AKP Kürt halkı üzerinde de İmralı'da da soykırım politikası uyguluyor-Mustafa Karasu

Önder Apo da her gün İmralı’da bir savaş içindedir. Her saniyesi savaş içinde geçen 18 yıl! Tüm Kürt halkı, demokrasi güçleri ve devrimci güçler bunu çok iyi anlamalıdırlar. Herkes kendini bu direniş aynasında görmelidir.

AKP hükümeti Kürt halkına karşı bir soykırım hamlesi başlatmış bulunmaktadır. 1915 yılında Ermenileri ve Süryanileri soykırıma uğratan soykırımcı şoven Türk milliyetçiliği, yüzyıl sonra 2015 yılında da Kürtleri soykırıma uğratma kararı almıştır. AKP hükümeti Kürtleri soykırıma uğratmak için içeride ve dışarıda tüm Kürt düşmanları ve gerici güçlerle ittifak kurmuştur. 23 Temmuz’da topyekün olarak başlattığı savaşı her gün daha da kapsamlılaştırarak sürdürmektedir. Birkaç haftadır da savaşla birlikte yürütülecek soykırım amaçlı özel savaş politikalarını gündemleştirmişlerdir. Ahmet Davutoğlu geçen hafta bir sömürge valisi gibi gittiği Kürdistan'da yeni soykırım planının ne olduğunu kamuoyuna sunmuştur. Kuşkusuz kamuoyuna sunmadıkları, ama uygulamaya koyacakları başka soykırım yolları ve yöntemleri de vardır. 

Basında Doğu ve Güneydoğu Master Planı olarak sunulan, başbakan ve bakanların kardeşlik ve milli bütünlük biçiminde ifade ettikleri bu politika ve planlamalar esas olarak Kürtlerin soykırımını ve Kürdistan'ın Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirilmesini hedeflemektedir. Aslında 1926 yılında yürürlüğe konulan Şark Islahat Planının güncellenmiş halidir. Türk devletinin elde ettiği yeni imkanlarla güçlendirilmiş bir soykırım planıyla karşı karşıyayız. Tüm Kürtler bu gerçeği görmeli, buna göre tutum takınmalı ve hareket etmelidir. Master Planı denilen bu planı Kürt soykırımını tamamlama amaçlı görmeyen her Kürt gaflet içine düşmüş olur. Bu tür durumlarda ise gaflet ihanetle özdeş bir durumu ifade eder. 

Bu soykırım Kürt halkının özgürlük mücadelesini ezme ve Kürt’ün iradesini kırma üzerinden şekillendirilmek istenmektedir. Bunun için de bir kısım Kürt’ü şiddetle, bir kısım Kürt’ü ise bazı imkanlarla işbirlikçi yapıp onlara dayanarak bu soykırım politikası yürütülecektir. Dikkat edilirse Ahmet Davutoğlu ve bakanlarının her konuşması klasik sömürgeciliğin havuç-sopa politikasını hatırlatmaktadır. Hem kudretli, hem merhametliyiz dedikleri zamanda bu zihniyeti dışa vurmaktadırlar. Halka şefkatli olacaklarmış! Şehirleri kadın, yaşlı, çocuk, genç demeden nasıl bombaladıkları, nasıl yakıp yıktıkları ve öldürdükleri bilinmektedir. Bu saldırı altında göç edenlere bir çorba parası vermeyi ise merhamet olarak sunmaktadırlar. Açıkça bize boyun eğin, merhametimize sığının, diyorlar. Tarihteki tüm zalimlerin ve işkencecilerin söylemi ve politikası bu olmuştur. 

Davutoğlu daha Kürdistan'a gelmeden Ankara’da yaptığı toplantılarda "siz bizim dediklerimizi yaparsanız, bizim politikalarımıza destek verirseniz, terör örgütüne karşı çıkarsanız, biz de sizin her istediğinizi yerine getiririz" demiştir. Böyle utanmaz ve alçak bir teklifi çağırdığı kişilerin gözlerinin içine baka baka söylemiştir. Böylece topladığı tüm bu kişileri aşağılamıştır. Ankara’da masalar kurduk dediği bir toplantıda çağırdığı Kürtleri aşağılamıştır ve bu konuşmalarla onların iradesini kırmıştır. Bir irade kırma yöntemi de budur. Zaten irade kırmadan işbirlikçilik ve ajanlık yaratılamaz. Şimdi Kürdistan'da bir işbirlikçi ve ajan tabaka yaratma kampanyası başlatılmıştır. Birçok imkanlarını böyle bir tabaka yaratmak için seferber etmişlerdir. Master Planının en önemli ayağı bu olmaktadır. 

