GÖRÜNTÜLÜ

Altun: Ulusal Kongre’nin tam zamanı

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Rıza Altun: Tam da Kürtlerin, birlik zamanıdır. Kim ki şimdi zamanı değil diyorsa, bilin ki o, Kürdistan’ı satacak olan temel unsurdur. Bizce, Ulusal Kongre’nin zamanıdır.

KCK Yürütme Konseyi üyesi Rıza Altun, röportajın son bölümünde, ulusal birliği, Musul operasyonu ve Şengal’i değerlendirdi.

Kısa bir süre önce Hareketiniz tarafından Ulusal Kongre için bir çağrı yapılmıştı ve bu çağrılara birçok Kürt çevresinden, aşiretlerden ve örgütlerden de olumlu tepkiler aldınız. Bu çağrıda kongre öncesi bir toplantının olabilme ihtimali üzerinde duruyordunuz. Bu gelen tepkiler sonucunda sizce bu toplantının koşulları oluştu mu?

Ulusal Kongre gerçekten Kürtler için temel bir ihtiyaçtır. Bu eskiden beri, Önderliğimiz gündeme getirdiğinden beri gerçekten temel bir ihtiyaç olarak önümüzde duruyor.  Bunu defalarca izah ettik. Kürtler kendi arasında birlik kurmadan, ortak bir hareket alanı oluşturmadan, mevcut kazanımlarını çoğaltamazlar, koruyamazlar. Kendilerine yönelik saldırılar karşısında da parçalı duramazlar. Şimdi bu oluşmadığı için de Kürt örgütlerinin durumu aslında çok olumlu bir noktada değil.  Çünkü her örgüt, kendisini başka bir güçle ifade etmek gibi bir zorunluluk içerisinde güç olmaya çalışıyor. Bu da ulusal bir çizgiye akmıyor. Mevcut bölge zihniyeti, Kürtlerin özgürlüğünü kaldıracak bir zihniyet yapısına sahip değildir. Başka güçlerle ilişkiler ve başka güçleri temel alarak, Kürt özgürlük mücadelesi vermek çok mümkün görünmüyor. Onun için Kürtler öncelikle, kendi gerçekliğinden hareketle, kendi birliklerini yaratıp, varlıklarını kabul ettirmeleri gerekiyor ve bunun siyasetini, mücadelesini yürütmeleri gerekiyor ki güç olabilsinler. Peki, Kürt katliamını gerçekleştiren, Kürtlere hiçbir şey vermeyen ve vermeyeceğini söyleyen bir Türkiye’ye dayanarak bir Kürt örgütünün, Kürtleri özgürlüğe kavuşturması mümkün müdür? Değildir. 

‘KÜRTLERİN BİRLİĞİ KAZANIMLARIN KORUNMASININ TEMEL TAŞIDIR’

Şimdi buradan şu sonuç ortaya çıkıyor. Kürtler için kaçınılmaz olan bir durum vardır. Kaçınılmaz olan durum nedir? Herkesin kendi mücadelesiyle Kürdistan’ın dört parçasında oluşturduğu değerler var. Şimdi bu değerlerin kabul ettirilmesi ve korunması için, herhangi bir uluslararası güce, bölge gücüne dayanmak mümkün değildir. Onu sadece Kürt güçlerine dayanarak koruyabilirler. O zaman buradan hareketle Kürt birliği herkesin kazanımlarını korumasının temel taşıdır. Bu olmadan olmaz. Bu olmadan hiçbir Kürt özgür olamaz. Onun dışında, Kürtlere dönük tehlikeler vardır. İşte Türkiye, Kuzey Kürdistan’da, Rojava’da hatta Güney Kürdistan’da Kürt kazanımlarını ortadan kaldırmak için elinden gelen her şeyi yapıyor. Bölgedeki birçok devlet, Kürtlerin varlığını kabul etmiyor. DAİŞ- El Nusra gibi birçok güç, hatta bundan sonra çıkacak birçok güç de Kürtleri ortadan kaldırmak için adeta bir fırsat bekliyor. Bunların saldırısı karşısında da Kürtler birlik olmadan varlıklarını koruyamazlar. Kürtlerin kendi varlıklarını koruyabilmeleri ve özgürlüklerini geliştirebilmeleri için kendi aralarında bir birlik kurmaları kaçınılmaz ve zorunludur.
Her dört parça, her parçanın kendi içinde ve diğer parçalarla birlik içerisinde, Kürt birliğini oluşturması gerekiyor. Kürtler için siyaset, Kürtlerin kendi öz savunmalarını ve özgürlüklerini temsil eden bir düzeye kavuşmasını gerektiriyor. Önderlik bunu ortaya koydu. Bu defalarca gündeme geldi fakat bir biçimde ertelendi, sabote edildi ve çeşitli güçlerin müdahaleleriyle durduruldu. Kürt siyasi hareketlerinin, bu konudaki isteksizlikleriyle çok fazla gelişmedi. Gelişmenin olmadığı yerlerde Kürtlerde bir ilerleme olmuyor, gerileme oluyor ve gerilemeler öyle bir duruma geliyor ki sürekli kazanmanın imkânları olduğu halde, eldeki değerleri bile kaybetme riskiyle karşılaşılıyor. Adeta Kürtler birbiriyle çatışmaya kışkırtılıyor. Güçleri aldatarak, hegemonya vadediyorlar. Devlet vaadiyle, bilmem egemenlik ve bazı alanların vaadiyle kandırarak büyük bir iç savaşın çıkmasını körükleyen yaklaşımlar vardır. Bunlarla, ulusal birlik engellenmeye çalışılıyor.

