Afrin’e yönelik saldırıların arka planı...-Seyit Evran

Afrin’e yönelik saldırılar başladı. Son beş gündür çeteler tank, top, füze gibi ağır silahlarla Afrin’in Şêrava nahiyesine bağlı köylere saldırmaya başladı.

Afrin’e yönelik saldırılar başladı. Son beş gündür çeteler tank, top, füze gibi ağır silahlarla Afrin’in Şêrava nahiyesine bağlı köylere saldırmaya başladı. Saldırıların başını Ehrar Şam ve Nusra çekerken Sultan Murad, Şam Cephesi, içinde Fetih Halep adlı birliğin bazı grupları, Nureddin Zengi, Ehrar Suriye, DAİŞ’in Halep çevresindeki Cundül Aksa grubu, 16. ve 13. Alaylar olmak üzere otuzdan fazla grup yer alıyor. Saldırılar da Halep’teki Kürt Mahallesi Şeyh Maksut’tan başlanarak Afrin’e doğru geniş bir alanda sürüyor.

SALDIRILARIN ARKASINDAKİ GÜÇLER

Afrin’e yönelik başlayan ve çok sayıda grubun içinde olduğu saldırılar öyle bir anlık ve sıradan bir saldırı değil. Uzun süredir hazırlığı yapılan saldırıdır. Rojava’ya yönelik tüm saldırılarda olduğu gibi bu saldırının da arkasında Türkiye ve AKP var. Aslında bu saldırı, Türkiye tarafından geçtiğimiz sonbahar aylarında hazırlığı yapılmıştı. Nusra, İdlıp ardından Halep taraflarında harekete geçirildi.  DAİŞ ise, Rakka tarafından Tabka üzerinden Azaz’a doğru harekete geçirildi. Sonbahar, bahar ve yaz ayları boyunca harekete geçirilen bu gruplarla önce Afrin kuşatmaya alınmak istendi. DAİŞ Rakka- Tabka hattı boyunca Azaz’a doğru ilerledi. Nusra ise Halap, Idlıp taraflarından ilerleyerek Afrin’in sınırlarına dayandı. Böylelikle Afrin kuşatmaya alınmış oldu. Kuşatma tamamlanınca önce Afrin’in yolları kapatıldı. Ancak görünürde ise DAİŞ ve Nusra’dan çok Ehrar Şam öne çıkıyordu. O yüzden kuşatma tamamlandıktan sonra Ehrar Şam Halep çevresindeki grupları bu kez saldırı için bir çatı altında toplamaya başladı. Gruplar Ehrar Şam çatısı altında bir araya geldikten sonra saldırılar yaklaşık bir hafta önce başladı.

Ehrar Şam’ın El Kaide kökenli ve DAİŞ ile Nusra arasında köprü rolü oynadığı uluslararası ve bölgesel tüm güçler tarafından bilinmektedir. Bu yüzden DAİŞ, Nusra ve Ehrar Şam başta olmak üzere El Kaide kökenli birçok grup, DAİŞ ile mücadele adıyla kurulan uluslararası koalisyon güçleri tarafından terörist örgütler olarak ilan edildi. Ancak Türkiye, çok fazla deşifre olduğundan dolayı DAİŞ dışındaki bu grupların hiç birini terörist olarak görmedi. Aksine Ehrar Şam grubunu ılımlı grup olarak uluslararası güçlere kabul ettirmeye çalıştı. Erdoğan ve Davutoğlu Nusra için bile aynı şeyleri söylediler ve açıkça destek beyanında bulundular. ABD, geçen ay kuruluşunu ilan eden Demokratik Suriye Güçleri’ne bir miktar silah yardımına bulunduğunda, Erdoğan tepki gösterdi ve ‘’neden ‘terörist YPG ve PYD’ güçlerine yardım ediliyor. Nusra cephesi var o da Idlıp ve Halep çevresinde DAEŞ’e karşı savaşıyor neden ona silah yardımında bulunulmuyor’’ dedi. Aslında bu açıklama Türk devleti, cumhurbaşkanı ve başbakanı ile hükümetinin çete gruplarına yaklaşımını ortaya koyuyordu.

