Sönmez: Yeni anayasa, demokratik özerklik üstüne inşa edilmeli!

Öz yönetim modelinin uygulanması gerektiğine dikkat çeken İktisatçı Mustafa Sönmez "Halk meclisleri, mahalle meclisleri, bölge meclisleri, belediye meclisleri üzerinden süreçlere katılım sağlandığı sürece doğrudan demokrasiden söz edebiliriz" dedi.

İktisatçı Mustafa Sönmez, öz yönetim modelinin uygulanması gerektiğine dikkat çekti. "Halk meclisleri, mahalle meclisleri, bölge meclisleri, belediye meclisleri üzerinden süreçlere katılım sağlandığı sürece doğrudan demokrasiden söz edebiliriz" diyen Sönmez, bölgesel özerkliğin sadece Kürtlerin özgürlük hedefleri için düşünülmüş bir proje olmadığını vurguladı.

İktisatçı-Yazar Mustafa Sönmez, öz yönetim ilanlarına ilişkin ANF'nin sorularını yanıtladı...

'ADİL BİR YAPISAL DÖNÜŞÜM'

Öz yönetim ilanlarıyla verilen mesaj nedir?

Kamuoyuna daha çok Kürt siyasi hareketinin bir projesi olarak takdim edilen demokratik özerklik, özünde bir “devrim” önerisi değil, bir “reform”. Yani uygulandığında, yaşadığımız rejimdeki mülk ilişkilerini, sınıf ilişkilerini kökten değiştirecek bir uygulama değil; üyesi olmaya çalıştığımız Avrupa Birliği’nin birçok ülkesinde uygulanan bir model. Tek bir şablonu olmayan, her ülkenin kendi kimyasına uygun olarak şekillenen bir yapılanma. Ana prensibi, “merkez”de birikmiş, o anlamda toplumdan çekilip alınmış yetki ve sorumlulukları, merkezden “yerel” yapılara aktarmak, merkez ile yerel arasında daha dengeli, daha demokratik ve söz söyleme konusunda daha adil bir yapısal dönüşümü gerçekleştirmek. 

‘NE KADAR GEREKLİ OLDUĞU REJİMİN ACI BİLANÇOSUNDA’

Neden gerekli? 

Bunun özellikle Türkiye için ne kadar gerekli hale geldiğini AKP rejiminin acı bilançosundan, Recep Tayyip Erdoğan'ın başkanlık ihtiraslarından görmek gerekiyor. AKP, iktidar oluşundan itibaren yasama ve yürütmede sağladığı hakimiyete, yargıyı da eklemenin peşinde oldu. Kendi kontrolünün dışında kalacağı ve ayak bağı olacağı endişesiyle ordu, üniversite, kamu medyası; ne varsa hepsini kendisine bağımlı hale getirdi, komploları da içeren bir dizi operasyonla, tasfiyelere gitti. Sayıştay’ı işlemez hale getirip bütçeyi denetim dışına çıkardı. Yerel yönetimlere önem veriyormuş gibi yapıp onları iyice güdükleştirdi. Kamu harcamalarının yüzde 10’unu ancak kullanabilen bir yerel yönetim yapısı var Türkiye’nin. Yetmezmiş gibi, büyük kent rantlarını sorunsuz kullanmak ve kişisel tasarruflara geçirmek için, belediyelerin imar yetkilerini merkezde kurduğu Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na devretti. Erdoğan'ın böyle otoriter bir yapılanmaya tüy dikecek nihai hedefi, Başkanlık ilan etmekti ama 7 Haziran seçimleri ile bu heves kursaklarda kaldı. Yine de pes etmiyor, 1 Kasım'da tekrar bunu denemek istiyorlar... 

