Andok: İnsanlığın iyiliğini isteyen hiçbir işgalci güç yoktur

Kürtler için Türk devletinin işgalci bir devlet olduğunu ve insanlığın iyiliğini isteyen hiçbir işgalci gücün olmadığını belirten Andok, Türk devletinin Kürtler için imha ve inkardan hiçbir zaman vaz geçmediğini söyledi.

KCK Yürütme Konseyi üyesi Xebat Andok, Kürtler için Türk devletinin işgalci bir devlet olduğunu ve insanlığın iyiliğini isteyen hiçbir işgalci gücün olmadığını belirtti. Türk devletinin Kürtler için imha ve inkardan hiçbir zaman vaz geçmediğini söyleyen Andok, “Kürtlerin kökünü kurutmak için çabalıyor” dedi.

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Xebat Andok, öz savunmadan, Türk devletinin Medya Savunma Alanlarına düzenlediği saldırılar, bu saldırılara karşı KDP’nin tavrına, gerillaların Güney Kürdistan’da DAİŞ çetelerine karşı yürüttüğü mücadeleye kadar birçok konuyu ANF’ye değerlendirdi.

Öz savunma ne anlama geliyor, Neden öz savunma?

Öz savunma kendini savunmak anlamına gelir, kendi varlığını savunmak anlamına gelir. Felsefi anlam değeri de taşır. Öze ait, aynı zamanda belirleyici olan kendine ait bir şeydir. Dinde, felsefede ve bilimde de bunun bir karşılığı vardır; öz ya da cevherden ele alırsak böyle diyebiliriz. Toplum için cevher ya da öz ne anlama gelir? Toplumu toplum yapan, onu oluşturan her şey cevhere aittir ve odur. Aynı zamanda insanı insan yapan şey de onun özündeki cevherdir. Bu anlamda öz savunma, kendi kendini savunmak anlamına gelir. Kendi varlığını ele almak anlamını taşır, yani kendi varlığını devam ettirme çabası ve uğraşıdır. Var olmak, varlığını sürdürebilmek için mücadele etmektir.

Canlıların varlığını sürdürme çabası, doğanın kendi özünde de vardır. İnsanlık tarihinin bilim insanları ve felsefecileri, hatta günümüz bilim insanları da doğanın canlı olduğunu göstermiştir. Doğa her boyutuyla canlıdır ve doğada her biçimiyle kendi öz savunmasına sahiptir, varoluş mücadelesine sahiptir. Bütün varlık ve canlılarda kendi varlığını savunmak ortaktır. Her canlıda varlık ve öz savunma mücadelesi vardır. Bütün felsefe, doğa ve toplumlarda bu geçerlidir. Var olmaktır.

Devlet açısından bakarsak, öz savunma ve devletçi sistem arasında nasıl bir bağ kurabiliriz?

Var olma sorunu tarihsel anlamda devlet ve uygarlığın oluşumundan sonradır. Bunun öncesinde toplumun öz savunma gibi bir sorunu yoktur. Uzun süren doğal toplum sürecinde, insanlığın üzerinde baskı ve zulüm yoktu. Toplumun asimilasyonu ve çatışma hali yoktu. Doğal yaşamda canlılar nasıl yaşamlarını sürdürüyorlarsa, insanlar da öyle yaşıyorlardı. Ne sistematik savaş ne de iktidarcı sistem vardı. Bu yüzden de var olma, varoluş sorunu ortaya çıkmamıştı. Sadece gelişme sorunları vardı diyebiliriz. Toplumsal sorun başkadır, gelişme sorunu başkadır. Doğal toplumda gelişme sorunları vardır; ama kimse bir diğerinin varlığı üzerinde baskı ve zor uygulamaz. Güncel olarak bir benzetme yaparsak; bir erkek o dönemde bir kadın üzerinde egemenlik kurmaya çalışmazdı. Kimse zorla kendisinin dışındakileri, kendisine benzetmeye çalışmaz, bunun dayatmasını yapmazdı. Yine o dönemde ulus devlet formu ortaya çıkmamıştı. Sadece toplumsal form vardı. Klan ve kabile formları vardı. Ama günümüzde yaşandığı gibi, hiçbir kabile bir başka kabileye; sen kendi dilini ya da dinini terk edeceksin, benim dilime, dinime geçeceksin demezdi. Birbirlerinin varlıklarına müdahale diye bir şey söz konusu değildir. Varlık ya da var olma sorunu dediğimiz şey devletli uygarlıkla birlikte ortaya çıkmıştır. Devlet en ‘mükemmel’ düzeyde örgütlenmiş bir iktidar yapılanmasıdır.

