören Erdoğan ve Türkiye, kuzey devrimi tasfiye edilmeden Rojava devriminin tasfiye edilemeyeceğini sonucuna vardı.

Davutoğlu, “Kobanê etrafındaki gelişmeler ortaya çıkınca ben Türk askeri ve polisine savaşa hazır olun talimatını verdim” dedi. Çünkü Kobanê tasfiye olmamıştı ve Kobanê şahsında Kürt özgürlük hareketi daha büyük bir ivme kazanmış, önemli gelişmeler sağlamıştı. Kobanê ile güya devrim tasfiye edilmek istenirken devrim daha da büyüdü. Bu büyümenin arkasında Önder Apo’nun, kuzey devriminin olduğu tespiti yapıldı. Onun için taktik değişikliğine gidildi. Kuzeyde Önder Apo’nun öncülüğündeki hareketi tasfiye ederek Rojava’yı ve Ortadoğu devrimini tasfiye etme kararını aldılar. Onun için Davutoğlu o konuşmayı yaptı. Zaten ardından Türk ordusu bu talimatın bir gereği olarak simülasyon, çökertme planını geliştirdi. Bunu da 30 Ekim’de milli güvenlik kuruluna sundu. MGK de bu savaş planını kabul ederek ilk uygulamasını Önder Apo üzerinden geliştirdiler. Erdoğan devrimi boğmak istiyordu. Savaş geliştirmek istiyordu. Ama buna karşın Önder Apo Türkiye’yi demokratikleştirmek, Kürt sorunu dahil tüm sorunları demokratik yöntemle çözmek istiyordu. Bunun  çabalarını yürütüyordu. Erdoğan öncülüğünde, Türkiye savaş kararı aldığı için, elbette ki öncelikle Önder Apo’nun geliştirdiği çabaların önlemesi gerekiyordu.

Dolmabahçe mutabakatının yok sayılması, tecridin gelişmesi bundan dolayı mı ön görüldü?

Evet. Tecrit buna bağlı olarak geliştirildi. Önder Apo Türkiye’yi demokratikleştirmek, Kürt sorununu çözmek, Ortadoğu’yu demokratikleştirmek için bir yandan Dolmabahçe mutabakatını geliştirdi, bir yandan da HDP şemsiyesi altında Türkiye’deki tüm demokrasi güçlerini parlamentoya taşıdı. Bunlar birbirini tamamlayan gelişmelerdi. Bunlar Türkiye toplumu tarafından kabul gördü. Hatta uluslararası güçler de bunu kabul etti. Çünkü bu Türkiye’yi demokratikleştirmeye götürecekti. Ortadoğu’ya bunun yansımaları olacaktı. Dolayısıyla önemli gelişmeler ortaya çıkacaktı. Erdoğan ve Türkiye savaş kararı aldığı için bunların hepsini reddetti. İşte Erdoğan'ın Dolmabahçe mutabakatını kabul etmiyorum, Kürt sorunu diye bir sorun yok, masa yok, müzakere yok, iki taraf yok diyerek aslında bütün demokratikleşme ve sorunları çözmeyi ayakları altına aldı. Buradan da bir darbe gerçekleştirdi. Bütün barışçıl, demokratik çabaları ezdi ve onun yerine savaşı geçirdi ve ardından Ergenekon’la anlaştı.

Silivri Davalarının Düşmesi, Ergenekoncuların serbest bırakılması bunun üzerinden mi gelişti yani?

Kesinlikle öyle. Gidip Silivri’deki Ergenekoncularla görüştüler, onlara görevler verdiler. Onların tekrar yargılanmaması için hem davayı düşürme kararı aldılar, hem de, onların bir daha yargılanmamaları için TBMM’de iç güvenlik paketi çıkardılar. Bu paket tamamen onları korumaya yönelikti. Tabi tüm bu adımlar savaşı geliştirme adımlarıydı.

