Vicdan zulüm ve zorbalığa isyandır - Ali Haydar Kaytan

Hangi İslam’dan yanasınız? Ebuzer’in mi, yoksa Erdoğan’ın mı? Ebuzer’in İslam’ı, bir saatlik tefekkürün bir yıllık ibadetten daha değerli olduğunu söyler. Cuzi akıl sahibi bir varlık olarak insan böylesi muhteşem bir yetenekle donatılmıştır...

Eşrefi mahlukat deyimi, külli akıldan nasibini alan varlığa işaret eder. Bu akıl her insana bahşedilmiştir. Ama bazıları onu Erdoğan gibi kötülük yolunda kullanır. Bazıları ise tıpkı Ebuzer gibi iyi olanın, hak ve adaletin tecellisi için değerlendirir. Doğru olan Ebuzer’in tutumudur ve ‘mutlak iyi’nin yolunda ilerlemeyi ifade eder. Erdoğan’ın fikrini ve fiilini esas almak ise, Deccal’ın emrine girmek ve kötülükle aynı anlama gelen yalanın uşaklığını yapmaktır. Ahlaktan kopmuş düşünce, nemrut ve firavun düzenlerinin hizmetindedir.

Sözü 5 Nisan 2015’ten beri kendisinden haber alınamayan Önder Apo’ya getirmek istiyorum. Emir kipini kullanarak, kimseye “Sokaklara dökülün, Önder Apo’nun sağlığı, güvenliği ve özgürlüğü için eyleme geçin” demiyorum. Sadece akıl sahibi her insanı düşünmeye davet ediyorum. Günlük yaşamın beş metelik etmeyen hayhuyundan uzaklaşıp, sadece Önder Apo’nun durumu üzerinde biraz olsun düşünmesi gerektiğini söylüyorum. Düşünmeyen bir insanın vicdanından, vicdanı olmayan bir insanın da insanlığından söz edilemez. Tefekkür, kendi zindanımız haline gelmiş benliğimizi aşıp dışımızdaki dünya ile bağ kurmamız, bu dünyanın gidişatına nasıl müdahale edeceğimiz konusunda aydınlanmamız ve eyleme geçmemiz için gereklidir. Vicdan, insanı her zaman hak ve adalet uğruna eyleme yöneltir. Düşünen, düşünerek ne yapması gerektiğini bilecek noktaya gelen, ancak doğru bildiğini eylemeyen insan vicdansızdır. Vicdansız olan ise imansızdır, bir müminin ruhundan ve duygularından mahrumdur.

Hz. İbrahim her üç tek tanrılı dinin de ortak atasıdır. Urfalıdır. Günümüzün Erdoğan’ı yanında pirupak kalan Nemrut ile çatışır. Nemrut, yalan ve haksızlık ile bunların eyleme dökülmüş hali olan zulüm ve zorbalığın temsilcisidir. Hz. İbrahim ise yalana karşı doğruluğun, haksızlığa karşı hakkın ve adaletin cisimleşmiş halidir. Ölümlerden ölüm beğenme durumuyla yüz yüze geleceğini bilse de, Hz. İbrahim firavuna karşı mücadele etmekten vazgeçmez. İbrahim ölümü göze alarak Nemrut’a karşı çıkmasaydı, Hz. İbrahim olabilir miydi? Kavmini kölelikten kurtarmak isteyen Musa, Firavun’un cezasından korkup düşündüğünü yapmaktan vazgeçseydi, Hz. Musa olabilir miydi? Gerçek ortadadır: İmanlı ve hayır sahibi insan olmanın yolu, nemrutlar ve firavunlara karşı mücadeleden geçer. Mücadeleden kaçmak firavuna dolaylı destek sunmaktır.

Hz. İbrahim’in ateşe atılması öyküsü bir hayli ibret vericidir. Şahsi bir öykü olmanın çok ötesinde gerçekleri içinde barındırır. Özü vicdanla ilgilidir. Hz. İbrahim ateşin içine atılmıştır. Bu durumda yalana itibar etmeyenlerin yapmaları gereken şey, bu ateşe su dökmektir. Bu zulüm karşısında bir kertenkele de insafa gelir ve ateşi söndürmek için ağzıyla su taşır. Bir kertenkele bile firavundan değil, Hz. İbrahim’den yana olduğunu göstermek ister gibidir. Bu zulüm karşısında suskun ve eylemsiz kalmayı kabul etmemiştir.

İbret almak, akıl sahibi varlık olarak, bu kertenkelenin tutumundan kendine pay çıkarmaktır. Soru şudur: Önder Apo’nun günümüz dünyasının Urfa Nemrut’uyla kıyas kabul etmez nemrutları tarafından ateşe atılması karşısında ne yapıyoruz? Hz. İbrahim’in hikâyesi bize bir hayvanın bile vicdan dediğimiz değerden nasipsiz bırakılmadığını ima eder. Ve biz insanız, vicdanımızın varlığı sayesinde insanız, vicdanımız sayesinde eşrefi mahlukatız. Peki, bunlar insani gerçeğimizi ifade eden doğrularsa, o zaman soruyu tekrarlamak gerekir: Halk olma hakkından bile yoksun bırakılan bir halk, kendisinin var olmasını ve özgür yaşamasını istediği ve bu anlamda Nemrut’a mahsus bir lanete meydan okuduğu için ateşe atılmış Önderliği için ne yapmalıdır? Bir kertenkele kadar bile ateşe su taşıyacak takatimiz yoksa bu durumda hangi vicdandan bahsedebiliriz?