Kürtler üzerinde kültürel ve toplumsal kırım politikasını nasıl derinleştireceklerini ilan etmişlerdir. Her aileye sosyal danışman vereceğiz denilmesi, Kürt toplumunun sosyal ve kültürel kimyasını bozmayı ve değiştirmeyi hedeflemektedir. Kürt halkını ulusal, toplumsal ve kültürel değerlerden koparmak, kültürel soykırım çarkının içine sokmak amaçlarının olduğunu açıkça dile getirmektedirler. Kürtlerin evlerini, mahallelerini ve şehirlerini yakanlar, utanmadan sizlere yeni ve güzel evler yapacağız demektedirler. 

Soykırım planının bir ayağı da kentsel dönüşüm ve yeni iskan politikalarıdır. Nasrettin Hoca’nın eşeği kaybettirip sonra da buldurması hikayesinde olduğu gibi, Kürtlerin evini başına yıkıp sonra da ev kirası yardımı yapıyoruz demektedirler. Tayyip Erdoğan "teröristleri yalnızlaştırmak için evleri yakıp yıktık" itirafı yapmıştır. Halk teröristleri yalnız bırakmak için mahalleleri terk etti demek bu anlama gelmektedir. Çünkü halk, evleri tankla topla yıkılarak, yakılarak göçe zorlanmıştır. Bunu Kürdistan'daki bir çocuk bile bilmektedir. Kuşkusuz Kürt halkı başlarına yağdırılan bombaları unutmayacaktır. Hiçbir demagoji bu gerçekliği tersyüz edemez. Dersim’de soykırım yapıp, sonra da bunu medeniyet götürme olarak ifade edenler, şimdi de böyle yapacaklarını sanmaktadırlar. Artık böyle bir algı yaratamayacaklardır. Kürt halkı da bu saldırıların hesabını üzerinden yıllar geçmeden soracaktır. 

On yıllardır Kürtleri nasıl soykırım kıskacı içine sokarız düşüncesiyle birçok paket açmışlardır. Tüm bunlar da Kürtleri terbiye etme, ulusal, toplumsal ve kültürel değerlerden koparma amaçlıydı. Ancak bunların hiçbiri başarılı olmamıştır. Hemen hemen tümü de unutulmuştur. Çünkü artık Kürtleri paketlerle oyalama, demagojilerle kandırma dönemi bitmiştir. 

Dersim soykırımında nasıl ki Dersimli çocukları medenileştirmek için ailelerinden koparmışlarsa, şimdi de farklı program ve planlamalarla Kürt çocukları ulusal, toplumsal ve kültürel değerlerinden koparılmak istenmektedir. Kürt çocukları için Türkiye'de yaz kampları oluşturacaklarmış. Bu dönemde okullara gitmeyen öğrencilerin Türkiye'de pansiyonu olan okullarda eğitim görmeleri planlanıyormuş. Hatta kendilerinin yakıp yıkıp mağdur ettiği ailelere sadece devlet değil, Türk halkı da el uzatmalıymış. Özcesi yatıp kalkıp düşündükleri tek şey, Kürtleri ulusal, toplumsal ve kültürel değerlerinden, hatta yaşadığı topraklardan nasıl koparırız olmaktadır. 

Türk devleti imkanlarını özel savaş için kullandığı gibi, camiler ve halkın inancını da bir özel savaş aracı haline getirmiştir. Camilere gönderilen Diyanet İşleri Başkanlığı hutbelerinin tamamen AKP hükümetinin savaş politikalarını destekleyici içerikte olduğu açığa çıkmıştır. Sanki "Küffara" karşı savaş veriliyormuş gibi Kürt halkına saldıran asker ve polisler için Cuma Hutbesinde dualar yaptırılmıştır. Türk devletinin zulmüne karşı direnen Kürt halkı da kahredilmesi gerekenler olarak yansıtılmıştır. Kürt halkı bu hutbeye tepki göstermiştir. Din neden devletten ayrı olmalı, neden Diyanet İşleri Başkanlığı kaldırılmalı, neden din işleri topluma ait olmalı önermeleri bu tür hutbelerle daha iyi anlaşılmaktadır. Türkiye'deki Diyanet İşleri Başkanlığı ve onun dini ele alışı geçen haftaki Cuma hutbesiyle çok iyi görülmüştür. 