Tarihin hangi döneminde ortaya çıkarsa çıksın, hangi gücün elinde olursa olsun, baştan aşağıya kadar iktidar, sömürü ve insanlık değerlerine karşı örgütlenmiş bir iktidar aracıdır. Gerekirse, çıkarlarına uymayan, kendisi dışında her toplumsal kesimi öldürür. Tarih boyunca merkezi uygarlık sistemine baktığımızda baştan aşağı bir savaş tarihi olduğunu görürüz. Savaş ve şiddetle nasıl egemenliğimizi sürdürürüz, nasıl sömürürüz, nasıl zapt ederiz zihniyetidir. İktidar sistemlerini yürütmek için, her türlü teknik ve aracı kullanmışlardır, böylelikle toplumsal varlığa müdahale etmeye çalışırlar. Toplum eskiden aktifti, kendi politikasını yapıyor, kendi sorunları üzerine kafa yoruyordu. Toplumsal sorunların çözümü için rol üstlenerek çaba harcıyordu. Kendi toplumunun savunması için çalışıyordu. Ahlaki ve politik bir toplumdu. Devletçi sistem ise topluma; siz kendi sorunlarınızı çözmekten acizsiniz, biz olmazsak siz de var olamazsınız gözüyle bakmıştır. Sümer mitolojisindeki tanrı söylemlerinde bunu daha belirgin görebiliriz. Mesela Tanrı Enki her şeydir. Enki suyun sahibidir, Enki olmazsa su da olmaz. Toplumun varlık gücü dışlanmış, yerine bir kaç kişi ya da grubun güç merkezi getirilmiştir. Her şeyi doğa yaratmış olmasına rağmen, iktidarcı sistem kendisini yaratıcı yerine koyarak, doğayı da her şeyi de ben yarattım, demiştir. Kadın, erkek eliyle nasıl düşürüldüyse, toplum da aynı erkek sistemi olan iktidarcı devlet sistemi eliyle düşürülmüştür. Varlık ve kendini savunma sorunu bu tarihsel koşullar altında ortaya çıkmıştır.

Günümüzde topluma karşı birçok saldırı ve katliamlar yaşanıyor. Halk ya da toplum kendisini nasıl koruyacak?

Pirsus, Gezi ve Roboskî katliamlarında öz savunmanın toplumun genel bir sorunu olduğu görüldü. Bu sorunu sadece Kürtler yaşamıyor. Laz, Çerkez, Türk vb. toplumun tüm kesimlerin de sorunları yok mudur? Vardır. Türk devlet sistemi, tekçi yapısıyla toplumun her kesimini tek tipleştirmiştir. Kürtlerin tek farkı, bu saldırılara karşı örgütlü mücadele yürütüyor olmasıdır. Devlet fiziki soykırım yapamadığı zaman, kültürel soykırım yöntemlerine başvuruyor. Türk devleti ulus-devletçi bir zihniyete sahiptir. Devlet sözcülerinden Cemil Çiçek hala ‘biz Kürtleri asimile edemedik’ diyerek ‘özeleştirisini’ vermektedir. Çünkü Kürtlerin hala varlığını sürdürüyor olması, devlet için bir başarısızlık delilidir. Son Pirsus katliamı, öz savunmanın toplumsal tüm kesimler için bir zorunluluk olduğunu gözler önüne serdi. Çünkü devlet ve iktidarcı sistem, topluma müdahale etmektedir. Dine, mezhebe, kültüre, her şeye bir müdahale var. Kürt gerçeğindeki ağır durum ise, Kürtlerin varlığının dahi kabul edilmemiş olmasıdır.

