‘Ulusal birlik yaratılmazsa kazanımlar tehlikeye girer’

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Rıza Altun, KDP’nin AKP ile girdiği ortaklığı sert bir dille eleştirerek KDP’nin Türkiye’ye girmiş olduğu ilişkilerin federe yapının kazanımlarını tehlikeye sokacağını söyledi.

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Rıza Altun, Med Nuçe Tv’de yayınlanan özel bir programda Güney Kürdistan ve bölgede öne çıkan gelişmeleri değerlendirdi. Altun, gündemdeki gelişmelere yönelik önemli açıklamalarda bulundu.

YNK ve Goran Hareketi arasında yapılan anlaşmanın olumlu olduğunu belirten Altun, Kürtlerin kendi aralarındaki birliklere karşı çıkmanın bir mantığının olmadığını, ancak Güney Kürdistan’daki krizin köklü çözümünün demokratik bir yönetim ve stratejik yaklaşımlarla mümkün olabileceğini dile getirdi.

Kürt sorununun artık dünyanın gündemine oturduğunu, bunun ise verilen büyük mücadeleler sayesinde gerçekleştiğine işaret eden Altun; her dört parçada edinilen tarihsel ve güncel kazanımlar eğer güçlü bir Kürt ulusal demokratik birliği yaratılmazsa tehlikededir, şeklinde konuştu.

KDP’nin bölge politikalarını da eleştiren Altun; “KDP, sorunların esas kaynağıdır. Bölge politikaları açısından Türkiye’yle girmiş olduğu ilişkiler, federe yapının kazanımlarını da tehlikeye sokmaktadır” dedi.

Altun sorularımıza şu yanıtları verdi:

YANLIŞ POLİTİKALAR KRİZİ DERİNLEŞTİRDİ

YNK ve Goran Hareketi arasında ilan edilen ittifak anlaşması, Güney Kürdistan’da yaşanan siyasi, ekonomik ve toplumsal kriz açısından ne türden gelişmelere yol açabilir? Ve son süreçte Kürt partileri arasındaki bir araya gelme eğilimlerini Kürt Özgürlük Hareketi olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

Belirttiğiniz gibi Güney Kürdistan’da siyasi, ekonomik, kültürel vb.  anlamda çok köklü bir kriz var. Bu kriz, zorunlu olarak yaşanmamaktadır. Daha çok Irak’ın içinde bulunduğu durumla bağlantılı, ama esas olarak bölgesel hükümetin ve bölgesel hükümet içindeki KDP’nin politikaları bu krizin temel nedenidir. Eğer hükümet üyeleri başından itibaren gelişmeler karşısındaki duruşları ve ilişkileri itibariyle doğru bir politika uygulasalardı, bu temelde Güney’de demokratik bir yönetim biçimi oluşturabilselerdi bu kriz olmayacaktı. Tam tersi Ortadoğu’nun bu krizli ortamında Güney Kürdistan siyasal-sosyal anlamda istikrarlı olduğu gibi refah ve bolluğun en yoğun yaşandığı alan haline gelecekti. Başlangıçta federe hükümetin giderek de tek başına KDP’nin yanlış politikalarından dolayı bu kriz kronikleşti. Ve çok köklü bir kriz haline dönüşerek  bölgedeki krizi de besleyerek derinleşti. Artık bu derin krizi basit, sıradan yaklaşımlarla çözmek mümkün değildir. Bu kriz ancak çok köklü yaklaşımlarla belli bir çözüme ulaşabilir. Bu da Güney Kürdistan’da yeni bir yönetim oluşması ve onun siyasetiyle bağlantılıdır. Dış ilişkiler ve demokratik siyasetle bağlantılı yeni bir yaklaşım gerekiyor. Ama görünen o ki, bu konuda çok ciddi bir gelişme ortaya çıkmadığı için de kriz giderek derinleşiyor.

KDP MEVCUT HÜKÜMETE EL KOYDU

Goran ile YNK’nin yaklaşımını bununla bağlantılı değerlendirmek lazım. Şu kesinleşti artık; Güney Kürdistan’daki Federe devleti, mevcut Irak merkezi devletiyle olan sorunlarını çözemiyor; bu konuda en ufak bir gelişme ortaya çıkartamıyor. İkincisi Ortadoğu’da gelişmeler var; uluslararası politikalar var. Bu politikalarla girmiş olduğu ilişkiler oldukça sakattır. Yine başta Türk devleti olmak üzere bazı çevre devletlerle girmiş olduğu ilişkiler ve bunların sonuçları vb. yaklaşımlardan kaynaklı sürekli siyasi olarak kriz derinleşiyor. Ama öte tarafta da hükümet sorunu vardır. Sadece Irak’ta değil, Güney Kürdistan’da da hükümet sorunu vardır. Hükümet sorununda Federe devlet işlevini kaybetti. KDP tamamen mevcut hükümete el koyuyor. Nasıl ki Türkiye’de, Erdoğan AKP eliyle hükümete el koyup kendi başlarına yönetime damgalarını vuruyorlarsa, bunun bir benzeri de Güney’de ortaya çıktı. Bu da sorunu giderek derinleştiriyor. O zaman toplumda yavaş yavaş bir tepki gelişiyor. Siyasi krizin etkileri, ekonomik ve yönetim krizinin etkilerinin toplumda yarattığı bir rahatsızlık var. Bu da güven kırılmalarına neden oluyor. Özellikle de KDP, Goran,YNK vb. birçok hareket çözümsüz kaldıkları kadar, mevcut sorunun da kaynağını teşkil ettikleri için, halkta giderek karşılığını kaybeden bir duruma düşüyorlar. Sorunlar giderek onları da aşabilecek bir düzey kazanıyor. Şimdi böylesi bir durumda, Güney Kürdistan’da belli arayışlar var. Bu arayışlar çok köklü ve güçlü değil ama; bir arayış olarak var. Fakat bu arayış karşısında, arayışları sürekli engelleyen yaklaşımlar da vardır. Merkezi hükümetin ya da KDP’nin politikası, mevcut gelişmeleri kavrayarak Güney Kürdistan’ı krizden çıkarmaktan daha çok; gelişmeleri kendi aleyhinde görüp, onu durduran ve bu tavrıyla da krize neden olan bir rol oynuyor. Fakat bunun dışında birçok hareket -islami hareketler içinde de bu vardır- son dönemde Goran ve YNK’de de yeni bir arayış ortaya çıktı. Bu arayış değerlendirilebilir, tartışılabilir. Fakat bu ne kadar köklü bir çıkıştır? Hangi çözümü ortaya çıkartabilir, nereye kadar yol alabilir? Bence biraz tartışılması gereken nokta burasıdır.

MEVCUT ANLAŞMA DÜZEYİ DAHA DA GELİŞTİRİLMELİ

Stratejik bir anlaşma niteliği taşıyor mu sizce?

Başta şunu söyleyelim; bu gelişme olumlu olarak değerlendirilebilir, olumlu bir gelişmedir. Çünkü ortada ciddi bir sorun vardır. Bu sorunun çözümüne yönelik maddelerin de içerilmesi itibariyle baktığımızda, olumlu bir gelişme olarak değerlendirebiliriz. Fakat ne kadar köklü ve stratejiktir? Esas bunun üzerinde tartışmak gerekir. Sorunlara köklü çözüm perspektifiyle böyle bir girişimde bulunuldu ama, mevcut anlaşma düzeyi yeterli değil.  Üzerinde anlaşılan maddeler, Güney Kürdistan’daki mevcut sorunları çözebilecek ya da cevap olabilecek bir yönetim düzeyi için çok yeterli değil. Birçok muğlak yanlar var.  Güney Kürdistan’da nasıl bir yönetim düşünülüyor? Güney Kürdistan’da demokratik siyaset nasıl formüle ediliyor? Güney Kürdistan’da oluşacak yönetimin esasları nasıl olmalı? vb. konular çok açık değil. Bu anlamda olumlu olmasına rağmen, içinde birçok boşlukları da barındıran bir anlaşmadır. Başlangıç ve arayış itibariyle olumlu bir gelişme olarak değerlendirilebilir. Bu sadece Goran ve YNK ile sınırlı değil. Bu giderek İslami hareketler içerisinde de yavaş yavaş gelişen bir durumdur. Ve bununla bağlantılı olarak Kürdistan’ın bütününde dört parçayı da kapsayan ulusal birlik çalışmaları, özgünde de parçaların kendi içerisindeki birlik tartışmaları gündeme geliyor. Goran Hareketi ve YNK’nin mevcut birleşmesi gerçekten de sorunlara çözüm getirebilecek ve demokratik bir yönetimin ortaya çıkmasına vesile olabilecek bir biçimde gelişirse; mevcut Güney Kürdistan’da iyi bir rol oynayabilir, yeni gelişmelere yol açabilir. Tabii bu biraz sancılıdır. Bu konuda ne kadar gelişme gösterecekleri tartışma konusudur. Hem kendi iç sorunları itibariyle, hem de bu konuda başka güçlerin, başta KDP’nin yaklaşımlarının nasıl bir etki yaratacağı, nasıl bir rol oynayacağı ve bunu nasıl aşacakları ciddi bir kaygı konusudur.

DEMOKRATİK BİR YÖNETİM ORTAYA ÇIKARILMALI

Bu gelişmeler Güney Kürdistan’daki ikili yönetim durumunu ortadan kaldırabilecek mi?