ULUSAL BİRLİK KOŞULLARI HER ZAMANKİNDEN DAHA FAZLA

Tüm bunların yoğun geliştiği son dönemde, yeniden ulusal birliği gündemleştirdik. Bu süreçte gerçekten de bunun koşulları var. Yani Suriye’nin, Irak’ın yeniden kurulduğu bir dönemde, Rojava’da Kürt özgürlük mücadelesinin gelişmesinin Türkiye’deki rejimi bu kadar çıkmaza soktuğu bir dönemde, düşmanların azmış olduğu ve özgürlüğün her an ele geçirileceği bir durumdayken, ulusal birlik gerçekten Kürtlerin özgürlüğünü sağlayabilecek bir sonuç ortaya çıkarabilir. Aynı şey, Doğu Kürdistan için de geçerlidir.  O zaman bunun için çaba sarf etmek gerekiyor.  Yani hep gündemimizde olan ama zaman zaman güncel bir konu haline getirdiğimiz bir durumu yeniden gündeme getirdik. Eşbaşkanlık düzeyinde bir çağrı yapıldı. Ve mektuplarla dört parça Kürdistan’daki tüm örgütlere mektuplar gönderilerek, böyle bir birliğin, gerekliliği izah edilmeye çalışıldı. Ve böyle bir birliğin çalışmasının başlatılması gerektiği söylendi.  Şimdiye kadar gelişen tepkiler olumlu.  Yani sadece KDP cephesinde, belli bir muğlaklık var.  Cevap halen verilmemiş bir durumdadır. Onun dışında, bütün Kürt gruplarının yaklaşımları bu temelde olumludur. O zaman çağrı yapılmış ve artık bu sürecin başlatılması gerekiyor. Süreç nasıl başlatılır? Öncelikle böyle bir duruma olumlu yaklaşan kesimlerin kendi aralarında bir toplantı gerçekleştirerek Ulusal Kongre sürecinin başlatılmasına kesinlikle karar vermesi gerekiyor.  Hangi prensiplerle, nasıl yürütüleceğine karar verilmesi gerekiyor. Ama bu halen başlamamış ve çağrı aşamasındadır. Bu çağrı sürecinin en kısa süre içerisinde aşılacağını ve bir toplantı ile sürecin başlayacağını tahmin ediyoruz.

Uzun bir süredir Güney’de bir kriz var. Bu hem siyasi, hem ekonomik olarak var. Özellikle siyasi boyutuyla parlamentoyu kilitleyecek düzeye geldi. Ulusal Kongre’nin gelişmesi durumunda sizin de dediğiniz gibi Kürtlerin bir bütünlük içerisinde olması genel olarak Kürdistan’da özelde Güney’de yaşanan krizleri çözer mi?

