DİZİ I

Asur hegemonyasından DAİŞ işgaline Musul

Musul kültürel yapısı, tarihi ve sahip olduğu ekonomik kaynaklar bakımından küresel ve bölgesel güçler açısından bölgenin önemli merkezlerinden bir derece daha önem arz eden bir kent.

Musul kentinin DAİŞ terörizminden kurtarılmasına dönük başlatılan operasyon halen devam ediyor. Musul kültürel yapısı, tarihi ve sahip olduğu ekonomik kaynaklar bakımından küresel ve bölgesel güçler açısından bölgenin önemli merkezlerinden bir derece daha önem arz eden bir kent.

Musul (Ninova) şehri Irak’ın kuzeybatısında, Türkiye ve Suriye sınırında yer almaktadır. Suriye ile uzun bir sınırı paylaşan Musul şehir merkezi Türkiye sınırına yaklaşık 100 km uzaklıktadır. 9 ilçe ve 21 nahiyeden oluşan Musul’un adı Saddam Hüseyin döneminde Ninova olarak değiştiril­mişti.

Musul, 2 milyona yakın kent nüfusuyla Başûrê Kürdistan’ın en büyük şehri, Irak’ın ise Bağdat’tan sonra ikinci büyük ve önemli şehri durumundadır. Komşusu Kerkük ile birlikte oldukça zengin petrol rezervlerine sahiptir. Musul aynı zamanda tarihi, siyasi, idari ve askeri açılardan da stratejik önemde bir şehirdir, bu nedenlerden dolayı sürekli işgal altında kalmıştır. Bir dosya halinde Musul şehrini bu kadar önemli kılan nedenleri işleyeceğiz.

TARİHSEL ÖNEMİ

Anadolu ile Asya arasında tarihi bir yol üzerinde bulunan Musul, geçmişte önemli bir kültür ve medeniyet merkezi olduğu gibi yer altı ve yer üstü zenginliğiyle de bir çekim alanı olmuştur. Tarihi çok eski zamanlara dayanan Musul’da ilk yerleşimler M.Ö. 2000’li yıllara dayanmaktadır. Asuri Kralı Asur Banipal’in Asurlular devletinin başkenti olarak seçtiği Nemrut, bugünkü Musul topraklarını içerisinde kalmaktadır. Musul, Asurlular zamanında Anadolu toprakları ve Suriye ile Pers toprakları arasında bir köprü ve geçiş noktasıdır. İslamiyet’ten önce Asur ve Babil uygarlıkları, İslamiyet’in yayılmasıyla birlikte Emevi ve Abbasî Devletleri burada kurulmuştur. Musul Selçuklulara, Zengilere, Hewlêr Atabeyliği’ne, Karakoyunlu’ya, Akkoyunlu’ya ve Safevilere de yurt olmuş ve Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlı toprağına katılmış ve Kanuni Sultan Süleyman döneminde de bir Osmanlı vilayeti haline gelmiştir. Kerkük, Süleymaniye Sancağı ve bu sancaklara bağlı kazalar ve nahiyeler Musul vilayetine bağlanmıştır.