Bunların üzerinden HDP’ye yönelik, HDP şahsında Türkiye’deki tüm demokrasi güçlerine dönük kontrollü bir savaş başlatıldı. Bütün bunlarla 7 Haziran seçimlerini kazanacaklarını planlamışlardı. Eğer 7 Haziran’da HDP’yi, demokrasi güçlerinin parlamentoya girişlerini engelleyebilselerdi, mutabakatı da zaten reddetmişti, Önderliğe de tecrit uygulamaya başlamıştı, Ergenekoncularla da anlaşmıştı. İşte o zaman 8 Haziran’da büyük bir askeri darbeyle PKK ve onun gerillasına büyük bir darbe vurulacaktı.

Plan buydu. Fakat 7 Haziran’da onların istediklerinin tersine bir sonuç ortaya çıktı. HDP’nin parlamentoya 80 milletvekiliyle girmesi toplumda ve uluslararası alanda bir nefes almaya yol açtı. Herkes artık savaş olmaz, sorunlar demokratik yoldan çözülür, parlamento ve anayasal yollarla sorunlar çözülür, Türkiye demokratikleşme yönünde gelişme sağlanır beklentisine girdi. Ama 7 Haziran’da ulus devlet rejimi çöktüğü için ve bu rejimden beslenen tüm güçler tehlikeye girdikleri için Erdoğan tüm bu güçlerle ittifak yaptı. Bahçeli 7 Haziran’da daha seçimlerden birkaç saat sonra Kasım da tekrar seçim olacağını söyledi. Bu zaten her şeyi izah ediyordu.

7 HAZİRAN SEÇİMLERİNDEN SONRA SİVİL DARBE GELİŞTİRİLDİ

Neden tekrar seçimi gerekli gördüler?

Çünkü AKP hükümeti düşmüştü, Erdoğan'ın yargılanmasının yolu açılmıştı. Ulus devlet rejimi iflas etmişti. Burada yapılması gereken aslında Türkiye’yi demokratikleşme yönünde geliştirmekti. Bunların hedefinde demokratikleşme, sorunları demokratikleşme yoluyla çözme olmadığından ve savaş kararı aldıklarından, Önder Apo’nun demokratik çözüm yönünde geliştirdiği adımları da ayakları altına aldıklarından güya rejimi kurtarma, kendilerini kurtarma adı altında bir darbe gerçekleştirdiler. Bir sivil darbe görünümünde 7 Haziran’da darbe gerçekleştirdiler. Bütün faşistler, MHP’liler, ulus devletçiler, Perinçek gibiler, Ergenekoncular, yine siyasi İslamcılar, Kürt işbirlikçileri, savaş yanlısı olanların hepsi Erdoğan'ın etrafında bir ittifak kurdular. Bununla hem rejimi hem de kendilerini kurtaracaklardı. Tabi kendilerini kurtarmak da rejimi kurtarmaya bağlıdır. Çünkü bu rejimden en çok onlar besleniyordu. Demokratikleşme olursa bunların hepsi yargılanacak ve hesap vereceklerdi. İşte bunun önüne geçmek için Erdoğan'ın etrafında hepsi birleşerek ittifak yaptılar.

ERDOĞAN SİYASİ İSLAMI İNKAR VE İMHANIN HİZMETİNE KOYDU

Eskiden de ulus devlet yönünde çabalar vardı, bunun önünde engel olan bütün halkları katliamdan geçirmişlerdi ama İslamcılar sistemin dışındaydı. Yine bütün Kürt işbirlikçileri Kürdistan'ın diğer parçalarında Kürtlere yönelik katliamlara sınırlı katılmışlardı. Ama Erdoğan ilk kez siyasi İslamı da inkar imhaya dahil etti. Kürdistan’daki bütün işbirlikçileri de buna kattı. Yani devletin inkarcı, imhacı politikasına toplumun belli bir kesiminde taban oluşturdu. Bir de o zamana kadar Türklük İslamiyetin hizmetindeydi ve Türklük bundan bir kazanç elde etmemişti. Erdoğan, İslamiyeti Türklüğün hizmetine koydu. Eskiden MHP bunu yapmaya çalıştı. Ama MHP Şamanizm diniyle milliyetçiliği birleştirmeye çalıştığı için fazla etkili olamıyordu. İşte Erdoğan’la birlikte kez İslamiyetin Türklükle birleştirilmesi oldukça tehlikeli bir durum ortaya çıkardı.