Ebuzer Muhammediliğin gerçek özüyle yoğrulmuştur. Bugünün Muhammedi insanının nasıl olması gerektiğini belirleyen mihenk taşıdır. Muaviye ile çatışmış, ıssız bir çöle sürülmüş ve burada şehit düşmüştür. Muaviye tıpkı Erdoğan gibi İslam’ı kendi iktidarının aracı yapmış, ilk işi de aynen Erdoğan gibi iktidarının şatafatını sergileyen saraylar inşa etmek olmuştur. Muaviye’nin bu yaklaşımına karşı Ebuzer’in tavrı ahlaki duruşun şahikasıdır: “Bu sarayı kendi paranla yaptıysan israftır, müminlerin parasıyla yaptıysan haramdır” der. Aynı şekilde, evinde yiyecek ekmeği olmayıp da isyan etmeyenin aklına şaştığını söyler. Dikkat edilsin: Ebuzer’in sözleri açlık çekenleri isyana davet etmekle sınırlı değildir. O bu sözleriyle aslında bize ahlaklı bir insanın tanımını yapar. Haksızlığa karşı koymayan biri cuzi akıldan yoksundur, dolayısıyla vicdanını kaybetmiştir demek ister.

O zaman Ebuzer’in sözlerinden yola çıkıp kendi gerçeğimize bakalım. Evimizde yiyecek ekmeğimizin olmaması bir yana, varlığımızın ispatı olan kimliğimizden bile yoksun değil miyiz? Kimliğimizi, varlığımızı, özgürlüğümüzü, yurdumuzu, tüm maddi ve manevi değerlerimizi bizden çalan bir nemrut bozuntusu karşısındaki sessizliğimizi görseydi, acaba Ebuzer bize söylerdi? Hele Önderliğimizin esareti karşısındaki kayıtsızlığımıza tanık olsaydı, bizi hangi ağır sözlerle yargılardı? Beyni koparılmış bir toplumun gövdesini yaşatmaya çalışmasına bakıp, aklımıza şaştığını söylemek bir yana, hepimizi lanetlemez miydi? Tefekkür dediğim şey işte bunun için gereklidir.

Kendi kutsalları çamurlar içine atılıp kirletilmiş toplumların dünyasında yaşıyoruz. Kutsal olanla yeniden buluşmanın yolu da yine kutsallığın diline ve ruhuna sarılmaktan geçiyor. Örneğimiz bu kez Hz. Musa olacaktır. Musa, firavunun zulmünden kurtarmak istediği kavmini gizlice Mısır’dan çıkarır. Durumu öğrenen firavun, ordusuyla Musa ve kavminin peşine düşer. Ordunun yaklaştığını gören İbraniler can derdine düşerler. “Mısır’da gömülecek mezar yerimiz olmadığı için mi bizi çölün ortasında öldürtmeye getirdin?” derler. Uzun yıllar köle bir toplum olarak yaşamaları, kendilerindeki özgür yaşam arzusunu adeta öldürmüştür. ‘Lanetli kavim’ gerçekliği denilen gerçeklik budur.

Kim olursa olsun, inancı ne olursa olsun, Kürt olsun ya da olmasın, vicdan sahibi her insan, burada dile getirilen gerçekler karşısında, Önder Apo üzerinde uygulanan insanlık dışı tecride karşı ne yaptığı ya da yapması gerektiği üzerinde düşünerek eyleme geçmelidir. Tüm nemrutlar ve firavunlar gibi çağdaş nemrut Erdoğan da korku silahına başvuruyor, bizleri korkuyla yönetmeye çalışıyor. Peki, bu nemrut bozuntusunun korkusu yüzünden Önder Apo’ya sahip çıkmayacak mıyız? Ona sahip çıkmanın demokratik bir Türkiye ve özgür bir Kürdistan’a sahip çıkmak olduğunu bilmezlikten mi geleceğiz? “Özgür Kürdistan’dan bana ne! Gömülecek bir mezar yerim olsun yeter” deyip suskunluğa mı gömüleceğiz? Bunun adı ‘lanetli kavim’ oyununa devam etmek olmaz mı? Bu oyunu sürdürürsek, İbrahimi kutsallıkla herhangi bir bağımız ve bağlılığımız kalır mı?

Che’nin dediği gibi, bulunduğu her yerde haksızlığa karşı isyan etmek insan olmanın en yüce meziyetidir. Siz de buna inanıyorsanız isyanınız kutlu olsun!