Uygarlık tarihinin gizli kalmış kirli ve suçlu yüzü olan ada cezaevleri ve İmralı sistemi

Sınıflı uygarlığın, modernitenin gerçek yüzü en açık haliyle kendisi gibi kirli, suçlu ve çirkin olan zindanlarda görülür. Gerçekliğin en açık, en yalın yaşandığı alanları zindanlar olduğu için cehennemin yeryüzünde tasavvur edilmiş halidir.

Türkiye ve Kürdistan tarihinin son 30 yılı savaşla, kanla, katliamla, acıyla gözyaşıyla açlık ve yoksullukla geçti. Bunun yanında insan olma mücadelesinde de büyük kavgalar verildi, büyük bedeller ödendi. Bu anlamda insanlık bu son 30 yılda beş bin yıllık tarihini yeniden yazdı. Bu bir yanda politik ve ahlaki topluma dayanan ve hakikati arayan doğal toplum yandaşları, diğer taraftan hile ve zorbalığa dayanan, politikadan ve ahlaktan yoksun, sınıflı, devletli, kirli ve suçlu toplum yandaşlarının mücadelesiydi. Bu anlamda son 30 yıl, tarihin tüm mitolojik efsanelerinin yeniden canlanmasıydı. Zalim ve gaddar nemrutlar tarafından ateşlere atılan İbrahim’in küllerinden yeniden dirilişiydi. Tanrılardan ateşi çaldığı için cezalandırılan ve ciğerlerini kartallar parçalasın diye kayalıklara mıhlanan, ama yinede insanlara mutluluk, sevinç ve mücadele azmi aşılayan Prometheus efsanesinin canlanmasıydı. Her şey, ama her şey bu kavgada yeniden yazılıyor. Bundan dolayıdır ki, tarihin bugün, bugünün tarih olduğu söyleniyor.

ZİNDANLAR, CEHENNEMİN YERYÜZÜNDE TASAVVUR EDİLMİŞ HALİDİR

Sınıflı uygarlığın, modernitenin gerçek yüzü en açık haliyle kendisi gibi kirli, suçlu ve çirkin olan zindanlarda görülür. Bu anlamda zindanlar gerçekliğin en açık, en yalın yaşandığı alanlardır. Bu yüzden zindanlar, cehennemin yeryüzünde tasavvur edilmiş halidir. Diğer dünyada cehenneme gidenlerin çekeceği azapların benzeri bu dünyada, daha hayatta iken çektirilir. Cezaevi yaratıcılarının ilk tek tanrılı dinin yaratıcıları olan Yahudiler olması belki de bundandır.

Yahudilerden sınıflı topluma miras kalan cezaevlerini hemen hemen tüm egemen sınıflar, kendi muhaliflerini sindirmek, bastırmak ve ortadan kaldırmak için kullanmışlardır. İlk başlarda doğal mağaraları, kuyuları bu iş için kullanırken, zamanla buna uygun yapılarda yapmışlardır. Bu anlamda zindanlar topluma korku salmanın mekânlarıdırlar. Zindanlara düşenlerden umutların kesilmesi bundandır. ‘Allah kimseyi zindana düşürmesin’ yakarışı da bununla bağlantılı olsa gerek.

AMAÇ: İNSANI İNSAN YAPAN TOPLUMDAN KOPARMAK

Egemenler tarih boyunca kendilerine muhalif gördüklerini denetim altına almak istemişlerdir. Bununla bir yandan topluma ‘muhalif olursanız sonunuz budur’ tarzında mesaj vererek korkutarak sindirmek isterler. Diğer yandan da tutsak aldıkları bireylere de aynı şeyi yaparlar. Yaptıklarından pişman ettirip tövbe diler, aman diler duruma getirmek isterler. Bunun için aynı amaca hizmet eden ama bir birinden farklı iki yol denemişlerdir. Bunlardan birincisi; tutsak aldıkları insanları ada cezaevlerine göndermektir. Diğeri ise, tutsakları yüksek güvenlikli cezaevlerine koymaktır. İkisinde de amaç aynıdır. İnsanı insan yapan toplumdan koparmak, toplum örgülerini çözmektir. Her iki yaklaşımda da zamana yaydırılmış ölüm esas alınır. Nasıl ki, enerji akışını yitirmiş herhangi bir madde çözülüp dağılıyorsa, zindanlarda insandaki enerjiyi emerek onu çözüp dağıtmak isterler.

