Bir Ken Loach klasiği: 'Ben Daniel Blake'

Sinema eleştirmenlerinin merakla beklediği Ken Loach'ın son filmi "Ben Daniel Blake" izleyicilerden tam not aldı.

Bu yıl iddialı yönetmenlerin filmlerinin yarıştığı 69’ncü Uluslararası Cannes Film Festivali, 4’ncü gününde. Dünya sinemasının usta yönetmen Woody Allen’ın açılışı yaptığı festivalin ikinci gününde muhalif kimliğiyle tanınan Ken Loach’ın filmi “I, Daniel Blake-Ben Daniel Blake” izleyicilerle buluştu. Sinema eleştirmenlerinin merakla beklediği film, izleyicilerden tam not aldı.

Haziran ayında 80 yaşına girecek olan Loach’ın “son filmim” dediği “I, Daniel Blake” bu yılki Altın Palmiye’nin güçlü adaylarından. Londra’da yaşayan 59 yaşındaki hasta Daniel Blake’ın (Dave Johns) yaşadıklarının anlatıldığı filmde yönetmen modern, kapitalist sisteminin bürokrasisinin girdabında sıkışan insanların hikayeleri üzerinde eleştiri oklarını İngiliz sistemine yönetiyor.

Televizyonlardaki diziler dışında,1969 yılında çektiği en önemli filmlerinden biri olan “Kes”den (Kerkenez) bu yana günümüze kadar çektiği onlarca filmlerinde sosyalist ve muhalif kimliğini her zaman öne çıkaran Loach, ısrarını sürdürüyor. “Hidden Agenda” (Gizli Gündem), “Raining Stones”, Nikaragua’daki  Sandinist hareketi işleyen “Carla's Song” (Carla'nın şarkısı), İspanya iç savaşına katılmış bir İngiliz'in hikâyesi “Land and Freedom” (Toprak ve Özgürlük), Çaresizliğin umut karıştığı “My Name is Joe” (Benim Adım Joe), İngiltere'de demiryollarının özelleştirilmesinin demiryolu işçilerinin üzerindeki etkisini anlatan “Navigators” (Demiryolcular) gibi filmlerle yoksulluk, dışlanma ve adaletsizliği ön plana çıkaran Loach, bundan dolayı da başta Thatcherizm iktidarı döneminde olmak üzere bütün iktidarların hışmına uğrayarak, uzun yıllar sansürlerle karşılaştı. Ancak bütün bunlara rağmen Ken Loach, kendi dünya görüşünde ödün vermeyerek, adalet arayışını en üst seviyede sürdürdü. “Ben Daniel Blake” de bu filmlerin ön önemli halkasında duruyor. Belki de en acımasız ve duygusallarından. Günümüz yaşadığımız sorunlarıyla da yakın bir bağı olan filmde her kes kendisinden mutlaka bir parça gördüğü bir eser. 

SİSTEME KARŞI YAŞLI BİR ADAM

Ken Loach, “Ben Daniel Blake” filmde de karmaşık ve zor bir sorunu sade, yalın sıradan insanı ele alarak onun günlük yaşamını, yaşadığı sosyal ve maddi zorlukları tüm çıplaklığıyla ortaya seriyor. Londra’nın kenar mahallelerinden birinde yaşayan 59 yaşındaki Daniel Blake hasta bir marangozdur. Geçirdiği kalp krizinden dolayı doktordan çalışmama raporu alan Daniel Blake, sosyal yardım almak için gittiği emeklilik ve iş dairesindeki görevlilerle başı derde girer. Buradaki ağır, karmaşık bürokrasiye takılan yaşlı Daniel Blake için hayat dayanılmaz bir hal alarak, işkenceye dönüşür. Bu bürokratik karmaşık ve zorlukların yanında kapitalist teknolojik boyutta katılınca Daniel Blake çılgına döner. Çünkü İnternet, E-mail, akıllı telefon gibi kavramlar kendisinin hayatında yoktur. Bunlar onun için yabancıdır. Her şeyin online hal edildiği bir sistemde 59 yaşındaki bu yaşlı adam için bulunduğu durum sudan çıkmış bir balık halidir. Kurumdaki görevlilerin çıkardığı zorluklar da eklenince mevcut duruma Daniel Blake’ın sınır tahammülü sabırları aşıyor.

Bu kurumda kendisiyle benzer sorunlar yaşayan dul ve iki çocuk annesi ola Katie (Hayley Sguires) ile  yolları kesişen Daniel Blake bir taraftan ilerleyen yaşına rağmen kütüphanelerde internet öğrenirken diğer taraftan ise yardıma muhtaç olan Katie’ye yardım etmeye çalışır. Zaman zaman trajikomik sahnelerin olduğu filmde, oldukça sert mesajlar da var. Sistemin bütün hırçınlığına karşı mücadele etmekte oldukça ısrarlı olan yaşlı Daniel Blake, hükümetin “çalışmakta ısrar” kararı sonucunda zulme dönüşen bürokrasiye karşı teslim olmayı kabul etmez. Katie’nin durumu ise daha dramatik. İki çocuğuyla yoksullukla boğuşan Katie’nin imdadına ise yine Daniel Blake yetişir.

KEN LOACH İKİNCİ “ALTIN PALMİYE” YE ÇOK YAKIN

Filmde, aynı kaderi paylaşan iki karakter. Biri direnen mücadele ediyor. Diğeri ise bir nevi kaderine teslim olmuş. Senarist Paul Laverty tarafından büyük araştırmalar sonucunda yazılan senaryo oldukça yalın ve net bir dil ile hatlar çizilmiş. Ken Loach’ın sinema estetiğiyse filmi çekici kılıyor. Ken Loach tıpkı diğer filmlerindeki gibi sadece sorunları aktarmakla yetinmiyor aynı zamanda vahşi kapitalizmin çarkında çirkinleşen dünya düzenine karşı mücadele ve itiraz etmenin ipuçlarını da gösteriyor. Ken Loach, filmin son sahnesiyle, bu mücadeleyi Daniel Blake’nin şahsında bireyin dışına çıkararak, toplumsallaştırıyor. Bu yolla verdiği mesaj ise oldukça açık ve net; taraf ve yanlılık.

Film, siyasi ve toplumsal mesajlarının yanı sıra sinemasal olarak da oldukça etkileyici. Kullanılan görüntüler, mekan ve dil ile Ken Loach, bir kez daha bizi kendisine hayran bırakıyor.

Şimdiden bütün sinema eleştirmenlerden tam not alan usta yönetmen bu film ile kendini aşarak, belki de kendi sinema tarihin en iyi filme imza atıyor. Zaten bu “benim son filmim” demesiyse boşuna değil.

Şimdiye kadar bir çok kez Cannes’a gelen ve bir “Altın Palmiye” olmak bir çok alan yönetmen,  69’ncu Cannes’ın “Altın Palmiye”nin en iddialı adayları arasında görülüyor.