Mezopotamya toprakları içinde yer alan Musul’da Asur uygarlığı yaklaşık 1300 yıl hüküm sürmüştür. Ardından gelen Babil hükümranlığı ise Pers saldırıları nedeniyle kesintiye uğramış ve Musul, Perslerin eline geçmiştir. Pers yönetimi sırasında büyük bir Pers akınına maruz kalan bölge, Hıristiyanlığın ortaya çıkışından sonra bu dine yönelmiş ve 2. yüzyıldan sonra Hıristiyanlığın önemli bir merkezi haline gelmiştir. 642 yılında Hz. Ömer tarafından alınan Musul, bu tarihten itibaren Arap nüfusunun göçüne maruz kalmıştır. Bölge kısa süreli Emevi hakimiyetinden sonra 751 yılında Abbasi yönetimine geçmiştir. 1050’li yıllarda Selçuklu hükümdarı Tuğrul Bey tarafından alınan Musul, hükümdarın ölümünden sonra önce Alparslan’ın, daha sonra da oğlu Melikşah’ın yönetimine geçer. 1099 yılında haçlıların eline geçen bölge, iki yıl sonra yine Selçuklular tarafından geri alınır. 1118’de Irak Selçuklu Devleti, Mahmud’un yönetiminde kurulmuştur. Mahmud, 1127 yılında Musul’un yönetimini Aksungur’un oğlu Zengi’ye vermiştir. Zengi ve ailesi, Musul’u 1231 yılına kadar yönetmiştir. Bu tarihten itibaren Bedreddin Lu’lu yönetimine geçen bölge 1261 yılında Moğol istilasıyla Moğolların egemenliğine girmiştir. 1365’te Karakoyunlular tarafından geri alınan Musul, 1409’da Akkoyunluların eline geçer. Akkoyunluların hakimiyeti, Safeviler tarafından sona erdirilmiş, 1517 yılında ise bölge tamamen Osmanlı yönetimine geçer. Yavuz Sultan Selim tarafından alınan bölgenin yönetimi tam 401 yıl Osmanlı Devleti’nde kalır.

Musul, coğrafik konumu ve geniş tarım arazileri, zengin yer altı kaynakları nedeniyle binlerce yıldır pek çok saldırının merkezi haline gelmiştir. Musul Asurlular zamanında Anadolu toprakları ve Suriye ile Pers toprakları arasında bir köprü ve geçiş noktasıydı. Nitekim bu stratejik önemi nedeniyle Osmanlı Devleti’nin yıkılışının ardından bu bölgeyi işgal eden ve daha sonra kendi mandası altında Irak Devleti’ni kuran İngiltere ile Musul’un aidiyeti konusunda anlaşılamamış, mesele Milletler Cemiyetine bırakılmıştır. Ancak burada da bir sonuç alınamaması üzerine 1926’da yapılan Ankara Anlaşması sonucu Musul nihayetinde İngiliz mandası altındaki Irak’a bırakılmıştır. Ortadoğu’daki mandacılığının gelişmesi ve yayılması, Ortadoğu petrollerinin öneminin fark edilmesiyle başlamıştır.

PETROLE GİDEN YOL

Ortadoğu’da yapılan demir yolları projeleri, petrol arayışında kullanılan araçların başında gelmektedir. ABD’nin Osmanlı için yaptıracağı (1908) Chester Demir Yolu Projesi de bunlardan biridir. Bu proje ile Sivas ile Van arasında Harput-Ergani-Diyarbakır-Bitlis’ten geçen bir hat ile bir yandan Musul, Kerkük ve Süleymaniye birleştirilecek diğer yandan ise Adana-Yumurtalık ya da Süveydiye ile Akdeniz’i birleştirecek ve Yumurtalık ya da Süveydiye’de kurulacak bir limanı ön görüyordu. Musul’daki petrolün ABD denetimine girmesi tehdidi nedeniyle, projenin tamamlanması engellenmiş olsa da demir yolu güzergahı, bu güçlerin (başta İngiltere olmak üzere ABD, Almanya, Fransa gibi ülkelerin) stratejik hedeflerinin anlaşılması açısından oldukça dikkat çekicidir.

Tarihi boyunca önemli bir idari, askeri ve ticari merkez olan Musul işlek ulaşım, ticaret ve suyollarını birleştiren bir “kavşak” noktada bulunuyor. Şehir, kuzey-güney doğrultulu ve eski bir nehir ulaşım yolu olan Dicle Nehri’nin de kenarındadır. Şehrin adı işte bu coğrafi özelliğinden kaynaklanır. Musul adı, Arapça “vasl” kökünden “ulaştıran, bağlayan” anlamlarına gelir.