ADA CEZAEVLERİ

Adalar, etrafı sularla çevrili olduklarından ilk çağlardan beri güvenlik amaçlı kullanılmışlardır. Adaların bu konumunu keşfeden egemenler, bundan faydalanmış, muhaliflerini bastırmak için buralara sürmüşlerdir. Ancak 19 ve 20. yüzyılda birçok devlet, çeşitli politikalar geliştirerek, teknikler uygulayarak sürgün yerleri olan bu adaları cezaevi olarak kullanmıştır. Ada cezaevleri koşulları itibarıyla tutsağı tüketerek zamana yayılan ölümü temsil ettiklerinden egemenler tarafından özellikle tercih edilirler. Ayrıca bu ada cezaevlerine gelen tutsakların çok büyük bir kesiminin bir daha geri dönmedikleri, dönenlerinde bir daha normal bir insan gibi eski yaşamlarına katılamadıkları da yaşanan diğer bir gerçektir.

Bazı kaynaklarda ada cezaevlerine ilişkin şunlar yazılır. “Adalardan kaçışın zor olması nedeniyle I. Dünya Savaşı sırasında bazı adalar hapishane olarak kullanıldı. Tarihe geçen en ünlü ada hapishaneler; Hazar Denizi'nde bulunan Nargin, Sardunya adası yakınlarında bulunan Asinara, Akdeniz'de Malta, Ohotsk Denizi'nde yer alan Sahalin, Kuzey Buz Denizi'ndeki Solevest ve Çin Hindi yakınlarındaki Malaya adasıdır.” Bu ada cezaevlerine çoğunlukla savaş esirleri veya siyasi muhalifler gönderilir.

Bu ada cezaevlerine kısaca değinecek olursak:

NARGİN ADA CEZAEVİ

Nargin, Hazar denizinde bulunan 900 hektar alana sahip bir adadır. Ada susuz ve kıraçtır. Su yok denecek kadar az olduğundan bitki örtüsü yetişmez. Bu yüzden cehennemi andırır. Zaten adanın diğer bir ismi de Cehennem adasıdır. Kafkasları işgal eden Rus çarı, bu adayı cezaevine çevirir. Çar, muhaliflerini veya savaşta esir aldıklarını buraya gönderir. 1. Dünya Savaşı sürerken 1915 yılında Çar, adayı esir kampına çevirir. Bu adaya başta Çar muhalifleri olmak üzere, Kafkas ve 1. Dünya Savaşında esir aldığı özellikle, Türk, Alman, Macar, Bulgar ve Avusturyalı savaş esirlerini gönderir. Çar, bu muhalif ve savaş esirlerini burada ölüme terk eder. Adaya gönderilen tutsaklardan çok az bir kısmı sağ kurtulabilmiştir. Bolşevik devriminden sonra, bu adanın cezaevi olarak kullanılmasına son verilse de ada yüzlerce insana mezar olmuştur.

ASİNARA ADA CEZAEVİ

Cezaevi olarak kullanılan adalardan birisi de İtalya’nın güneyinde yer alan Sardunya adasına yakın olan Asinara adasıdır. 33 kilometrekarelik bir alana sahip olan ada, susuzdur. İtalya, başta burayı cezaevi olarak kullansa da sonrasında esir kampına çevirir. Bu adaya gönderilen insanlardan çok azı geri dönmüşlerdir. Çoğu burada ölmüştür.

MALTA ADASI

Cezaeviyle ünlü bir diğer ada Malta adasıdır. Malta adası İngilizlerin eline geçmeden önce korsanların mekânı durumundadır. Ancak İngilizler adayı aldıktan sonra cezaevine çevirirler. Dönemin tüm muhaliflerini buraya gönderirler. İngiliz politikalarıyla çelişen ve uyuşmayan onlarca Türk aydını buraya sürgün edilir. Bunların arasında Türkçülüğün esaslarını oluşturan Ziya Gökalp, Rauf Orbay gibileri de vardır. Ayrıca Çin’i işgal eden İngilizler, buradaki çıkarlarını güvenceye almak için Çin-Hindu yakınlarında bulunan Malaya Adası'nı da hapishane olarak kullanmışlardır.

