Kadının en büyük savunması örgütlülüğüdür

YJA Star Komutanlarından Pelşîn Koçgirî, “Birçok şey ihtiyaç ve olanaklar çerçevesinde karşılanır. Evrenin kendi yasasında böylesi bir şey yoktur" dedi.

Doğada hiçbir zaman aşırı uçta birbirini tüketme ve yok etmenin söz konusu olmadığını söyleyen YJA Star Komutanlarından Pelşîn Koçgirî, “Birçok şey ihtiyaç ve olanaklar çerçevesinde karşılanır. Evrenin kendi yasasında böylesi bir şey yoktur. Ne zaman ki toplum gelişti, teknik gelişti, artı ürün ortaya çıktı o zaman toplumsal yapıda değişimler de kendisini gösterdi. Yani artı ürün sonucu elde kalan ekmek tekelde tutulunca, o ekmek için kavgalar başladı” dedi.  YJA Star Komutanlarından Jînda Ronahî ise, “Şiddetin tanımını doğru yaparsak, çözümünü ve mücadele yöntemlerini de doğru bir şekilde ortaya koyarız. Bu anlamda Mirabel Kardeşleri de anacaksak, bu şekilde ele almalı ve anmalıyız” dedi.

YJA Star komutanlarından Pelşîn Koçgirî ve Jînda Ronahî 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele ve Uluslararası Dayanışma Günü vesilesiyle sorularımızı yanıtladı.

Her 25 Kasım'da kadınlar sokaklarda şiddete karşı eylem ve etkinliklerde bulunmaktadırlar. Peki, ama şiddet kavramını nasıl ele almalı ve değerlendirmeliyiz? Şiddet kavramını yalnızca fiziksel boyutta ele almak ne kadar doğrudur?

Jînda Ronahî: Öncelikle bugün vesilesiyle eylem ve etkinlikler içinde olan tüm kesimleri selamlıyoruz. Başta şunu belirtmek gerekir ki, şiddetle mücadele ve buna karşı dayanışma sadece bir güne sığdırılmamalı, her gün mücadele ve savaşım günü olmalıdır. Çünkü şiddet yaşamımızın tüm alanlarına girmiş ve bizleri tehdit eder durumdadır. Şiddet, baskının ve zorun olduğu her yerde vardır. Bir yerde kadına yönelik şiddet varsa, çocuklara, topluma, kabileye, aşirete, doğa ve evrene dönük şiddette vardır. Şiddetin tanımını doğru yaparsak, çözümünü ve mücadele yöntemlerini de doğru bir şekilde ortaya koyarız. Bu anlamda Mirabel Kardeşleri de anacaksak, bu şekilde ele almalı ve anmalıyız. Çünkü yaşamın her yerinde kendisini örgütlemiş, yaşamı ablukaya almış şiddet olgusuyla karşı karşıyayız. Aşkın içinde bile müthiş bir şiddet söz konusudur. Böylesi bir durumda yalnızca bir günlük mücadele yürütmek doğru bir mücadele tarzı olamaz.

Şiddeti fiziksel boyutuyla ele almak kesinlikle çok yanılgılı bir durumdur. Fiziksel boyut şiddetin ayyuka çıkan boyutudur. Kadınları en çok yanıltan boyutudur. Toplumun açlıktan tutalım, sağlığa, eşitsizliğe kadar birçok sorunu söz konusu. Ama sistem ne yapıyor sanki şiddet tüm toplumun değil de sadece bir kesimin sorunuymuş gibi gösteriyor. Aslında şöyle diyebiliriz, yalan dünyadan sanal dünyaya geçmiş durumdayız ve bu sanal dünya yoluyla her şey çarpıtılmaktadır. İnsanlar öylesine çok görünür olanla uğraşıyor ki, görünür olmayan şeyleri olmamış sayıyor.

Buna şu örneği vermek mümkün; eğer televizyonlar bir kadın cinayetini ya da buna benzer bir konuyu işliyorsa biz o zaman bu konuları tartışıyoruz. Medya yer vermiyorsa, bunlar yaşanmıyor anlamına gelmez ve bizler istatiksel verileri kendimize esas alarak mücadele yürütemeyiz. Eğer yalnızca bir mahallede, köyde, okulda, sokakta, iş yerinde tek bir kadın bile şiddete, baskıya, adaletsizliğe maruz kalıyorsa, bunu kendimiz için bir mücadele konusu yapmalıyız, çünkü bu yalnızca bireylerin değil hepimizin sorunudur.