Güney’de hem ekonomik hem de siyasi bir kriz var. Güney’deki ekonomik krizin nedeni, siyasi krizdir aslında. Yani güneyde bir ekonomik kriz yok. Doğru siyaset izlenirse Güney, Ortadoğu’nun en zengin parçası olabilir. Mesele, siyasi bir krizden kaynaklanıyor. Dediğimiz gibi Güney çok parçalıdır. Parçalı bir konumdadır. Bu parçacılık kendini bir federe devleti içerisinde birleştirme becerisi gösteremedi. Her ne kadar görüntüde federe devleti gibi bir görüntü varsa da, gerçekten ona federe devleti demek çok fazla mümkün değildir. Çünkü bu federe devletini meydana getirecek siyasi oluşumlar birliğini ifade etmiyor. Kendi içinde parçalıdır. Bu parçacılık, federe bir devlete gitmeyi mümkün kılmıyor. Burada daha çok kim güçlüyse, kendi gücü oranında, yetkiyi, ekonomiyi elinde bulunduran bir sonucu ortaya çıkarıyor ki, bu da çok tehlikeli bir durumu ifade ediyor. Siyasal kriz de bunun nedenidir. Şimdi, federe bir devlet olmasına rağmen, bağlı olduğu güçlerle var olan sorunlarını çözmek temelinde, kendi federal yapısını oluşturmak yerine, daha çok onun dışında, ona karşıt olan güçlerle, bölgesel güçler ve uluslararası güçlerle ittifak içerisinde olması da büyük bir ölçüde federe bir güç olmayı engelliyor. Ve federal bir güç olmanın getireceği, zenginliklerin büyük bir bölümünü kaybediyor. Siyasi ve ekonomik kriz buradan ortaya çıkıyor. Şimdi bu siyaset biçimi zaten yanlış, biz eskiden beri bunu söylüyoruz.

Güney’de, çok ciddi bir durum var. Yani federe devlet olmanın, uluslararası meşruiyeti kazanıldığı halde, kendi arasında, bunu oluşturamayacak bir dağınıklık var. Bunu nasıl giderecek? Herkes kendisinde ısrar ederse, herkes kendisini mutlak egemen güç haline getirerek, ekonomiyi ve siyaseti kontrolü altına almak isterse, zaten federe bir güç olamaz. Bundan vazgeçmeleri gerekir. Bunun için ne yapmaları gerekiyor? Bunun için enine boyuna tartışıp, konuşup, bunların giderilmesi için, çözüm üretilmesi gerekiyor. Güney, bu çözümü üretemiyor. Kendi içerisinde parçalı bir durumu, aşamıyor. Bu, çok ciddi bir siyasal soruna yol açıyor. Bölge savaşlarında, birçok farklı güçlerle ilişki ve ittifak içerisinde, adeta birbirine karşıt olan güçler konumuna bile sokulabiliyorlar. Bu, siyasal krizi derinleştirip, giderek ekonomik krizi de kendisiyle beraber getiriyor. Şimdi bu dağınıklık ciddi bir sorundur. Biz, Kürt değerlerinin korunması derken, bunu da kastediyoruz. Neden anlaşılmayacak bir durum olarak görülüyor? Biz Güney’i eleştirirken, bu temelde eleştiriyoruz. Varlık ve birlik olmadığı için, kendini güvenceye alamadığı için, Kürt değerlerini yeterince koruyamadığı için, bunu eleştiriyoruz. O zaman böyle baktığımızda, gerçekten bir Ulusal Kongre, aynı zamanda, bu krizinde giderilmesinin kongresi olacaktır.

ULUSAL KONGRE ORTAK PAYDALARDA BİRLEŞMEKTİR

Ulusal Kongre ne demek? Ulusal Kongre şu demektir; Bütün ulusal güçleri, ortak paydalarda birleştirmek, demektir. Ortak paydalarda birleşmiş Kürtlerin, en azından mevcut çıkarlarını ifade etmek, değerlerini savunmada bir güç haline gelmeleri demektir. Bu giderek ulusal birliğin, daha üst siyasi birliklere çıkmasının, yolunun açılması demektir. Ulusal Kongre, bunun en büyük ifadesidir. Bu sadece bir parçadaki sorunları çözen bir güç değil, her parçadaki sorunları çözen bir güç ve her parçadaki sorunların çözümüne müdahale eden bir gücün, gücüdür. Bu dönemde buna, çok büyük bir ihtiyaç vardır. Çünkü söylediğimiz gibi Ortadoğu’da birçok güç, kendi çıkarları temelinde hareket ederken, Kürtleri sadece taktik bir unsur gibi kullanıp, işlerine gelmediği yerde bir köşeye atmaktadır. Herkes böyledir. Kürtler kendi arasında dağınık olduğu sürece de, sürekli başkaları tarafından kullanılmaya müsait bir pozisyonda kalıyor ve güç olamıyorlar. Kürtler birlik haline geldiğinde, Ortadoğu’da stratejik bir değere dönüşecek. Stratejik bir değere dönüşmüş Kürtler, hem Ortadoğu’da ki güçler karşısında bir meşruiyet kazanacaklar, hem de uluslararası güçlerin taktikleri olmaktan çıkıp, mevcut dünya sisteminin, Ortadoğu’daki en stratejik konumuna kadar çıkma şansını, elde edeceklerdir. Böylesi bir dönemde, böyle bir imkândan vazgeçilemez.