SOLEVEST ADASI

Kuzey Buz Denizinde bulunan Solevest adası da ada cezaevi olarak kullanılan adalardan birisidir. Bu adayı cezaevine çeviren Stalin’dir. Stalin, 1930’lu yıllarda burayı cezaevine çevirir ve muhaliflerini buraya gönderir. Bunların arasında en tanınmış olanı Tatar Sultanı Galiyev’dir. Uzun yıllar Bolşevik parti saflarında mücadele etmesine rağmen, ulusal sorun ve sömürgeler sorununda farklı düşününce kendisini ada cezaevinde bulur.

Adalar, güvenliğin sağlanmasındaki kolaylık nedeniyle zindan veya esir kampı olarak sürekli kullanılmışlardır. Ruslar, Hazar denizindeki Nagrin ve Kuzey Buz Denizindeki Slovest adasının dışında, Ohotsk Denizi'nde bulunan Sahalin Adası'nı da bu amaçla kullanmıştır.

Adalar, hapishane dışında sürgün yerleri olarak da kullanılmışlardır. Kıbrıslı din ve devlet adamı olan Makarios, İran Şahı Rıza Pehlevi, Kenya’nın bağımsızlığı için mücadele eden Kenyatta’da Hint okyanusunda ve Madakaskar’ın kuzey doğusunda bulunan 408 kilometrekarelik alana sahip Seychelles (Seyşel) adasına sürgün edilmişlerdir.

ALCATRAZ ADA CEZAEVİ

Güney Amerika’da okyanusun ortasında bulunan Hollanda Guyanası Surinam ile komşu olan Alcatraz adası 1700’lerden beri Fransa’nın işgali altındadır. Fransa, 1800’lü yılların ortalarından sonra adayı cezaevi olarak kullanmış ve 1852-1939 yılları arasında yaklaşık 80 bin tutsağı buraya göndermiştir. Bunlardan 60 bini bir daha Fransa’ya dönemeden bu adada ölmüştür.

Cezaevi denizden oldukça yüksek ve sarp kayalıklar üzerinde kurulmuştur. Etrafı uçurumlarla dolu olduğundan adadan ayrılmak, kaçmak neredeyse imkânsızdır.

Adaya getirilen tutsaklar, hemen bir çalışma kampına verilirler. Tutsaklar 40 kişilik koğuşlarda kalırlar. Tropik ağaçlarla ve palmiyelerle dolu bu adada, kavurucu sıcaklıklara rağmen tutsaklar, yattıkları ranzalara ayaklarından prangalanır. Buraya gönderilen tutsaklar, toplumda ‘zararlı ve hastalık yayan’ kişiler olarak görüldüklerinden biran önce onlardan kurtulmak isterler. Örneğin adada hastane ve kilise olmasına rağmen, tutsaklar hiçbir zaman bunlardan yararlanamamışlardır.

Daha sonraları ABD’nin denetimine geçen ada, San Francisco’nun savunmasını daha güçlü yapabilmek için önceleri askeri amaçla kullanmıştır. Adanın yerli halkı ABD’ye karşı isyan edince ABD, isyan önderlerini tutuklar. ABD, burayı askeri hapishaneye çevirir ve 1 Ocak 1934 yılında burayı Adalet Bakanlığı’na devredip federal hapishaneye çevirinceye kadar da askeri cezaevi olarak kullanır. ABD, buraya ağır ceza almışları ve siyasi muhaliflerini gönderir. 1963 yılına kadar Adalet Bakanlığı da burayı federal hapishane olarak kullandıktan sonra kapatır.

İSİMLER HAFIZALARDAN SİLİNİR

Adadaki tutukluların isimleri hafızalarından silinir. Her tutukluya bir numara verilir ve tutuklu bu numarayla çağrılır. Tutuklu artık bir insan değil, bir rakamdır. Buraya gönderilen tutuklular çalışma kamplarında çalıştırıldıklarından ölmeyecekleri kadar verilen temel ihtiyaçların dışında hiçbir insani ihtiyaçları karşılanmaz. Tüm insani duyguları, refleksleri öldürülmeye çalışılır. İnsan, her söylenene itirazsız itaat eden, boyun eğen bir duruma getirilir. Bununla insanı insan yapan tüm örgüler dağıtılmak istenir. Bu politikaya gelmeyen ve direnen tutsaklarda öldürülmüşlerdir. Sadece direnenler değil, teslim olmuş, her söyleneni yapan tutsaklarda öldürülmüşlerdir. Örneğin ABD’nin adaya gönderdiği 134 tutsaktan sadece üç tanesi yaşamda kalarak ABD’ye geri dönebilmiştir.

