Kadına şiddet 25 Kasım'dan sonra gündemden çıkar mı?

Kadına yönelik şiddete ilişkin verileri araştırmaya kalkışırsanız ulaştığınız bilgiler sizi hakikate götürmez. Tarih kadar eski olmasına rağmen BM Genel Kurulu ancak 1993 yılında kabul etti.

Kadına yönelik şiddete ilişkin verileri araştırmaya kalkışırsanız ulaştığınız bilgiler sizi hakikate götürmez. Tarih kadar eski olmasına rağmen BM Genel Kurulu ancak 1993 yılında kabul ettiği Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesinde bu gerçeğin bir tarifini yaptı ve şöyle buyurdu: Kamusal ve özel alanda gerçekleşen, kadınların fiziksel, cinsel, duygusal zarar görmesiyle sonuçlanan ya da sonuçlanması olası, her türlü cinsiyet temelli şiddet eylemi veya bu eylemin yapılacağına ilişkin tehdit ya da zorlama ve keyfi olarak özgürlüğün kısıtlanmasıdır.

BM Genel Kurulu 6 yıl sonra yani 1999'da 25 Kasım'ı Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele günü olarak belirledi. Sadece tarih bizi hakikate götürecek tek yol olsaydı eğer biraz geriye gider Dominik Cumhuriyeti'nde diktatörlüğe karşı mücadele eden Patria, Minerva ve Maria Mirabel kardeşleri hatırlarız. Şiddeti diktatör Trujilo'nun 'ülkedeki en tehlikeli iki unsurdan biri' olarak tanımladığı bu üç kız kardeşin tecavüz edildikten sonra bir uçurumun dibine atılan cesetlerinin bulunduğu 25 Kasım 1960 ile izah edebiliriz.

KADINA ŞİDDET İNSANLIĞIN HAFIZASI KADAR ESKİ

Kadına şiddeti geçmiş, bugün ve gelecek arasında bir bağ kurmayan ölü tarihe dayanarak çözümlemek mümkün değil. 'Kadınlığın tarihi, dünyanın gördüğü en büyük zorbalığın tarihidir” der Oscar Wilde. Bu söz bizi erkek aklıyla yazılan verilerden daha çok hakikate yakınlaştırabilir.

Mitoloji şiddetin tarihin başlangıcı sayılan Sümerlerde görüldüğüne dair ipuçları veriyor. Sümer tanrısı Enlil'in tanrıça Ninlil ile evlenmeden önce ona tecavüz ettiğini anlatıyor. Bu şiddet kültürünü Yunan mitolojisinde Zeus devralıyor. 8'i ölümsüz tanrıça olmak üzere 28 kadınla evlenen Zeus evlendiği her kadının en yetkin özelliğini gasp etmekle tanınıyor.

Yazılı kaynaklar da aynı şeyi söylüyor. Hammurabi öncesi kanunlardan Ana İttisu'da şöyle deniyor: Eğer bir kadın, kocasından nefret edip, sen benim kocam değilsin derse, onu (kadını) nehre atacaklardır.

Antik Yunan'a ait yazılı kaynaklarda bekaretini babadan izinsiz kaybeden genç kadının gözü dönmüş bir ata yem edildiğinden bahsediliyor. Eski Roma yazıtlarında kadınların kendilerinden izinsiz oyunlara katılan ve zina yapan eşlerini cezalandırmak, boşamak ve öldürmek hakkına sahip olduğu yazılı.

Arkeolojik araştırmalar da bunu kanıtlıyor. Erkek mumyaların kemiklerinde % 9-20 arasında kırığa rastlanırken, kadın mumyalarda bu oran % 30-50 arasında değişiyor.

Kaynağı Ortadoğu ya da Müslüman topluluklar olarak gösterilen kadın sünnetinin (kadının cinsel olarak uyarılmasını engellemek için kilitorisinin alınması, 'firavun sünneti' olarak da biliniyor) Antik Yunan'da, Romalılar da kısmen Avrupa'da uygulandığına dair kanıtlar var.

HUKUK ERKEK ŞİDDETİNİ MEŞRULAŞTIRMA ARACI

Tüm toplumunun yararı için denilen hukukun esas işlevinin erkek şiddetini meşrulaştırmak olduğunu da yine tarihten anlıyoruz.

-Tarihin ilk yazılı hukuk belgesi Hammurabi yasalarına göre kadın erkeğin diğer mülkleri gibi ele alınıyordu.

-Mezopotamya’da tecavüze uğramış kadın, saldırganıyla birlikte Dicle ve Fı­rat’a atılırdı.

- Solon yasaları kadının sokakta, yürürken, alışverişte nasıl davranması gerektiğini düzenledi

- M.Ö 1450'ye ait bir Girit yasasına göre bakire ve bakire olmayan kadınlara tecavüzün ayrı ceza gerektiriyordu.

-İngiltere yasaları erkeklere, eşlerine fiziki işkenceler uygulama hakkı veriyordu.

-ABD'de 1884 yılına kadar erkeğin eşini dövmesi yasaldı. ABD kadına yönelik şiddetin önlenmesi için caydırıcı yasaların en çok devrede olduğu ülke olmasına rağmen kadına yönelik şiddette ilk sırada yer alıyor.