21. yüzyıl bilim ve teknoloji yüzyılı olarak tanımlanıyor. Bilim, sanat, teknoloji, aydınlanma en üst seviyede gelişmeyi yaşıyor. Sizce de bu yüzyılın en temel sorunlarından birisi de şiddet değil midir?

Pelşîn Koçgîrî: Şiddetin bu yüzyılda bu denli artması o kadar da abeste iştigal olarak değerlendirilecek bir durum değil. Şiddetin nerde başladığını, nasıl geliştiğini ve derinleştiğini tartışır ve cevaplandırırsak o zaman bu sorunun da cevabını bulabiliriz. Doğaya baktığımızda hiçbir zaman aşırı uçta bir birini tüketme ve yok etme söz konusu değildir. Birçok şey ihtiyaç ve olanaklar çerçevesinde karşılanır. Evrenin kendi yasasında böylesi bir şey yoktur. Ne zaman ki toplum gelişti, teknik gelişti, artı ürün ortaya çıktı o zaman toplumsal yapıda değişimler de kendisini gösterdi. Yani artı ürün sonucu elde kalan ekmek tekelde tutulunca, o ekmek için kavgalar başladı. Yani tekelleşme başlayınca şiddet de kendisini göstermiştir. O yüzden bu yüzyılda şiddetin artmış olması o kadar da şaşırtıcı bir durum değildir. Egemenlik ve tekelleşme ile başlayan her haksızlığı aynı zamanda bir şiddet olarak ele alabiliriz.

DAİŞ, BEŞ BİN YILLIK ATAERKİL ZİHNİYETİN GELDİĞİ SON AŞAMADIR

21. yüzyılda Nano teknolojiden bahsediliyor; küçücük, bir nokta kadar bir şey ama dünyayı ayaklarınızın altına serebiliyor. İrade tanınmadan insanların DNA'larına kadar birçok şey değiştirilebiliyor, müdahale edilebiliyor. Bunları tekniği olumsuzlamak adına belirtmiyorum, elbette ki bunlar insan aklının yarattığı değerler olarak önemlidir, bilinci geliştiriyor ama kullanım şekline baktığımızda dehşet verici durumlarla karşılaşabiliyoruz. Bu yüzyılda gelişmeler, araçlar, bilgi muazzam düzeydedir ama sadece bir kesimin elinde tutulduğu için tüm bunlar toplum üzerinde baskı ve şiddet araçlarına dönüşebiliyor. Böylece de toplum üzerindeki baskıların artmasıyla insanlar kendilerine yabancılaşabiliyor. Günümüzde yaşanan gelişmeler olumlu ama bunun kullanım şekli toplumu yok etmeye, tüketmeye dönüktür. 21. yüzyılda yaşıyoruz ama yaşananlar köleci dönemi aratmamaktadır.

Günümüzde DAİŞ'ten bahsediliyor, DAİŞ'in yarattığı şiddet ortamından ve vahşetten, peki ama DAİŞ'i kim yarattı? DAİŞ, beş bin yıllık ataerkil zihniyetin geldiği son aşamadır. Bu topraklar böylesi vahşet güçlerine yabancı değildir, Asur İmparatorluğu da bu topraklarda hüküm sürdü ve insan kellerinden surlar yaptı. DAİŞ de bugün kafa kesiyor, belki surlar yapmıyor ama medya aracılığıyla yaydığı korku sayesinde sur yapmış kadar oluyor. Bu da gösteriyor ki bu yüzyılda bile şiddet çok ciddi bir sorun ve bu sorun en çok kadın üzerinden kendisini gösteriyor. Şiddet toplumu tehdit eden bir olgu ama en çok kadın üzerinde kendisini var etmektedir. Kadın şiddetin ilk mağdurudur ama kadın şahsında mağdur edilen toplumun kendisidir. Bu yüzden kadına yönelik şiddetin karşısında durması gereken sadece kadın olmamalı, tüm toplum yaratılan bu şiddetin karşısında olmalıdır. Bu şekilde bir yaklaşım olursa mücadele de daha etkin ve umut verici olur.

Şiddet olgusu dönüyor, dolaşıyor kadında kendisine yer buluyor; sizce kadın üzerindeki şiddet neden bu kadar çok meşrulaştırılmaktadır?

