Amed’in sosyolojisine beton dökülüyor

Amed’de tarihsel dokuyu ve toplumsal kültürü dikkate almayan kentleşmenin sonucu beton blokların, hapsedilmiş aileler ve kültürel deformasyon yaratıyor. Mimar Şerefhan Aydın’a göre, istenseydi böyle olmayabilirdi.

Mimar Şerefhan Aydın, Amed’deki betonlaşmaya dikkat çekerek, “Bir kentin imar planı, o kentin sosyolojisine göre yapılmalıdır” dedi.

Amed’de tarihsel dokuyu ve toplumsal kültürü korumadan giderek büyüyen bir kentleşme söz konusu. Bu kentleşme, tamamen beton yığınlarından oluşan ve demografik yapıyı ters yüz eden bir şekilde ilerliyor. Kentler inşa edilirken dikkate alınması gereken sosyoloji, Amed’de umursanmıyor. Mimar Şerefhan Aydın, kentin politik hafızasının yok olmasına da yansımaları olan bu betonlaşmanın dezavantajlarını ANF’ye değerlendirdi.

AMED’İN SOSYAL YAPISINA ZIT

Mimar Aydın, kentler inşa edilirken imar planı ile yapıldığını ancak ve artık kentin gelişmesinin de o plana göre belirlendiğini kaydetti.

Aydın, Kayapınar, Yenişehir ve Bağlar’ın yeni plana açılan yerlerinin 1194 Sayılı İmar Kanunu'na göre tam nizami bir biçimde yapılmış olduğunu, ancak bunun Amed ya da Kürdistan halkının sosyolojik yapısıyla zıt bir durumu teşkil ettiğini vurguladı. Aydın, şöyle devam etti: “Çünkü yapılan yapılarda artık siteleşme denilen bir kültür yerleşti. Tamamen etrafı beton duvarlarla örülmüş, üstünde korkuluklar, korkuluğun üstü yetmezmiş gibi jiletli teller ve kamera sistemi kurulmuş. Tabii bu yapılırken de bu binalarda yaşayan nüfusun gittikçe yalnız kalması durumu söz konusu oluyor. Yani eski avlulu, bahçeli Diyarbakır'ın ilk mimarisi olan Sur'u referans aldığımızda tamamen zıt bir durum söz konusudur. Dolayısıyla bu da artık yeni bir kültür ya da yeni bir sosyolojiyi ifade ediyor. Tamamen soyutlanmış her ailenin, kendi içinde bir yaşam kurma durumu var. Yani var olan eski Sur’dan tekrar referans verirsek, o sosyal ilişki ağları, dayanışma kültürü ve en azından buluşma kültürü ile birlikte zaman geçirme artık ortadan kalkmış durumda.”

İMAR KANUNU BİREBİR UYGULANMAYABİLİR

İmar planı ve imar kanununun birebir uygulanması sonucu ortaya çıkan bu tablonun Amed’de yeni olmadığını, yıllardır bu bağlamda yapılaşmaya gidildiğini aktaran Aydın, “Tabii bunun dışında ne olabilirdi ya da alternatif ne üretilebilirdi? Farklı bir planla, mevcut plan bu minimize edilebilirdi. Belki şu an artık kapitalist çağda, ister istemez bu tüketimin ileri düzeyde arttığı bir dönemde, bundan tamamen sıyrılmak güç olabilir. Ama minimize edilebilirdi. Bu da imar ve kentin planı yapılırken Sur referans alınarak bir planlamaya gidilebilirdi. Diyarbakır artık Urfa, Ankara, İzmir ve Trabzon gibi tamamen birbirine benzeyen kent tablosuyla karşımıza çıkmıştır diyebiliriz” diye konuştu.