Erdoğan’ın bu siyaseti toplumda karşılık buldu mu?

Evet, buldu tabi. Çünkü onun zemini vardı. MHP Şamanizmi esas aldığı için zemin bulamıyordu. Türkiye’de İslami cemaat, din etkeni güçlü olduğu için Erdoğan’ın bu siyaseti karşılık buldu. Erdoğan din ile milliyetçiliği bileştirerek devletin inkarcı, imhacı politikasını daha etkili kullandı. Uluslararası güçler de Erdoğan’ın bu siyasetini destekledi.

NATO KENDİSİNİ KORUMAK İÇİN ERDOĞAN’A DESTEK VERDİ

Neden?

Çünkü Türkiye bir NATO ülkesidir. NATO’nun çökmesi, kapitalist modernite sistemine zarar veriyordu. Onun için Erdoğan’ı destekleme kararı aldı. Zaten Erdoğan da 7 Haziran seçim sonuçlarıyla onlara muhtaç hale gelmişti. Erdoğan'ın yargılanmasının yolu açılmıştı. Uluslararası bazı destekler sağlamadan tekrardan darbe yapmak, iktidarı ele geçirmek mümkün, savaşı yürütmek mümkün değildi. O zamana kadar hep NATO’nun, kapitalist modernist sistemin desteğiyle hareketimize karşı, tüm muhalif güçlere karşı savaşı yürütmüştü. Uluslararası güçler AKP’nin 7 Haziran’da yediği darbeyi kendileri için bir fırsat görerek değerlendirmek istediler. Bazı destekler vererek Erdoğan’ı daha çok denetimleri altına almak istediler. Türkiye NATO üyesi olduğu için NATO’yu, dolayısıyla sistemlerini korumak istediler.

ABD AKILLI BOMBALARI PKK’YE KARŞI KULLANMAK İÇİN TÜRKİYE’YE VERDİ

Örneğin Avrupa insan hakları raporunu yayınlayacaktı ama seçimlerin sonrasına bıraktılar. Yayınlansaydı Erdoğan ve AKP için aleyhte sonuçlara yol açacaktı. Yine ABD o zamana kadar akıllı bombaları Türkiye’ye vermeyi yasaklamıştı ama o dönemde bu yasağı kaldırdı. Bu bombaların Türkiye’ye verilmesinin amacı bombaların PKK’ye, Kürtlere karşı savaşta kullanılmasıydı. Bu tarzda aslında Erdoğan NATO çıkarı adı altında desteklendi.

MERKEL’İN ZİYARETİ NATO ÇIKARLARINI KORUMA AMAÇLIYDI

Bir de Merkel’in Erdoğan’ı ziyareti var. Birçok kişi Merkel’in gelişini eleştirdi. Oysa Merkel, sadece Almanya adına değil, NATO adına o ziyareti yaptı. Çünkü 1986 da NATO Türkiye’yi koruma görevini Almanya’ya verdi. Almanya, PKK ve muhaliflerin demokrasi mücadelesine karşı sürekli Türkiye’yi korumaya çalıştı. Elbette ki burada Almanya’nın kendi çıkarları da var.

Almanya Türk ilişkileri eskiye dayanır. General Moltke, Osmanlı askerlerini eğitmiş ve ordunun başında yer alarak Bedirhan paşa hareketini Botan’da bastırmıştı. Yani hem Kürt, hem sosyalizm düşmanlığı var hem de NATO adına Türkiye’yi koruma görevi var. Merkel, bunların hepsini temsilen görüşme gerçekleştirdi. İçte ve dışta bu ittifaklar, destekler sağlanarak 7 Haziran darbesi gerçekleştirildi.