Kentin yer altı ve yer üstü zenginlikleri, stratejik ve coğrafi konumu sebebiyle her zaman savaş halinde olmuştur. Zengin tarihi dokusu ve kozmopolit yapısı her ne kadar büyük zenginlik olsa da, burası işgalciler tarafından her zaman savaş için kullanılabilecek bir zemin olarak değerlendirilmiştir.

ANKARA ANTLAŞMASI

Kürdistan coğrafyası içerisinde tarihte önemli bir yeri olan Musul, 1926 yılında Türk devleti ile İngiltere arasında imzalanan Ankara anlaşmasıyla Kürdistan’ın geleceği konusunda bir dönüm noktası olmuştur. Ankara anlaşmasıyla Musul Irak devletine bırakıldı. Bunun karşılığında hegemonik güç konumunda bulunan İngiltere de Kuzey Kürdistan’da Türk devletinin yapacağı katliamlara karşı çıkmayacak ve doğal bir ortak durumunda olacaktı. Nitekim bu konuda İngiliz yazar ve tarihçi Toynbee, “Eğer biz Türklere Kürtleri teslim edersek, onlar bize Musul’da petrol imtiyazını vereceklerdir” diyordu.

Tarihte her zaman belirleyici bir coğrafya konumunda olan Musul günümüzde de aynı önemini korumaktadır. Gelinen noktada, yeniden belirlenen Ortadoğu haritasında Musul yine işgal sahası olmuş ve yine hem askeri hem de siyasi ve ekonomik olarak ağırlığını ortaya koymaktadır.

İngiltere ile 5 Haziran 1926’da yapılan Ankara Antlaşması’yla Brüksel Hattı, Türkiye-Irak sınırı olarak kabul edilmiş, Türkmenlerin azınlık haklarından hiç söz edilmemiştir. Nedeni ise, Musul konusunda Türkmen azınlık haklarından söz eden Türkiye’nin kendi ülkesinde yaşayan Kürtlerin azınlık haklarının İngiltere tarafından gündeme getirilme endişesidir. Antlaşmanın onaylanmasından sonra Türkiye, hem İngiltere’yle hem de Fransa’yla ilişkilerini geliştirmeye başlamıştır. Antlaşmadan önce Almanya dışında başta İngiltere ve diğer batılı ülkelerin çoğu büyükelçiliklerini İstanbul’da tutmuşlardır ki, bu Türkiye Cumhuriyeti’ni ve başkenti Ankara’yı tanımama anlamına geliyordu. Antlaşmadan sonra ise bu tutumlarından vazgeçip büyükelçiliklerini Ankara’ya taşımışlardır.

Musul, Türkiye'nin kuruluşunda Misak-i Milli sınırları içindeydi. Bu sınırlar M. Kemal’in ifadeleriyle “İskenderun körfezinin güneyinden, Antakya'dan, Halep ile Katma istasyonu arasında Cerablus köprüsünün güneyinde Fırat nehrine ulaşır. Oradan Deyrizor'a iner, oradan doğuya uzatılarak Musul, Kerkük ve Süleymaniye'yi içine alır" biçiminde Misak-i Milli sınırlar belirlenmişti.

1926 yılında Ankara antlaşmasıyla Musul Irak topraklarına dahil edilip bu günkü oluşturulmak istenen Güney Kürdistan devletinin temelleri nasıl atılmışsa, günümüzde de Musul Kürdistan topraklarından kopartılıp oluşturulmak istenen bir Sünni devletinin merkezi haline getirilmek istenmektedir. Yeniden çizilmek istenen Ortadoğu coğrafyasında Musul müdahale merkezi olarak seçilmiştir. Bunun için DAİŞ’in kuruluşu Irak olarak belirlenmiştir. Önce İslam Devleti olarak kurulan DAİŞ, daha sonra ismini Irak- Şam İslam Devleti olarak değiştirmiş ve Sünni bloğun askeri gücü/vurucu gücü olarak şekillendirilmiştir.