Şimdi bu daha bir başlangıç. İkili yönetim sorunu çok köklüdür. İkili yönetimin ortadan kalkmasını sadece son gelişmelerle değerlendirmek yeterli değil. Mevcut gelişmeler, ikili yönetimin sorunlarına çözüm getirebilecek bir perspektif içeriyor. Ama ikili yönetimin ortadan kalkması durumu çok daha ciddi bir durumdur. Önemli gelişmeler ortaya çıkar ve çok güçlü sonuçlar açığa çıkarsa ikili yönetim sorunu tartışılabilir. Çünkü ikili yönetim daha çok KDP ve YNK’nin güç paylaşımına dayalı bir durum ve bunların şu anda bakış açıları ve felsefelerinde köklü bir değişiklik yok. İkili yönetimi ortadan kaldıracak bir gelişmeden ziyade, mevcut olan krize belli ölçülerde çözüm getirebilecek bir düzeyi yakalayıp yakalayamayacağını esas olarak tartışmak gerekir. Eğer bunu yakalayabilirse giderek sizin dediğiniz noktaya gelebilirler. Ama oraya daha çok yol var. Söylediğim gibi bu başlangıç nereye kadar gidecek? Esas soru işaret buradadır. Çünkü YNK’nin kendi içinde de bu konuda sorunları var, tartışmaları var. Ayrıca KDP’nin yaklaşımı var. Böyle bir gelişmeye meydanı çok boş bırakmayacağına dair yaklaşımları vardır. Bu iki yaklaşım bunun önünü kesebilir. Hatta bunun önünü kesmese bile mevcut oluşturulan 25 maddelik protokolle sınırlı kalma ve bunun ötesine geçmeme gibi bir durum YNK ve Goran’da da çıkabilir. Bizim temennimiz bütün engelleri ve sorunları aşarak bu birliğin gelişmesi için çaba sarf etmektir. Ve giderek Güney Kürdistan’da gerçek bir federal yönetimin ortaya çıkmasını sağlamak ve demokratik yönetimin ortaya çıkma noktasına kadar götürmek önemlidir. Bu dönemde gelişmelere cevap olacak olan da budur. Ama bu ne kadar gelişecek tabii bu sorunludur.

KDP SORUNLARIN TEMEL KAYNAĞIDIR

KDP’nin; YNK, Goran ittifakına karşı, yine Güney Kürdistan’daki bazı islami örgütlerin biraraya gelme çabalarına karşı tepkisel ve tehdit vari açıklamaları oldu? KDP, kendisine karşı oluşturulmuş bir cephe olarak değerlendiriyor. KDP’nin bu tarz açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

 Bu oluşumlar için KDP dışında hemen herkesin yaklaşımları olumludur. Farklı bakış açıları olsa da olumlu değerlendiriyoruz. Zaten böyle bir oluşuma cepheden karşı çıkarak olumsuz değerlendirmenin bir mantığı yoktur. Kürtler arasında gelişecek bir birlikteliğe olmaz ya da yanlış demek mümkün değil. Eğer başkalarına zarar vermiyorsa, eğer birliğe hizmet ediyorsa, Kürt sorununun çözümüne hizmet ediyorsa, ya da böyle bir rolle ortaya çıkıyorsa, böyle birliklere  karşı çıkmak zaten mümkün değil. Siyaseten de mümkün değildir. Onun için de şu anda, Güney Kürdistan’da ya da Kürdistan’ın diğer parçalarında bu konuda değerlendirme yapan birçok hareket, ton farkı da olsa olumlu değerlendiriyor. Ancak burada KDP biraz daha farklı bir yaklaşım içerisindedir. KDP, mevcut Güney Kürdistan’daki sorunların temel kaynağıdır. Burada sorunun kaynağını teşkil ediyor. Eğer biz Güney Kürdistan’da bir krizden bahsediyorsak, ekonomik bir krizden siyasi bir krizden, yönetim sorunundan bahsediyorsak, bunun temel sorumlusu KDP’dir. Niye KDP’dir? Çünkü mevcut durumda bir hegemonya savaşı yürütüyor. Mevcut Federe devletin bütün imkanlarını ele geçirmiş, adeta bir tekel gibi bunu kendi mülkü haline getirmiştir. Toplum üzerindeki varlığını böyle sürdürüyor. Bunu sürdürürken de diğer birçok siyasi hareketin varlığını yok sayarak ya kendi politikalarını onlara kabul ettirmek temelinde bir hegemonyayı yürütüyor. Zamanı dolduğu halde aynı AKP’nin yaptığı gibi, Erdoğan’ın yaptığı gibi yönetime el koymuş durumdadır, felç etmiştir. Onun için şu anda Güney Kürdistan’da bir yönetim yok. Gerçekten halkın tümünü temsil edebilecek, demokratik yollardan oluşmuş bir yönetim düzeyi yoktur.  Daha çok güçlerin yönetimlere vurduğu damgayla yönetim var. O da KDP’dir. Şu anda yönetimi elinde tutuyor. Böyle olunca KDP’nin kendi dışındaki bir takım gelişmelere olumlu bakması zaten düşünülemez. O zaman iç siyasette böyle gelişmeler kendisinin egemenliğini kaybetme gibi bir tehlikeyi çıkaracağı kaygısı oluşturur. Onun için buna karşı çıkıyor.

TÜRKİYE’NİN İPOTEĞİ ALTINA GİRİLDİ

Ama öte tarafta bölge çapında geliştirmiş olduğu politikaların da bölgeyi olumsuz olarak etkileyen sonuçlarını görmek lazım. Birincisi, Irak hükümetiyle içine girmiş olduğu ilişkiler. Irak’ta kör topal da olsa yürüyen bir Federe devlet sistemi vardır. Bu Federe devlet sistemi içerisinde sorunlar var. Özellikle de oluşan merkezi Federe devletin Kürt meselesine yaklaşımında birçok yetersizlikler var; ancak resmi olarak kabul edilmiş, anayasada yer almış bir Federe kabul noktası da vardır.  O zaman anayasanın kabul ettiği ilkesinden hareket ederek, sorunu Irak hükümetiyle çözüp Kürtlerin hem coğrafik, hem siyasal özgürlüklerini, olması gerektiği noktaya getirmenin yolu her zaman vardır. Yürütülecek politika, daha çok Irak hükümetini bu temelde belli bir ilişki düzlemine çekerek sorunların çözümü noktasına getirecek bir oluşuma gitmesi gerekiyordu. Bu hem Irak Federe devletinin oturmasında bir sonuç ortaya çıkartacaktı, hem de oturan Federe devletin Kürtlerin coğrafi bütünlüğü ve özgürlüklerinin de tam olarak kendisini ifade etmesi sonucunu ortaya çıkartacaktı.  Ortadoğu’daki bütün gelişmeler buna olağanüstü imkan da veriyor. Fakat böyle yaklaşılmadı. Burada daha çok, sorunlar, çıkmazlar öne çıkartılarak, ilişkiler kopma noktasına getirildi. Ve koparılmış ilişkileri de kullanarak daha çok hiçbir yararı olmayacak bölgesel bir takım güçlerle ilişkiye girildi. Ve özellikle de Türkiye’yle tam ipotek altına girilecek bir süreç içerisine girdi. Hem siyasi ipotek içerisine girdi, hem ekonomik bağımlılık içerisine girdi. Bu büyük bir kriz olarak Federe devletin siyasetine yansıdı. Ve Irak toplumuna da yansıdı. Bunu da yürüten KDP’dir.

FARKLILIKLAR KDP DUVARINA ÇARPIYOR

Hem Irak’la Federe devletin ilişkileri KDP öncülüğünde oluyor. Hem de bölgesel ittifakları, Türkiye’yle ilişkileri de KDP üzerinden oluyor. Diğer hareketlerin buna katkısı çok tali plandadır. Ve bu konuda birçoğu farklı düşünüyor. İslami Hareket’te bu konuda çok farklı düşünceler vardır. YNK, Goran’da bu konuda farklı düşünceler vardır. Ama kendi farklılıklarını ifade etmenin demokratik bir zemini yok. Bunu aşmak için çaba sarf ediyorlar. Fakat sonuç elde edemiyorlar.  KDP duvarına çarpıyorlar. Ve sorunlar çözülemiyor. Sorunlar çözülemediği için ne yapılacak? Ya sorunlar içerisinde tasfiye noktasına gidecekler, ki halkın tepkisi o düzeydedir. Ya da bu sorunları çözme noktasında yeni oluşumlarla mevcut sorunu aşmaya çalışacaklardır. Burada esas sorun KDP dir. Onun için KDP, Goranla YNK arasındaki bu gelişmeyi başlangıçta olumlu değerlendirmek yerine bir reaksiyoner, tepkisel bir tutum içerisine girdi. Daha çok kendisine karşı gelişen bir birlik algısı öne çıktı. Çünkü meseleye iktidar meselesi açısından bakıyor. Meseleye dört parça Kürdistan açısından bakmıyor. Meseleye Güney Kürdistan halkının çıkarları açısından bakmıyor. Eğer bu açıdan baksaydı, bu eksen üzerinden değerlendirme yapılırdı. Ve bu eksen üzerinde yapılacak değerlendirme; tam da Güney Kürdistan’da herkesin birbirine girdiği, siyasi hareketlerin bir araya gelmediği bir ortamda, Goran’la YNK’nin bir araya gelmesini olumlu bir değerlendirme olarak ele alırdı. Ama öyle yapmadı, tam tersine bunu kendisine karşı bir gelişme olarak görerek tehlikeli olduğunu varsaydı, hatta tehdit içeren mesajlarla bunu şimdiden engellemeye çalıştı. Burada bile KDP’nin Güney Kürdistan’daki durumu, egemenlikçi mantığı anlaşılır. Egemenlik kendisinde olduğu sürece sorun yok. Ama eğer egemenlik paylaşılmaya başlanırsa, elinden alınmanın riskleri ortaya çıkarılırsa, ya da demokratik bir sistem içerisinde herkes eşit düzeye indirgenmeye çalışılırsa, o zaman onda ne Güney Kürdistan kalır, ne genelde Kürt meselesi kalır. Daha çok egemen bakış açısına sahiptir. Egemenlik onda olduğu sürece Kürt meselesi vardır, ulusallık vardır. Ama egemenlik onun elinden gittikten sonra ne Kürtlüğün bir kıymeti harbiyesi vardır, ne ulusallığın, ne de halkın bir anlamı vardır. Bu açıdan yaklaşımı olumsuzdur. Belki politik bir yaklaşımla şöyle bir yumuşamaya gidebilir; ilk gösterdiği reaksiyonu biraz daha yumuşatıp politik bir yaklaşım içerisinde olabilir, ama bence gerçek niyetini başında ortaya koydu.