TAM DA KÜRTLERİN BİRLİK ZAMANI

Böyle bir çalışmanın zamanı değildir gibi, bir yaklaşım göstermek tehlikelidir. Bazıları diyor ki, “Şimdi onun zamanı değil.” Peki, Ortadoğu’nun yıkılıp, yeniden kurulduğu bir dönemde Kürtlerin Ulusal Kongresi’nin zamanı değilse, Ortadoğu yeni dengelere oturtulup inşa edildiği zaman mı Kürtlerin zamanı gelecek? Tam da Kürtlerin, birlik zamanıdır. Kim ki şimdi zamanı değil diyorsa, bilin ki o, Kürdistan’ı satacak olan temel unsurdur. Kim Kürdistan’ı kötüleyip, satmak istiyorsa, başkasına peşkeş çekerek, kendi çıkarları için kendi vatanına ihanet etmek istiyorsa, ancak o, “Kürtlerin Ulusal Kongresi’nin zamanı değil” diyebilir. Bizce, Ulusal Kongre’nin zamanıdır. Hatta kendi siyasal çıkarlarını, kişisel çıkarlarını, müttefiklerinin çıkarlarını bir kenara bırakıp, bütün varlığıyla Kürtlere hizmet etmenin, ortak paydalarının birliğine savrulmak, esas yurtseverliktir. Bunun adı da Ulusal Kongredir. Ve Ulusal Kongre için, zamanlama itibariyle, tam zamanıdır.

Ve bu şöyle de olmamalıdır artık; Yani eğer bir iki örgüt gelmiyorsa, Ulusal Kongre olmuyor gibi bir yaklaşımla, Ulusal Kongre, bu duruma feda edilmemelidir. Ulusal Kongre konusunda, bence herkesin ciddi bir yaklaşım içerisinde olması gerekiyor. Ulusal Kongre’ye gelebilecek tüm güçlerle, Ulusal Kongre’yi oluşturup, dört parçada, bir Kürt öncülüğünü ortaya çıkartmak gerekiyor. Gelmek istemeyenleri de, buna getirmenin yolu, budur. Gerçekten kendi çıkarlarını, farklı kesitlerle ifade edenlerin, burada kazanacakları imkânlarla, bu durumdan vazgeçmeleri de ancak böyle mümkün olabilir. Onun için Ulusal Kongre’nin geliştirilmesinde ve onun Kürt özgürlük mücadelesinin temel organı haline getirmekte ısrar etmek, Kürtler için tarihi bir dönem ve oluşum hali olmaktadır.

Irak’ta, Musul’a dönük operasyon birkaç hamlesini de tamamlayarak, Irak’ın geleceği açısından kader belirleyen bir operasyona dönüştü. Özellikle Musul’u, mezhep savaşlarının merkezine dönüştüren, Sünni- Şii çelişkisi, Musul’un geleceği açısından sizce ne kadar belirleyici olacaktır?