Hala da Türk devleti, Kürt ve Kürdistan ile ilgili tek bir şeyi kabul etmemiştir. İnkâr politikaları devam etmektedir. Kürt halkı üzerinde imha politikaları bugün de AKP eliyle yürütülmektedir. Toplumsal zeminde kim diyebilir ki ben öz kimliğime sahibim. Hiyerarşik, iktidarcı sistemin her alanda kendisini örgütlemesi gerçeğinin, insan üzerinde de etkilerini görmek gerekir. Öncelikle kadının, erkek egemen devlet sisteminin saldırılarına kaşı, kendi varlığını koruma ve savunma ihtiyacı acildir. Her zamankinden daha güçlü bir öz savunmaya ihtiyaç vardır. Her kimlik, kendi özvarlığına ve özerkliğine saygı temelinde ortak bir toplumsallık yaratmalı ve iktidarcı sisteme karşı durabilmelidir. Bugün Bakur’daki koşullar bunu daha fazla gerektirmektedir. Şu anda toplumun her kesimine karşı bir saldırı başlamış durumda. Belki de ilk kez bu derece geniş çaplı bir toplumsal muhalefet çıkışı ve buna karşı topyekûn bir saldırı var. Roboskî katliamı üzerinden çok uzun bir zaman geçmedi ve saldırılar aynı yok etme yöntemleriyle devam etmektedir. Şimdi Medya Savunma Alanları neden bu kadar bombalanıyor? Kürdün, gerillanın bir kişisinin bile kalmasını istemiyorlar. Aleviye, Kürde, kadına, devrimcilere, herkese saldırıyorlar. Egemenler her zaman kendi içlerinde birliktir. AKP’si, DAİŞ‘i, KDP’si vb. böyledir, ortak hareket ederler. Hedef her zaman toplumdur. Onlar nasıl kendi aralarında ittifak halinde saldırıya geçmişlerse, toplumsal güçler olarak bizler de birlik temelinde bir ittifak geliştirip bu tarz kirli ittifakları boşa çıkarmalıyız.

Öncellikle Kürtler için Türk devleti işgalci bir devlettir ve insanların iyiliğini isteyen işgalci güç yoktur, Kürdistan’da da hiç yoktur. Her yerde işgalci işgalcidir. İşgal etmek, toplumun kökünü kurutmak için saldırır. Şimdi Kürdistan'da gelişen durum budur, bunu öncelikle tespit etmek lazım. Hiçbir zaman Türk devleti Kürtler için imha ve inkârdan vazgeçmemiştir ve Kürtlerin kökünü kurutmak için çabalıyor. Bazı açıklamalar var onları korumak için, polis neredeydi devlet güçleri neredeydi? Ama şunu bilmeliyiz ki bu devlet Kürtler için kurulmamış, bu devlet Kürt halkını yok etmek için var olmuş bir devlettir. İnsan kendi düşmanı, celladından ve kan emicisinden nasıl kendisini korumasını bekleyebilir. Devletin farklı yol ve yöntemleri var. Kendi hukuki yollarını kullanarak, seni inkâr ediyorsa, bu da soykırımın başka boyutudur.

Türkiye Cumhuriyeti literatüründe ne Kürt ne de Kürdistan var. Ekonomik boyutta da Kürt için aç kalsınlar, coğrafik zenginliklerinden faydalanmasın diye, sadece karın tokluğuna çalışsın diye her tahribatı yapıyorlar. Kürdistan’ın tüm zenginliklerini emiyor ve rantçılara peşkeş çekiyor. Tarihimizi sular altında bırakıyorlar. DAİŞ yoluyla Ortadoğu'da ne kadar tarihi miras varsa hepsini yok ediyor. Böylece toplumları tarihsiz bırakmaya çalışıyorlar. Bu yüzden bu savaş yok etme savaşıdır, gelişecek savaş da öz savunma savaşıdır. Savaş; hukuki, tarihi, kültürel, dil ve doğa olmak üzere birçok boyutta yürütülüyor. Bunların dışında farklı boyutları da var. Devlet farklı yol yöntemlere başvuruyor. 90’larda açıktan yapamadığı katliamları JİTEM yoluyla yapıyordu. Tüm Kürtler JİTEM’i tanıyor ama Türk devletinin resmiyetinde yok. Tüm dünya Türk devletinin DAİŞ yoluyla ne yaptığını biliyor, ama kâğıt üzerinde yok, bu şekilde barbarlıklarını yapıyorlar.

Saldırılara karşı Kürtler nasıl hareket etmelidir?