DİNLER ERKEKLE İŞBİRLİĞİ YAPTI

Ezilenler için ortaya çıkan dinler de kadınları şiddet sarmalından kurtarmaya yetmedi. Yok edilen tanrıça kültürü yerine inşa edilen gerçekliklerle kadınlar tüm kötülüklerin kaynağı olarak gösterildi (Pandora'nun kutusu, Lilith, Adem ile Havva vb.)

Şimdi Ortadoğu (İslamiyet kökenli) toplumlarına mal edilen recm esasta Musevilikte zina yapan kadına yönelik bir cezalandırma yöntemidir. Hıristiyanlıkta 12. yy'dan 17. yy'a kadar süren ve 300 bine yakın kadının katledilmesine neden olan cadı avlarının tamamı kilisenin onayıyla gerçekleşti. Öyle ki 1486'da yayınlanan Malleus Maleficarum (Cadıların Kafasına İndirilen Balyoz) adlı kitap Hıristiyan dünyasının biricik başvuru kaynağı oldu. İslamiyet kaid (kadının cinselliğinin potansiyel tehlike olması) kavramıyla birlikte hicabı (kadın bedeninin kamu alanından soyutlanması) devreye koyarak kadınları yeni bir toplumsal cendere içine sıkıştırdılar.

KADIN BEDENİ BİR SAVAŞ CEPHESİ GİBİ

İlk olarak kabileler arası bir savaş taktiği olarak devreye giren tecavüz tarih boyunca tüm savaşlarda kadınları vurdu.

13. Moğol istilasını yürüten Cengiz Han 'Bir erkeğin yaşamdaki en büyük işi düşmanlarını yenmek, atlarını dizlerinin arasına almak, kadınlarının en istek uyandıranlarını kollarında sıkmaktır' diyerek bu taktiğe işaret etti ve bu yöntem tüm savaşlarda uygulandı.

Sadece yakın tarihi incelersek.

-1915-1916 yılları arasında yaşanan 1,5 milyon kişinin katledildiği Ermeni Soykırımı'nda tecavüze uğrayan kadınlara ilişkin belgeler yok. Bu konuda belleğin derin dehlizleri ve sözlü tarih devreye giriyor.

-Japonlar 1930-1940 yıllarında işgal ettikleri Batı Asya ülkelerinde bazı kaynaklara göre 400 bin genel olarak kabul edildiği biçimiyle 200 bin kadın ‘genelevlerde’ zorla çalıştırıldı.

- İkinci Dünya savaşında sadece Berlin'de 100 bin kadın tecavüze uğradı.

Bu suçlar İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ne Nürnberg Mahkemelerinde ne de Tokyo mahkemelerinde yargı kapsamına alındı. Japonya'nın 1994'te Asya Kadınlar Vakfı'na 800 milyon dolar ödemesi bu trajediyi ortadan kaldırmaya yetmedi.

Tarihin ilerlemesini insanlığın ilerlemesiyle eş tutmak kadınlar açısından çok mümkün değil, aksine tecavüzün daha sistemli haline geldiğini görüyoruz. İşte rakamlar...

-1971 yılında Pakistan'ın Bangladeş'i isyanı sırasında 400 bin

-1996-1999 yılları arasında Kosova’da 60 bine yakın kadın tecavüze uğradı.

-1998 yılında Roma Ceza Mahkemeleri sözleşmesi ile tecavüz ‘fuhuşa zorlama’, ‘zorla hamile bırakma’, ‘zorla kısırlaştırma’ eylemleri de ‘insanlığa karşı suç’ olarak tanımlandı.

-2001 yılında yapılan mahkemelerde sadece 3 kişi mahkum edildi!!

-1992-1995 yılları arasında Bosna savaşında 35 bin

- 1994 yılında Ruanda'da çıkan iç savaş esnasında 500 bin kadının tecavüze uğradığı ortaya çıktı.

-UNICEF 2008’den beri Afrika’da (Sudan, Çad, Demokratik Kongo Cumhuriyeti) çocuk ve kadınlara yönelik yaygın ve sistematik tecavüze BM görevlilerinin de karıştığını açıkladı

Sözünü ettiğimiz bu rakamların hangi sistem değişikliği esnasında, hangi ülkede ya da hangi etnik savaşta gerçekleştiği faillerin erkek olduğu gerçeğini perdeleyeceğine inandığımız için tecavüze uğrayan kadınların hangi ulustan, halktan olduğunu özellikle belirtmiyoruz.

ŞİDDETİN FAİLİ EN YAKINDAKİLER

Bunların hepsi ayrı ve derinlikli bir araştırmayı gerekli kılıyor. Ama egemen sistemin kendini kurumlaştırdıkça şiddetin katmerleştiğini, boyutlandığını, kadınların en yakınında olduğunu görüyoruz. 1970 öncesinde şiddet faili yabancılar olarak görülen bir olgu idi. Ancak feministlerin 1980'de 90 ayrı toplumda yaptığı araştırma kadınların %85'inin eşlerinin şiddetine maruz kaldığını ortaya çıkardı. Ki bu günümüzde şiddetim en sık görülen (Papua Yeni Gine'de bazı yerli topluluklar dışında dünyanın her yerinde) biçimi oluyor. BM Nüfus Fonu raporuna göre dünya genelinde her 3 kadından 1'i fiziksel ya da cinsel şiddete maruz kalıyor. Cinayet kurbanlarının %70'inin faili ise eşleri.