Musul operasyonu gerçekten de stratejik bir değere sahip. Yani bütün Irak’ın kaderini belirleyecek bir operasyondur. Şimdi bu, başından beridir, sorunlu bir operasyon. Sadece Musul’un DAİŞ’ten kurtarılmasıyla sınırlı bir olay değil. Her açıdan sorunlu başladı. Bir kere Musul’un, DAİŞ’e teslim edilmesi bir sorun. Çok net değil yani. DAİŞ, iki bin kişiyle Musul’a girip, yetmiş bin kişilik bir orduyu, beş dakikada alaşağı ederek, Musul’u ele geçirmedi. Bu sorunludur ve uzun süre DAİŞ’in, Musul’u elde tutmasının, bir dayanağı vardır. İşte Sünni kesimlerle, aşiret kesimleriyle ilişkiye girdiği gerçeği vardır. Bütün bunlar, açıklık kazanmadı. Bunlar açıklığa kavuşup, netlik kazanmadan, sadece askeri ve siyasi bir operasyon temelinde bir Musul operasyonu başladı. Bu Musul operasyonunun başlaması da acayip bir durumdur.  Musul operasyonuna katılmakta herkes istekliydi ama yine herkes, başkasının katılmasını istemeyen bir pozisyonda, Musul operasyonunu başlatmak istedi.  Musul’a dönük kimsenin kimseyi istemediği bir operasyon başlatıldı. Neticede ihale Amerika’nın desteklediği, uluslararası koalisyon ve Şii güçlerine kaldı. O eksende, operasyon yürütülüyor. Musul operasyonu yürütülürken, Sünniler, KDP ve Türkiye, Musul’un etrafında oluşmuş bir çemberle beklemekteyken, bu operasyon sürüyor. Ve herkes, operasyonun gidişatına göre, ne yapacağını kararlaştırıp, bu temelde yeniden bir siyaset belirlemenin beklentisi içerisindedir.

Bu operasyon sürerken, Musul’un yarısına kadar alındığı söyleniyor ama esas sorun ondan sonra, Dicle’ye kadar gidildiğindedir ve çatışma merkezi oradadır. Ondan sonra Musul operasyonu, gerçekten de bir istikrarla gidecek mi? Ne kadar sürecek? Çok istikrarlı gideceğe benzemiyor. İnişli, çıkışlı ve uzun vadeli, bir operasyona dönüşeceğinin ihtimali çok yüksektir. Her ne kadar Irak rejimi, “Biz üç haftada bunu temizleriz” dese de, Amerika bunun, iki yılda ancak biteceğini, söylüyor. Burada bir belirsizlik var. Bu belirsiz durum uzadıkça, Musul operasyonunun nasıl bir aşama ve nasıl bir seyir alacağı, Musul operasyonuna katılan güçlerin ve Musul üzerinde hesapları olanların neler yapacağı, belli değil, muğlaktır.

Musul operasyonunun şöyle bir yanı da var; Musul kurtarıldıktan sonra Musul’un durumu ne olacak? Şu anda mevcut Irak’a baktığımızda, Irak içerisinde federal bir sistem olması gerektiği halde, çok onu temsil edememektedir. Sünniler, bu federal sistemin dışına itilmiş, bir pozisyondadır. Kürtler ise anayasanın kırkıncı maddesinden dolayı, sorunlu bir pozisyondalar. Yani şu anda federal devletin, birliğini ifade eden bir durum yok. Sorunlarını çözerek başlayan bir Musul operasyonundan çok, sorunların en derine vardığı bir yerde başlayan bir Musul operasyonu, Musul kurtarıldıktan sonra ne olacak sorularını ortaya çıkarıyor. Musul kurtulduktan sonra Irak’ın nasıl bir biçim alacağı, bu biçim alma sürecinde ise kimlerin neler yapabileceği, yeni sorunların ortaya çıkmasına neden olacaktır. Yani Musul’un DAİŞ’ten kurtarılması, yeni bir Musul süreci ve bununla birlikte yeni bir Irak sürecinin başladığı anlamına gelir. Bu öyle hemen Musul kurtarıldı, DAİŞ gitti, her şey güllük gülistanlık olacak, anlamında değildir. DAİŞ yenilgiye uğratılsa da, DAİŞ’in yaratmış olduğu tahribatları ve aynı zamanda var olan çelişkileri gidermek, DAİŞ’le olan savaştan daha da şiddetli bir savaş ortamına yol açabilir. Böyle bir tehlike var. Bunun olmaması için başından beri, bu meseleyi, doğru ele almak gerekiyordu. Ve doğru güçlerle, Musul operasyonunun başlaması gerekiyordu.

Bu anlamda doğru güçler kimlerdir?