Türk devleti, kuruluşundan bir yıl sonra faşizan bir devlet konumuna girip başlattığı Kürtleri imha politikaları günümüze kadar devam ediyor. Kürt halkı varlığını korumaya mecburdur, var olmak için mücadele edecek, devletten koruma beklememeli, hatta gerilladan da beklememeli. Kendi kendisini korumalı, yani öz savunmasını yapmalıdır. Bunu yapmak için hiçbir eksikliği yok. Bu devlet Kürtler üzerinde savaş yürütüyor. Bir de Kürt halkı onuruna, tarihine, kültürüne, diline, kimliğine ve toprağına sahip değil, o zaman öz savunma sorunun var, kendin olma sorunun var. O zaman birlikte mücadele olmalı sadece gerillanın sorunu değil adalet, demokrasi ve özgürlük mücadelesini vermek herkesin sorunudur. Gerilla da herkes gibi sorunları görüyor ve yaşıyor özgür bir insan olmak için dağlara geliyor, egemenlere karşı mücadele veriyor. Tüm Kürt halkı gerilla ruhu ile hareket etmeli, o ruh da fedai bir ruhtur. Kendi olma bilinciyle hareket etmelidir, var olan durumda hala kendimiz değiliz, özümüzden uzağız.

AKP sözcüsü Arınç’ın Kürtleri hedef göstererek tehdit etmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Onlar yalancılar, zalimler, işgalciler güçlerini nerden alıyorlar, toplumun örgütsüzlüğünden alıyor. Kobanê sürecini hatırlıyoruz, tüm dünya neden yönünü Kobanê’ye verdi. Çünkü Kürtler; toprağımızı terk etmeyeceğiz, ölsek de bu topraklarda öleceğiz, kanımızın son damlasına kadar direneceğiz dediler. Bu duruşla kendini herkese gösterdi ve etki yarattı. Herkesin ruhunda ve beyninde Kobanê vardı. Avrupa’dan Afrika’ya, Japonya’dan Arjantin’e herkes bir oldu. Kobanê direniş ruhuyla mücadele edilirse herkes ayağa kalkarsa Arınç ve yedi sülalesi tık diyemez ve direkt ortadan kalkarlar, topyekûn direniş bunu sağlar. Kilit buradadır onlar güçlerini toplumun güçsüzlüğünden ve örgütsüzlüğünden alıyorlar.

Toplum yurtseverdir, bedel veriyor, bir noktaya kadar, ama toplumun öncüsü olduğunu söyleyenler, öncülük görevini yerine getirmelidir. Örneğin toplum, kurtuluşunu özerklikte görse, hissetse egemenlerin kökünü kazıyacaktır. Bu noktada öncülük sistemden koparan ruh olan kendi kendini yöneten bir ortam oluşturmalıdır. İdeolojik duruşumuz var ve hiyerarşik sisteme karşı mücadele tam olmalı, onların ortağı olmamalıyız. İçlerinde çalışabiliriz ama alternatif olmalıyız. Paradigmamız çerçevesinde bu alternatif gelişmelidir. Onun için özgürleşmenin yolu toplumsallıktan geçiyor. Sömürge olan tek halk, toplum Kürtler değildir. Türkiye’de yaşayan Araplar, Aleviler, Türkler, Êzîdîler, Süryaniler, kadınlar, sosyalistler, gerçek Müslümanlar herkes aynı sorunu yaşıyor. Sadece Erdoğan’ın fantezilerini topluma uygulayan bu faşist ulus devlet sistemi ortadan kaldırılmalıdır.