STRATEJİK BİR DÜZEYE GELEBİLMELİ

YNK ve Goran Hareketinin attığı adım, küçük bir adım, bir başlangıçtır. Bu küçük adım stratejik bir ilişkiye kadar gidebilir. Onun potansiyelini taşıyor. Bunu yapmaya zorunludurlar. Ama ciddi engellerle de karşı karşıyadırlar. Eğer KDP hakkında yaptığımız değerlendirme doğru algılanırsa, o zaman KDP’nin, Goran’la YNK arasındaki bu ilişkinin stratejik bir ilişki düzeyine çıkmasını ciddi düzeyde engelleyebilecek karşı faaliyet içerisine girmesi söz konusu olabilir. YNK ve Goran bunun bilinciyle ne kadar hareket ederek aşacaklar? Ne kadar buna karşı direniş gösterip bunu aşmaya çalışacaklar? Bu gelişmelerin kaderini belirleyecek önemli bir durumdur.

KÜRT SORUNU ARTIK DÜNYANIN GÜNDEMİNDE

KCK olarak demokratik Kürdistan ulusal birliği temelinde önceden de çağrılarınız olmuştu? Ancak somut olarak geçtiğimiz günlerde Yekgirtu İslam’la bir görüşmeniz oldu. Bu görüşmenin amacı ve içeriği açısından neler söyleyebilirsiniz? Bundan sonraki süreçte ulusal birlik açısından gelişmeler ön görüyor musunuz?

Şunu çok iyi kavramak gerekiyor. Mevcut siyasal süreç önemlidir. Hem Kürtlerin ve Kürdistan’ın tarihsel gelişim açısından yaşamış olduğu süreç hem de bugünkü gelişmelerle birlikte ele alıp değerlendirmek gerekiyor. Özellikle bütün siyasi gelişmelere baktığımız zaman Kürtlerin tarihte çok ender yakalamış olduğu bir durum söz konusu. Tarih boyunca yakalamış olduğu olumlu diyebileceğimiz siyasal gelişmeler bağlamında önemli bir düzey yakaladığı söylenebilir. Özellikle son Ortadoğu krizinden sonra Kürtler adeta ciddi bir sorun, bölgesel bir sorun, çözülmesi gereken bir sorun olarak kendisini dünyanın gündemine oturttu. Dünyanın gündemine oturması elbette mücadele gerçekliğiyle bağlantılı olduğu kadar yürütülen mücadelenin sonuçlarıyla da bağlantılıdır. Buna genelleme yaparak cevap vereyim. İşte Rojava’daki gelişmeler bir statü noktasına geldi. Güney Kürdistan’daki gelişmeler Federe bir statü noktasındadır. Kuzey Kürdistan’da ciddi bir savaş düzeyi ortaya çıkmış. Öyle bir savaş düzeyi ki sömürgeciliğin, AKP ve Erdoğan büyük katliamlarla şehirleri yerle bir etmek pahasında da olsa bu isyanı bastırma yaklaşımı içerisinde olmasına rağmen bir türlü bastıramadığı bir mücadele düzeyi ortaya çıkmıştır. Doğu Kürdistan açısından da durum potansiyel olarak diğer parçalardan pek farklı değildir. Bu ne demektir? Bu tarih boyunca Kürtlerin gerçekte ender yakalamış olduğu bir siyasal gelişme düzeyidir.

KAZANIMLAR GÜVENCESİZ VE TEHLİKEDEDİR

Diğer taraftan baktığımız zaman Ortadoğu’da statükoyu elinde tutan güçlerin içine girdiği çıkmazın kriz düzeyi vardır. Ortadoğu’da da artık herkes istediği yeri istediği gibi yönetemez durumdadır. Yönetim organları-egemenlik organları hepsi bir krizi ifade ediyor.  Ve daha çok kendini korumak ve geleceğini güvenceye alma telaşı içerisindeler. Buna alternatif olarak ortaya çıkan birçok eğilim ise var olan iktidarlardan çok daha tehlikeli bir yaklaşım içerisinde. DAİŞ gibi, Nusra gibi Selefi ve cihatçı hareketler vardır. Bunların hepsi böyle bir durum yaşarken Kürtlerin yakaladığı durum oldukça önemli olmasına, Kürt sorunu bu noktada dört parçada büyük gelişmeler yaratmasına rağmen sorun hala çözülmüş değil. Ve ortaya çıkan kazanımlar da güvenceye alınmış değil.  Her tarafta aynı tehlike vardır. Uluslararası ve bölgesel duruma baktığımız zaman Kürt meselesi konusunda büyük boşluklar vardır, büyük riskler vardır. Diyelim ki; Avrupa Kürt meselesine nasıl bakıyor? Amerika Kürt meselesine nasıl bakıyor? Rusya Kürt meselesine nasıl bakıyor? Olan bitene baktığımız zaman rahatlıkla şunu söyleyebiliriz; bölgede var olan krizin gereği olarak Kürtlerle ilişkilenmek, onlarla belli ortaklık temelinde hareket etme imajı veriyor. Ama bu daha çok kendi çıkarlarını askeri olarak temsil etmekle sınırlı bir ilişki düzeyidir. Kürtler konusunda ne düşündüğünü söylemiyor. Genelde Kürdistan’ın dört parçasında Kürtlerin varlığı konusunda bir şey söylemiyor. Her parça için de bir şey söylemiyor, bu konuda muğlak tutuyor. Diğer taraftan bölgesel hükümetlere baktığımız zaman, bunlar adeta Cezayir anlaşmaları gibi anlaşmaları yeniden oluşturmak için çaba içerisine giriyorlar. İran -Türkiye ilişkileri, Türkiye- Suriye ilişkileri ya da bölgedeki egemen devletlerin ilişki biçimlerine baktığımız zaman bunlarsa Kürtlerin kazanımlarının ortadan nasıl kaldırılacağına dair bir yaklaşım içerisindedirler. Bütün bunlara rağmen Kürtler belli bir gelişim düzeyi oluşturdular. Kendilerini dünyanın merkezine temel bir sorun olarak oturttular. “Bu sorunu doğru ele alıp çözmeyenler hiçbir zaman Ortadoğu’da güç olamazlar” gibi bir düşünceyi de ortaya çıkardılar. Ama şu anda bölge ve dünya güçlerinin Kürtlerin Ortadoğu’daki varlığını tümden kabullenme, bunu bir statü ile pekiştirme yönü boşlukta kalıyor. Buradan Kürtler için her dört parçada da çok büyük bir tehlikenin olduğu ortaya çıkar. Hiç kimse bu konuda gelişmelere güvenmesin. Rojava bugün elbette ki önemli bir gelişmeyi ifade ediyor. Kuzey’deki mücadele bir gelişmeyi ifade ediyor. Ama dört bir yandan düşman saldırısı altındadır. Güney Kürdistan kendi içinde yaşadığı krizle bile çöküp tasfiye olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Burada Kürtlerin yapması gereken nedir? Kürdistan’ın dört parçasındaki bütün kazanımları ulusal bir potada birleştirmek, bunu bir ulusal siyaset noktasına getirmek, giderek bu kazanımları bu ulusal siyaset temelinde güvenceye almanın ilişkilerini, ittifak düzeylerini ortaya çıkarmaktır. Eğer bunu yapamazsa Kürtler için tehlike çok büyüktür. Önderliğimiz başından beri bunu söylüyor. Önderlik bundan on yıl önce bunu gündeme getirdi. Özelikle siyasi birlik oluşturma, diplomatik ortak hareket noktaları oluşturmak, askeri gücü birleştirmek vb. en temel konularda Kürt mücadelesi yürütebilmenin ve kazanımları koruyabilmenin en temel konularında mutlaka birlikler yaratılarak Kürtler var olanı koruyabilir ve yol alabilirler. Önderlik böyle bir yaklaşım ortaya koyuyor ve biz bunu her zaman ifade ediyoruz.

BİR GEÇİŞ NOKTASINDAYIZ

Bu konuda çeşitli denemelerimiz oldu. Hem parçalar düzeyinde özellikle Türkiye’de, Kuzey Kürdistan’da denemelerimiz oldu. Hem demokratik ulus perspektifiyle oluşturduğumuz demokratik birlik çalışmaları, hem de ulusal sorununun çözümü temelinde Kürt hareketleriyle geliştirmek istediğimiz birlik çalışmaları bunun bir ifadesidir. Biz bunu temel bir ilke olarak ele alıyoruz. Ve bu temelde bunu oluşturmaya çalışıyoruz. Ve Kürtlerin dört parça Kürdistan’da demokratik ulusal kongre temelinde bir araya gelmesi için bir gelişme yarattık. Biz bundan hiçbir zaman vazgeçmedik. Koşullar elverişli olduğu oranda bunları gündemleştirerek yol almaya çalıştık. Ama günlük siyasette de hiçbir zaman bu ilkesel yaklaşımdan vazgeçmedik. Kürtler arasında birlik, özellikle Kürtlerin kendi aralarında ulusal birlik, demokratik birliği ifade eden yaklaşımları, kimden gelirse gelsin bunu değerlendiren bir tutum içerisinde olduk. Goran’la YNK arasındaki gelişmeyi de bu temelde değerlendiriyoruz. Son günlerdeki gelişmelerle meseleyi ele aldığımızda gerçekten de Kürtler için çok ciddi bir durum var. Bir geçiş noktasındayız. Neyi kastediyoruz? İşte Rojava’daki Kürtlerin direnişinde bölgesel ve uluslararası güçlerle bazı askeri ittifaklar olmasına rağmen siyasal olarak olaya nasıl baktıkları konusu oldukça şüphe vericidir. Özellikle Cenevre görüşmelerinin dışında tutma çabaları, Kürtler için büyük bir risk ifade eder. Askeri anlamda birlikte hareket etmenin koşullarını yaratmak gibi bir yaklaşım varken, Kürtlerin siyasal durumu konusunda çok da umut vermeyen yaklaşımlar vardır. Bu önemli bir tehlikeyi teşkil ediyor. Rojava’daki Kürtlerin mücadelesi için önemli bir tehlike teşkil ediyor.

