Elveda Nûjiyan...

Nûjiyan, yaman, gıpta edilesi bir devrimci. O gencecik ömrüne sığdırdığı acıların çetelesini tutmaya kalksanız sendeler düşersiniz! Gülerken göz kenarlarında oluşan o her bir çizgide onlarca sevdiğinin acısını taşır Nûjiyan…

Nûjiyan’a (Tuba Akyılmaz) dair…

Acının yoğunluğu sevginin çokluğundandır derler. Yaşayacaksa insan sevmeli, hem de aşkla sevmeli. Acıyı bal eyleyecek zamanlara taşısa da sevgi, yine de sevmeli! Aynı Nûjiyanımız gibi… 

***

Nûjiyan’ı 2012 yılının sonbaharında bir yağmur sonrası, kıvırcık saçlarından içeriye yol bulamayan yağmur damlacıklarının saçlarında boncuk boncuk biriktiği bir zamanda tanıdım… Yanaklarında sonbaharın serin rüzgarlarının sebep olduğu pembelik ve ıslaklık vardı. Tebessümün oturduğu yüzü, mutluluk fışkıran gözleriyle çok eski bir dost bakıyordu sanki. Selamlaşıp, öylece arkadaş olduk. Daha sonra SARA belgeselinin ön hazırlığı için bir süre birlikte kaldık. (Nûjiyan, SARA belgeselinin senaristlerinden ve en büyük emekçilerindendir) Nûjiyan bende, o ilk bakıştaki eski dost, sevgisi ve enerjisiyle kaldı hep…

En güzel gülenimizdi…

Nûjiyan, yaman, gıpta edilesi bir devrimci. O gencecik ömrüne sığdırdığı acıların çetelesini tutmaya kalksanız sendeler düşersiniz! Gülerken göz kenarlarında oluşan o her bir çizgide onlarca sevdiğinin acısını taşır Nûjiyan… Yani sadece gazeteci değil, inançlı ve dirençli bir devrimcidir. Zor zamanların, zor mekanların gülümseyen, gülümseten devrimcisidir hem de. Zagroslardan omuzladığı acılarını hiç indirmeyen, inancını fikrine, fikrinin eylemine sanatçı ustalığıyla nakşettirendir. En güzel gülenimizdi Nûjiyan…

Akışkanlığımızdı…

Mesela hiç yavaş konuşmaz. Hem Kürtçeyi hem de Türkçeyi. Beynindeki fırtınalı düşünceler konuşmasına yansır, heyecanını mutluluğunu, öfkesini birlikte yaşardınız. İçten, ödünsüz, göründüğü gibi, enerjik ve akışkan… Durağanlık O’nun zamanına ait değildi. Literatürüne almamıştı hiç! Akışkanlığımızdı Nûjiyan…

Öyle bi gülerdi ki, sanırdınız tüm mutluluklar onun eteklerinde toplanmış. Gülme yoğunluğu ardından gözyaşlarıyla süslenirdi. Onunla birlikte en mutlu gününüzmüş gibi gülerdiniz. O enerjiyi içinize işlerdi. 

Coşkumuzdu…

O birkaç aylık zaman diliminde hiç çekmediğimiz kadar halay çektiğimizi hatırlıyorum. Dışarıya ses veren bir müzik kutusu vardı, Mêrdînkî dediğimiz halayı çok severdi. Bir bakardık, Roza başta olmak üzere diğer kızlar kendinden geçmişçesine oynuyor. Sonra; az önce baktığımız halayın içinde bulurduk kendimizi. Kahkahalar eşliğinde dakikalarca halay çektiğimiz defaları sayamıyorum bile… Coşkumuzdu Nûjiyan…

En önde olanımızdı…

Êzîdî fermanının yaşandığı günlerdeki sabırsız, öfkeli hallerini hatırlıyorum şimdi. Bıraksalar koşarak Şengal’e yetişebilirdi. Buna inancım tam. Ruhunda duyduğu acının, bir an önce gidip o kadınların acısını paylaşamamanın, kısacası orada olamamanın huzursuzluğunu en derin yaşayanların başındaydı. İnatçıydı, inatçı olduğu kadar yetenekli. Ve o inadıyla kısa bir süre sonra duydum ki Şengal’e gitmiş bile. Şaşırmadım hiç. Zor zamanların, zor mekanların devrimcisi dedik ya; ölümün bir nefes yakında olduğu yere güle oynaya varmıştı işte Nûjiyan. En önde olanımızdı…

İhanet!

