Polatsoy: Ben teslim olmadım, arkadaşlarım da teslim olmasın

103 kişinin hayatını kaybettiği Ankara katliamına ilişkin ortaya çıkan müfettiş raporuyla Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun “DAİŞ-PKK kokteyl terör örgütü” tezi çürüdü.

103 kişinin hayatını kaybettiği Ankara katliamına ilişkin ortaya çıkan müfettiş raporuyla Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun “DAİŞ-PKK kokteyl terör örgütü” tezi çürüdü. Canlı bomba saldırıları öncesi sosyal medyada bombanın patlayacağına dair yapılan paylaşımın sahibi olduğu iddiasıyla gözaltına alınan ve masumiyeti ispatlanınca bu kez örgüt üyeliğinden tutuklanan gazeteci-yazar ve siyasetçi Mehmet Serhat Polatsoy maruz kaldığı komployu ANF’ye anlattı.

Kendisinden bir gün önce gözaltına alınan Erhan Özel’in tweet sahibi olduğunu kabul etmesine rağmen hedef seçildiğini belirten Polatsoy, bu komplo ile 1 Kasım seçimleri öncesi HDP’nin oylarını düşürmenin amaçlandığını vurguladı. “Bombanın patlatılmasına göz yumulduğu gibi sırf seçimlerden HDP yenik çıksın diye katliamla zerre kadar ilgisi olmayan bir kişiyi kurban etmek istediler" diyen Polatsoy, "Komplolarını bana işkence uygulayarak tamamlamak istediler, direndim ve başaramadılar. Ben teslim olmadım, arkadaşlarım da teslim olmasın” dedi.

Ankara katliamına ilişkin hazırlanan müfettiş raporuyla AKP’nin kokteyl örgüt tezi de çürüdü. Bu konuda ne diyeceksiniz?

Öncelikle gerçekleştirilen katliamı ve yapanları lanetliyor, katliamda yaşamını yitiren yoldaşlarımı saygı ve minnetle anıyor ve bir "düşün eylemcisi" olarak anılarına bağlı kalacağımın sözünü pratikte tutacağımı belirtiyorum. Onların bayrağını onurlu bir barışı ülke halklarına armağan edene dek taşımak boynumuzun borcudur diyorum. Ankara Garı'nda gerçekleştirilen katliam şüphesiz ki herkesi derinden etkiledi. Ancak takdir edersiniz ki bu durum benim için herkese göre farklı gelişti ve katliamda yaşamını yitiren yoldaşlarımın acısını dahi yaşamama izin verilmedi. Başımdan geçenlerin ayrıntısına girmeden önce Ankara Garı katliamına ilişkin tamamlanan müfettiş raporuna değinmek istiyorum. Raporun detayları incelendiğinde, "Bu nasıl bir ülke ve devlet, bu nasıl bir iktidar partisi ve bu nasıl medya ki bir katliamı böylesine örtmeye çalışıp sırf seçimlerden HDP yenik çıksın diye katliamla zerre kadar ilgisi olmayan bir kişiyi kurban etmek istediler" demeden edemiyor insan. Şimdi bu TV sunucuları, Melih Gökçek ve gazeteler nasıl yargıdan kurtulacaklar, açıkçası merak ediyorum. Müfettiş raporlarından da anlaşılacağı üzere istihbarat bir canlı bomba eylemi olacağından Barış eyleminden çok önceleri haberdarmış. Bu raporlar aslında hem devletin acizliğini hem de AKP'nin çöküşünü ortaya koymuştur...

Katliamın hemen ardından hedef gösterildiniz, o dönem neler yaşadınız?