Cezaevinde kütüphane olmasına rağmen tutukluların bundan faydalanmalarının imkânı yoktur. Bu kütüphaneden bir kitap alabilmek için en az beş yıl hiçbir sorun çıkarmadan iyi halli olmak gerekir. Tutukluların gösterdiği en ufak insani hareket bile suç sayılır. Bu yüzden iyi halli olmak neredeyse imkânsızdır ve tutsaklar bundan dolayı bir kitap dahi okuyamamaktadırlar.

Adanın koşulları tipik bir esir kampı gibidir. En ufak insani özellikler çok sert bir şekilde cezalandırılır. Bunun içinde adanın diğer ucunda tutsakları idam ettikleri giyotinler ve gaz odaları da mevcuttur.

SALUT ADA CEZAEVİ

Ada cezaevleri içerisinde nam salmış cezaevlerinden birisi de Latin Amerika’daki Fransız sömürgelerinden olan Salut’tur. Bu ada cezaeviyle ilgili çeşitli filimler çekilmiş ve gişe rekoru kırmıştır. Kelebek filmi bunlardan en bilinenidir.

Fransa, birkaç adadan oluşan Salut cezaevini üç bölüm olarak tasarlamıştır. Bu adaların en büyüğü olan Royale adasına kendilerine göre suçu daha hafif olan tutuklular getirilir. Saint-Joseph adasına ise dünyayla tüm bağlarını kestikleri ve daha ağır suç işlemiş olanları getirirler. Tutuklular burada yalnız başlarında koyu karanlık hücrelerde yaşarlar. Bu adaların en küçüğüne de Şeytan adası adı verilmiştir. Buraya sadece siyasi tutsaklar getirilmiştir. Siyasi tutsaklar, her yönleriyle tecrit edilmişlerdir.

NAPOLYON BONAPARTE VE ADA CEZAEVİ

Birçok insan ada cezaevlerine gönderilmiş, gönderildikleri bu ada cezaevlerinde yaşamlarını yitirmişlerdir. Bunlar içerisinde en bilinenlerden birisi Fransa imparatoru Napolyon Bonaparte’dir. Napolyon, 1813 yılında Leipzig’de yenildikten sonra, Fransa senatosu tarafından tahttan indirilerek İtalya’nın Toscana bölgesindeki Elbe adasına sürülür. Elbe adası 223,5 metrekareden oluşan küçük bir adadır. Ada, Napolyon’a küçük gelir, bir süre sonra Napolyon bu adadan kaçar ve mücadelesine devam eder. Ancak başarılı olamaz ve tekrar yakalanır ve bu sefer de İngiltere denetimindeki Saint-Hellen adasına sürgün edilir. Napolyon’un hayatını belirleyen de bu adadır. Saint-Hellen adası da fazla büyük bir ada değildir. Napolyon bu adaya götürülüşünü gemide öğrenir ve ilk tepkisi, “bu ada üç ayda beni öldürür. Ben her gün yirmi fersah at koşturmuş bir adamım. Dünyanın öbür ucundaki kayalıkta ne yapayım? Eğer hükümetiniz beni öldürmek istiyorsa bunu burada da yapabilir”şeklinde olmuştur.

Saint-Hellen adası Atlantik okyanusunda ve Avrupa’dan yaklaşık iki bin mil uzaklıkta olan bir adadır. Napolyon’nun biyografisini yazan Ludving, kitabında adayı şöyle tanımlar: “Kimse burada yaşayamaz. Bu adada hiç kimse altmış yaşına kadar hayatta kalamaz ve çok az insan ellisine ulaşılabilir. Ekvatorun aşırı sıcağının sağanaklara çeşitlilik kazandığı, bir saat içerisinde sıcak, rutubetli, durgun ve boğucu havanın yerini soğuk bir yağmura bıraktığı güneşsiz tropiklerdeyiz. ...Bir yıl boyunca adada kalanlar dizanteri, baş dönmesi ve ateşin yanı sıra kusma ve çarpıntıdan muzdarip olurlar. En çok görülen rahatsızlık ise karaciğer hastalıklarıdır.”

Adaların nemli iklimi ve cezaevlerinin rutubetli yapısı insan sağlığını olumsuz etkiler. Napolyon’un sağlık sorunları giderek artar. Ludving devamla şunları belirtir. “Ölümcül hastalıkları artıyor. Adanın iklimi, karaciğerleri ilk geldiklerinde sağlıklı olan insanlar için bile tehlikelidir. Napolyon’un karaciğer şikayetleri artmaktadır, midesinin ateş gibi yandığını söylemektedir; bazı ağrı nöbetlerinde, büyük ıstırap içerisinde yere yuvarlanır.

