ANALİZ

Suriye’nin kapıları Erdoğan’a açılacak mı?

Recep Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu ikilisi, başından beri Suriye politikasını bu hayal üzerine kurdu. Emevi Camiinde namaz kılma fantezisi de bunun bir sonucu olarak ortaya çıktı.

Göreceğiz.

Recep Tayyip Erdoğan, Yavuz Sultan Selim’in ruhunun kendisinde vukuu bulduğuna sonsuz inanıyor.

Yavuz Sultan Selim’in 500 yıl önce gittiği yolu bugün kendisi izleyerek, halifeliğini ilan etmek istiyor.

Böyle olduğu için Cerablus işgalini 24 Ağustos tarihine denk getirdi. Bu tarih özellikle seçilmiş.

Yavuz Sultan Selim 24 Ağustos 1516'da Mercidabık'da Mısır ordusunu yenilgiye uğratarak Suriye'nin kapılarını Osmanlılara açmıştı.

28 Ağustos 1516'da Halep'e giren Yavuz Sultan Selim hiçbir direnmeyle karşılaşmadan şehri teslim aldı. 29 ağustos 1516’da Halep Ulu Camii’nde ilk Cuma namazını kıldı ve halifeliği devraldı.

Yavuz Sultan Selim köprüsünün temelinin atma tarihinin İstanbul'un fethinin kutlandığı 29 Mayıs'a,açılışının 26 Ağustos tarihine denk getirilmesinin tarihsel bir arka planı var ve rastlantı değil.

Recep Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu ikilisi, başından beri Suriye politikasını bu hayal üzerine kurdu. Emevi Camiinde namaz kılma fantezisi de bunun bir sonucu olarak ortaya çıktı.

 Yavuz Sultan Selim ile Erdoğan’ın zalimlikte benzer karektere sahip oldukları kesin. Ancak Yavuz Sultan Selim, sefer başlatırken ordusunun arkasında değil, önünde yer alırdı. Erdoğan ise bırakın ordusunun önünde durmayı, arkasında bile değil. Böyle bir ‘baş komutan’ Selim olup zafer kazanabilir mi? Ayrıca Selim, Kürtlerin önemli bir kesimiyle ittifak yaparak kazandı. Üstelik mesele mekânla değil, zamanla ilgili.

500 yıl sonra Erdoğan DAİŞ’in altın tepside kendisine sunduğu Cerablus’u fethettiğini sanarak; Rojava’yı işgal, oradan Halep’e yürüyüp halifeliğini ilan etmenin hayallerini kuruyor. Aç tavuk kendini darı ambarında sanır misali. Bir kaç yıl öncesine kadar da Mısır’dan, Libya’ya ve Suriye’ye kadar her tarafı fethedip  halifeliğini ilan edecekti. Ne oldu?

Gelelim bugüne.

Tabi öncelikle Cerablus’ta oynanan şova bakmak lazım. Türkiye’nin üç sebepten dolayı buna ihtiyacı vardı: Bir, Kürtlerin Kuzey Suriye ve Rojava’da statü sahibi olmasını istemiyor.  İki, 15 Temmuz’da yaşadığı iç çatışmada ordunun yaşadığı prestij kaybını gidermek istiyor. Ve üç, Kürt meselesi üzerinden ABD, Rusya ve AB ülkelerine şantaj yapıp, Kürt karşıtı politikalarını kabul ettirmek istiyor.

Bunun için de sahte zaferlere ihtiyacı olduğu kesin. Türkiye’nin Cerablus’ta DAİŞ varlığından rahatsızlık duyduğu kirli bir yalan. Yapılan açıklamalara, medyanın geçtiği haberlere itibar etmemek lazım. Herşey baştan sona yalan ve kurgu! Ortada ne bir kahramanlık var ne de zafer.

Gerçek şu; Türkiye’nin DAİŞ diye bir sorunu yok, Türkiye’nin Kürtler diye bir sorunu var. Esas amacını saklamak için DAİŞ’i bir perde olarak kullanıyor. İşgalin ilk günü Erdoğan ve Çavuşoğlu’nun yaptığı açıklamalar asıl hedefin Kürtler olduğunu gösterdi.