Ahh ihanet! Kürdün yakasını bırakmayan veba! İhanet, insanın varlığına en büyük hakaret! Haram bir ’yaşam!‘ Kürdistan’ın kapanmayan yarası! Bir türlü ’biz‘ olamayan ’ben’! Hesabının mutlak sorulacağı!.. 

***

NÛJIYAN’a...

* “…Ne zaman dudaklarından öpmeye 

kalksam hayatı, 

saçlarını koklasam rüzgarların, 

içimde incecik bir sevgi ürperiyor

sarı hüzünler dökülüyor gönül bahçeme

gelmiyor beklediğim bahar…”

Bahar… Yeniden hayata durma,  „Nû Jiyan“ olma demi! 

Ahh be gülüm; doğum günümdü ihanetin seni vurduğu gün! Tek bir şey diledim; uyandığın gün yeni doğum günüm olacaktı. Kim bilir belki de birlikte bir gün belirlerdik… 

Yaranın ağır olduğunu daha sonra öğrendim. Jinda’nın kucağında Hesekê’ye gitmişsin biliyor musun? Saçlarını, o güzel yüzünü bir anne sıcaklığıyla okşayarak, kulağına bize geri dönmeni fısıldamış… Gözyaşları yüzüne damlamış hissetmedin mi? Hewlêr Şengal’de olmadığına o kadar üzgündü ki, sesindeki tını binlerce km uzaklıkta beni kahretti! Çiğdem’in, Medya’nın, Arjîn’in, Gulan’ın ve onlarca can arkadaşının Mezopotamya’nın tüm tanrıçalarına yakarışlarını duymadın mı? 

Hayal ve gerçek arası…

Rüyama girmiştin, hiçbir şey olmamış gibi öteden gülerek geldin. Hemen yanıma uzandın öylece. Sadece bacağında bir morluk vardı.  ”Tanrım, demek ki rüyaymış!“ diyerek iç geçirdim. Öylece sevindim. Gerçek ve hayal birbirine karışmıştı! Onu da mı hatırlamıyorsun? 

Agît ne dedi biliyor musun? ”Ben onları arada arayıp, ‘bak ben ağabeyinizim, bir ihtiyacınız olur da söylemezseniz bozuşuruz’ diyordum. Şimdi bir daha nasıl söyleyeceğim?“

Ve seni tanıyan herkes ”Nûjiyan dirençli kızdır, kalkacak eskisinden daha da enerjik olacak“ diyordu. O kadar emindik ki 8 Mart ve Newroz mesajlarını ”şimdi bakamaz ama uyandığında görecek“ diye ihmal etmedik. Öyle inandık ki geri döneceğine… Ve nasıl bir özlemle seni bekledik ah bir anlatabilsem! 

Dağlar ağladı…

Dersim var bir de… Dersim’den gazete için ’Dağ Sineması’nı anlatan bir yazı istedik. Yazıyı gönderdi. Bak ne demiş: „Rojava Devrimi’nde toplum gerçekliğini ve YPG/YPJ savaşçılarının direnişini anlatan son filmimiz ‘Kızıl Sayfalar’ (Rûpelên Sor) yakın bir zamanda beyaz perdeye çıkacak. Bu satırları yazarken başrolde oynayan arkadaşımız Nûjiyan Erhan’ın, KDP ve Türk çetelerinin (3 Mart’ta) Şengal’e yaptığı saldırıda başından yaralandığı haberini aldım. Günlerdir gözyaşlarımı dindiremiyorum. Bu duygu seliyle boğulacak gibi hissediyorum…“ Dağlarımız senin için ağladı Nûjiyan, dua etti. Sadece Dersim değil, ayak bastığın, gönlünün-gözünün değdiği her gerilla dönmen için dua etti. Sen dönmedin…

Filmin bitişi sonrası sana takılmalarımız geliyor aklıma. Role girmekte bayağı zorlanmışsın ”Ne yapayım ancak o kadar rol yapabildim“ demiştin. Biz de heyecanla filmin gelmesini ve izledikten sonra sana takılacağımız repliklerini, edalarını bekliyorduk. Yani elimize düşmüştün! Ve kahretsin, film daha bu yıl gösterilecek ve sensiz!