Altı yıldır karaciğer rahatsızlığı için kayanın iklimini suçluyordu; sadece birkaç gün önce İngiltere’yi bu sağlıksız hapishanede kendisini öldürmekle itham etmişti.”

Napolyon, bu koşullara daha fazla dayanamaz ve adada 5 yıl kaldıktan sonra ölür. Ada doktorları otopsisini yaparlar. Doktorların otopsi raporları, ada cezaevlerinin insan bedeni ve sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri gösterir. Ludving aynı çalışmasında bu durumu şöyle anlatır. “Doktor karaciğeri çıkartmış ve yarmıştır. Organı diğerlerinin incelemesi için yukarı kaldırır ve şunları söyler: ‘Görüyorsunuz baylar, midenin bu ülserli kısmı karaciğere nasıl yapışmış. Bundan çıkartacağımız sonuç nedir? Durum şudur ki, St. Hellen’in iklimi mide rahatsızlığını artırmış ve böylece imparatorun vaktinden önce ölmesine yol açmıştır.”

ADA CEZAEVLERİ DÜNYANIN SİYASİ TARİHİNİN KİRLİ VE SUÇLU YÜZÜNÜ TEŞKİL EDER

Bu kısa tarihi bilgilerden de anlaşılacağı gibi, karakterleri ne olursa olsun devletler kendileri açısından tehlikeli gördükleri insanları, halklarından, toplumlarından, topraklarından uzak ve cehennemin yeryüzündeki hali olan ada cezaevlerine göndermişlerdir. Buraya giden insanlar büyük çoğunlukla bir daha buradan sağ çıkamamışlardır. Bu anlamda ada cezaevleri dünyanın siyasi tarihinin farklı ama kirli ve suçlu yüzünü teşkil ederler.

Gelişmiş kapitalist ülkeler ada cezaevlerini bir yöntem olarak gündemlerinden çıkarırken, sömürge ve yarı sömürge ülkelerde halen yoğunca kullanılan bir yöntemdir. Ulusal kurtuluş mücadelesi veren halkların birçoğunda da ada cezaevleri kullanılmıştır. Özellikle tutsak aldıkları hareketlerin önderlerini halktan ve hareketten koparmak için bu yönteme sıkça başvurulmuştur. Bununla amaçlanan bir yandan halkı öndersiz bırakmak, böylece mücadeleden uzaklaştırıp teslim almak iken, diğer yandan da bu önderlerin başında sallandırdıkları Demokles’in kılıcıyla halkları ve hareketleri tehdit ederek teslim olmaya zorlamaktır. Önderleri esir düşmüş tüm ulusal kurtuluş hareketlerine karşı egemenler tarafından bu taktikler uygulanmıştır.

MANDELA VE ROBBEN ADASI

Bunlardan en bilineni Güney Afrika’nın lideri Nelson Mandela’dır. Güney Afrika’daki beyazların geliştirdiği ırkçı apartheid rejime karşı Güney Afrika’nın siyah halkı, Afrika Ulusal Kongresi (ANC) öncülüğünde mücadeleye girişir. Hareketin önderlerinden olan Nelson Mandela kısa sürede yakalanır ve göstermelik bir mahkemede yargılanarak ömür boyu hapis cezasına çarptırılır. Güney Afrika’nın 500 kilometre açıklarındaki Robben adasına gönderilir. Ancak Mandela tüm uygulamalara rağmen teslim olmaz. 18 yıl buyunca Robben adasında tutulur. Ancak ne adanın çürütücü etkisi ne de apartheid rejimin baskıları Mandela’yı yıldırmaz. Halkın mücadelesi ve Mandela’nın iradesi ırkçı rejimi yenilgiye uğratır. Güney Afrika halkının geliştirdiği mücadele karşısında daha fazla dayanamayan ırkçı Apartheid rejiminde çözülmeler olur, tavizler verilir. Ancak bu tavizler halkı tatmin etmez. Güney Afrika halkı, önderlerinin özgürlüğünde ve eşit, demokratik bir anayasada ısrar ederler. Bu ısrarları sonuç verir. Apartheid rejim 18 yıldan sonra Mandela’yı önce 31 Mart 1982 yılında Pollsmoor hapishanesine daha sonrada ev hapsine alır, 11 Şubat 1990’da serbest bırakılır.