KDP’nin bu saldırılarda rolü nedir, öz savunmaya yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Davutoğlu açıkça Barzani’nin de bu gerilla alanlarına dönük Türk devletinin yetmiş savaş uçağıyla başlatmış olduğu saldırıların içinde yer aldığını ve desteklediğini söyledi. AKP hükümeti bununla saldırılarına meşruiyet kazandırmak istiyor. Kürdistan özgürlük gerillasına karşı böyle bir saldırının içinde yer almanın başka bir anlamı var tabi. Güney Kürdistan'da da gerilla var. Tabi biz Güney Kürdistan’ı savunurken oradaki halkımızı savunuyoruz. Güney Kürdistan KDP’nin ne tapulu malı ne de kendisinindir. Bu tutumuyla KDP, Güney Kürdistan halkı üzerinde yük olmuyor mu? KDP'nin bu söylemleri en başta da Güney Kürdistan halkının onurunu incitmiyor mu? Böyle bir rezalet olabilir mi? Biz bir halk hareketiyiz, tüm etnik kimliklerin hareketiyiz. En başta da bir Kürt hareketiyiz. Bizim Kürt anlayışımız Barzani’ninki gibi değildir. Onun anlayışıyla Kürtleri yok etmek isteyenlerin anlayışı arasında pek fark yoktur. Zihniyet olarak ikiz kardeştirler. Ulus-devletçi, milliyetçi zihniyetli olunca refleksleri de, siyaset tarzı da benzer olmaktadır. Onun aklında parçalanmış bir Kürdistan oturmuş olabilir. Onlar Sevr Antlaşmasını benimsemiş olabilirler, Lozan anlaşmasının olduğu gün yapılan saldırıları kendi içlerine sindirebilirler. Tüm Kürdistan'ı birkaç şehirde iktidar olmak için feda edebilirler, ama biz ne öyle düşünüyoruz, ne de kabul ediyoruz. Bizim aklımızda Kürdistan birdir. Bizim aklımızda Kürdistan toplumu birdir.

Bizim aklımızda iktidarcılar da birdir. Nitekim Barzani ile Davutoğlu arasında bir fark görülmüyor. Bu, tarihte de böyledir. Gılgamış ile Enkido arasında farkın olmaması gibi. Gılgamış da aynı suçu ortağı Enkido ile Kürtlere, Hunbaba’ya karşı nasıl işledi. Şimdi biz kendimizi Hunbaba yerine koyalım, Davutoğlu tarihteki Gılgamış’tır, tarihteki Enkido da -ki Kürtlerin ilk işbirlikçisi olarak bilinir- şu anda Barzani’nin tutumu Kürtlerin en büyük düşmanı Türk devleti ve AKP ile bir olup kendi köküne saldırmak anlamına geliyor.

Herhalde KDP, PKK tasfiye olsun da kendi tarihsel gerçekliği açığa çıkmasın diye böyle davranıyor. Onun için herkesi kendisi gibi birilerine teslim olacak duruma düşürmek istiyor. Ama PKK'nin KDP'nin durumuna düşmesi mümkün değildir. PKK kök hücredir. PKK kendisini demokratik komünal doğal topluma dayandırıyor ve mücadelesini bu temel üzerinden yürütüyor. Doğal toplum Enkido’dan önceydi. PKK’nin temsil ettiği değerler Barzani’nin temsil ettiği değerlerden daha önce geliyor. Şu an Kürtlerle Barzani’nin ruh hali aynı değildir. Çünkü Barzani aynı ulustan olmanın reflekslerini göstermiyor. Biz demokratik bir ulusuz. Arap’la, bir Türk’le, bir Çerkez’le, bir Laz’la, bütün uluslarla ortak özgür, komünal bir yaşam içinde yaşayabiliriz. Yeter ki farklılıkları ve farklılıkların birliğini oluşturduğu yaşamı kabul eden bir anlayış olsun. Böyle bir anlayış olursa kimler olursa olsun onlar demokratik ulusturlar. Faşist olan, iktidar olan, Erdoğan zihniyetinde hareket eden, DAİŞ zihniyetinde dolaşan, Davutoğlu zihniyetinde hareket edenler bu gerçekliği anlayamazlar, böyle bir yaşam gerçekliği içinde bulunmazlar. Çünkü bu gibilerin zihniyetlerinde demokrasi, özgürlük, adalet, renklilik, eşitlik ve birlik olmadığı için demokratik ulusun parçası da olamazlar. Ulaştığımız noktada ulusallık anlayış ve ruh ortaklığının paylaşılmasıdır; yoksa kanın paylaşılmasını değil. En eski toplumlarda bile artık bu zihniyet aşılmıştır.