CEYLANPINAR OLAYI PLANLANAN SAVAŞIN GEREKÇESİ YAPILDI

Bu dönemde kontrollü savaşın sonuç yaratmadığı görüldüğünden açıktan ve kontrolsüz bir savaş geliştirildi. Bunun gerekçeleri de yaratılmaya çalışıldı. Kobanê ve Suruç katliamları geliştirilerek ardından Ceylanpınar’da iki Türk polisinin öldürdüğü olay yaşandı. Ceylanpınar olayı da PKK yapmış gibi gösterildi. Bununla PKK’nin çözüm sürecini bitirdiği, polislerin öldürülmesine karşı da Türkiye’nin kendisini koruma hakkı olduğu propaganda edildi. Bu savaş gerekçesi yapıldı. Yine Kilis’te güya DAİŞ tarafından Türk askerinin öldürüldüğü senaryosu geliştirildi. İşte Amerika ile de incirlik üzerine anlaşma yapılarak hemen ardından 24 Temmuz’da hareketimize karşı büyük bir hava saldırısı başlatıldı. Davutoğlu’nun deyimiyle bir gecede 400 HPG mevzisi vuruldu.

24 Temmuz saldırılarının TC tarihinin en kapsamlı operasyonu olduğu söyleniyordu.

Evet. En kapsamlı operasyonu yaptık, PKK’ye büyük darbe vurduk diye yansıttılar. Bununla övündüler. Tüm yasaları, anayasayı, kanunları ayaklar altına alarak giderek derinleştirilen bir savaşı PKK’ye karşı böyle geliştirdiler. Kürtlere ve hareketimize yönelik soykırım ve tasfiyeyi gerçekleştirmek için bütün olanaklarını seferber ettiler.

AKP VE ERDOĞAN SİYASETİ TÜRKİYE’DE TAM ANLAŞILMIYOR

AKP ve yandaş basını bu savaşı sanki sizin hareketiniz başlatmış gibi bir algı yaratmaya çalıştı. Bazı çevreler de aslında bu propagandanın etkisinde kaldı. AKP bu algı operasyonuyla neyi amaçlıyordu? Bir de AKP dışındaki çevreler nasıl oldu da bundan etkilenebildi?

Aslında AKP ve Erdoğan’ın siyaset tarzı Türkiye’de tam anlaşılmış değil. Çünkü AKP ve Erdoğan, psikolojik savaşı oldukça güçlü yürütüyor. Geçmişte İslamcı çevrelere karşı psikolojik özel savaş yürütüldü. Kendilerine karşı yürütüldüğü için de, bu çevre bu savaşı iyi biliyor. Onun için iktidara geldiklerinde bu savaşı güçlü geliştirdiler.

Psikolojik özel savaşın özü algılar oluşturma, yalan uydurma, doğruları muğlaklaştırma, toplumda parçalanma yaratmak, yandaşlarını militanlaştırmak, onlara her türlü saldırı imkânı yaratmak ve bunun dışında kalan toplumu sindirerek teslim almaktır. Bunula birlikte umut ve beklenti de yaratıyorlar. Ciddi bir gündem saptırmasıyla insanları aldatıyorlar. Bazen de ortalığa bir gündem atarak herkesi onunla meşgul ediyor ve kendileri de kendi işlerini yürütüyorlar. Erdoğan işte bunu yapıyor.

ERDOĞAN FETULLAH GÜLEN’İ KULLANDI İŞİ BİTİNCE KARŞISINA ALDI

Erdoğan bu şekilde iktidarını geliştirirken birçok gücü de kullandı. Örneğin Türkiye’de Fetullah Gülen’i bu şekilde kullandı. İhtiyacı kalmayınca da karşısına aldı. Türkiye’de kimi aydınlar, yazarlar, akademisyenler de Erdoğan’ı destekledi. Çünkü “ben Türkiye’yi demokratikleştireceğim, Türkiye’de artık darbeler olmayacak, sıkıyönetimler, olağanüstü haller olmayacak, askerin vesayeti olmayacak gibi bir sürü aldatıcı, oyalayıcı ve umut yaratıcı vaatlerde bulundu. Erdoğan, herkeste demokratikleşme umudu, özlemi olduğunu iyi görmüştü. Uluslararası alanı da böyle kullandı. Onlarda da umut yaratarak desteklerini aldı. Bu tarzda aslında adım adım iktidarını pekiştirdi. İktidarını pekiştirdikçe ittifak geliştirdiği kişileri dıştaladı. Kendini güçlü hissettiğinde ve başkalarına ihtiyacı kalmadığında ise bunları dışladı. Bunu AKP’nin içerisinde bile yaptı. AKP’nin kurucu kadrolarını böyle tasfiye etti.