Bu durum mücadelenin başarıya gitmesinde önemli bir kilometre taşıdır. Taleplerinde ısrarlı olan Güney Afrika halkı, Önderleri Mandela’yı özgürleştirerek Robben adasından cumhurbaşkanlığı sarayına giden yolu açarak Apartheid rejime son verip, eşit ve demokratik bir toplum yaratırlar.

GUZMAO VE COLLAO CEZAEVİ

Ada cezaevinden geçen bir diğer gerilla lideri de Abimael Guzmao’dur. Guzmao, Peru Aydınlık Yol gerilla lideri iken 1992 yılında yakalanır. Guzmao da göstermelik bir mahkemeyle ömür boyu hapse mahkum edilerek Peru’nun başkenti Lima yakınlarındaki Collao deniz üssündeki cezaevine götürülür. İlk başlarda tüm dünyayla her türlü iletişimi kesilir. Renkli magazin dergilerinin dışında hiçbir şey verilmez. Dehlizi andıran karanlık bir hücrede tutulur. Günde sadece bir saat gün yüzü görmesine izin verilir. Bir de kendisine verilen renkli magazin dergilerini okuması için bir saat ışık verilir. Tüm yönelimlere karşı Peru halkı direnişi bırakmaz. Fujimori yönetimindeki gerici ve baskıcı Peru hükümeti, halkın bu mücadelesi karşısında daha fazla tutunamaz. Fujimori kaçarak ülkeyi terk eder. Yeni gelen yönetim, sorunları çözmek için gerillalarla görüşmeler yapar. Bunun içinde başta Guzmao’nun yaşam koşullarını değiştirirler. Dış dünyayla ilişkilenmesini sağlamak için tam ev hapsi denmezse de ona benzer bir durum oluştururlar. Bu durum sorunların çözülmesinde önemli bir adım olur.

GUANTANAMO CEZAEVİ

Guantanamo, Küba körfezinde bulunan bir ada üzerinden kurulmuş ve Amerika denetiminde olan bir cezaevidir. Guantanamo, Amerika’nın Küba’daki tek ve son üssüdür. Küba topraklarından bu üsse girmek yasaktır. Burası eskiden askeri üs olarak kullanılmaktaydı. 11 Eylül saldırıları sonrasında başta El Kaide olmak üzere İslamcı örgütlere karşı geliştirilen operasyonlarda yakalananların tutulduğu bir cezaevidir. Ada tropikal bir iklime sahiptir ve bol yağmur alır. Ancak cezaevi adada yağmur görmeyen ve çölü andıran tek bölgesinde kurulmuştur. Ancak şunu belirtmekte fayda vardır. Guantanamo’ya gönderilen tutsakların hepsi El-Kaide militanları değillerdir. Yapılan birçok işkenceli sorgulamalara rağmen birçok tutsağın El-Kaide ile herhangi bir bağları ortaya çıkarılamamıştır. 11 Eylül’ün yarattığı dalgadan faydalanan ABD, muhaliflerinin önemli bir kısmını buraya gönderir. Bununla Guantanamo’yu, tutsaklardan çok, tutuklamadığı diğer muhaliflerini sindirmek için kullanır.

Yüksek güvenliğe sahip bu ada cezaevinde yüzlerce tutsak bulunmaktadır. Son derece gelişmiş teknik imkânlar kullanılarak denetim yapılmaktadır. Cezaevi hücrelerden oluşur. Her hücrede bir kişi kalmaktadır. Hücrelerde yatak ve tuvaletin dışında hiçbir şey yoktur. Avukat ve aile görüşmeleri oldukça az ve kısıtlıdır. Burada birçok tutsak üzerinde deneyler yapılmaktadır. Yani insanlar denek olarak kullanılmaktadırlar. Tutuklular 24 saat kamerayla izlenmektedirler. Burada tutsaklara hayatın belirtisi olan başta zaman kavramı olmak üzere her şey unutturulmak istenir.

Tüm bunlara rağmen, tutuklular belli saatlerde havalandırmaya topluca çıkarılırlar. Her tutsak kendi hücresinin yanındaki ve karşısındaki hücredeki tutsaklarla ilişki kurabiliyor. Dini inançlarını yerine getirebiliyor. Yani zayıf da olsa birbirleriyle ilişkilenebiliyorlar. İnsanın sosyal örgüleri tümden çözülmüyor.