GÜNEY’İN DURUMU ROJAVA’DAN DAHA TEHLİKELİ

Güney Kürdistan’a baktığımız zaman da aynı tehlike vardır. Kimse meselenin ciddiyetinin farkında değil aslında. Güney Kürdistan’ın durumu Rojava’dan daha tehlikeli bir pozisyondadır. Onun uluslararası düzeyde bir Federe yapı olmasını bir güvence kabul edebilir, ama şu anda mevcut Güney Kürdistan’daki yönetimin içinde bulunduğu durum ve bölge devletlerinin yaklaşımları, uluslararası politika ve özellikle Türk devletinin Kürt düşmanlığına baktığımız zaman Güney Kürdistan’ın durumu da, Federatif sistem de tehlikededir.

GERİ DÖNÜŞÜ OLMAYAN BİR DEVRİM SÜRECİ BAŞLAMIŞTIR

Kuzey’de mücadele artık bir devrim sürecine girmiştir. Bu devrim sürecinin artık kesintiye uğraması mümkün değil, geri dönüşü olmayan bir devrim süreci başlamıştır. Biz bundan hiçbir zaman vazgeçmeyeceğiz. Mücadeleyi sürekli hem şehirlerde hem kırsal alanda derinleştirerek, Türkiye için geliştirdiğimiz çözüm sürecini bu eksenlerde derinleştirmeyi esas alacağız. Bu kazanımlar böyle bir düzeyde seyrediyor.

Bütün bu kazanımlar ancak bir ulusal birlik temelinde ele alınırsa bu mücadele daha da gelişebilir, kazanımlar olabilir ve bir çözüm noktasına gidilebilir. Onun için ikili bakmak lazım. Birincisi; her parçadaki Kürtlerin birliğini kapsayan ulusal birliklerin gündemleştirilmesi gerekir. Her parçada hem Kürtlerin ulusal birliğini ifade eden hem de demokratik ulus perspektifini de kapsayan ulusal birliklerin oluşma politikasını gündemleştirip geliştirmek gerekiyor. Yeniden bu sürecin gelişmesi yönünde bir çaba içerisine giriyoruz. Bizim en son görüşmemizin de bu bağlamda ele alınması gerekir. Ve bunu daha da geliştireceğiz. Bu konuda istisnasız herkesle hem genelde ulusal birlik hem de parçalarda ulusal birlik, demokratik ulusal birlikler oluşturmanın faaliyetlerini yürüteceğiz. Bu konuda mevcut gelişmeleri izah etmeye çalışacağız. Bunun zorluklarını anlatmaya çalışacağız. Zemin bulduğumuz oranda ise böyle birliklerin gelişmesini sağlamaya çalışacağız.

Güney Kürdistan’da özellikle KDP eliyle sürekli tartışmada tutulan referandum konusu var. ‘Bağımsız Kürt devleti referandumu’ yine gündemde.  Mevcut parlamentonun bile işlevsiz olduğu bir koşulda referandum ne anlama geliyor? Böyle bir gelişme sağlanırsa bu ne kadar bağımsız olur?

Referandum, bağımsız devlet, bağımsız devlet oluşturma süreci bana çok samimi gelmiyor. Ne zaman KDP içeriden bir takım mesajlar vermek isterse,  zorda olduğu dönemlerde bunu bir taktik unsur olarak kullanıyor. Şimdi bunun elini tutan yok. Referandum yapma gibi bir düşüncesi varsa ki var, bu referandumu yapabilir. Ama sürekli referandum yapacağız demesine rağmen referandum olmuyor. Senelerdir “bağımsız devlet  ilan ediyoruz” diyor her seferinde en kritik noktalarda çıkışlar yapıyor; ama değil devlet ilan etmek,  Kürdistan’daki mevcut federal durumun bile birliğini oluşturamamış bir durumdadır. Kendisi dışında bütün hareketlerin varlığını parlamentoda bitiren yok eden, onları parlamentoya koymayan, hepsini tehdit eden hepsini dışında tutan, giderek gelişecek birlikler karşısında adeta onu tehdit eden bir pozisyonda tutarak mevcut Federe devleti bile doğru dürüst yönetemeyen birisinin ‘bağımsız devlet’ kurması bana çok da inandırıcı gelmiyor. Onun için de sanki taktik bir mesele. Genelde Kürt milliliği  ve Kürt yurtseverliğinin bir özlemi olan bağımsız devlet kavramını kullanarak bunlara hitap ediyor. Oluşan tepkileri nötralize ediyor, beklentiler oluşturuyor; adeta bir özel savaş taktiği olarak uygulanıyor. Bunun için çok samimi bir gelişme değil.

BÖLGE POLİTİKALARI İŞBİRLİKÇİ KARAKTERDEDİR

Gerçekten devlet ilan edebilecekse bu konuda mevcut durumun ne olduğunun ortaya konulması gerekir. Devlet oluşumuna bölge nasıl bakıyor, uluslararası güçler nasıl bakıyor, bu konuda genel dört parçanın yaklaşımı nedir? Genelde Kürtlerin yaklaşımı nedir? Şimdi bunlara yanıt verilmeden ve gerekleri yerine getirilmeden  devlet ilan etmek mümkün müdür? Bakıyoruz, bir kere bölgedeki siyaseti sorunludur. Bölgede kime dayanarak devlet ilan edecek? Bölge güçleriyle belli bir konsensüs oluşturması ve destek alması gerek. Bakıyorsun Suudi Arabistan’la, Katar’la girmiş olduğu ilişkiler, Kuveyt’le girdiği ilişkiler onu devlete götürecek ilişki biçimi midir? Tam tersine devletleşmeyi engelleyen, ulusal birliği engelleyen ve işbirlikçi karakterin dayatmasından başka bir şey değildir. Diğer taraftan Türkiye ile olan ilişkilere baktığımız zaman, Türkiye, Irak’ta Federe yapıyı aşan bir devletin gelişimini kabul edecek bir mantalite ya da zihniyete sahip midir? Tam tersine eski başbakan Davutoğlu bile kendi kırmızı çizgisini ortaya koyarken,  Rojava’dan başlayıp Süleymaniye’ye kadar ‘benim kırmızı çizgimdir’ diyerek buradaki federal yapıyı bile tanımadığını söyledi. Türkiye’yle girdiği stratejik ve ekonomik ilişki vardır. Bu stratejik ilişkide Türkler, Kürtlerin varlığını kabul etmeyen taraftır. Kürtlerin varlığını kabul etmeyenlerle stratejik ilişkilere girerek devlet ilan edeceğini söylemek ya yalancılıktır, ya da sahtekarlıktır. Böyle baktığın zaman bu mümkün mü, değil. Şimdi uluslararası açıdan  bakalım; uluslararası açıdan belli bir diplomatik faaliyet yürütüldü. Yürütmüş olduğu diplomatik faaliyetlerin sonuçları kamuoyuna yansıdı. Görüşme yapıldığı her yerde bir takım kişiler dışında, resmi kanalların tümü böyle bir gelişmeyi tasvip etmediklerini söylediler. Peki dünyaya rağmen bir bağımsız devlet ilan etmek mümkün müdür? Şu anda değil. Şu anda devlet ilanında olumlu diyebileceğimiz potansiyel olarak ne var? İsrail kısmen kabul ediyor. Bir de Amerika’da tek tük senatörlerle sınırlı kişiler var. Sadece buraya dayalı olarak KDP şu mevcut haliyle nasıl devlet ilan edecek? Bu doğru bir yaklaşım değil. Herhangi bir hazırlığı var mı,  yok. Ekonomik ve siyasi bir krizden söz ediyoruz ve halkın buna karşı tepkilerinden söz ediyoruz. Halkın bu kadar tepkilendiği yönetim biçiminin kalkıp da neyine güvenerek devlet ilan ediyor? İkincisi; KDP’nin hiçbir siyasi hareketle arası iyi değildir. Bu kadar ilişkilerin bozuk olduğu bir yerde bu ilişkileri bir tarafa bırakıp da birlikte devlet ilan etmenin potansiyeli ne kadar var?  Bir kere devlet ilan etmek için oluşturulacak devletin yükümlülüklerine uyması gerekir. Başta KDP’nin kendisi devlet olmak istemez. Eğer devlet olursa, devlet olmak başka  bir şeydir;  mevcut Güney’i KDP gibi yönetmek başka bir şeydir. KDP bütün tasarruflarını bırakıp devlet olmayı kabul ederse- ki bu mümkün değildir, KDP’nin zihniyetine terstir- diğer hareketleri kabul etmesi de bu anlamda mümkün değildir.  Ona ters bir durumdur.

DEMOKRATİK ULUS PERSPEKTİFİ ESASTIR

Bizim yaklaşımımıza gelince; biz Güney’deki herhangi bir siyasi gelişme konusunda peşin hükümle; şunu destekliyoruz, şuna karşıyız, gibi bir siyasetimiz olmadı. Daha önce de açıkladık. Eğer bir siyasi gelişmeyi yaratacaksak, siyasi gelişmeleri basite almamak gerekir. Onu günlük siyasetin malzemesi olarak kullanabilirsin, taktik olarak kullanabilirsin ama; eğer ciddi bir gelişme olacaksa, bu ciddi gelişmenin objektif koşulları ve bunun gelişmesinin potansiyel ve güçlerine sahip olman gerekiyor. Eğer Güney’de halkın devlet kurma gibi bir talebi olacaksa, bizim buna karşı çıkma gibi bir yaklaşımımız yoktur. Ama Güney’de bir devletin kurulması yönünde şu anda koşullar var, çalışalım, gibi bir yaklaşım gelişirse; tam tersine böylesi bir yaklaşımın ve gelişmenin koşullarının olmadığını düşünüyoruz. Ayrıca bu konuda daha çok demokratik ulus perspektifiyle, halkların birliği perspektifiyle sorunları çözmeyi esas alan bir yaklaşım içerisindeyiz.