ERDOĞAN GERÇEĞİ DARBELER GERÇEĞİDİR

Aynı zamanda Kürtler içinde işbirlikçi çizgiyi daha fazla derinleştirdi diyebilir miyiz?

Elbette! Kürdistan’da kendine bağlı bir işbirlikçi çizgi yaratmak istedi. Bazı tekeller, iş çevreleri yaratmak istedi. Bunlara dayanarak orta sınıfı yaratmak istedi. İşbirlikçi, milliyetçi Kürt çevrelerini de bunlarla bütünleştirerek Kürdistan’da yeniden kendi hegemonyasını kurmayı amaçladı.

Aslında Erdoğan gerçeği darbeler gerçeğidir. İyi incelenirse sürekli olarak darbeler yoluyla iktidarını kurduğu ve koruduğu görülecektir. Aslında bu Osmanlıdan beri gelen bir kültür ve gelenektir. Yine incelenirse Osmanlı ve Türkiye cumhuriyeti tarihinin böyle olduğu da görülecektir.

Osmanlı tarihinde sürekli olarak sultanlar kendi saraylarında darbe yapmış, saray içinden de sultanlara, padişahlara karşı hep darbeler yapılmıştır. Yeniçeriler hep isyan halindedirler. Vezirlerin kafaları kesilmiştir. İktidarını korumak için padişahlar oğullarını boğdurmuştur. İttihat terakki de darbeler yapmış.

Türkiye de iktidarlar hep darbelere dayalı gelişiyor. Sürekli olarak iktidar kavgaları bunu doğuruyor. Onun için hep darbeler ve karşı darbeler gelişiyor. Yani Erdoğan’ın tarihi bu kültür ve geleneğe dayanıyor. Hatırlayalım, Erbakan hocanın partisine de darbe yaparak etkisiz hale getirdi. Oradan AKP çıktı. Bu darbe üzerinden kendi iktidarını kurdu.

Uluslararası ilişkilerinde de bu gerçekler var. Kaddafi’ye, Beşar Esad’a, Maliki’ye biz kardeşiz diyordu,  ortak hükümet toplantıları yapıyorlardı. Fakat daha sonra bunların hepsini bir kenara attı, tasfiye etti. İçerde de en son Davutoğlu’nu tasfiye etti. İsrail’le ilişkilerini geliştirmek için İHH’yı tasfiye etti.

KÜRT SORUNU ÇÖZÜLMEDİĞİNDEN DARBE MEKANİĞİ İŞLEMEYE DEVAM EDİYOR

Demokrasi, özgürlük ve adaletin olmadığı yerlerde bu tip gelişmeler sürekli yaşanır. Önder Apo, “Kürt sorunu çözülmezse Türkiye’deki darbe mekaniği harekete geçer” dedi. Türkiye’deki darbe mekaniği bazen yavaşlasa da sürekli olarak işliyor. İşte Erdoğan’da iktidarına karşı en ufak bir tehlike gördüğünde hemen darbe yapıyor. Dolmabahçe mutabakatına karşı, 7 Haziran seçim sonuçlarına karşı yaptığı, 1 Kasım seçimlerinde yaptığı tam da budur.

Erdoğan sürekli mağduriyet siyaseti yürüterek, sanki kendisi çok demokrat ve demokrasi sevdalısıymış gibi göstermeyi başardı. Bu nasıl oluyor da toplumda karşılık bulabiliyor? Nasıl oluyor da hem Türkiye içerisinde siyasal partilerde, demokrasi güçlerinde hem de uluslararası güçlerde bir ikna yaratarak desteklerini alabiliyor? Dava ve yol arkadaşlığından sürekli söz eder, ama onları da tasfiye ediyor.

