69’ncu Cannes’da Kürt Yılmaz Güney’e saygı

Cannes’e 1982’de Altın Palmiye ödülü alan Yılmaz Güney, 20 Mayıs’ta Bernard-Henri Lévy’nin, “Peşmerge” filminin gösteriminde anıldı.

Cannes’e 1982’de Altın Palmiye ödülü alan Yılmaz Güney, 20 Mayıs’ta Bernard-Henri Lévy’nin, “Peşmerge” filminin gösteriminde anıldı.

Fransız filozof Bernard-Henri Lévy’nin, “Peşmerge” filminin ani bir karar ile Cannes Film Festivali’nde gösterimi sırasında film ekibi adına, salonda bulunanlara Yılmaz Güney için saygı istendi. Festival direktörü Thierry Frémaux de bunu onayladı.

Frémaux, Cannes’a gelen ilk Kürt yönetmen ve sinemacının Yılmaz Güney olduğunu hatırlatarak, “1982 yılında Altın Palmiye’yi aldı. Yılmaz Güney’den sonra Cannes’a birçok Kürt sinemacı gelerek, Kürt sinemasını buraya taşıdı“ dedi.  

Frémaux’nun Kürt sinemasının Cannes’da temsil edildiğini dile getirdi demesiyle, biz de Yılmaz Güney’in 47 yıla sığdırdığı kısa, ama dolu dolu yaşamına bakalım dedik….

Yılmaz Güney, babası Siverek, annesiyse Vartoludur. Cibran aşiretindendir. 1 Nisan 1937 yılında Adana’da doğan Güne, küçük yaşta sosyalist fikirlerle tanıştı. Güney, hayatı boyunca çektiği filmlerle ezilenlerin ve Kürtlerin yaşadığı dramı beyaz perdeye aktardı ve ardılları olan genç Kürt yönetmenler için hep ilham kaynağı oldu.

Adana’da yoksulluk içerisinde büyüyen Yılma Pütün (Yılmaz Güney), 1959 yılında okumak için gittiği İstanbul’a Atıf Yılmaz aracılığıyla sinema sektörüne girer, oyunculuk yapmaya başladı. Yazdığı bir öyküde komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle 1961 yılında yargılandı ve 2 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Bir buçuk yılını cezaevinde, 6 ay ise Konya’ya sürgün edildi. 1963 yılında kaldığı yerden devam eden Yılmaz Güney, o dönemde macera filmleri çekse de aldığı rollerde daha çok ezilen, hor görülen bir delikanlının otoriteye başkaldırısı vardır... Ve o yıllarda “Çirkin Kral” olarak da tanınmaya başladı.

CEZAEVİ YILLARI...

Yılmaz Güney, 1971 yılında Mahir Çayan ve arkadaşlarını sakladığı gerekçesiyle 2 yıl hapse mahkum edildi ve sürgüne gönderildi. Cezaevinde de boş durmayan Güney, sinema ve sanata ilişkin yazılar, film senaryoları yazdı. 1974'te cezaevinden çıktıktan sonra aynı yıl “Arkadaş” filmini çekti. “Endişe” filmin çekimleri esnasında Adana Yumurtalık ilçesinin yargıcını öldürmek iddiasıyla tutuklandı ve 19 yıl ile cezalandırıldı. Beş yıl hapis cezasından sonra Ekim 1981 tarihinde izinli olarak çıktığı Isparta Yarı Açık Cezaevi’nden kaçan Güney Paris’e gitti. 3 kere tutuklanan Yılmaz Güney, ömrünün 3’te 1’ni cezaevinde ya da sürgünde geçirdi.

Hayatı boyunca 114 filmde oyunculuk, 26 filmde yönetmenlik, 15 filmde yapımcılık yapan Güney, 64 filminin de senaryosunu yazdı. Güney’in öne çıkan filmlerin arasında “Yol”, “Sürü”, “Umut” ve “Duvar” yer alıyor. Paris’te çekilen “Duvar”, Güney'in, 1976 yılında Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi'nde tanıklık ettiği, çocuklar koğuşunda çıkan ve tüm cezaevine yayılan bir isyanın sinemaya aktarıldığı son filmi oldu.

BEYAZ PERDEYE KÜRDİSTAN’I YAZDI

Birçok filminden ezilenlerin ve alt sınıftakilerin hayatlarını konu eden Güney, sinema dünyasına damgasını vurdu. Filmlerinde ise Kürt izlerini buluruz. “Yol”, “Sürü” ve “Umut” filmlerini örneklerden birkaçı. “Yol” filmiyle Kürtlerin parçalanmışlığını, sınır, devletsizliğini anlatan Güney, Fransa’dayken kurgusunu yaptığı filmde Kürdistan yazarak aslında bir nevi kimliğini açıklamış oldu. “Sürü”de de yönetmen Kürtlerin yaşantısını dramatik bir dille anlatırken “Umut” ise benzer izlere rastlamak mümkün. 

YILMAZ GÜNEY’İN CANNES’DAKİ GÜNLERİ

Kaçak yollarla “yol” filmini Fransa’ya götüren Yılmaz Güney, Uluslararası Cannes Film Festivali’ne gönderir. Eşi Fatoş Güney ve Paris’te yaşayan bir grup Kürt ile Cannes’da bulunan Güney, uluslararası çapta arandığı için pek ortalıkta görünmez. Kaldığı otelden dışarı çıkmaz, ta ki ödül törenine kadar. Festivalin bitişinde “Yol” filmi yönetmen Costa-Gavras’ın Kayıp (Missing) filmiyle “Altın Palmiye” ödülünü alır. Böylece Yılmaz Güney, kendi ismini ve Kürdistan’ı uluslararası arenaya taşır.