Ankara katliamı sonrasında neden hedef alındığımı anlamak için 2013 yılına bakmak lazım. 2013 yılında bugün paralel yapılanma diye adlandırılan cemaat polisinin komplosuna maruz kaldım. O zaman AKP iktidarı ve cemaat birlikte işbirliği içindeydi. Urfa’da ortada bir bomba yokken, yine polis komplosuyla bomba olayıyla ilişkilendirilmek istendim. O dönem internet sitelerine özellikle Gülen cemaatinin kirli planlarını ifşa eden bir yazı dizisi yazmıştım ve tutuklandığımda bu yazı dizisi somut delil olarak iddianamede karşıma çıkmıştı. 16 ay cezaevinde yattıktan sonra serbest bırakıldım. Ankara katliamı sonrası tekrar hedef alınmam da bu komplonun devamı niteliğindeydi. Katliamdan 3 gün sonra evime baskın düzenlendi. O dönem HDP Urfa ilinin müşahit sözcüsüydüm ve 1 Kasım seçimleri için Urfa’da çalışma yürütüyordum. 13 Ekim 2015 tarihinde sabah 06.00’da polisin kapımı çalmasıyla uyandım. Kapıyı açtığımda iki sivil polis kolumdan tutarak, “Serhat çabuk telefonu ve bilgisayarını al ve gel” dediler. Arama izinleri yoktu, adeta ortada bir kaçırma teşebbüsü vardı. Buna engel olmak için onları oyalamaya çalıştım ancak “zor kullanacağız” dediklerinde evde uyuyan çocuklarımı düşünerek onlarla beraber indim. İnerken aynı binada oturan ailem yetişti ve polislerin beni kaçırdığını gören babam ve polisler arasında bir sözlü tartışma çıktı. Ancak bu tartışma üzerine gözaltı kararını gösteren polisler benimle birlikte tekrar eve çıkarak arama yaptı. Yaklaşık iki saat süren bu arama esnasında neden gözaltına alındığımı sordum. Ankara patlamasıyla ilgili olarak ifademin alınacağını söylediklerinde şaşırdım, açıkçası seçim çalışmaları nedeniyle geldiklerini düşünmüştüm. Sonra beni Urfa Emniyet Müdürlüğü’ne götürdüler ve tek kişilik nezarethaneye koydular.

Şiddet uyguladılar mı?

Akşama doğru polisler beni nezarethaneden çıkardı ve ellerimi ters kelepçe yaparak, gözlerimi bağladılar. Kollarıma girerek beni iki kat yukarıya çıkarttılar. Gözlerim bağlıyken bezin altından ayak hizamı görebiliyordum. Beni oda oda dolaştırdıktan sonra, bir odaya soktular. Orada beni ‘Hain Serhat hoş geldin’ diyen bir ses karşıladı. Ben de ‘Hain sensin’ diye cevap verdim. ‘Serhat sinirlenme seninle konuşacağız’ dedi ve beni kollarımdan tutan polislere ‘bunu götürün’ emrini verdi. Götürüldüğüm başka bir odada iki saat ayakta bekletildim. Beklerken kapının açıldığını duydum ve yine o ses bana, ‘Hain Serhat içeri ne kadar kötü kokuyor. Hainler hep böyle kötü mü kokar?’ dedi. Ben de ‘Hain sizsiniz, kokan da sen ve polislerin’ diye cevap verdim. Yaklaşık 7 saat hiç oturtulmadım, hep ayaktaydım. Bu kişi benimle konuşmaya başlarken, ‘Ben senin ismini duyduğumda karargahtan 232 kilometre öteden sırf seninle sohbet etmek için geldim’ dedi.

Neler sordu?

İlk bir saat konuya geçmeden önce 2013’te alınmam ile ilgili bildiklerimi anlatmamı istedi. Duruşmalarda ifade verdiğimi söyleyerek konuyla ilgili konuşmayacağımı söyledim. Sürekli diretti, döndü dolaştı hep o konuya döndü. Artık neden o davanın peşine düştü onu açıkçası bilmiyorum. Daha sonra, ‘Serhat senin evinde ele geçirdiğimiz bir telefon, iki notebook ve iki bilgisayar kasası var. Yalnız senin kullandığın başka bir bilgisayar var, o nerede?’ diye sordu. Ben de kendisine kullandığım başka bilgisayar olmadığı cevabını verdiğimde, ‘Var, çünkü sen Ankara patlamasından önce bir twitter adresinden ‘Bomba Ankara’da patlayacak’ diye bir tweet atmışsın’ dedi. Ben şaşırdım, şok oldum çünkü ne öyle bir tweet atmışım, ne de tanıyorum. Bana öyle söyleyince ‘Siz doğru söylemiyorsunuz o tweeti benim atmadığımı çok iyi biliyorsunuz. Amacınız beni tutuklamaktır’ dedim ve esas konuya gelmesini istedim. Benden ne istediklerini sorduğumda, bana, ‘o tweeti attığını söyle, sonra ne istediğimizi söyleriz’ dedi.

Bu şahsın kim olduğunu öğrenebildin mi?

Bana ‘Çay, sigara içer misin?’ diye sordu. Çay ve sigaranın özgür ortamlarda içilebileceğini söyleyip, ‘Neden benim gözlerimi bağlı tutuyorsunuz? Siz polisler hep böyle korkak mısınız?’ diye sorduğumda bana polis olmadığını söyledi. Kim olduğunu sorduğumda, kontrgerillayım diye cevap verdi. Yaklaşımlarından kontrgerilla olduğunun belli olduğunu ancak yüzünü göremediğimi söylediğimde, ‘Sana yüzümü gösterecek kadar enayi değilim. Ben kontrgerilla daire başkanlığında çalışıyorum,

Urfa’da görevliyim’ dedi. Neden gözaltında olduğuma cevap aradığımı söyledim. Bana tekrar ‘Sen ikinci twitter adresinin senin olduğunu kabul et, o zaman neden sen sorusuna cevap veririz’ dedi. Açıkçası bu tweet adresini bana mal etmek için ellerinden geleni yaptılar.