Irak’ın birliği temelinde siyaset yapan güçler, doğru güçlerdir. Irak’taki mevcut federal yapıyı, demokratik bir yapıyla birleştirmek isteyen ve bu uğurda çaba sarf eden güçler. Burada olan bütün toplulukların özgürlüğü için mücadele veren güçler. Ve benzeri birçok örnek verilebilir bu konuda.  Bu güçlerin mücadelesiyle bir sonuç alınabilir. Yoksa Musul operasyonu, büyük bir ölçüde, gündemini yitirmiş pozisyondadır. Şimdi Musul operasyonunda, Suriye’yle ilgili yaptığımız tartışmanın benzeri bir durum geçerlidir. Musul, Irak’ın birliği içerisinde, Irak’ın sorunlarının çoğalması ya da azalması anlamında, stratejik bir rol oynuyor. Peki, Musul’a destek veren uluslararası güçler, Musul’u ve Irak’ı özgürleştirme hedefiyle mi sınırlıdır? Herhalde Ortadoğu planı vardır.
 Musul operasyonunun sonuçlarının, Ortadoğu planıyla bağlantıları vardır. Musul operasyonunun sonuçları ile Suriye rejiminin kurulmasıyla, bağlantıları vardır.  Onlar, bunu ifade ediyor. Genel rejim ile ittifak içerisinde olan bölge güçlerinin, Musul operasyonundan sonra neler yapabilecekleri, neler talep edebilecekleri, kimlerle karşı karşıya gelecekleri ve kimlerle yürüyecekleri gibi bir sorunları vardır. Yine Türkiye gibi, Sünniler gibi, ittifak içinde olan güçlerin, Musul operasyonundan sonra, kendi arzularını gerçekleştirme, talepleri de vardır. Bütün bunlar yan yana geldiğinde, Musul kurtulduktan sonra oluşacak soruların, cevabını aramayı da gerektiriyor.

Bir; Musul kurtulduktan sonra, federal yapı içerisinde var olan Kürt sorunları nasıl çözülecek?

İki; Musul operasyonundan sonra, Sünniler ve Şiiler arasındaki mevcut mezhep sorunları, nasıl çözülecek?

Üç; Musul sorunu çözüldükten sonra, İran ile rejim arasındaki ittifak ve ilişkiler, Musul’da nasıl bir sonuca talip olacak? Musul operasyonunda gelişmiş olan bir Şii yönetiminin, Sünnilere yaklaşımı ne olacak ve Sünniler neyi talep edecek?

Bütün bu sorunların, hiçbirisinin cevabı şimdi yok. Bu cevaplar verilmeden de, Musul operasyonu nasıl gidiyor gibi bir tartışma yapmak, çok anlamlı değil.

Şengal konusu da var. Bu anlamda Şengal’lilerin kendi gelecekleri açısından, tercih edecekleri sistem, sizce ne olmalı?