Dava arkadaşlığından hep söz etmesi aslında Türkiye’deki Müslüman kesimi aldatmak içindir. Sürekli olarak her şeyi Müslümanlar ve İslamiyet için yaptığını, söylüyor. Çünkü cumhuriyet döneminde Müslümanlar sistem dışı kalmıştı. Sistem tarafından ezilip, horlanmışlardı. Bu durum o kesimde içinde bir psikoloji yaratmıştı. Erdoğan da güya İslamiyet adına ortaya çıktı. O kesime seslendi ve onlara bazı şeyler de kazandırdı. Onun için sürekli dava arkadaşlığından bahsediyor. Bununla aslında o kesimi hep yanında tutmak istiyor. Yeri geldiğinde de kendi amaçları doğrultusunda harekete geçiriyor. Onlarda eskiden yaşadıkları mağduriyetten sonra Erdoğan’la bazı şeyleri kazandıkları için Erdoğan’ın birçok şeyini kabul etmeseler bile kazandıklarını kaybetme korkusuyla destek veriyorlar.

Aslında bu psikoloji, diktatörlerin olduğu yerlerde toplumda yaşanan bir psikoloji değil mi?

Evet, öyle. Zaten demokrasinin yaşanmadığı yerlerde böyle durumlar yaşanır. Demokrasi, adalet ve özgürlüklerin yaşandığı yerde kesinlikle bunların hiçbir anlamı yoktur ve kimse de ciddiye almaz. Ama diktatörlüklerin olduğu yerlerde ezilenler bazı imkânlar elde ettiklerinde kim imkânları onlara kazandırmışsa onu desteklerler. Çünkü varlıklarını onda bulmuşlardır.

Mağduriyet psikolojisinin sürekli dillendirmesi de bununla bağlantılıdır. Biz hep ezildik, dışlandık, hor görüldük. Şimdi ise bazı imkânlara kavuştuk ancak birileri bu imkanları yeniden elimizden almak istiyor, deniliyor.

Bunun için sürekli bir korku ortamı da yaratırlar değil mi?

Gayet tabi. Kendisine bağlı güçleri ortalığa salıyor. Onlar vasıtasıyla şiddet uygulayarak, korku salarak, terör estirerek ve baskılar yapıyorlar. Örneğin işten çıkartma vb. yöntemlerle de herkesi sindirmeye çalışıyorlar. Ama gelinen aşamada bu gerçeklik artık deşifre olduğunda fazla da sonuç vermiyor. Erdoğan'ın bu gerçekliğini deşifre edip ortaya çıkaran da Kürdistan özgürlük mücadelesidir.

ERDOĞAN İKTİDARININ ÖNÜNDEKİ EN BÜYÜK ENGEL KÜRTLERDİR

O dönemlerde en çok tartışılan bir husus ise şehirlerde öz yönetimlerin ilanı oldu.  Neden böyle bir ilana ihtiyaç duyuldu? Bu öz yönetimleri zorunlu kılan, bunlarla amaçlanan neydi?

Aslında Erdoğan’ın önündeki en büyük engel PKK ve Kürtlerdir. Bu engeli hep ortadan kaldırmaya çalıştı. Çünkü bu engeli ortadan kaldırmadan isteği sonucu öyle rahat elde edemeyeceğini iyi biliyor.

Türkiye’de ulus devlet oluşturulmak istendi. Bunun için Kürtlerin dışındaki tüm halklar, kültürler, dinler nerdeyse yok edilme aşamasına getirildi. Bunların tekrardan dirilmemesi için de, Kürtlerin mutlaka yok edilmesi gerekiyordu. Onun için, tüm iç dış politikalar tamamen Kürtleri yok etme üzerine kurgulandı. Çünkü Kürtleri yok edilmesi ulus devletin istenildiği şekilde inşası anlamına da geliyor. Kürtleri yok etmek için büyük çaba harcadılar ama başaramadılar. Tüm yok etme girişiminden sonra Kürt özgürlük hareketi daha da büyüyerek karşılarına çıktı. Yok ettiklerini düşündükleri tüm halkları, kimlikleri Kürtler canlandırdı ve 7 Haziran seçimlerinde parlamentoya taşıdı. O açıdan 7 Haziran seçimleri sıradan bir seçim de değildir. 7 Haziran ulus devlet rejiminin çöküş tarihidir. Bunu geliştiren PKK ve Kürt özgürlük hareketidir, Türkiye’deki demokrasi güçlerinin mücadelesidir. Bunun sonucunda Erdoğan’ın gerçekliği ortaya çıktı.