Newroz’da bizimleydin

Newroz çok güzel geçti. Amed’de de, Cizre’de de… Mutlu ve coşkuluyduk. Biliyorsun Newroz coşku taşkınlığı yaratıyor biz Kürtlerde, ruhumuz yenileniyor. Newroz’a yaraşır kutlamalar yapıldı her yerde. ”Keşke Nûjiyan da görseydi ama uyanınca izler, o da mutlu olur“ dedik hep. Newroz’da da bizimleydin. 

Kelimeler terk etti bizi…

Mutluluğumuzu paylaşan bizler hüznümüzü, acımızı paylaşamadık yokluğunda. Sanki arasak, birbirimizin sesini duysak, o kurşunu biz sıkmış gibi olacağız ve yokluğunu kabul edecekmişiz hissi! Hala da öyle. Ne zor, ne dayanılmaz… Sanki bütün kelimeler bütün konuşma yetimiz senin o güzelim kıvırcık saçlarına asılıp bizi terk etti… Ve sen dilimizle birlikte yüreğimizi de kendinle götürdün… 

Uğurlamaya gelemedim, affet!

Bugün gördüm; hepsi oradaydı. Binlerce Şengalli ile birlikte gelmişlerdi seni uğurlamaya. Senden sonra KDP çetelerinin yaraladığı Jînda o kırık koluyla en önde senin tabuduna omuz vermişti. Hemen yanında Hewlêr vardı. Zinarîn Amûdê oradaydı, Arjîn, Medya, Jiyan, Hêlîn, Berxwedan, Çîçek, Stêrk, Eylem, Dicle, Yekbun, Gûlistan, Rojda, Devrim, Sinan, Seyit, Agît, Mazlum… 

Bende ise seni uğurlayamamanın kederi, öfkesi ve toprağına yüz sürememenin acısı... Affet gülüm gelemedim... 

** “…Tuba dedikleri güzel boyundur,

huri, melek derler senin soyundur,

aşığa cevretmek eski adetindir

her vakit sanadır niyazım benim…

Oy beni beni, sevdiğim beni, 

oy beni beni, cananım beni

sultanım beni…”

VEDA…

Beceremedim anlatmayı. Farkındayım. Ketumluğum bir yana gidişinin ağırlığında ezilmekten belki de… Ama ruhumun derinliklerinde anlatmak istediklerimi, Arif Altan Arjîn Garzan (Leyla Altan) için yazdığı yazıda o kadar berrak anlatmış ki; onun da affına sığınarak sana onun yazısından bir pasajla veda etmek istiyorum: 

„…Karlar erimiş, buğdaylar yeşermiş, meşeler gövermiş, badem ağaçları çiçek açmış. En kıymetlimizin huzurundayız. Defolun siz karanlık ruhlar, yıkılın siz dost ve akran kılıklı hain suratlar! Çırpınma sen de ey gece, hiç gölge düşer mi ışığın kaynağına! Aşağıya sarkmak, asıl kaynağında yok olmak için bak nasıl hevesli, nasıl çırpınıyor gökteki yıldızlar. Bir yontuydu kadın, az bu yana bir ceset, burada ise tümden bir ışık; bizim sezmememiz, göstermememiz gereken bir düşüncenin süreğenliği, tanrıçaların beşiğini salladığı uyuyan nur yüzlü bir çocuk. Tek kelime etsem, nefes alsam, sanki zihnimde aptalca bir cümle karanlık bir boşluğa yılan sessizliğinde usulca devinse, her an hafif aralıklı dudaklarında yaşamın ılık soluğu kararlı sözcüklere dönüşecek, kristal şeffaflığı taşıyan boynunda, fildişi derinin altında sımsıcak kan yeniden dolaşacak, şakaklarının, omuzlarının kehribar saydamlığı altında birbirine sarılıp örülen damarları varlığın al şebnemini uysalca havalandıracak…“ 

* Nuri Can’ın şiirinden bir kesit. 

** Malatyalı Aşık İbreti’nin (Hıdır Gürel) şiirinden alıntı.

Kaynak: YENİ ÖZGÜR POLİTİKA