MUSUL PETROLÜ ÜZERİNDEKİ BİTİMSİZ REKABET

II. Abdülhamit, 33 yıllık padişahlık süresiyle Osmanlı’nın tahtta en uzun kalan padişahlarındandır. II. Abdülhamit’i diğer padişahlardan farklı kılan özelliği, 19. yy ’da gelişecek olan petrol savaşlarını erken fark etmesidir. Bu öngörü ile 1890’da çıkardığı “İrade-i Seniye” ile petrol alanlarını (bu harita hala güncelliğini korumaktadır) “Padişah Hazinesi” olarak ilan etmiştir. Fakat bu alanları “İrade-i Seniye” haline getirmesi de bu alanların elinden alınmasını engelleyememiştir. Almanlar tarafından 1908 yılında tahttan indirilen II. Abdülhamit’e ait mülkler önce Genç Türkler-İttihat ve Terakkiciler tarafından Osmanlı’nın borçlarına karşılık olarak gösterilmiştir. Musul ve Bağdat petrol yataklarının da bulunduğu bu arazilerin paylaşımı Alman ve İngiliz ortaklığında, Turkish Petroleum Co.’nun (İngiliz) ortaklık şekli olarak hisselerin % 50 D’arcy, % 25 Anglo‐Saxon Co. ve % 25 Deutsche Bank arasında paylaşılmıştı.

Amerika’nın girişimleri sonucu Abdülhamit’in söz konusu Padişah hazinesini II. Meşrutiyet’in tarihi olan 1908’den sonra maliye hazinesine devretmesinin yasal olmadığını, ittihatçıların baskılarıyla böyle bir şeye mecbur kaldığı ispat edilmeye çalışmıştır. Amerikalıların bu hamlesi, İngiliz petrol şirketlerini telaşlandırmış ve konunun hukukî boyutunu araştırmaya başlamışlardır. Osmanlı’nın o dönemdeki resmi gazetesi olan “Takvim-i Veka-yi” den Padişah hazinesinin artık padişahın şahsına ait olmadığı ve maliyeye devredildiği ortaya çıkmıştır. Bu konuda karşılıklı iddialar devam etmiş ve Türk tezini Lozan’da ABD’nin desteklemesinden telaşa kapılan İngiliz başbakanı, Amerikan oyununu bozmak için Türklere Lozan’da Turkish Petrolün payından (Irak hükûmetine geçen payından) % 20’sini teklif etmek istemişse de Curzon buna gerek olmadığını söylemiştir. Çünkü ona göre Türkler çok daha az paya razı olacaklardır. Türk heyeti, petrolden Abdülhamit’in varislerine pay verilmesinin Osmanlı Devleti’nin varlığının devam ettiği anlamına geleceği için İngiliz tezine yaklaşmıştır. Sonuçta İngiltere, Amerikalıların baskılarına dayanamayıp 31 Temmuz 1928’de yapılan nihai anlaşma ile Musul petrolünden Fransız ve Amerikalılara da pay vermek zorunda kalmıştır.

Türkiye’nin Musul konusunda tek kazanımı, 25 yıl süreyle Irak petrol gelirlerinden Türkiye’ye %10 pay verilmesinin kabul edilmiş olmasıdır. Türkiye’nin bu hakkından 500.000 sterlin alarak feragat ettiği söylenmişse de bunun doğru olmadığı belirtilmektedir.

Türkiye Irak petrollerinden 1954 yılına kadar pay almış, ancak bu paydan alması gereken 2.000.000 sterlin alacağını, 1958’de Irak yönetimini darbeyle devralan General Kasım’dan sonra alamadığı için, bütçe gelir cetvelinde alacak olarak 1986 yılına kadar göstermiş ve aynı yıl Turgut Özal tarafından Arap ülkeleriyle ilişkilerin geliştirilmesi politikası doğrultusunda bu alacak bütçeden çıkartılmıştır.

Yarın: Musul’un coğrafi konumu, Sosyo-kültürel yapısı, önemi ve Nüfus ile aşiret yapısı