Ahmet Davutoğlu Şırnak ve Hakkari’yi Cizre ve Gever’e taşıyacağız dedi. Tayyip Erdoğan yeni modern ilçeler yapacağız, diyor. AKP hükümeti artık gece gündüz Kürtleri nasıl zapturapt altına almalıyız, nasıl soykırıma uğratmalıyız konuları üzerinde yoğunlaşmaktadır. Türk devletinin Kürt için düşündüğü iyi hiçbir şey yoktur. Ne zaman Doğu ve Güneydoğu dedikleri Kürdistan üzerinde yoğunlaşmaya ve düşünmeye başlamışlarsa o zaman Kürtlerin kuyusunu kazan planlar yaptıkları görülmüştür. Bu nedenle Kürtler "sen bize karışma başka bir şey istemeyiz" demektedirler. Hükümet ve devletlerin ülke güvenliği gibi temel birkaç konuda var olma dışında toplumun her şeyine karışmasına karşı çıkılmalıdır. Zaten dünyadaki demokratik eğilim bu yöndedir. Toplumsal yaşamın esas alanları bizzat halkın yönetimine bırakılmalıdır. 

AKP hükümetinin yaklaşımı tam ulus-devletçi soykırımcı yaklaşımdır. Aslında bu yaklaşım öz yönetim ve yerel demokrasinin ne kadar gerekli olduğunu bir daha gözler önüne sermiştir. Kürt halkı en başta da bu anlayış, yaklaşım ve tutuma karşı tavır almalıdır. Kürt’ün iradesini dikkate almadan şehirleri şöyle yıkacağım, şöyle yapacağım, şöyle düzenleyeceğim, şöyle yerlerini değiştireceğim denilmesine karşı durulmalıdır. Bu hegemonik buyurgan zihniyete mutlaka haddinin bildirilmesi gerekir. İşte Kürt sorunu budur. Kürt sorununu yaratan bu zihniyet, politika ve uygulamalardır. Amedli, Cizreli, Şırnaklı, Silopili, Hakkarili, Geverli kendisine sorulmadan kendi şehri hakkında karar alan bu zihniyete karşı ayağa kalkmalıdır. Bu gerici, soykırımcı, hegemonik zihniyete bu çağda, Kürtler bu kadar bedel ödedikten sonra bunları yapamazsın denilmelidir. 

Türkiye'de ve Kürdistan'da bu zihniyet kırılmadan ne özgürlük gelir ne de demokrasi. AKP hükümetinin soykırım planı boşa çıkarılmadan da Kürtler ulusal varlıklarını koruyamazlar. Aslında Kürtler için şu anda acil görev bu kültürel soykırımcı politikaları ve saldırıları püskürtmek olmalıdır. Hem Kürt hem demokrasi düşmanı AKP hükümetinin geriletilmesi şarttır. Bu açıdan bu dönem mücadele dönemidir. Tüm demokrasi güçlerini, halk güçlerini bir araya getirmek en temel görevlerdendir. Tarihte de faşist ve despot güçler halkların kurdukları ittifak, cephe ve bloklarla yenilgiye uğratılmışlardır. 

Kürt halkı 6 aydır büyük bir direniş göstermektedir. Türk devleti her türlü imkanını kullanmasına rağmen bu direniş fedaice sürmektedir. Bu direniş AKP gerçeğinin açığa çıkmasını sağlayarak daha büyük direnişlerin imkanını da ortaya çıkarmıştır. Kürt halkı da, kadını da, genci de öfkelidir. Kız-erkek binlerce Kürt genci örgütlenecek ve mücadele içine çekilecek durumdadır. Bu bahar gerçek anlamda özgürlük ve demokrasi baharı olacak potansiyeli taşımaktadır. Eğer herkes bulunduğu yerde sorumluluğunu yerine getirirse Kürt halkı da, demokrasi güçleri de AKP'ye karşı ayağa kalkacaktır. Çünkü Kürt halkı da, demokrasi güçleri de AKP hükümetinin tamamen Kürt halkının ve demokrasi güçlerinin varlığına yönelik bir saldırı içinde olduğunu çok iyi görmektedir. 