KADINLARA DEĞER VERMEYEN TOPLUM ÖZGÜRLÜKTEN UZAK BİR TOPLUMDUR

Jînda Ronahî: Kadına yönelik şiddeti hem meşrulaştırma var, hem de normal görme söz konusudur. Bir ulusun başka bir ulusa egemen olması, bir sınıfın başka bir sınıfı ezmesi, zenginin fakiri hor görmesi, Türkün Kürdü yok sayması yadırganmıyor. Tüm bunlar da şiddeti normalleştiren bir ortam yaratıyor. Zaten kadının toplum içindeki statüsü en alttadır. Kadın toplumda ikinci cinstir, öteki cinstir, sonraki sınıftır. Şunu iyi bilmek lazım bu yüzyılda toplum, kadınlarını sevmiyor, değer vermiyor.

Önderliğimizin de belirttiği gibi kadınlara değer vermeyen toplum özgürlükten uzak bir toplumdur. Bu yüzyılda bizi tanımayan, kimliğimizi tanımayan, kabul etmeyen, özgürlüğümüzü ve varlığımızı görmezden gelen bir devlet gerçekliliği ile karşı karşıyayız. Devlet demek şiddete ve zora dayalı yönetim demektir. Bunu da kadınlar üzerinden yapmaktadır. Toplum kadına yönelik geliştirilen şiddetin karşısında durmazsa, şiddetle iç içe yaşar ve kanıksar. Böylece kadın üzerinde yürütülen şiddet meşruluk kazanarak tüm toplum üzerinde kendisini yaşatır. Toplum da bu durum karşısında savunmasız kalır. Kadın üzerindeki şiddeti sadece münferit olaylarla ele almak ve bunun üzerinden tepki geliştirmek sorunun kalıcı çözümünü sağlamaz. Bu yüzden toplumun her bireyi şiddete maruz kalmadan dur diyebilmelidir.

Aslında maruz kalmama diye bir şey de yok; yanılsamanın, özgürlük yanılsamasının kendisi de buradadır. Oysaki sokakta, okulda, komşunun gözünde şiddet var. İçinde bulunduğu ve dahil olduğu karar mekanizmasında şiddet var. Mevcut kadın ve erkek kimliği krizli kimliklerdir, bu da kendisiyle şiddet ortamını yaratmaktadır. Birçok kadın cinayeti, aşk bahane gösterilerek, sevgiden bahsedilerek gerçekleştiriliyor. Mevcut devletin sevgi ve şiddet anlayışı ne ise erkeğin de sevgi ve şiddet anlayışı odur. Nasıl ki, bir kadın bir erkeği istemediği ve reddettiği için öldürülüyorsa, halk da devlet yönetimini kabul etmediği, beğenmediği için ölüme mahkum ediliyor. Şimdi halkımız da Erdoğan'a; "biz senin yönetimini beğenmiyoruz, sen bizi yönetme becerisinden yoksunsun, sen de ne bizi yönetme yetisi ne de adaleti var. Bu yüzden biz kendi kendimizi yöneteceğiz" dediği için büyük bir öfke ve baskıya maruz kaldı.

YJA Star Özgür Kadın Ordusu'nu diğer ordulardan farklı kılan şey nedir, militarizme ve şiddete yaklaşımınızı açabilir misiniz?