Barzani’nin söyledikleri Kürt toplumunun kişiliğini yansıtıyor mu, yansıtmıyor mu? Şu an her taraftan saldırı var. Güney Kürdistan toplumunun ne hale getirildi ortada. Güney’i hangi ruh ve hangi güçler koruyor ortadadır. Bu kadar Kürtlük yapıyorlar, ancak binlerce Êzîdî kadının ve Şengal’in şu andaki durumunu hesabını vermek yok. Yüz binlerce Êzîdî Kürt dünyanın dört köşesine savruldu. Bunun sorumlusu kimdir? Kendi ucuz politikaları yüz binlerce Kürtten daha mı kıymetlidir? Son damlasına kadar en onurlu duruşu orada gösteren, direnen, ölüm varsa da zafer için mücadele eden mi onurluydu, yoksa KDP'nin tutumu mu? Şimdi kalkmış PKK'nin oradan çıkması gerekir diyor. Bunun için her türlü ilişkiye giriyor. AKP hükümetinin Kürtlerin özgür ve demokratik gücüne ve yaşamına saldırmasına onay veriyor. PKK, Êzîdîleri nasıl başkalarının insafına bıraksın? Êzîdîlere bir saldırı olduğunda aynı durumun ortaya çıkmayacağının garantisi nedir? Binlerce kadının kaçırılıp her türlü zulme uğramasını hiçbir Kürt bir daha yaşamak istemez. Yaşlıların, çocukların katledilmesini bir daha görmek istemez. Tarihin en eski inancı ve kültürünün tümden yok edilmesini bir daha kaldıramaz. Geçmişte yaşanan yetersizlikler ortadayken eski siyaset anlayışıyla ve savunma tarzıyla Êzîdîlerin korunacağını kim savunabilir? Kürdistan tarihinin en büyük trajedisi yaşanmamış mıdır? Hangi Kürt ve hangi vicdanı olan insan Şengal’de yaşananları unutabilir ve unutturabilir?

Yapılan saldırılarla neyi hedefliyorlar?

Şimdi Pirsus saldırısından sonra, bu saldırıların sadece Kürtlere olmadığı, Türkiye'deki bütün demokratik güçlere olduğu çok net bir şekilde açığa çıktı. Seçimlerden sonra Davutoğlu “HDP kazandığında silahla sevinenleri biz unutmadık. Biz onlara mahpushanede yer hazırlamışız. Biz zamanı bekledik, şimdi zamanıdır biz hesabını soracağız” şeklinde konuştu. Çünkü HDP'nin başarısı AKP'nin bütün plan ve projelerini ortadan kaldırdı. Bütün hayallerini bozdu. AKP için en büyük darbeydi. AKP hali hazırda devletin sahibidir, şimdi de hesabını arıyor. HDP'de sadece Kürtler değil, tüm demokrasi güçleri yer alıyor. İslamiyet’ten tutun bütün sol örgütlere, bütün Kürt örgütleri yer alıyor. AKP Kürdistan’da kalmadı ve MHP’den farkı kalmadı. Bir iki şehirde kazandı ama bir seçim olsa orayı da kaybedecek, AKP bunu gördü. HDP'nin güçlülüğünü gördü çok net biçimde. Tabii HDP de eski Kürtlük tarzını aştı, bir Türkiye partisi oldu. Bundan dolayı da AKP kendince kaybının hesabını soruyor ve bundan dolayı saldırıyor. Bundan dolayı da bu saldırı tüm Türkiye'yedir. Saldırı herkese karşıdır herkeste direnmeli.

Türkiye’de onurlu insan çoktur. Şeref, namus, onur sahibi, demokrasi ve devrim çağrısı yapanlar çoktur. Onlarda bedellerini verdiler. Kobanê'de savaştılar, Kobanê direnişi için sürekli duyarlı hareket ettiler, bundan dolayı Pırsus’a geldiler. Kobanê’nin yeniden inşasına katkı sunmak istediler. Türk devleti izin vermedi, hepsini yok etmek istedi ve katliam yaptı. İnsanlık mücadelesi için, insanlığını kaybetmeyen herkes Türk devletine, faşist zihniyetine karşı çıkması lazım. Zaten Kürt toplumuna dayatılanlar, Roboski, Kürdistan doğasına yapılanlar ortadadır. Önderliğimizin durumu nedir, Kürt halkı bilmiyor, biz bilmiyoruz. Yetmiş savaş uçağı gelmiş Medya Savunma Alanlarına gerillanın kökünü kazımak istiyor. Rojava'ya karşı en geniş planlarla saldırıyor. Bundan dolayı Kürt ve Türkiye toplumlarına kalan direnmektir.