DEVLET KURMA SÖYLEMİ TAKTİKSELDİR

Son söz olarak şunu söylemek istiyorum. KDP bu durumu taktik olarak kullanıyor ve bazılarını da inandırıyor. Kürt milliyetçisiyim, diyen; ya da yurtsever, ama milliyetçi olduğunun farkında olmayan birçok kesim, bu konuda KDP’nin bu yaklaşımlarının oyununa geliyorlar. İşte; Barzani devlet dedi, Barzani devlet ilan edecek vb. Şu andaki pozisyonuna bakıyorsun; devlet olacak bir karakteri var mıdır bunun? Eğer devlet olacak karaktere sahipse, Federe devlet kaç yıldır kuruldu? Bu Federe devleti bile yönetemiyor! Onu bile bir aşiret lideri mantığıyla yönetiyor. Kendisi dışında varolan herkesi  adeta kendi kölesiymiş gibi bir zihniyetle idare etmeye çalışıyor. Şimdi böyle bir zihniyette olan bir kişi devlet kurabilir mi? Kuramaz. Velev ki, kurdu varsayalım. Bu devlet nasıl bir devlet olacak? Kendi halkına kan kusturan bir devletin mantığıyla devlet kurana onay verilebilir mi? Bu doğru bir yaklaşım olmaz tabii ki.

KÜRT İNKARI TÜRK DEVLETİNİN VARLIK NEDENİDİR

Kuzey Suriye’de, Güney Kürdistan’da Türk askeri varlığı ve işgal gücü konumu hangi plan ve hesaplar sonucudur?

Türk devleti Kürtlerin bölünmesi ve inkarı üzerine kurulmuş bir devlet sistemidir. Kürt kimliğinin inkarı, mevcut Türk devletinin varlık nedenidir. Bunu kavramadan TC’yi anlayamazsın. Bir devlet sistemi olduğu için de bütün oluşumunu ve politikalarını bu eksen üzerinde yürütüyor. Hükümetler ne kadar değişirse değişsin, hangi parti iktidara gelirse gelsin, bu değişmeyen bir politikadır. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri kaç tane hükümet geldi geçti. Aslında birbirlerinden çok farklı değiller. Kürt inkarı, Kürt düşmanlığı, Kürtlere karşı savaş konusunda hep aynı düşünürler. Bu Türk devletinin oluşumunun temelidir. Elbette ki Kürtler de bu inkar karşısında bir direniş yürütüyorlar, mücadele veriyorlar. Kürtler bu mücadeleyi hangi parçada olursa olsun yürüttüğü müddetçe, Türk devleti sürekli Kürtlerin mücadelesi karşısında pozisyon almıştır. Tarih boyunca, Kürdistan’ın hangi parçasında olursa olsun, sorun ne zaman gündeme gelmiş, biraz çözümün önü açılmışsa TC devreye girerek bu çözümü engellemek için, bu devletleri bile şantaj edecek noktaya gelmiştir. Bunu Suriye’de de yaptılar. Bunu 70’lerde Irak’ta da yaptılar. Benzeri durum İran’da da yaşandı, engellediler.

İŞGALİN BENİMSENMESİ UTANÇ VERİCİDİR

Bakıyoruz, Kürdistan’ın dört parçasında da olumlu gelişmeler var. Kuzey’deki mücadelemiz karşısında katliama varabilen bir inkar hala sürdürülüyor. Rojava’da büyük sonuçlar ortaya çıkmış durumdadır. TC bu sonucu kabullenecek durumda değil. Bunu kendileri için büyük bir tehlike olarak görüyor. Suriye’de Kürtler; Suriye’nin birliği temelinde, federatif bir Suriye, demokratik bir Suriye çözümünü esas almasına rağmen, Türkiye bu gelişmeyi, büyük bir tehlike olarak görüyor. Kuzey’deki demokratik talepleri kendi varlığı için bir tehlike olarak görüyor. Güney Kürdistan’daki statüyü de bir tehlike olarak görüyor. Burada mantığın kabul edemeyeceği düzeyde KDP’nin-eğer Kürtse tabii- kendisini inkar eden bir rejime bu kadar bağımlı olması, aslında onun Kürtlük durumunu tartışma konusu yapar. Böyle olunca doğal olarak buralarda Kürt mücadelesinin gelişimini kontrol altına almak için, birinci derecede siyaset yaptığı kadar, diplomatik ilişki  yaptığı kadar, olası bir gelişmenin önünü almak için kendilerini işgal gücü olarak yerleştirmeye çalışıyor. Türkiye bu konuda çok yoğun çabalar sarfediyor. Fakat bir takım işbirlikçi Kürt oluşumlar ise buna çanak tutarak kendi çıkarlarını onunla birleştirerek, adeta onun işgalini pratiğe geçirmede önemli bir rol oynuyor. KDP bu konuda çok önemli bir rol oynadı. KDP’nin kendi iç sorunları, Güney’deki Federe devleti yönetmedeki başarısızlıkları, halk üzerinde geliştirmiş olduğu sömürü, talan, baskının halkta yaratmış olduğu tepki, demokratik siyaseti ortadan kaldırmaktan kaynaklı diğer siyasi hareketlerin tepkisi ve yarattığı düşmanlar, yine bizim yani PKK’nin geliştirdiği özgürlük mücadelesinin gelişimlerini kendisi için tehlikeli görmesi, onu Türkiye’yle stratejik ittifak yapma noktasına götürdü. Öyle ki Türk devletini arkasına alarak, Kürtler cephesinde var olan sorunları, baskıyla, TC’ye dayanarak kendi lehine çözme durumu var.  Bunu geçmişte de yaptı. Geçmişte Saddam’ın tanklarına binip YNK’den Hewler’i alarak YNK’ye karşı çıktı. 92’de Haftanin’de, Xakurke’de benzeri yerlerde Türk askerleriyle birlikte hareket ederek bize karşı 95’te, bize karşı 97’de, bize karşı... Yani böyle alışkanlık haline gelmiş. Sömürgecilerle birlikte hareket ederek, kendi egemenliği ve hakimiyet alanını güvencede tutmak istiyor. Ve KDP bütün bu sorunlar karşısında TC’ye adeta Kürdistan’ı işgal ettirerek ,onların gücünü arkasına alarak varlığını sürdürmek istiyor. TC ise KDP’ye dayalı olarak Kürdistan’ın dört parçasında işgal geliştirmek, kendisine rağmen bir gelişme varsa, bunu gerektiğinde askeri bir müdahale ile durdurmak gibi bir avantajla buraları işgal etmiş bir pozisyondadır. Bunun çok tartışılacak bir yanı yoktur. Her Kürt şunu sorgulamak zorundadır; Türk ordusunun burada ne işi var? Türk ordusu bir işgal gücü olarak buraya gelebilir. Ama yurtsever ve Kürt olarak buna kaşı mücadele etmek kendi varlığını ifade eder. Ama hiçbir Kürt, hiçbir nedenden dolayı Türkiye’nin bu karakterine rağmen; onu bir Kürdistan’ın parçasına davet ederek ondan güç alabileceğini sanması mümkün değildir. Bunun bu kadar açık olmasına rağmen halen insanların bu konuda neredeyse bu politikayı benimsemesi gerçekten utanç verici bir durumdur.

YURTSEVERLİĞİN TEMEL KISTASI BİRLİKTİR

Bugün Türkiye, Rojava’da bir statünün ortaya çıkmaması için bütün varını yoğunu ortaya koymuştur. Bugün hükümet krizleri de, bugün Türkiye’de gelişen faşist iktidarın ordu-AKP ittifakı da ekonomik krizin ve çeşitli sorunların ortaya çıkması da, uluslararası ve bölgesel ilişkilerin bozulması riskini göze alması da meselenin ciddiyetini gösteriyor. Nedir? Aman Rojava’da bir Kürt statüsü ortaya çıkmasın. Ve onun için de etkili olmaya başlıyor. Etkilidir de. Kürtler’in siyasetinin gelişmesini engellemede etkili oluyor. Çok büyük bir bedel ödüyor. Peki Rojava’da böyle yaklaşan bir gücün Güney Kürdistan’daki Kürtlere ne gibi bir yararı olabilir? Ya da Güney Kürdistan’da herhangi bir hareket, bu kadar inkarcı, faşist bir Kürt düşmanı bir güçten ne gibi birşey bekleyebilir? Kendi geleceğini bunun gibi bir politikayla ifade edebilir? Burada KDP’yi sorgulamak gerekiyor. Türk devletinin kendisini bile inkar edebilecek bir zihniyete, bir oluşum haline sahip olmasına rağmen, kendisini halen onunla ifade etmeye çalışıyorsa, KDP’nin Kürt’lüğü yurtseverliği sorgulanabilir. Sorgulanması da gerekiyor. Esas yurtseverliğin temel kriteri nedir? Temel kriteri Kürtlerin geliştirmiş olduğu özgürlük mücadelesinin bir biçimiyle içinde olmaktır. Onun içinde birlik, temel bir kıstastır. Birlik oluşumlarının hiçbirine gelmeyen Kürt’ün yurtseverliğinden söz edilemez. Ne yapılacaksa bu birlik içerisinde yapılabilir. Demokratik özerklik de, federatif sistemler de, bağımsız devlet isteyenler de ancak böyle bir oluşum içerisinde ortaya çıkabilirler. Bu oluşumlardan kaçıp da, sömürgecilerle ya da bölgedeki bir takım egemen hegemon güçlerle ilişkilerle, ya da uluslararası bir takım tekellerle veya emperyalist güçlerle ilişkilerle bunu sağlamak mümkün değil.  Temel bir kıstas, temel bir ölçü vardır. Öncelikle Kürtlerin kendi içerisinde mevcut kazanımları temel alan, kazanımları koruma birliği, ama aynı zamanda her dört parçada da bir Kürt statüsünün ortaya çıkmasının, mücadelesinin birliği temelinde ortak hareket yaklaşımı,  yurtseverlik biçiminde kıstas olabilir. Bunun dışında hiçbir şey Kürtler için yapılmış sayılamaz. KDP’nin Türkiye ile ilişkileri devam ettiği sürece, bağımsız devlet ilan ediyorum, demek tam bir sahtekarlıktan başka bir şey değildir.