Bu süre içinde ABD ve koalisyon güçleri Türkiye’yi DAİŞ’e karşı mücadele içine çekmek için çeşitli görüşmeler gerçekleştirdi. Gerçekleşen bu görüşmelerde ABD’nin incirlik hava üssü DAİŞ’e karşı kullanıma açıldı. Ama neye karşılık anlaşma yapıldığı çok fazla açıklanmadı. Ancak üssü konusunda anlaşmaya varılmasından iki gün sonra Suruç Katliamı gerçekleşti. Katliamdan iki gün sonra da İncirlik Hava üssü konusunda anlaşamaya varıldığı kamuoyuna açıklandı.

Asıl görüşlerin ortaya çıktığı dönem ise G 20’ler zirvesinden sonra ABD Dış İşleri Bakanı John Kery tarafından yapılan açıklama ile ortaya çıktı. Kery, ‘Türkiye’nin Suriye ile olan sınırında 98 km’lik alanda güvenlik sorunu olduğu, bu sorunu gidermek için ortak operasyon dahil bazı tedbirler alacaklarını’ dile getiriyordu. Kery bu açıklamada bulunduğu dönemde tüm dikkatler Cerablus’a çevrilmişti. Acaba gerçekleşecek bir ortak operasyonla Cerablus Türkiye’ye mi bırakılacak gibi soru işaretleri ve tartışmalar başladı. Bu açıklamadan çok kısa süre sonra ise, ABD tarafından özellikle ÖSO adına vurgu yapılarak Suriyeli muhaliflere silah yardımında bulunulduğu belirtildi. Aslında ÖSO’nun iki yıl önce bittiği, onun yerine DAİŞ, Nusra, Ehrar Şam ve bu gruplarla aynı ideolojik temelden gelen Müslüman kardeşlerin gruplarının ikame edildiği çok iyi biliniyordu. Ancak nedense özellikle ÖSO adına vurgu yapılarak silah yardımının yapıldığı algısı kamuoyunda oluşturulmaya çalışıldı. ABD tarafından başını Ehrar Şam ve Nusra’nın çektiği Sultan Murat, Şam Cehpesi, Fetih Halep Birliği, Nureddin Zengi, Ehrar Suriye, DAİŞ’in Halep çevresindeki kolu olan Cündül Aksa, 16. ve 13. Alaylara silah yardımı yapıldığı sırada Türken Dağı, Bayırbucak yaygarası ortaya atıldı. Böylelikle yapılan bu silah yardımlarının haklılık gerekçesi de yaratılmış oldu. Ancak verilen bu silahlar bu gün Halep Şeyh Maksut ve Afrin’nin köylerine saldırılarda kullanılıyor. Orada Kürtlere ve Kürtlerle birlikte hareket eden Arap halkına karşı kullanılıyor. ABD, yürüttüğü bu denge politikasıyla bir yandan Rusya’yı bölgede frenlemeye çalışırken, öte yandan da, Kürt Özgürlük Hareketinin çizgisi doğrultusunda baş gösteren gelişmeleri sınırlandırmaya çalışıyor. O yüzden Afrin’e yönelik saldırılar başladı. Çeteler Halep ve Afrin köylerinden Enabkê’de sivil katliamlarla saldırılarını sürdürüyor. Halep de katledilenlerin çoğu çocuk olurken Enabkê’de katledilen yirminin üzerindekilerin tamamı da sivil olması yeniden ve büyük katliamların olduğunu gösteriyor. Yapılan saldırı ve katliamlar bununla sınırlı değil. Halep, Afrin ile birlikte eş zamanlı bir şekilde aynı gruplar tarafından Tel Hasıl ve Tel Aran taraflarında da aynı katliamlar başlatılmış durumda.

SALDIRILARIN ZAMANLANMASI!