Biz, başından beri, bu konuda çok açıklama yaptık. Bu konuda Şengal’de bazı gelişmeler var. Yani Şengal konusunu, tekrar başından almaya gerek yok. Herkes Şengal ve Şengal halkından, bir sefer özür dilemeli. Ve kesinlikle özür dilemek zorundadırlar. Bence buradan başlamaları gerekiyor. Şunun sorgulanması gerekiyor; Eğer Iraklılar, Şengal’i kendi toprakları, Şengal halkını da kendi halkı olarak görüyorlarsa, bu toprakları DAİŞ’e peşkeş çektiklerinin ve o halkı DAİŞ’in katline terkettiklerinin suçu, içerisindedirler. Eğer federe devlet, “Şengal, Kürdistan’ındır, Şengal’liler de Kürttür” diyorsa, kendi toprağını DAİŞ’e niye bıraktı, kendi halkını DAİŞ’in katline niye açık tuttu?  Uluslararası güçler, bölgeye demokrasi götürüyoruz, diyorlar. Şengal halkı kırımdan geçirilirken, katledilirken hanginiz müdahale ettiniz? Katliam bitene kadar, hiçbiriniz müdahale etmediniz. Sahip çıkmadınız. Hiç kimse, sahip çıkmadı. Bu bağlamda herkesin, Şengal’den özür dilemesi gerek. Ama herkes, Şengal’den özür dilemeyi bir tarafa bırakmış, yaptıkları bu kadar zulme rağmen, Şengal üzerinde nasıl hegemonya oluruz yarışı ve demagojisine girmiş.
 Şimdi böyle bir durum var; Bu konuda oraya doğru müdahale eden sadece kimdir? Bir, HPG güçleri, iki, PYD güçleridir ve katliam yapılırken, oraya müdahale eden, katliamı durduran, o halkı derleyip toplayan, katliam durduktan sonra, Şengal’in özgürleşmesi yönünde hamle geliştiren, bütün engellere rağmen, Kürt güçlerinin engellerine rağmen, uluslararası koalisyon güçlerinin engellerine rağmen, Şengal operasyonunu geliştirenlerdir. Bizim buradaki yaklaşımımız bellidir. Bu halk, yıllardır katliamdan geçiriliyor. Bu halka, ne bölge güçleri, ne uluslararası güçler, ne de bu halkın gerçek öz kardeşleri Kürtler sahip çıkmayı beceremediler. Sahip çıkamadılar. Bunun gözden geçirilmesi, gerekiyor. Ve bu konuda doğru bir yaklaşımla, Şengal halkına bundan sonra, hiçbir katliama uğramayacağı, kendilerini koruyabilecekleri ve özgürce ifade edebilecekleri, bir ortamın sunulması gerekiyor. Ve bunun nasıl olması gerektiği üzerine tartışmak gerek. Şimdi böyle bir tartışma yerine, adeta “Şengal üzerine nasıl iktidar olurum ”un yeni bir dalgası gelişmiş. Yani dünya kamuoyu önünde, herkesin şahit olduğu bir gerçek üzerinden, bunu yapıyorlar. DAİŞ’in elinde kayıp, beş bin tane Kürt kadınının, Êzidî kadınlarının sorunu, hiç gündeme getirilmeden, Şengal üzerinden bir hegemonya tartışması yürütülüyor. Şimdi bu kabul edilemez bir durumdur. Şengal’e böyle yaklaşılamaz, Şengal’de kim hegemon olacak, gibi bir tartışma, dünyanın en ayıp tartışmasıdır. Ahlaki yaklaşım nedir? Bir sefer Şengallilerin uğramış olduğu mağduriyeti gidermektir.  Mağduriyeti gidermek, onların üzerine hegemonya kurmak değildir. Mağduriyeti gidermek, onların sorunlarına, doğru çözümler bulup, dertlerine çare olmaktır.  Çareler üretmektir. Biz başından beri söylüyoruz.

SORUN KİMİN ŞENGAL’DE OLDUĞU DEĞİLDİR

Şengal kendi öz yönetimine, kendi öz savunmasına kavuşmadan ve bunlarla kendisini güç haline getirmeden var olamaz, kendisini yeni katliamlardan kurtaramaz. Başka güçlere güvenerek, sırtını başka güçlere vererek, kendini var etmeye çalışmanın bedeli, katliam üzerine katliamdır. Sorun budur. Sorun kimin Şengal’de olması, Şengal’in nereye bağlı olması değildir. Sorun, Şengal’lilerin özgürlük sorunudur. Bizim talebimiz budur. Biz PKK olarak, kesinlikle hiçbir yerde ve hiçbir parçada halk üzerinde bir yönetim olmanın, paradigmasına sahip değiliz. Kendimiz, halk üzerinde hiçbir zaman siyasal bir yönetim gücü olarak, görmüyoruz. Bizim böyle bir sorunumuz yok. Şengal’de de, biz bunu istemiyoruz. Bizim Şengal’deki varlığımız, bir katliamın karşısındaki varlıktır, katliamı durdurma ve Şengal’i koruma varlığıdır. Kürtlüğün katliamını durdurma, varlığıdır. Biz bunun için varız orada. Ve bugün, bu tehlike varlığını sürdürüyor. Bu tehlike varlığını sürdürdüğü için biz de orada olmak durumundayız. Bizim ahlaki durumumuz, bunu gerektiriyor. Yoksa Şengal’de bir hükümet kurma, yönetim kurma gibi bir derdimiz yok. Katliam tehlikesi geçtikten ve Êzidîler güvenceye kavuşup, kendilerini yönetip, öz yönetimlerini kurduktan sonra, Şimdi Şengal için şu olmalıdır; Sorduğunuz soru temelinde, Şengal bir kere kendisini çok ciddi bir şekilde gözden geçirerek, şu sonuca varması gerekiyor; Kendisini mutlaka, kendi kendine yöneten bir güç, kendi kendisini savunan bir güç ve kendisine karşı yapılacak bir saldırıda kendini savunan bir güç haline getirmediği sürece kendi varlığını koruyamaz. Tarihte silinip giderler. Bunun dışında hiçbir şeye önem vermemeleri, değer vermemeleri gerekiyor. Onlar üzerinde dönen siyasi oyunlara, gelmemeleri gerekiyor. Bunu temel olarak görmeleri gerekiyor.