GERİLLA ŞENGAL’DE DİRENİŞÇİ GÜÇTÜR

3 Ağustos 2014’de, Şengal,  DAİŞ güçleri tarafından işgal edilmişti ve o dönemden sonra da HPG YJA-Star güçleri, onbinlerce Êzidî’yi katliamdan kurtardılar, direnişe öncülük ettiler. Bütün bunlar bilinmesine rağmen KDP Şengal’deki gerilla birliklerinden, varlığından rahatsız olduğunu her dönem tekrar tekrar söylüyor. Şengal’deki DAİŞ tehdidi ise halen devam ediyor.  Bu tutumu nasıl görmek gerekiyor.  KDP’nin Şengal’deki politikaları için neler söyleyeceksiniz?

KDP’nin aslında Şengal üzerinde konuşması bile ayıptır. Biraz kendisine insanım diyen hiç kimse bu kadar ayıbı yapmaması gerekiyor. Şimdi Şengal geçmişte kendilerinin hakim olduğu bir alandır. Kürt Êzidîlerinin kaldığı bir alandır. Fakat en ufak bir çatışmaya girmeden alanı terk edip, Êzidîleri katliamla karşı karşıya bıraktı.  Onbinlerce insan kaçırıldı, tecavüz edildi, kadınlar halen bulunamıyor. Erkekler öldürüldü ve Şengal bölgesi darmadağın edildi. Acaba KDP bu konuda ne düşünüyor, Kürtler bu konuda ne düşünüyor? Öncelikle Kürtler ne düşünüyor? Bu Kürtlerin eğer gerçekten onuru varsa kendi halkının Şengal bölgesinde yaşadıklarından herkes kendisini sorumlu görmeli ve Şengal’i o duruma getiren temel siyaset kimse onun lanetlenmesi gerekir. Bunu yapmayanın Kürt kimliğini bile sorgularım ben. Eğer Kürtse bunu yapması gerekiyordu. Şöyle bir şey kabul edilebilir mi? Beş bin tane Kürt kadınını DAİŞ götürüp tecavüz edecek, pazarlarda pazarlayacak ve biz kendi canımızı kurtarmak için bunları feda edeceğiz. Ve sonradan kalkıp Kürtler adına siyaset yapıyoruz, diye konuşacağız.  Birileri de bunu dinleyip’ ah ne güze siyaset yapıyor’ diye bizim peşimizden gelecekler. Bu göz ardı edilemez. Bu yaşandı. Biz bunun çok propagandasını yapmadık. Yapmak da istemeyiz. Ne oldu? Sonra HPG’nin, YPG’nin müdahalesiyle orada en azından bir katliam durduruldu. Daha sonra Şengal’in özgürleştirilmesi gibi bir süreç başladı. Bu bir onur meselesidir. Hem Êzidîlerin Kürt toplumu içerisindeki özgün durumları hem de yaşanan katliam itibarıyla Kürtler için Şengal onur noktasıdır. Onur noktasında HPG’nin ve YPG’nin alana gitmesiyle orada Şengal’i özgürleştirme sürecini geliştirmesi ve bugüne kadar yürütmüş olduğu bir mücadele vardır. Bu mücadeleyi yürütürken de daha çok Êzidîlerin bir daha aynı katliamı yaşamaması için kendi kendisini yönetebilecek bir yönetim sistemine bir öz savunma gücüne sahip olmasının temel bir prensibiyle hareket ediyor. Bunun yanlış tarafı nedir? Mevcut Irak’ta siyasal durum hangi durumu alacaksa bu biçim içerisinde Êzidî’ler mutlaka bir daha katliama uğrayamayacağı bir öz savunmaya sahip olması gerekiyor, birde kendi kendisini yönetecek bir sisteme sahip olması gerekiyor. Bu elbette ki Kürtlerin birliği içerisinde olması gerekir. Eğer federe yapı devam ediyorsa, bu Kürt federe sistemi içerisinde Êzidî’lerin böyle bir statüye kavuşması gerekiyor. Yok, Irak içerisinde oluyorsa, gene böyle bir statüye sahip olması gerekiyor. Bunun çalışılması yürütüldü. Buradan Êzidî’lerin başına en büyük felaketi getiren KDP, YPG’nin HPG’nin oradaki varlığına ve Êzidî’leri için ön gördüğümüz kendini yönetme ve öz savunma sistemine karşı muazzam bir düşmanlık ve saldırı geliştirdi. Nasıl lanse edildik KDP tarafından; PKK, YPG orada bir işgalci güç konumundadır. Uluslararası diploması dilinde bu kavramı kullandılar. Şimdi orayı DAİŞ’e peşkeş çekmelerinden hiç söz etmiyor. Kürtlerin oradaki varlığını işgal olarak görüyor. Peki bu ne demek? Kürtler dört parçaya bölünmüş bir bütün değil midirler? Parçayı meşrulaştıran bütünü reddeden bir yaklaşımın mantığında yurtseverlik var mıdır­­­ ­? Bu devlete götürür mü­? Burada bile sahtekarlık ortadadır. KDP burada ne yapıyor; orada PKK’nin geliştirmek istediği bir özyönetimi, demokratik ortamı kendi kendini yönetme sistemini oradaki varlığını ortadan kaldırmak için çaba sarf ediyor ve bu konuda yoğun bir diplomasi yapıyor yoğun taktikler geliştiriyor baskılar oluşturuyor. Şimdi biz burada şunu tartışmayız.  Kendisine Kürt’üm diyen Kürt özgürlük mücadelesi veren bir hareketin mücadelesi nerede olur nerede olmaz, hangi parçada olur hangi parçada olmaz gibi bir mantıkla yaklaşmanın kendisi zaten tehlikelidir. Kürdistan’ın dört parçasında da özgürlük mücadelesi vardır. Özgürlük mücadelesi ve direnişi herkese sorumluluklar yüklüyor. Ve bu dört parçada gelişen özgürlük mücadelesini desteklemek fiilen onun içerisinde yer almak herkesin görevidir. Ve Kürdistan bütün Kürtlerin ülkesidir. Hiçbir parça herhangi bir siyasi gücün egemenliği için feda edilecek bir parça değildir. Biz böyle bakmıyoruz. Ve böyle bakmadığımız geliştirdiğimiz mücadeleyle ortaya çıkıyor. Rojava’daki gelişmelere destek verdik, mücadelesini yürüttük. Bugün de bunu sürdürüyoruz. Şengal’de Maxmur’da Kerkük’te aynısını yaptık. Kuzey’de de yapıyoruz. Ama aynı zamanda bütün bu parçalarda yabancı güçlere karşı verilen mücadeleye kayıtsız koşulsuz destekledik. Mevcut federe devleti korumak için dört beş noktada gücümüzü seferber ettik. Bunu yaparken herhangi bir hegemonik zihniyetle burası bize ait burayı biz yöneteceğiz  mantığıyla yapmıyoruz. Başta bunun anlaşılması gerekir. Bizim anlayışımızda halkın kendi kendisini yönetmesi vardır. Özyönetim denen olay bunun kendisidir. Herhangi bir bölgeyi siyasi bir güç adına yönetmek gibi bir düşüncemizde yoktur vazifemiz de yoktur. Ama halkımızın kendi kendisini yönetebilecek bir yönetimler sistemi oluşturmak, kendi siyasetini kendi yapabilecek siyasi statüler oluşturmak kendisini savunabilecek öz savunma güçlerini oluşturmak gibi bir felsefeyle hareket ediyoruz. Onun için de herhangi bir yerdeki varlığımız siyasal bir hegemonyaya dayanmıyor. Orada yerine getireceğimiz görevlerle sınırlıdır. Ve bu görevleri yerine getiriyoruz. Bunun aynısını federe devlete hizmet olarak da yaptık. Bizim Maxmur’da DAİŞ’e karşı savaşımız Kerkük’teki savaşımız federe devletin ayakta durması içindi. Federe yönetim çokta iyi olmayan yöneticilerin elinde olmasına rağmen yabancı güçlerin orayı düşürmesine karşı mücadele ederek orayı koruduk. Hatta Hewler’i bırakıp kaçmaya başladıkları yerde biz Maxmur’da savaştık. Onlar kendi iktidarını bırakıp kaçacaklardı. Bu yanlış bir anlayıştır. KDP’nin de Türkiye’de birçok ilişkileri vardır. Kuzey’de Kürdistan’da da örgütlenmesi vardır. Bugün Rojava üzerinde de siyaset yapıyor. Peki kendisi dört parça içerisinde bu şekliyle siyaset yapmayı meşru görüyor ama başkalarının da varlıklarını kesinlikle kabul etmiyor. Bu KDP’nin yaklaşımları daha çok adeta Kürdistan’ın tümünü kendi mülkü olarak görmek ve istediği gibi yönetmek yaklaşımıdır. Bunu istediği kişilerle birlikte ilişki içerisinde yönetmek gibi bir mantığa sahiptir ve gerçekten de Kürtler için büyük bir tehlike teşkil ediyor.

OPERASYON BÜTÜN SURİYE İLE İLGİLİDİR

Önemli bir gelişme daha yaşandı 24 mayısta Rakka’nın Kuzeyinde özgürleştirme harekatı başlatıldı. Özellikle YPG-YPJ güçlerinin öncülüğündeki demokratik Suriye güçleri bu hamleye öncülük ediyor. Rakka tabiki bilindiği gibi DAİŞ’in başkenti. Stratejik bir yer Musul gibi. Rakka’nın Kuzeyinin özgürleştirme hamlesi bölge Rojava ve Suriye açısından ne gibi sonuçlar doğurabilir?