Uzun süredir planlanan bir saldırı olmasına rağmen neden böyle bir dönemde başladı diye bir soru gelir akla. Cezire Kantonunda YPG, YPJ’nin de içinde yer aldığı Senadid, Burkan El Fırat, Süryani Askeri Meclisi, Devrimciler ordusunun de içinde olduğu bir ortak gücün oluşması Suriye sorunun çözümü için önemli bir gelişmeydi. Bu oluşum, kuruluşu henüz yeni olmasına rağmen, ilk sınavı olan Haseke’nin Hawll ilçesinin DAİŞ çetelerinden kurtarılarak özgürleştirilmesini başarıyla verdi. İlk hamlesinde başarılı olan bu güç Suriye’de her geçen gün biraz daha kabul görmeye başladı. Bunun yanı sıra, askeri güçle birlikte bunun birde siyasal oluşumunun olması gerektiği yönünde Arap camiasında tartışmalar başlamıştı. Bununla birlikte Afrin, Halep, Idlıp çevresinden çok sayıda grubun içinde olduğu Demokratik Suriye güçlerinin ilan edilmesinin hemen ardından yapılmış olması oldukça dikkat çekici. Dikkat çekici olduğu kadar hızlı gelişiminden korkulduğu ortaya çıkıyor. Bu güçle ortaya çıkmaya başlayan Demokratik Suriye çizgisinin gelişiminin durdurulması çabası olduğunu söylemek mümkün. Zira bu iradenin ortaya çıkması ve halkta umut yaratmaya başlaması ve halkların etrafında toplanmaya başlanması Rojava devrim çizgisinin gücünün ortaya çıktığını gösteriyor. Bu durumda egemen güçler ve ulus devletçi modellerin yenilgiye uğratılarak halklar çizgisinin kazanması böylelikle bölge sorunun çözümünün ilacı olduğu kanıtlanmış oluyor.  

O yüzden böyle bir dönemde bu gerçekleştirilen Afrin’e yönelik saldırılarla Cezire ve Kobani kantonlarında yaratılan bu gelişmelerin Afrinle tamamlanmasına engel olunmak isteniyor.

KÜRTLER ALTERNATİFSİZ DEĞİL!

Afrin saldırılarıyla bir kez daha içinde uluslararası güçlerin de olduğu birçok gücün Rojava devriminin kendi çizgisinde ve mecrasında gelişmesine hala tahammül olmadığı gerçeği ortaya çıkıyor. Ancak bilinmesi gereken çok önemli bir gerçek var oda artık Kürtlerin alternatifsiz olmadığı gerçeğidir. ABD’den tutalım Rusya, Fransa, İngiltere, Hollanda başta olmak üzere batılı tüm askeri politik güçler bölgedeki çıkarlarının savunulmasının Rojava’da ortaya çıkan siyasi, askeri güçten geçtiği görülüyor. O yüzden tüm bu güçler işbirliği yapmak için Rojava Kanton yönetimleri ile askeri gücü olan YPG/YPJ ile Demokratik Suriye güçlerine yardım etmeye, destek sunmaya hazır oldukları biliniyor. Yani artık ne ABD, ne Rusya, ne İngiltere, ne Fransa hiçbir güce tümüyle muhtaç değil. Çünkü gücünü direnişinden alıyor. Suriye, Rojava ve hatta bölgede şu ana kadar barbar, vahşi DAİŞ çetelerine karşı tek direnebilen, onu geriletebilen hatta dağılma noktasına getiren gücün Rojava askeri gücü ile Demokratik Suriye güçleri olduğu artık kabul ediliyor. O yüzden Kürtler artık hiçbir güce tümüyle bağlanma mecburiyetinde değil. Aksine iradesi, gücü ile herkesin ilişki kurup ittifak yapmak istediği bir durumda.

Afrin bir ikinci Kobani olmayacak. Aksine başta Türkiye olmak üzere bazı uluslararası güçlerin dolaylı desteklerini alan saldırgan gruplar kaybedecek. Afrin’ye yönelik başlatılan bu yeni saldırıların yenilgiye uğratılmasıyla De Mistura planının uygulanmasına da olanak verilmiş olacak…

Bedeli belki ağır olur. Sivil katliamlar da yapılabilir. Ancak kazanan Kobani’de olduğu gibi, Afrin direnişçileri olacak.