‘KENDİ BÖLGE MECLİSLERİ İLE ÇÖZÜM ÜRETME’

Türkiye, çok kimlikli, çok kültürlü ve nüfusu 80 milyona yaklaşan, eşitsizlikleri her anlamda büyük bir ülke. 81 il biçiminde yönetilen ülkenin her coğrafyasının biri diğerini ilgilendirmeyecek farklı sorunları var. Bunların tümüne merkezden, Ankara’dan karar vermek, akıl kârı değil. Bu illerin sorunlarını aynı şablonlar içinde çözüyormuş gibi yapmak zaman kaybı. Hepsinden önemlisi, kitlelerin katılımını beş yılda yapılan bir sandık oylamasına indirgemek, bunun adına da demokrasi demek gülünç, ayıp. 81 ili, 20-25 civarında bölgede kümelemek, sonra da Ankara’nın, merkezin yetki ve sorumluluklarını demokratik seçimlerle oluşacak bu bölge yönetimlerine aktarmak daha demokratik. Bu kümelere, bölgelere, bölgedeki sorunların çözümü konusunda kendi bölge meclisleri ile çözüm üretme “özerkliğini” tanımak, daha doğru. 

Ne tür yetkiler?

Bunlar bir Anayasa değişikliği ile belirlenir. Merkezin, savunmadan dış politikaya, maliyeden makroekonomiye yetkileri alıkonulur, ama yerele aktarımı mümkün ne alan varsa, onların da bölge yönetimlerince kullanılacağı ifade edilir. Amerika yeniden keşfedilmeyecektir. Farklı kimlik ve renkleri olan ülkelerin Anayasalarını incelemek, bir model üretmek için yeterli olacaktır. 

'TANIMLAMALAR DOĞRU YAPILMALI’

Bir de özerkliğin 'ne olmadığını' ifade ederken, neler söylersiniz?

Anlaşılacağı gibi, özü sosyal demokrat, CHP’nin de kimyasına uyan, benimseyebileceği bir idari reform, bir demokratikleşme projesidir, bu. Ancak, projeyi gündeme taşıyan Kürt siyaseti olduğu için projeye bölücülük yaftası yapıştırıp reddetme, fitne-fesat projesi olarak görme eğilimi daha ağır basıyor. Hâlâ, adı geçen bölgelerin tanımı söz konusu olduğunda Kürt özerk bölgesi diye söze başlayanlar var. Oysa bölgesel özerklik, sadece Kürtlerin özgürlük hedefleri için düşünülmüş bir proje olarak alınırsa baştan kaybeder. Kürtlerin mağduriyetleri kadar, bu ülkede Alevilerin kimlik, Doğu Karadeniz’in geçim ve çevre, Orta Anadolu’nun iş-aş, İstanbul’un yağmalanma, İzmir’in dışlanma mağduriyetleri de vardır ve demokratik özerklik sadece kimlik ile ilgili değil, sınıfsal farklılıklardan, adaletsiz bölüşümden, yağmadan, barbarlıktan kaynaklanan mağduriyetleri de azaltmayı hedefleyen bir demokratikleşme projesi olmalı. Etnik temelde bir bölge tanımına hiç girmemeli, özellikle de Kürtlerin yarısının ülkenin Batı illerinde yaşadığı gerçeğini akılda tutarak... 

'DEMOKRATİKLEŞMEK İÇİN ZORUNLU'

Demokratik özerklik Türkiye’ye ne kazandıracak? 

“Artık Türkiye merkezden yönetilemez” diyorsunuz. Neden yönetilemez? Merkezin bu kadar güçlü olması, demokrasinin hayrına değildir. Bir ülke demokratikleşmeyi istiyorsa, merkezden yerele doğru yetki ve sorumluluğu vermek durumunda. Nitekim bir burjuva demokrasisi olma iddiasındaki Avrupa Birliği (AB), çok önem veriyor merkezden yerele doğru yetki ve sorumlulukların dağıtılmasına. Şunun da farkında, bu bir siyasi istikrar da getiriyor. Çünkü aşırı merkezi olduğu takdirde temsil edilmeyen bir dizi kesimler (etnik, dinsel, cinsel vs.), yerele söz-karar hakkı tanındığı takdirde, en azından yerelde kendisini temsil imkanını buluyor ve bu sisteme bir istikrar sağlıyor. O yüzden Yerel Yönetim Özerklik Şartı diye bir şartı var bütün üyelere ve aday üyelere önerdiği. Türkiye’nin de belli çekincelerle “evet” dediği… 

Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın çekince konulan maddeleri, tam da yerelin sorumluluklarını arttıran maddeler. Ama çekince konmamış hali bile olsa, demokratik özerkliğe karşılık gelir mi? Gelmez. Demokratik özerklik, anayasa değişikliği gerektiriyor. Anayasada, örneğin “milli güvenlik, dış politika gibi konular merkezden idare edilir ama şu tür şeyler de yerele bırakılır” şeklinde maddeler yer alması gerekiyor. Artı, vergiler nasıl toplanacak, nasıl dağıtılacak? Bunlar anayasada olmalı. Bölgelerin statülerinin olması gerekiyor. 

‘SAĞLIKLI, İLERLETİCİ VE ZİHİN AÇICI BİR PROJE’ 

Her bölge nasıl şekillenecek, kendisini nasıl yönetecek? 

Kendi iç anayasasını yapıp, onaylatması gerekiyor. Bence demokratik özerklik projesi gerçekten sağlıklı, ilerletici, zihin açıcı bir projedir. Bütün siyasetleri, sosyal demokratlarından tutun, sosyalistlere kadar yakınlaştıracak bir fikirdir demokrasi anlamında ve hayata geçirildiğinde Türkiye’ye çağ atlatır. Dolayısıyla bu bana göre CHP’nin de, HDP’nin de çok rahat programına girebilecek, üzerinde çalışılabilecek bir idari reform. Çünkü demokrasi, kitlelerin söz ve karar sahibi olmasıdır. Dört beş yılda bir sandığa gidip oy atmak değildir. Yerelde kendi yaşadıklarıyla ilgili söz söylemesi, karar alması, süreçlere katılması, sonuçlarını denetlemesidir. 

Mevcut ilişkiler ağı içinde bunu yapamıyoruz. Hâlbuki halk meclisleri, mahalle meclisleri, bölge meclisleri, belediye meclisleri üzerinden süreçlere katıldığı sürece esas o zaman doğrudan demokrasiden söz edebiliriz. Buna Karadeniz’in de, Ege’nin de, İstanbul’un da ihtiyacı var. Her tür etnik mülahazadan, Kürt sorunundan, Alevi sorunundan bağımsız olarak Türkiye’nin merkezden yerele doğru yeni baştan bir idari yapılanmaya ihtiyacı var. Tekrar yeni bir idari haritayla, 81 ili 25-26 bölge altında toplamak, sonra bu bölgelerin yetki ve sorumluluklarının ne olacağına dair anayasada tadilat yapmak, ondan sonra bunun nasıl icra edileceğine dair bölgelerde yeni yönetimlere gitmek.

‘NEO- LİBERALİZMDEN UZAK, BÖLGE YÖNETİMLERİN KONTROLÜNDE’

Bölgelerin seçimle yönetilen yapıları mı, merkezi koordinasyon mu olacak? 

Kuşkusuz, merkezi koordinasyon olacak ama ‘demokratik merkezi koordinasyon’... Bizim yine, mutlaka bir merkezi planımızın, yeni baştan bir planlama teşkilatımızın olması gerekiyor. Ne üreteceğiz, nasıl bir gelişme stratejimiz olacak, nasıl bir önceliğimiz olacak? Yani ne olursa olsun, bir orkestra olmadan, sıhhatli sonuçlar almak da, bölgesel adaleti tesis etmek de mümkün değil. Ama bu orkestranın da bölgelerin katılımıyla demokratik oluşması gerekiyor. 

Şunu da unutmamak lazım; neo-liberalizm zaman zaman buna yakın şeyler söyler. Yani sosyalistlerin dillerini alır kullanır, “evet” der, “ben de merkezden yerele doğru yetkilerin devredilmesinden yanayım, bölgeler birbirleriyle yarışsın, oradan verimlilik çıkar” der. Ondan sonra da bölgeleri birbirine kırdırmaya başlar. Sosyalistlerin bu tehlikenin farkında olması lazım. Bunun da farkında olmanın yolu neo-liberalizmden uzak, bölge yönetimlerinin kontrolünde demokratik bir merkezi planlamadır.