Kürt Halk Önderi üzerinde uygulanan tecrit özü itibariyle bir inkar ve soykırım uygulamasıdır. Önder Apo, Şeyh Said’in idam edilmesini bir soykırım uygulaması olarak değerlendirmiştir. Hatta Kürt soykırımı 1925’te bu olayla birlikte başlatılmıştır, demiştir. Kürt liderlerine yönelik politika 1925 yılından beri Kürt halkına yönelik inkar ve soykırım politikasının izdüşümüdür, hatta esasıdır. Bu politikayı böyle anlamayanlar ne Türk devletine karşı mücadele verebilirler ne de özgür yaşamı kazanabilirler. Seyid Rıza ve arkadaşlarının idamı da Dersim de soykırımdı. Şimdi bu soykırım Kürt Halk Önderi üzerinde uygulanmaktadır. Önder Apo zaten İmralı’daki uygulamayı kayalıklarda çarmıha gerilme olarak tanımlamıştır. 

Önder Apo, Kürtlerin kültürel soykırım kıskacında olduğunu vurgulamıştır. Bugün Kürtlerin durumu budur. Bu, aynı zamanda Kürt Halk Önderliğinin çarmıhta olduğunu ifade eder. Tüm bu tespitler bu Önderliğe aittir. Kürtlerin de, Kürt Halk Önderinin de bu durumdan çıkarılması ancak mücadelelerle gerçekleşir. Çünkü Türkiye soykırımdan vazgeçmemiştir. Kürt Halk Önderi üzerindeki ağır tecrit de bu politikanın sonucudur. Dört buçuk yıldır avukatlarıyla bu nedenle görüştürülmüyor. Aile görüştürmeleri bu nedenle yaptırılmıyor. Dünyada hiçbir siyasetçiye yapılmayan uygulamalar bu Önderliğe yapılmaktadır. 12 Eylül’ün faşizmi döneminde bile bir tutuklunun ailesi ve avukatı üzerinde bu düzeyde bir kısıtlama yapılmamıştır. Bu gerçeklik İmralı üzerinde de bir savaş yürütüldüğünün kanıtıdır. 

Uluslararası komplo 18. yılına giriyor. 18 yıl tek bir hücrede kalmanın anlamı nedir? 18 yılda bu koşullarda düşünce ve iradesini korumak da bir savaş olmaktadır. Önder Apo da her gün İmralı’da bir savaş içindedir. Her saniyesi savaş içinde geçen 18 yıl! Tüm Kürt halkı, demokrasi güçleri ve devrimci güçler bunu çok iyi anlamalıdırlar. Herkes kendini bu direniş aynasında görmelidir. Her anı bir mana ifade eden bu 18 yıl Kürt toplumunu mana yoğunluğuna, bilinç yoğunluğuna kavuşturmuştur. 

Bu Önderlik gerçeği ve onun tüm yaşamı Kürtlerin başucu kitabıdır. Kürt her şeyini bu Önderlik gerçeğinde görebilir. Bu önderliği anlayan bir halk köleleştirilemez; kölelik altında tutulamaz. Bu önderliği anlayan bir halk mutlaka özgür ve demokratik yaşama kavuşur. Bu önderliğin bu halka kazandırdıklarına, Kürt kadınına ve gencine kazandırdıklarına, bu önderliğin Ortadoğu halklarına kazandırdıklarına saygının gereği bile olsa komplonun yıldönümü sürecinde herkes ayağa kalkmalıdır. Önderliğin özgürlüğünü isteme serhildanıyla özyönetim serhıldanları birleştirilmeli ve AKP'ye karşı kesintisiz sürecek yeni bir devrimci hamle dönemi başlatılmalıdır. 

Önder Apo'nun da, özyönetim alanlarında direnerek şehit düşenlerin çağrısı da budur. 

KAYNAK: YENİ ÖZGÜR POLİTİKA