Rakka operasyonu önemli. Rakka başından beri DAİŞ’in merkezi olarak kullandığı bir şehir. Hem Suriye’nin bütününü etkilediği gibi hem de Kuzey Suriye’de Rojava’da etkili olmasının bir merkezi olduğu kadar Irak’ta ki Musul, Şengal benzeri hatlarda da çok önemli bir pozisyona sahip. Ve DAİŞ oraya dayanarak gerçekten ciddi mevziler de kazandı. Esas olarak DAİŞ Kobani direnişinden sonra büyük bir kırılma yaşadı. Tümden ortadan kalkmadı ama eski o yayılma pozisyonunda kırılma oldu. Peşinden Tıl Abyad’ın alınması ve ardından da Haseki ve Kızwan dağının alınmasıyla DAİŞ artık büyük ölçüde bir kırılma yaşadı. Yani eskisi gibi çok güçlü pozisyonda değil. Fakat varlığını da koruyor. Zaman zaman hamleler yaparak eski gücüne ulaşmak istiyor ama her hamleyi yapmak istediği yerde tekrar Rojava’daki YPG’nin YPJ’nin duvarına çarpıp kırılma derinleşiyor. Rojava için bu önemlidir. DAİŞ oradaki bu varlığını koruduğu sürece sürekli Kürtler üzerinde bir baskı katliam geliştirme riski her zaman canlı duruyor. O açıdan Rojava’daki Kürtlerin YPG-YPJ’nin doğal olarak orayı ciddi bir sorun olarak görmeleri gerekiyor. İkincisi ise; Suriye için öngörülen bir çözüm modeli var. Özellikle son dönemde ilan edilen Demokratik Federatif Suriye kavramı Suriye’nin bütünü için önemlidir. Böyle bir açıklama yapıldı. Bu açıklama şöyle bir yükümlülüğü getirir; sadece eskiden Kuzey Suriye’de var olan bizim Rojava diye tanımladığımız Kürt bölgesiyle sınırlı olarak Kürt çıkarlarını ifade etmekten çok genel bir Suriye çözümü ve içerisinde Kürt sorununun çözümünü içeren yeni bir formülasyon ortaya çıktı ilan edildi. Suriye’de temel sorunun federatif temelde çözüleceğini Kuzey Suriye’nin de federatif bir bölge olarak Kürt sorununda bunun içerisinde çözüleceği gibi bir durum ortaya çıkardı ki o zaman bu da şu anlama geliyor. Suriye’nin bütününde hareket etme gibi bir sorumluluk ortaya çıkarıyor. Sadece Kuzey Suriye’nin kurtuluşuyla da sınırlı kalacak bir durumda artık değildir. Bunun da ötesine geçmek, önemli olan federatif bir Suriye kurmaktır. Bu ne demektir? Suriye’nin tümünde var olan sorunların çözümünde kendini temel bir muhatap görmesi demektir. Bu açıdan da o zaman Rakka’da DAİŞ, El Nursra bugün en temel tehlikeyi oluşturuyorsa onları birincil derecede hedefleri haline gelmiştir. Rakka Suriye’nin birliği içerisinde önemli bir operasyon merkezi olarak düşünülmesi gerekir. O zaman bu hamle stratejik bir hamle. Bundan sonra Suriye’deki demokratik güçlerin geliştireceği hamleler ya da diyelim ki YPG’nin YPJ’nin geliştireceği hamleler bundan sonraki karekteri daha çok Rojava’yla sınırlı değil Suriye’nin genel sorunları çözme şeklinde olmalı. Suriye’nin federatif temelde yeniden oluşmasıyla bağlantılı ele alması gerekiyor ve hareketini de buna göre formüle etmesi gerekiyor. Şimdi bu açıdan Rakka’ya yönelik geliştirilen operasyon önemlidir. Bunun birinci dereceden kırsal kesim ikinci derecede Rakka’nın kendisi ve giderek Kuzey Suriye’nin tümünden bu güçlerin ortadan kaldırılması biçiminde bir gelişme seyri izler. Şimdiden net olarak bir şey söylemek durumunda değiliz, ama neticede Rakka’da DAİŞ egemenliği ortadan kaldırılmak zorundadır ve giderek bununla bağlantılı, Kuzey Suriye dediğimiz, büyük ölçüde Rojava kesiminin de bununla bağlantılı ele alınması gerekiyor. Bab, Mınbıc, Cerablus, Azaz bölgesine doğru ikisini birlikte ele alması gerekiyor. Şöyle bir şey kabul edilemez; sadece Rakka’ya operasyon yapıp, diğer bölgeleri kendi halinde bırakmak gibi yaklaşım elbette ki doğru değil. Ancak bütünlüklü ele alabiliriz. Çünkü artık Suriye’de yürütülecek mücadele ve siyaset bir bütünlük içerisinde olmalı. Suriye’nin temel sorunlarına çözüm getirebilecek bir hamle gücüne sahip olması gerekiyor. Yani taktik yaklaşımlarla sadece kendini koruma ile sınırlı kalınamaz artık. Şu an da durum farklılaştı. Şimdiye kadar nasıldı, daha çok bölgesel düzeyde ya alan kapmayla ilgiliydi ya da savunma ile ilgiliydi. Ya da kendi alanlarını belirleyip o alanlarda güç olmayla sınırlı bir Suriye durumu vardı. Ama bugün o aşamada değiliz. Bugün nasıl bir Suriye sorusu var ortada. Ve herkes nasıl bir Suriye olması konusunda bir sonuca gitmiş kimi bunu ifade ederek bunun siyasetini askeri müdahalelerini yapıyor. Kimi ise bunu gizli olarak yapıyor. O zaman Rojava’da YPG-YPJ ya da demokratik güçler in bundan sonraki mücadelesi Suriye bütünlüğünü bağlamında ele alınması gerekiyor. Federatif bir Suriye ve feederatif bir Suriye içerisinde Kuzey Suriye’ninde bir federatif bölge olarak örgütlendirilmesi esasına göre hareket edilmesi gerekir. Bu nasıl olacak. Bunu daha çok yerleşik güçlerin meşruluğu üzerinden, yabancıların ise hiçbir meşruluğunun olmadığı  üzerinden bir yaklaşımla meseleyi ele almak gerekiyor. Mesela DAİŞ meşru bir güç değil. Nusra meşru bir güç değil. Çeteler meşru bir güç değil. Çünkü Suriye’li değil bunlar. Bunlar dışarda çeşitli güçlerin bölgesel desteğiyle buraya gelmiş ve onların siyasetinin vurucu güçleridir. Vekalet savaşı yürütüyorlar. Mesela Türkiye yabancı bir güçtür. Suriye’deki varlığıyla. Türkiye’nin kalkıp da Suriye’deki çeşitli güçler üzerinde tasarrufta bulunmaya kalkışması yani özellikle Türkmenleri kastediyorum ve benzeri güçler, öyle bir hakkı yoktur. Şimdiye kadar merkezi Suriye hükümetinin onların varlığını kabul etmeyen yaklaşımları karşısında federatif demokratik bir Suriye bu ihtiyacı karşıladığı oranda buna Türkiye’nin ve benzeri güçlerin de buna müdahale etmesinin meşru olamadığı bir sonuç ortaya çıkarır. O zaman şunu söylemek mümkün; bundan sonra Suriye’nin sorunlarını demokratik temelde çözebilecek güçlerin rol oynayabileceği bir süreç başlamıştır. Demokratik bir süreç derken de federatif bir Suriye’yi kastediyoruz ama Suriye’li yerleşik olan bütün kuvvetlerin içinde yer aldığı bir durumdur. Böyle bir gelişme olması gerekir. Onun içinde Cenevre çalışmaları çok sakattır. Cenevre kadar tehlikeli  bir çalışma olamaz. Bir takım güçlerin herkesin kendi kafasına göre bir takım güçleri götürüp orada Suriye meselesinin çözümü ve daha sonra bunların da Suriye’nin yöneticisi gibi götürüp Suriye’nin başına koymasının hiçbir demokratik karakteri yoktur. Ve onun için de tutmuyor. Toplumda karşılığı olmayan Suriye’de karşılığı olmayan bir durumdur bu. Onun için de esas olarak Suriye’nin yerleşik güçleri dediğimiz güçler bugün Demokratik Suriye güçleridir. Ve bugün Rakka’ya karşı operasyon halinde olan güçlerdir. Ve giderek bunlar Kuzey Suriye’nin tümüne yönelik bir operasyon başlatan güçlerdir. Esas sorunun çözümü burada ortaya çıkacaktır. Demokratik bir Suriye dediğimiz böyle bir operasyonun başarısından sonra ortaya çıkacaktır. Ve herkesin yaklaşımı da burda da netleşecektir. Böyle bir yaklaşımı destekleyecek güçler Suriye’nin demokratik çözümünde rol oynayabilecek güçler olacaktır. Buna katılmayanlar ise Cenevre’de istedikleri kadar istedikleri dolapları çevirsinler hiçbir sonuç alamadan sürecin dışında kalacaklar.

IRAK’TAKİ GELİŞMELER ORTADOĞU’DAKİ GENEL SEYİRLE İLİŞKİLİ

Irak’ta önemli bir siyasi kriz yaşanıyor. Özellikle Sadr güçlerinin son dönemde parlementoya yönelik baskınları oldu. Irak’a yönelik değişik planlar var, uluslararası planlar olduğu da biliniyor. Irak ordusu da Felluce operasyonunu başlattı. Özellikle Irak’taki siyasi krizin arka planında neler var?  Musul özgürleştirilmeden Irak’ta yeni bir oluşum, krizden çıkma başarılabilir mi?