Bilinmesi gereken başka bir gerçek de şudur: Türkiye, Cerablus’a yeni gimedi, yılardır MİT ve Özel Kuvvetleri orada ve Kürtlere karşı savaşıyorlar. Suriye  yönetimine göre son beş yılda 350 Türk subayı öldürüldü.

Türkiye, DAİŞ, El Nusra ve benzeri çete gruplarının silahını, ekmeğini, giyeceğini, parasını verdi ve vekaleten savaştırdı. 24 Ağustos tarihinde olan ise vekalet savaşını resmen üslenmesi ve tanklarını Cerablus’a sürmesiydi.

Bunu yaparken de sanki savaşarak kenti DAİŞ’ten geri aldığı görüntüsü yaratması gerekiyordu. Bu sahte zafere ihtiyacı vardı. Bunun için önce 20 Ağustos günü DAİŞ’e Dilok katliamını yaptırdı. Katliamı gerekçe yaparak Cerablus’a resmen girmenin altyapısını hazırladı. Günler, haftalar, hatta aylar öncesinden Cerablus’taki çeteleri Türkiye’deki kapılara geri çektiği, elamanlarına elbise değiştirip, sakal kestirdikten sonra ÖSO olarak yeniden Cerablus’a sürdüğü ortaya çıkıyor. Cerablus’ta tutulan Çeçen ağırlıklı çetelerin ise El Bab’a çekilmelerini sağladı. Böylece DAİŞ çeteleri buharlaştırılıp, ÖSO olarak sahaya sürüldü.

Cerablus’ta iddia edildiği gibi çatışma yaşanmadı. Bir iki noktada göstermelik çatışma süsü verildi ve tanklar, uçaklar boş alanları vurdu. Türk ordusu Cerablus’a girdiğinde görüntülerde anlaşılacağı gibi sokaklar bomboş ve evlerde kimse yok. Oysa DAİŞ yenilirken bile bombalı araçlar patlatan, evleri patlayıcılarla tuzaklayan bir yapı. Bir anlaşma yoksa neden bunları yapmasın? DAİŞ, kenti Türk ordusuna teslim ederken geride ikisi emir toplam 20 çetesini bırakmıştı. 24 Ağustos şovunun özeti böyle.

Sonuç olarak, Türkiye’nin asıl amacı Kuzey Suriye Federasyonu ve Rojava topraklarını işgal etmektir. Başta Kürtler olmak üzere federasyon sınırları içinde yaşayan halkların eşit, özgür ve barış içinde yaşamasını, demokratik bir Suriye’nin kurulmasını istemiyor. Çünkü bu konsept geleneksel Türkiye’nin tekçi, inkarcı ve imhacı politikasına aykırıdır.

Can havliyle sağa sola saldırmasının, bağırıp çağırmasının nedeni kaybetme korkusudur. Kürt düşmanlığının sebebi de budur. Türk savaş uçaklarının Cerablus’un doğusu ve batısında bulunan Kürt mahallelerini bombalaması bu niyeti  ortaya koyuyor. Türkiye’nin asıl hedefinin Kürtler olduğu kesin. Fırsat bulursa Minbic’e saldırmak ve QSD’nin DAİŞ’e karşı süren operasyonlarını durdurmak…

Türkiye’nin iddia ettiği gibi DAİŞ’e karşı bir savaş yok, DAİŞ’le işbirliği var. Dolayısıyla ortada kazanılmış bir zafer de yok. Birinci ve ikinci İnönü zaferleri ne kadar gerçekse, Cerablus zaferi de o kadar gerçektir.

Erdoğan kendisini Yavuz Sultan Selim sanabilir, ancak Kürt düşmanlığı yürüyüşü hüsranla sonuçlanacaktır.

Cerablus, Kuzey Suriye Federasyonu ve Rojava, Erdoğan’ın Kuveyt'i olacaktır!

Bu da böyle biline.