Gelinen aşamada istenilen nedir?

Önderliğimiz de birçok kez ‘ne eskisi gibi yaşayın, ne de eskisi gibi savaşın’ dedi. Bu pozisyonda biz eskisi gibi savaşmayız. Biz 2010 ve 2012 sürecinden ders çıkardık. O zaman da güçlü bir direniş yürütüldü, başarılı operasyonlar yürütüldü, başarılar da elde edildi, ama yetmedi. Türk egemenliğinin kırılması için yetmedi. 6-8 Ekim olayları var, Kürdistan'ın her yeri ayağa kalktı. Devlet orda gözükmedi bile, ama o da yetmedi. Bunun sonuçlarını da gerilla mücadelesinin sonuçlarını da düşünelim. Pratik ortada, biz sadece Kuzey Kürdistan içinde savaşmıyoruz; biz şu an Güney’de çok aktif bir şekilde savaşıyoruz, biz şu an Batı Kürdistan'da da bir özgürlük hareketi olarak büyük bir mücadele yürütüyoruz. Biz bütün mücadeleye uzun süredir, kırk yıldır yürütüyoruz. Serhildan tarihimiz var, silahlı mücadele tarihimiz var ve biz bunların hepsinde gerekli olan sonuçları çıkardık, bunları tespit edip tekrar etmeyip yol ve yöntemlerimizi daha güçlü Türkiye'nin demokratik güçleri ile egemen Türk devletine karşı mücadeleyi yürütüyoruz. Yani bunu yapacağız. Artık zaman zafer zamanıdır. Biz bu saldırılara karşı kırılmayız artık. Değil yetmiş, isterlerse tüm uçaklarını göndersinler. Yedi yüz yetmiş yedi uçak göndersinler. Gerillayı kıramazlar, askeri tedbirin en güçlüsü tekniğe karşı uygulanır. Çünkü insandan güçlü hiçbir şey yoktur. PKK cesurdur ve aklı da çalışıyor. Bundan dolayı da en güçlü varlıktır. Savaş uçaklarına karşı niye tedbir alamasın ki. Bundan dolayı kırılmaz. Askeri alanda kırılmaz. Her zamana göre de olanaklarımız fazladır. Bu çerçevede biz sadece saldırılarını kırmak için, saldırılar karşısında direnelim diye değil böyle bir sürece girmedik. Biz zafer sürecindeyiz. Uzun zamandır biz zaten bu süreçteyiz ve hali hazırda Türk devleti de her örgütlenmesiyle topyekûn saldırıyor. Mademki saldırı her yerde ve her yönde var, madem ‘ben Kürtleri yok ederim’ diyor. O zaman biz de kendimizi var etmek istiyoruz, kendimizi yönetmek istiyoruz, kendi topraklarımızda özgür bir insan olarak yaşamak istiyoruz. Kürt ve Türk toplumunun beraber yaşamasını istiyoruz, bunundan dolayı da bizde en az onlar kadar geniş bir şekilde egemen ve faşist Türk devletine karşı zafer direnişi yürüteceğiz.

Kürdistan'da sömürgeye yeter artık. Devletin kurumları veya işbirlikçiler fark etmez. Kürdistan'da Kürt toplumuna zarar veren yok edilmeli. Her canlı nasıl kendini savunuyorsa toplumların da kendilerini öyle savunması gerekiyor. Her ev, aile ve her insan kendini savunmalı. Peki, Kürtlerin savunması nasıl olacak. Devletin saldırılarına karşı da kendi içindeki kirliliğe karşı da savunmasını yapmalı. Kürdistan artık demokratik, özgürlükçü, eşitlikçi, adaletçi insanların yeri olacak. Artık hainlerin yeri olmayacak. Evet, zaten işgalcilerin temizlenmesi anlamına geliyor, bugüne kadar vardılar. Biz işgalcilerin elinin altında kalmaya mecbur değiliz. Bu zaman ve durumda Kürt toplumu halen isimsiz, haklarından yoksun olması insanlık tarihinin en büyük ayıbıdır. Hem işgalciler için en büyük utançtır, hem de toplumumuz için en büyük ayıptır. Halen işgalciler ve hainler topraklarımızdan çıkarılmadı. Bunun için şer, tekoşin ve direniş göstermek varlığımızdır.