ERDOĞAN’A İLK DARBE KOBANÊ’DE VURULDU

Erdoğan’a ilk darbe Kobanê’de vuruldu. Oysa Kobanê ile güya devrimi tasfiye etmeyi planlamışlardı. Erdoğan da bu şekilde Türklüğün ve İslamın lideri olacaktı. Ama bu olmadığı gibi ikinci darbeyi de 7 Haziran’da yedi.

Çünkü 7 Haziran seçimleriyle de tüm demokrasi güçleri parlamento dışında bırakılacak ve 8 Haziran’da da askeri bir hamleyle büyük bir darbe uygulanacak ve tüm engeller bu şekilde ortadan kaldırılacaktı. Planları buydu.

Bu da tutmadı. Tutmayınca yasalarını, ana yasasını, uluslararası tüm yasaları insanlık suçunu, savaş suçunu da işleyerek PKK ve Kürtlere dönük büyük bir saldırı başlattı. Bizim şahsımızda Türkiye’deki tüm demokrasi güçlerine karşı da savaş açtı. Bu kez bununla Newroz’a kadar sonuç almayı hesapladı. Fakat Kürt özgürlük hareketi buna karşı da durdu. İşte adına çökertme planı dedikleri bu saldırının boşa çıkarılması için de Kürt Özgürlük Hareketi öz yönetimlerle karşılık verdi.

ÖZ YÖNETİM DİRENİŞLERİ SOYKIRIMA KARŞI GELİŞTİRİLDİ

Öz savunma, öz yönetim soykırıma karşı kendini koruma, özgürlüğünü elde etme, geleceğini güvence altına alma hamlesiydi. Bu çökertme planı da boşa çıkarılınca üçüncü darbeyi de burada yedi. 7 Haziran’da böyle bir planı hayata geçirecekleri çok net ortaya çıkmıştı. Anti demokratik uygulamalara halk iradesinin biraz da olsa parlamentoya yansıdığı seçimler 7 Haziran seçimler olmuştu. Amacı demokrasi ve Kürt sorununun çözümü olanlar kendilerine 7 Haziran seçim sonuçlarını esas aldılar.

İKTİDAR VE DEVLET 7 HAZİRAN SEÇİM SONUÇLARINI YOK SAYDI

İktidar ve devlet 7 Haziran’ı reddetti. İktidardan düşen AKP ve ulus devletçi güçler oldukça tehlikeli bir duruma düştü, rejim iflas etti. Darbeyle rejimi ve kendilerini koruyabileceklerini düşündüler. Türkiye’yi düşündükleri falan yoktu. İflas eden bir rejimi ancak büyük bir savaş ile koruyabileceklerini düşündüler. Oysa Türkiye’yi düşünen savaşa başvurmaz. Çünkü savaş Türkiye’yi o felaketten çıkartamazdı. Aksine daha büyük bir felakete sürükler. Türkiye’yi o felaketten çıkaracak olan 7 Haziran seçim sonuçlarıydı. Yapılması gereken 7 Haziran seçim sonuçlarına dayanarak demokratikleşmeyi geliştirmek olmalıydı. Kürt sorununu çözmeleri gerekiyordu. Herkesin beklentisi buydu. Fakat onlar herkesin beklentisini ayaklar altına alarak kontrolsüz bir savaşı geliştirdiler. Devlet bahçeli de bunu açıkça belirtti.

Fakat hareketimiz bu durumu fark etti. Çünkü Kobanê’den beri yaşanan gelişmeler böylesi bir savaşa doğru gidildiğini çok net bir şekilde ortaya koyuyordu. Mutabakat reddedildi, müzakere reddedildi,  yok denildi, masa reddedildi. Kürt sorunu yok denildi. Parlamento yok sayıldı. İşte tüm bunlar savaş anlamına geliyordu. Açık bir darbedir. Savaştır. Hem de korkunç bir savaştır. Bunun görülmemesi gerçekten büyük bir siyasi körlüktür. Maalesef Türkiye’de hareketimizin dışında pek bunu gören olmadı. Herkes bu durumu Erdoğan’ın seçim taktikleri şeklinde değerlendirdi.