SUR REFERANS ALINABİLİRDİ

Kent planları yapılırken sosyolojinin müthiş bir alan olarak kullanıldığını söyleyen Aydın, şu değerlendirmelerde bulundu: “Sosyoloji, planlama yapılırken kullanılan müthiş bir alandır. Çünkü o plan yapılan bölgenin sosyolojik yapısına göre planlama yapılır. Yani sadece kağıt üzerinden, ‘Hadi buraya bina yapalım, burası okul olsun’ gibi değil. Bir sosyolojik gerçeklik göz önünde bulundurularak yapılır. Dolayısıyla bu da, dediğim gibi minimize etmek için farklı bir yol yöntem izlenebilir. Yol yöntem nedir? Kent planları yapılırken işte ilgili kurumlar, sivil toplum örgütleri, meslek örgütleri ve mahalleli oluşumların bir araya gelip, alanı böyle şekillendirmesi bunu minimize ederdi. Mesela Sur'da kent savaşı sonrasında oluşan tabloda temel eleştirimiz neydi? Tamamen Ankara merkezli planlar yapılıp, halktan, mahallede yaşayanlardan ve kentin tüm dinamiklerinden kopuk bir yol yöntem izlendiği ve kenti görmeyen Sur’u görmeyen mimarlık ofislerine yaptırılmasıydı. Dolayısıyla bu da bir uyum sorunu ortaya çıkardı ve mevcut tablo böyle şekillendi. Bundan kaynaklı somut olumsuz örnekleri görüp, yeni planlama aşamalarında buna göre hareket edilmeli.”

TÜKETİM KÜLTÜRÜ İŞTAH KABARTIYOR

Kent özelinde düşünüldüğünde devasa bir alanda yoğun eleştirilerin yapıldığı bir yapılaşmanın söz konusu olduğunu belirten Aydın, şunları ifade etti: “Bundan sonra neler yapılabilir’i konuşmak lazım. En azından eleştirileri biraz daha da azaltmak adına da olsa tamamen katılımcı bir anlayışla kentteki aktörlerin sürece dahil edilip, yeni planlama alanlarının buna göre yapılması gerekiyor. Bu kadar yüksek yapıları teşvik edecek bir planlama esasından kaçınılabilir. Kapitalizmin tüketim kültürünü sana aşılaması sonucu, oturduğun evde veya mekanda birkaç yıldan sonra yeni bir yapıya taşınma ihtiyacı hissediyorsun. Oysa ki Avrupa'da bu kültür yok. Avrupa'da yeni yapılaşma Türkiye'nin çok düşük bir oranıyla yapılıyor. Yeni yapı üretimine girmeden var olan evi, mekanı uzun yıllar kullanarak yaşayabiliyorlar insanlar. Ama burada kapitalizmin resmen bir atölyesi gibi her geçen gün yeni bir imalatla, eve kazandırılan yeni bir fonksiyonla kullanıcının iştahını kabartıyor. Dolayısıyla da bu şekilde de alıcı buluyor. Bu da dediğim gibi sağlıklı bir planlamayla önüne geçilebilir bir şeydir. Vaktinde yapılabilirdi, yapılmadı. Mevcut Diyarbakır'ın yirmi yıl önceki şehir planına baktığınız zaman şu anda imara açılan alan bu eski alandan kat be kat fazla. Nüfus bu kadar artmamışken kent nasıl olur da bu kadar büyüdü? Bu da planlama sonucunda ortaya çıkan yanlış bir hesaptır işte.”

TOPLUM KENDİ İÇİNE KAPATILMIŞ

Mimar Aydın, kentin sosyolojik açısından içine kapanmış bir aile tablosuna sahip olduğunu ve toplumsal paylaşımların neredeyse yok denecek kadar azaldığını ifade etti. Aydın, şunları ekledi: “Şu an oturulan en az 12 katlı sitelerde 24 ya da 48 daire bulunur. Bu dairelerde birbirini tanıyan bir kişi veya iki kişilik bir selamlaşma, bir ortaklaşma durumu söz konusu olabiliyor. Dolayısıyla bir nevi inşa edilen yapılar bir cezaevine bile benzetilebilir. Tamamen kendi içine kapatılmış. Belki kişisel anlamda bir konfor olarak tanımlanabilir bu ama toplumsal açıdan, sosyolojik açıdan, ortaklaşma açısından tamamen içine hapsedilmiş dairelerdir. Siyaset veya politikacılar sana eğer böyle bir plan öngörüyorsa, böyle bir yaşam şekli öngörüyorsa bir yerden sonra sen de artık ona göre yaşarsın. Bir yerden sonra o toplumsallık dediğimiz, ortaklaşma dediğimiz kültür tamamen yok olur ve artık bireyler olarak ya da küçük çekirdek aileler olarak, toplum buna göre dizayn edilir ve şu anki tablo bunu ortaya koymuş durumdadır.”