‘BİR GÜN BU HALKIN DOĞUM KAVGASINI ÇEKMEK İSTERİM’

Cannes’da aldığı ödül ile kısa sürede uluslararası arenada tanınan Güney, “Yol” ve “Sürü” filmlerine ilişkin 1983 yılında Fransız Gazeteci Chris Kutschera’ya verdiği röportajda, “Sürü filmi aslında Kürt halkının tarihidir ama film de, Kürt dilini bile kullanamadım. Kürtçeyi kullansaydık filmde rol alan herkes cezaevine gönderilirdi. Müzik aracılığıyla Kürt atmosferi yaratmaya çalıştım. “Yol filmi de Almanya’da seslendirilmiş olsa bile Kürtçe yapmayı başaramadım” diyerek, üzüntüsünü dile getirir.

Yine aynı röportajda, “Sonraki filminizde Kürdistan ne kadar yer edinecek?” sorusuna ise Güney, şu cevabı veriyor: “Bir gün bir halkın doğum veya yeniden doğum kavgasını anlatan filmi çekmek isterim. Şu anda bu zor bir mesele. Birisi Kürtlerin nasıl bölündüğünü ve farklı durumlarla ilgili değişik perspektiflerini anlatmalı.”

Aynı tarihlerde, Mahmut Baksi’nin İsveç televizyonu için Yılmaz Güney ile yaptığı röportajda “seni Kürt rejisör diye yazacağım” der. Yılmaz Güney ise “Bundan gurur duyarım” diyerek, sevincini dile getirir. Yine Güney’in büyük hayali Dr. Abdurrahman Qasimlo ile Kürdistan dağlarında Kürtleri anlatan bir film çekmektir.

Yine Paris’teyken yaptığı konuşmada, “Benim düşündüğüm Kürdistan, birleşik, bağımsız, demokratik Kürdistan’dır” sözü hala akıllarda… Maalesef Güney’in bütün bu hayallerini gerçekleştirmesi için ömrü yetmez. Amansız hastalığa yakalanarak, 9 Eylül 1984 yılında yaşamını yitirir.

‘TÜRKLEŞTİRMEK İSTEDİLER AMA BAŞARAMADILAR’

Yılmaz Güney’in kimliği, sineması ve düşünceleri belgelerle bu kadar net ve açık olmasına rağmen Türk medyası ve sinema çevreleri ısrarla onu bir Türk yönetmen ve sinemacı olarak tanıtmaya çalıştı. Uluslararası platformlarda Güney’in üzerinde rant elde ettiler, hala da devem ediyorlar.

Bütün devlet olanaklarıyla bunun propagandasını yaptılar. Kürtler ise diriliş mücadelesi yürüttüğü için bu kara propagandaya karşı koyamadı. Yıllardır yapılan kültürel asimilasyon devam ediyordu. Tıpkı yüz yıllardır başta Kürtlerin olmak üzere Mezopotamya, Anadolu ve Balkanlar’daki halkların şarkılarını, yemeklerini ve kültürel değerlerini devşirerek, kendisine mal eden bu sömürgeci zihniyet Yılmaz Güney’de de kısmen başarılı oldu. Ancak son yıllarda gelişen Kürtlerin özgürlük mücadelesiyle şekillenen Kürt medyası ve sinemasıyla birlikte gerek Kürtler içerisinde gerek ise uluslararası arenada Yılmaz Güney’in sahip olduğu kimlik yavaş yavaş yerine oturdu.

Kürtler artık kendisi Yılmaz Güney’i yazıyor, filmini çekiyor. Yılmaz Güney adına film festivalleri, düzenliyor. Hayatını anlatan kitaplar ve belgeseller çekiyor. Bu da kendisiyle birlikte Yılmaz Güney’in gerçek kimliği objektif olarak, ortaya çıkacağı anlamına geliyor. Bu konuda şimdiye kadar yapılmış en kapsamlı çalışma ise yapımcılığını Mehmet Aktaş, yönetmenliğini ise Hüseyin Tabak’ın yaptığı Yılmaz Güney belgeselidir. Şuanda post prodüksiyon aşamasında olan belgesel, bu yılın son baharında bitiyor. Filmde aralarında Avrupa sinemasının ünlü isimlerinden Michael Haneke, Costa-Gavras, Cannes Film Festivali’nin direktörü Thierry Frémaux’nun da aralarında olduğu Güney’in ailesi ve cezaevi arkadaşları olmak üzere 200 civarında kişiyle bütün yönleriyle usta sinemacıyı anlatıyor.

CANNES DİREKTÖRÜ FREMEAUX’DEN KÜRT YILMAZ GÜNEY TANIMI

Bu yıl gerçekleşen 69’ncu film festivalinde Fransız filozof Bernard-Henri Lévy’nin çektiği “Peşmerge” filminin ani bir kararla gösterimi sırasında film ekibi adına, salonda bulunanlara Yılmaz Güney için saygı istendi. Festival direktörü Thierry Frémaux de bunu onaylayarak, “Cannes’a gelen ilk Kürt yönetmen ve sinemacı Yılmaz Güney, 1982 yılında Altın Palmiye’yi aldı. Yılmaz Güney’den sonra Cannes’a birçok Kürt sinemacı gelerek, Kürt sinemasını buraya taşıdı“ diyerek, Kürt sinemasının Cannes’da temsil edildiğini dile getirdi.

...