Hatta o dönemde hareketinizi öz yönetim direnişlerinden dolayı eleştirenler de oldu…

Evet. Onun için, “büyük bir savaş gelişmiyor, buna karşı durma gerekmiyor” biçiminde bir algı yaratıldı. Kimileri kendilerini buna inandırdılar da. PKK’nin ortaya koyduğu direnişi de taktik bir direniş, AKP’yi sıkıştırma olarak gördüler. Gerçeği göremedikleri için de öz yönetimlere karşı durdular. Eleştirdiler.

Bu durum AKP’nin işini daha da kolaylaştırdı denilebilir mi?

Evet, AKP bundan yararlanarak korkunç bir savaşı geliştirdi. Eğer o güçler devletin, AKP’nin, Erdoğan’ın gerçeğini anlasalardı öz yönetimlerin yanında yer alırlardı. Dolayısıyla da bugünkü yaşadığımız sorunlar yaşanmayabilirdi. İşler buraya kadar gelmeyebilirdi. Faşizmin önü tutulabilir, darbelerin önüne geçilebilirdi. Türkiye’de de demokratikleşme yönünde gelişmeler sağlanabilirdi. Ama maalesef bu güçler devlet gerçeğini fark edemedikleri gibi, onun karşısındaki mücadelenin meşru bir savunma olduğunu ve herkes adına bir demokrasi mücadelesi olduğunu anlayamadılar.

Öz yönetimler sadece Kürtler içindi denilebilir mi? Bunun Türkiye demokrasisine yansıması ne olacaktı?

Şimdi sorunlar Ankara’da çözülmüyor. O zaman yereldeki özyönetimlerle çözülmesi gerekir. Onun için öz yönetim direnişleri ortaya çıkarıldı. Bu aslında merkezde geliştirilen darbeye bir cevaptı da. Türkiye’yi Kürdistan’dan başlatarak demokratikleştirmek amaçlanmıştı.

Türkiye’deki demokrasi güçleri niyetlerinde olmazsa da pratikleriyle AKP’nin yaptıklarına hizmet ettiler, onun yedeğine düştüler. Kürdistan’daki mücadeleyle birleşeceklerine bu mücadeleyi anlamsız gördüler. Bunun kazanımları tehlikeye attığını düşündüler. Halbuki Kürdistan’daki mücadele, kazanımları koruma mücadelesiydi. Onları geliştirme mücadelesiydi. Devlet, Erdoğan bu kazanımların hepsini ayaklar altına alıyordu. Buna karşı kazanımları korumak mücadele dışında bir şeyle savunmak olamazdı. Demokrasi güçleri buna güç vereceklerine, Kürtlere destek vereceklerine, Kürtlere karşı durmakla aslında Erdoğan’a destek vermiş oldular. Erdoğan bundan yararlandı. Demokrasi güçlerinin öncülüğü, birliğini, gücünü karşısında görmeyince psikolojik savaşla herkesin kafasını daha da karıştırdı. Kürdistan’daki yıkımları, katliamları bunun üzerinden geliştirdi.

Şimdi diğer bir husus ise kuzeyde gelişen direniş karşısında diğer Kürdistan parçalarındaki güçlerin, halkın tutumudur. Bu süreçte diğer parçaların duruşunu nasıl değerlendiriyorsunuz? İstenilen yankıyı yarattı mı, sizce, gereken destek diğer parçalardan geldi mi?

Aslında gereken destek verilmedi. Bu durum direnişi olumsuz etkiledi. Halbuki diğer parçaların ulusal görevlerini yerine getirmeleri gerekiyordu. Desteğin gelişmemiş olması aslında ulusal birliğin ne kadar zayıf olduğunu da gösteriyor. Ulusal ruhun ne kadar zayıf olduğunu gösteriyor. Mesela kuzey öyle değil, kuzey diğer parçalarda ortaya çıkan gelişmeler karşısında hemen harekete geçiyor, görevini yerine getiriyor. Ama diğer parçalar kuzey karşısında görevini fazla yapmadı.   

YARIN DEVAM EDECEK…