KADIN ORDULAŞMASI KADININ KENDİSİNİ BULDUĞU BİR OKULDUR

Pelşîn Koçgîrî: Aslında bu soru en çok karşılaştığımız sorulardan bir tanesidir. Kadının kendisini bir savunma gücüne dönüştüremeyeceği, çok narin bir yapıya sahip olduğu söyleniyordu. Eşitsizliğin bu kadar yoğun olduğu bir yerde, Kürt iseniz bunun yanında kadınsanız ya da farklı mezheplere ya da kesimlere üyeyseniz ve sistemin yarattığı ortamın çelişkisini en derinden yaşıyorsanız farklı bir mücadele aracınız yok demektir. Bu, Kürdistan gerçekliğinde hatta dünya gerçekliğinde mümkün değildir. Ya sisteme dahil olacak, bu gerçeklik içinde çıldıracaksınız ya da kendinizi savunmak için örgütleneceksiniz. Aslında insan önce nasıl yaşaması gerektiğini belirlemeli, nasıl bir toplum yaratmak istediğini bilmelidir. Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi de bu sorular ve çelişkiler üzerinden şekillendi. Bu kadın için daha da belirgin bir hal aldı. Kadın ordulaşması olmasaydı, kadın genel mücadele içerisinde yer alacaktı ama her halükarda kurtuluşunu erkeğin insafına bırakacaktı. Bu durumda pozisyon olarak bir değişim olmayacaktı. İşte Önderliğimiz bu durumu en erkenden fark etti ve kadın ordulaşmasını yaratarak bu duruma müdahalede bulundu. Kadındaki potansiyeli en derinden hisseden de Önderliğimiz oldu. Kadın ordulaşması yalnızca şiddete karşı bir duruş, ulusal ve sınıfsal savaşta cephede mücadele yürüten bir güç değildir. Kadın ordulaşması bir yaşam arayışıdır ve kadının kendisini bulduğu bir okuldur. Yapabileceklerini gördü, gücünü tanıdı ve kendi sistemini oluşturdu. Kadın Kurtuluş İdeolojisi ile kendisini felsefik bir temele oturttu ve partileşerek evrenselleşti. Önderliğimizin büyük çabasıyla kadın ordulaşması muazzam bir güce, felsefik bir duruşa dönüştü. Özgürlüğün en büyük teminatı haline geldi. Yaprağın bile kıpırdamadığı bir ortamda ordulaşma yaratıldı.

Bugün Kobanê'de kadınların geldiği düzey kadın ordulaşmasının yarattığı ortamdan kaynaklıdır. DAİŞ gibi faşist ve korkunç bir çete örgütüne karşı on yedi on sekiz yaşlarındaki genç kadınlar büyük bir savaş yürüttüler. Buradaki eylem kendi yaşamını oturtma eylemidir, bilinç yaratma eylemidir. Bizim devlet ordularından en büyük farkımız da budur. Biz tek tip adam yetiştirmeyiz, şiddete endeksli, vurma kırma ordusu değiliz. Biz yeni ve özgür yaşamı yaratmak isteyenlerin ordusuyuz. Bu durum topluma daha farklı şekilde yansımakta ve bize olumlu tepkiler olarak geri dönmektedir.

Bugün Bakurê Kürdistan'da bir diriliş savaşı verilmektedir, Kürt halkı Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa Hamlesi'ni başlatmıştır. Bu hamle sürecinde kadın gerillaların onlarca yıllık mücadelesi ve direnişi nasıl toplumsallaşacaktır?

Jînda Ronahî: Bugün açısından değerlendirecek olursak, öz savunma konusu iyi ki, güncelleşti ve gündemleşti. Öz savunmaya dayalı yaşamak, kendini tehlikeler karşısında koruyarak yaşamak zaten insanın özüne ait bir özelliktir. En güzel özelliğidir. İnsanın en büyük özelliği, yaşama anlam katarak yaşayabilmesidir. Belki doğadaki diğer canlılar da bu şekilde yaşamaktadırlar ama insandaki zeka potansiyeli daha zengin olanakları yaratmaktadır. İnsan tüm değerleri yaratırken yaşama anlam katmaya özen göstermiştir. Günümüz açısından insanlar öz savunmaya yani kendini bilmeye ve korumaya oldukça yabancı. Çünkü insanlar savunma bilincinden, yaşamdan, özellikle de özgürlük anlayışına dayalı yaşamdan uzaklaştırıldı. Son iki yüzyılda aşırı merkezileştirilmiş ulus devlet anlayışı, insanlarda sanki binlerce yıldır böyle yaşanmış algısı yarattı. Böylesi bir yanılsama ortamı yaratıldı. Kürdistan'da ise ulusal kurtuluş mücadelesinin başlamasıyla bu yanılsama da ortadan kalktı. Kadın böylece anlamsız yaşamın yaşam olmadığını fark etti ve özgür yaşamı yaratmak için savunma mekanizmasının gelişmesi gerektiğini bilince çıkarttı.