TÜRKİYE’DE ADA CEZAEVLERİ

Türkiye’de de Osmanlılardan beri tutsakları ada cezaevlerine göndermek sıkça başvurulan bir taktiktir. Tutsaklar bu adalarda ölüme terk edilmişlerdir. Ancak bu çok sistemli, planlı bir politika değildir. Türkiye bu taktiğe ağırlıkla 1950’lerden sonra başvurmuştur. Bu süreçten sonra Türkiye’de öne çıkan üç ada cezaevinden bahsedilebilir. Bunlar, İmralı, Yassı ada ve Sinop cezaevidir.

YASSI ADA CEZAEVİ

Yassı ada Cezaevi, Marmara denizinde küçük bir adadır. 1960 darbesinden sonra bu ada, cezaevi haline getirilmiştir. Dönemin başbakanı Adnan Menderes, bakanlardan Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu burada tutulmuşlardır. Adada mahkeme kurulmuş, Menderes ve arkadaşlarının yargılamaları burada yapılmıştır. Başbakan olmasına rağmen Menderes ve arkadaşlarının dış dünyayla ilişkileri kesilmiş, tecrit uygulanmıştır. Enver Durmuş’un Yassı adadan İmralı’ya adlı kitabında, “14 Ekim 1960 günü Yassı ada’da ilk duruşmaya çıkan Menderes şöyle diyordu: ‘Beş aydan beri tecrit edildim. Bir tek oda içinde ve günün 24 saatinde saat başı değişen nöbetçinin nezareti altındayım. Bir tek kelime konuşmadan yaşıyorum. Konuşmam zaafa uğradı...”dediğini belirtir.

SİNOP CEZAEVİ

Sinop cezaevinin durumu da benzerdir. Türkiye’nin en kuzey ucunda bir kalenin surlarının dibine gizlenmiş bir zindandır. Osmanlıların son zamanlarında 1877 yılında Abdülhamit tarafından yaptırılmıştır. Deniz seviyesinden düşüktür. Karadeniz’in hırçın dalgaları döver cezaevi duvarlarını. Nemli ve rutubetli bir yerdir. Buranın nemini yiyen bir daha iflah olmaz. Bu cezaevinde yatan onlarca aydın bu durumu yazılarında, şiirlerinde işlemişlerdir. Sinop cezaevine ilişkin bir gazete de çıkan bir makalede şunlar belirtiliyor: “Sol görüşlü yazar ve şairleri rutubetli duvarları arasında ağırlamasıyla ünlenen Sinop Cezaevi’nin koğuşlarında ve disiplin hücrelerinde, ziyarete açıldığı günden bu yana meraklı turistler ve edebiyatseverler dolaşıyor. Sinop Cezaevi, ‘esaslı bir ceza’dır mahkumlar için. Türkiye’nin en kuzeyinde, binlerce yıllık bir kalenin surları ardına gizlenmiş, Karadeniz’in hırçın dalgalarına terk edilmiş, rutubetini bir kez yiyenin bir daha iflah olmayacağı 120 yıllık cezaevi, 1997 yılına kadar toplumdan tecrit edilmek istenen yazar ve şairlerin sürgün yeriydi...”

Bu cezaevinde Türk siyaset ve edebiyat tarihinin ünlü simalardan, Refik Halit Karay, Sabahattin Ali, Ahmet Bedevi Kuran, Hüseyin Hilmi, Burhan Felek, Refii Cevat, Osman Cemal Kaygılı, Kerim Korcan, Celal Zühtü Benneci, Osman Deniz, Zekeriya Sertel ve daha onlarca kişi kalmıştır. Bu cezaevi şimdi müze olarak kullanılmaktadır.

Ada cezaevleri veya deniz çevresindeki cezaevlerinin tarihi, siyasal kimlikleri, muhalif duruşları ve bu özellikleri ağır basan kişilerin idam edildiği ya da iklim ve çevre koşullarıyla birlikte nemin, rutubetin, ayazın, kuşatılmışlığın, yalnızlığın, tecridin ağır etkisi altında zaman içinde ölüme terk edilen yerler olarak insanlık hafızasında yer almıştır. Bu konularda kapsamlı araştırılmalar yapılırsa uygarlık tarihinin gizli kalmış kirli ve suçlu yüzü açığa çıkartılacaktır.