AHLAKİ OLARAK ŞENGAL’İ SAVUNMAKLA YÜKÜMLÜYÜZ

Şimdi bu bağlamda Şengal’de, bir gelişme var. Belki Şengal’in bütünü bu anlayışta değildir. Ama en azından, “biz kendi kendimizi yönetmek istiyoruz, bunu kendi meclisimizle yapacağız” diyen, bir toplumsal kesit ortaya çıktı. “Gene biz kendimizi savunacağız” diyen, bir savunma kesimi ortaya çıktı. Bu çok olumlu bir gelişmedir. Bu herkes için, çok iyidir. Êzidîlerin varlığından rahatsız olunmuyorsa böyle bir şeye karşı olunmaz. Êzidîleri katletmeyi düşünmeyen hiç kimse, buna karşı çıkamaz. Eğer buna karşı çıkan varsa, acaba Êzidîleri ne zaman katlederiz, hesabı içinde olanlardır.  Niye bundan rahatsız oluyorlar? Bu olduktan sonra, Êzidîleri, kurulacak bölgede ya da Irak’ta kurulacak herhangi bir siyasal sistem mekanizması içerisinde bir yere oturtmak, çok zor değil. Çünkü Êzidîler, Kürdistan’da kendilerini ifade ederler, Irak’ın bütünlüğünde kendisini ifade ederler, bu konuda biz çok bir şey söylemek istemiyoruz. Ama ondan sonrası çok kolaydır. Esas olan nokta burasıdır. Şimdi sorun nereden kaynaklanıyor? Biz şunu istiyoruz; Şengal bölgesinin, özerk bir bölge olarak, kendi kendisini yöneten bir bölge konumuna, gelmesi gerekiyor. Bunun için elimizden gelen, her şeyi yaparız diyoruz. Çalışırız, çabalarız. Şengal tehlikede olduğu sürece, Şengal’i savunmakla yükümlüyüz. Ahlaki olarak görevimizi yerine getiririz.
Sorun, Şengal’de kalıp kalmamak değildir. Ama başka güçler ne diyor? PKK Şengal’den çıksın mı, çıkmasın mı? Şimdi bunu en çok söyleyen kimdir? Türklerdir. Peki, Kürtlere bu kadar düşmanlık yapan Türk siyasal sisteminin, Şengal aşkı nereden geliyor? Böyle bir vahşet olabilir mi?  Türklerin Şengal aşkı nerden geliyor ki, Şengal üzerinde bu kadar yaygara koparıp, strateji geliştiriyorlar.  KDP’nin meseleyi ele alış biçimi de, PKK oradan çıksın şeklinde. Burası Kürdistan toprağıdır.  O zaman meseleye böyle yaklaşmak doğru olur mu? Biz diyoruz ki, “Bu sorunu tartışalım, Şengal’lilerin özgürlüğünü güvenceye alalım.” Yani kimin çıkıp, kimin çıkmayacağına da gerek kalmaz. Herkes kendi pozisyonunu alabilir. Buna gelmeden, çıkıp, çıkmamayı gündemleştirmek, demagojik bir yaklaşımdır.  Şunu tekrar söylüyorum; Şengal de kim var, kim yok, tartışması demagojik bir tartışmadır. Şengal’den kim çıksın, kim kalsın, demagojik bir tartışmadır. Böyle bir tartışma, gerçeği çarpıtmaktır. Böyle bir tartışma, Êzidîleri bölüp parçalayarak, yeni katliamlara açık tutmaktır. Onun için bu tür yaklaşımlara, çok prim vermemek gerekiyor. Yaklaşım nasıl olmalıdır?  Yaklaşım, Şengal’lileri özgürleştirme, özgürlük temelinde güvenceye almak olmalıdır. Ama ortada hiçbir şey yok. Katliam kapıdadır. Şengal’in geleceği ne olacak belli değildir. Şengal’lileri kültürel olarak eritmek için, dünyanın her tarafında dağıtmışlar. Bu da yetmiyormuş gibi, hiç bir sorunu çözmeden, Şengal üzerinde de hegemonya kurmak istiyorlar. Bu, Şengal’e verilecek en büyük bir zarardır.