ŞİDDETE KARŞI DAYANIŞMA EN ÖNEMLİ PANZEHİRDİR

Mevcut durumdaki hiçbir ordu bizi korumuyor, kadınları korumuyor, yaşlıları, çocukları hatta erkekleri de korumuyor. Devletin ne polisi, ne yargıcı ne de savcısı bizi korumamaktadır; belli bir kesim dışındakileri korumamaktadır. Eskiden toplumun kendi savunma güçleri vardı; aşiret, aşiretin gençleri kendisini savunuyordu. Aşiretler köylerinde devriye çıkarıp kendisini savunuyordu; kadınlar kendilerini savunuyorlardı. Buna güçleri vardı, mekanizmaları ve örgütlülükleri vardı. En büyük savunma örgütlülüktür. Dikkat edelim, devlet toplumu örgütsüz bırakmıştır. Kürdistan ulusal mücadelesiyle de ortaya çıktı ki bizler çıplak durumda, savunmasız bir haldeyiz. Bununla öğrendik ki kendimizi savunmamız ve bizi haksız bir şekilde yönetmeye çalışanlara dur dememiz lazım. Şimdiye kadar Kürdistan'da yürütülen savaş bu haksız yönetimi görünür kılma ve yıkma savaşıydı. Bunun büyük oranda başardı. Faşizmi geri püskürtme çok ciddi bir mesafe kat etti. Ama mücadelemiz bitmiş değildir, işimizi bitirmiş değiliz. Bu beğenmediğimiz, kendimize ait görmediğimiz yaşamı ret ettik, ret ediyoruz. Şimdi kendi istediğimiz, özgür yaşamı inşa etmek istiyoruz. Bu inşa da savunmasız olmaz. Kendimizi nasıl yöneteceğimizi bilmeliyiz.

Devlette ret ettiğimiz hiçbir şeyi kendi sistemimizde yaşatmamalıyız. Her yerde polisin, askerin saldırısına karşı kendimizi savunmalıyız. Bu savunma tarzı kesinlikle pasif bir savunma olmamalıdır. Yani devlet saldırdığında biz sadece kendimizi korumayla yetinmemeliyiz. Unutmayalım ki geri püskürtme amaçlı saldırılar da bir savunma tarzıdır. Bizi yok etmeye çalışan bir güce karşı biz de onu yok edecek yöntemler kullanabiliriz. Çünkü varlığı yaşamı, insanı ve kadını tehdit etmektedir. Hiç kimse sadece saklanarak kendisini koruyamaz. Bu yüzden başta kadınlar olmak üzere tüm halkımız kendisine savunma projeleri oluşturmalıdır. Kendimizi sadece saldırı zamanlarında örgütlememeliyiz. Herhangi bir saldırı olmadan da bir savunma mekanizmamız, örgütlülüğümüz olmalıdır. Kadının en büyük savunması örgütlülüğüdür. Silahlı mücadelenin gerekli olduğu yerde silahlı savunma, gerekli olmadığı yerde ise silahsız ama mutlaka örgütlülüğe, güç birliğine dayalı bir savunma mekanizması oluşturulmalıdır.

Kadınlar örgütlülük ve dayanışma içinde olmalıdırlar. 25 Kasım şiddetle mücadele günü olarak ön plana çıkıyor ama daha çok dayanışma günü olmalıdır. Kadınlar birbirini tanımalı, sorunlarını ortaklaştırmalı, çözüm arayışlarında birbiriyle dayanışmalıdır. Böyle olmazsa hiçbir şekilde kendisini koruyamaz, saldırıları geri püskürtemez. Şiddete karşı dayanışma en önemli panzehirlerdendir. Kürdistan'da şu anda çok önemli bir öz savunma savaşı verilmektedir. Bu savaş onurlu bir mücadeledir ve sistemi reddeden tüm kesimler bu onurlu mücadeleye destek vermelidir.

Örgütlenmek önemlidir. Yaşamda boşluk bırakmamak lazım. Ekonomik, sosyolojik, psikolojik hangi boyutta olursa olsun kendimizi tüm saldırılara karşı savunma mekanizmamızı oluşturmalıyız. Bunun için örgütlülük çok önemlidir. Bugün Kürt kadınları, anaları, Lîce'de, Farqîn'de, Nisêbîn'de, Mêrdîn'de, Gever'de kendisini örgütlemekte, ön cephelerde, barikatlarda yer almaktadırlar. Büyük bir direniş gösterildi. Bu direniş herkes tarafından sahiplenilmeli, yalnız bırakılmamalıdır. Dayanışma ve örgütlülükle özgür yaşamı yaratmalıyız.