Irak hükümeti zayıf bir hükümet, çok sorunları olan bir hükümet. Büyük ölçüde etkisini kaybeden bir hükümet. Onun için de bir çok bölgesel güçle bağlantılı bir çok gücün ipoteği altında bir çok gücün dayatmaları altında birçok kabul edilmeyecek sorunla birlikte yaşamak gibi bir zorunluk içerisinde bir hükümet. Ne kadar bir hükümet tartışma konusu. Bu ciddi bir sorun. İkincisi Şiiler’in ağırlıkta olduğu bir hükümet olması durumu bir de Şiiler’in kendi iç sorunları var. Ki mevcut sorunlar bu iç nedenlerden kaynaklanıyor. Bu hükümeti gittikçe güçsüz bir duruma getiriyor. Şimdi bu anlamıyla ciddi bir sorun var. Bu sorun öyle kolay kolay çözülecek bir sorun da değil.  Çünkü Ortadoğu’da mevcut kriz devam ediyor. Herkesin kriz içerisindeki durumu ve siyaseti devam ediyor. Bu süreç devam ettiği sürece Irak’ta çok nitelikli güçlü bir hükümetin ortaya çıkması düşünülemez. İran kendi cephesinden, ABD kendi cephesinden, Türkiye kendi cephesinden, bölge güçleri kendi cephesinden herkes bir biçimiyle Irak hükümetine siyaset yapıyor. Irak hükümeti de zayıf, bütün bunlarla baş edebilecek bir güce sahip değil, ancak Şiilere dayanarak bir güç olabilir. Şiilerin de kendi iç sorunları vardır. Bir çözümsüzlükle karşı karşıyadır. Bunun nereye gideceği de çok belli değil. En fazla gelişme şu düzeyde olabilir. En azından hükümetin biraz da kendisini ifade edebileceği düzeyde oturabilir. Ama bunun dışında daha güçlü bir hükümet yapısının ortaya çıkmasına çok müsaade etmeyecekler. Türkiye KDP’de buna müsaade etmez, ABD buna müsaade etmiyor, İran kendi hakimiyeti açısından gelişmelere müdahale ediyor. Belki mevcut hükümeti tümden tasfiye etmezler, bunu göze alamazlar, ama mevcut hükümeti de bir güç haline getirmeyecekler, sorun devam edecek. Ortadoğu’da mevcut kriz çözülene kadar Irak böyle bir yapı içerisinde kalacak. Böyle olunca Irak hükümeti doğal olarak DAİŞ’e karşı mücadelede çok güçlü olması mümkün değil. Onun için ne yapıyor, belki şu an kendini koruyor. Ama kendini koruması dediğim gibi onun DAİŞ’e karşı yürüttüğü mücadele ile bağlantılı değil, DAİŞ’in kırılmasıyla bağlantılıdır. DAİŞ Ortadoğu’da kırıldı. DAİŞ şu anda başka yerlerde yeniden güç olma arayışı içerisindedir. Kuzey Afrika’da yeni alanlar arayışı içerisindedir. Çünkü Ortadoğu’da kırıldı ve kırılma noktası Suriye’dir ve Suriye’de de Rojava’dadır aslında. Bu kırılma etkilerini bugün Irak’ta gösteriyor. Rojava bağlantılı Şengal’de DAİŞ kırıldı. Öncelikle Şengal işgali kırıldı, arkasından da Şengal’den kovuldu. Kim yürütüyor bu mücadeleyi biz yürütüyoruz. Onun içinde DAİŞ çok etkili değil. Etkili değil fakat hükümet çok zayıf olduğu için belki kendisine karşı saldırı kırıldı ama kendisi de DAİŞ’e karşı sonuç almada çok başarılı değildir. Sizin Musul için söylediğinizi tersine düşünmeniz gerekiyor. Yani Musul kurtarılmadan güçlü bir hükümet kurulmaz diyorsunuz, tam tersine güçlü bir hükümet kurulmadan Musul kurtulmaz.  Mevcut hükümet Musul’da operasyon geliştirerek Musul’u kurtaramaz. Nasıl kurtaracak, kurtarınca kime verecek? Şu anda öyle bir hükümet ki hiç bir yere sözü geçmiyor. Kendi parlementosunu koruyamayacak bir durumda. Kendi parlementosunu koruyamayan bir hükümet Musul’u nasıl kurtaracak. Farzedelim kurtardı Musul’u. Şimdi leş yiyici kuşlar gibi Türkiye’dir, KDP’dir, herkes bir yerde bir pay kapıp kendi siyasetini Ortadoğu’ya yaymak için, hazırlık yapmış bekliyor. O zaman eğer büyük bir tesadüfle Irak hükümeti kalkıp da Musul’u düşürürse, bunu ya KDP, ya Türkiye veya Sünnilere teslim etmek zorunda kalacaktır. Peki burada Musul kurtulmuş mu olacak, yoksa Musul Irak’tan tümden koparılmış mı olacak? O zaman öyle düşünmemek gerekir. Merkezi hükümet belli bir güce ulaştırılmadan, belli bir istikrara kavuşturulmadan ve güvence altına alınmadan DAİŞ’e karşı Irak’ta başarılı operasyonlar geliştirip, DAİŞ’i yenilgiye uğratması mümkün değildir. O zaman öncelikle Irak hükümetinin mevcut sorunlarını bir biçimiyle bir çözüme kavuşturmak, onu belli bir düzeyde istikrara ulaştırmak ve oradan hareketle Musul ve benzeri yerlerde DAİŞ’e karşı operasyon geliştirerek, o alanları federatif bir Irak sistemi içerisinde başkasının üzerinde oynayamayacağı bir duruma getirmek gerekir. Yani tersinden değil, askeri operasyonlar yapılamaz. Ve neticede Musul’da görüyorsunuz. Operasyonun başlatıldığı şeklinde şatafatlı bir açıklama yapıldı ama, altı yedi aydır bir tek köy alamamışlar. Bir köyü almak, on kişilik bir gerilla birliğinin yapacağı bir işi, en az üç yüz dört yüz bin kişilik ordu gücü yapamıyor. Ve zaman zaman DAİŞ’e karşı saldırılar yapıp peşmergeyi de Irak ordusunu da biçiyor adeta. Yerinden kıpırdayamıyor. Onun için belki isim olarak askeri operasyonlar başladı, denilebilir ama bunları ancak merkezi hükümetler yönetebilir. Irak’ta da merkezi hükümet böyle bir durumda değildir.

ÖZGÜRLÜĞÜN YOLU AÇILMIŞTIR

Bugün Kürtler, bölgede ve Ortadoğu’da önemli ve belirleyici bir güç durumunda.  Bu açıdan baktığımız zaman, demokratik ulusal kongre ya da bir birlik oluşumunun koşullarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bunu kısmen cevapladım, bunun koşulları oluştu. Her yerde oluştu. Bir yanda ortada Kürt kazanımları var; diğer yandan bu kazanımlara karşı saldırı var. Bu saldırı bütün Kürtlere, kendisine Kürt’üm diyen, Kürt hareketiyim, diyen herkesin mevcut kazanımlardan elde ettiği bir pozisyon vardır. Bu pozisyon var, ama bu pozisyon tehlikededir. O zaman Kürtlerin mevcut tehlikeyi görmeleri ve bu tehlikeyi nasıl bertaraf edebileceğini hesaplamaları gerekiyor. İkincisi, özgürlüğün yolu açılmıştır. Özgürlüğe gitmek için mevcut barajları aşmak gerekiyor. Bu barajlar nasıl bir güçle aşılabilir? Tek tek hareketlerin istediği gibi hareket  etmesiyle elde edilebilecek bir sonuç değil bu. Bütün Kürt hareketlerinin en azından bütün Kürtler için oluşturacak ortak paydalar temelinde bir araya gelerek, birleşebilecek kadar güçlerini birleştirmesini bilerek ancak yol alabilirler. Siyasi, diplomatik, askeri güçlerini en dar şeklinde bile birleştirerek yol alabilirler. Bunun zamanıdır. Ortadoğu’nun bu kadar tartışıldığı, Ortadoğu ülkelerinin bu kadar kriz içerisinde olduğu, Ortadoğu devletlerinin yönetemez pozisyonları ve bütün bunların içerisinde; Kürtlerin dünya gündemlerine oturma biçimleri, Ortadoğu’daki stratejik konumları, hem nicelik olarak, hem nitelik pozisyonları, coğrafik durumları göz önünde bulundurulduğunda; Kürtlerin birlik kurması halinde Ortadoğu ve dünya siyasetinde kabul görmemeleri için hiçbir neden kalmayacaktır. Onların kabul görmesiyse, Kürtlerin yüzyılının başlaması demektir. Ulusal birliğin bütün koşulları oluşuyor. Eğer buna gelinemezse bunun bedelini herkes çok ağır ödeyebilir. Ulusal birliğinin olmayışının Güney’deki bedeli kurulmuş bir federe devletin kriz halinde kendi kendisini yönetemez pozisyona gelmesi demek, ama aynı zamanda yönettiği Kürtlerin bile neredeyse Kürt’lüğünden vazgeçmenin bile tartışıldığı noktaya gelmesi demektir. Bu bir bedeldir. Diğer tarafta bizim geliştirdiğimiz mücadelede büyük direnişte halkın üzerinde geliştirildiği katliamlar devletin geliştirdiği katliamlar bir bedeli ifade ediyor. Peki bunlar nasıl aşılacak? Parça parça aşabilir miyiz, ya da herkes kendi siyasetini temel alan bir yaklaşımla, benmerkezci yaklaşımlarla bu sorunları aşabilir mi? Özgürlüğü kazanabilir mi? Kazanamaz. Burada birlik önemlidir. Birlik ortak paydalarda bir araya gelmek demektir. Ortak paydalarda güç birliği yaratmak demektir. Ama bir de bunun dışında, ortak olmayan yanlardaysa demokratik siyaset esası üzerinde herkesin kendisini özgürce örgütlediği ve ifade ettiği bir ortam demektir. Birisi bizi var olan değerleri korumayı ve özgürlüğe gitmenin yolunu açarken, diğeri alttan alta farklılıkları, meşruluğu temelindeki öz birliğin oluşmasını getirecektir. Çözüm burada. Bu da ancak parçalar düzeyinde, genel düzeyde, bir ulusal kongre, konferanslar ya da farklı şekildeki oluşumlarla aşılabilir. Biz bunu çalışmasını elbette ki yürüteceğiz.