Sonra ne oldu?

Yaklaşık 4 saat süren bu sorgu sonrası kendini kontrgerilla olarak tanıtan bu şahıs gitti. Onun gitmesiyle başka bir şahıs, ‘Ulan sen bizim başkanımıza nasıl diklenirsin? Sen kendini ne sanıyorsun?’ diyerek bir cisim ile yüzüme ve başıma vurmaya başladı. Nasıl bir cisimse daha sonra bu darplar sonucunda omuriliğimde kayma meydana geldi. Odada gözlerim ve ellerim kelepçeli bir şekilde psikolojik işkenceye maruz kaldım. Ayakta bekletildiğim süre içerisinde biri geliyordu, yakınımdan birden el çırpıyordu, kapı açılıyordu, birisi gelip tekme vuruyordu, bir diğeri gelip enseme tokat yapıştırıyordu. Yine biri çok sert bir cisimle sırtıma vurdu. Tahminen 6-7 saat süren bir fiziki ve psikolojik işkence sonrası beni hücreye geri götürdüler. Hücre kapısının önünde gözlerimin bağını açtılar. Bitkin bir haldeydim, içeriye girdiğim gibi uyumuşum. Sabah beni Urfa TEM’den çıkardılar. Elleri kelepçeli üç gencin bulunduğu bir beyaz minibüse bindirdiler ve havaalanına doğru yol aldık. Yolda araçta bulunan diğer üç gençle konuşma fırsatını buldum. Biri 19, diğerleri 20, 21 yaşlarındaydı. Neden gözaltına alındıklarını sorduğumda, bir yerdeki hırsızlık vakası nedeniyle alındıklarını ancak DAİŞ üyesi olmakla suçlandıklarını söylediler.

Sizi nereye götürdüler?

Gençlerle birlikte uçağa bindirilip Ankara’ya götürüldük. Uçaktan indirdiklerinde yaklaşık 15 takım elbiseli şahıs beni aşağıda bekliyordu. Beni gördüklerinde alkışlamaya başladılar. Daha sonra bu şahsıların MİT mensubu olduğunu öğrendim. Sanki önemli bir insanı yakalamışlar havasındaydılar. Tam bir şizofrenik durum söz konusuydu. Bu manzarayı görünce, ‘Siz ne yapıyorsunuz? Bu neyin tiyatrosu?’ diye tepki gösterdim. Önce hastaneye, sonra Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldüm. Giriş işlemleri sırasında polisler teker teker gelip, ‘Pimi çeken bu mu?’, ‘Fuat Avni bu mu?’ gibi saçma sapan yorumlarda bulunuyorlardı. Nezarethanedeyken İHD’den, Özgür Hukukçular Derneği’nden ve HDP’den doğru üç avukat ziyaretime geldi. Dışarda hakkımda yapılan suçlamaları, çıkan haberleri aktardılar. Ertesi günü savcılığa sevk edildim. Savcılıkta koridorda üç kişiydik. Ama o üç kişi benimle Ankara’ya getirilen üç kişi değildi. Biri üniversite öğrencisiydi, birinin eli alçılıydı, diğeri ise kirli sakallıydı. Savcılıktan çıktıktan sonra eli alçılı olan orta yaşlı kişi yanıma geldi. ‘Serhat dışarıda slogan atan sen miydin?’ diye sordu; evet diye cevap verdiğimde, ‘hem polis, hem savcılık ifadesinde seni bana sordular, bir de mesajın atıldığı tweeti sordular’ dedi. Mesajın atıldığı tweeti benim de merak ettiğimi söylediğimde, ‘abi o benim’ dedi. ‘Sensen neden bana işkence edildi’ diye sordum, ‘Ben gözaltına alındığım andan itibaren o tweeti atanın ben olduğumu kabul ettim’ dedi. Kendisi doktor, ismi de Erhan Özel’di.

Tutuklandı mı peki?

Hayır tutuklanmadı. İlginç olan nokta bu kişi benden bir gün önce gözaltına alınıyor ve ‘Bomba Ankara’da patlayacak’ tweetini attığını kabul ediyor, ama ne hikmetse bu twitter ve bu tweet bana yüklenmeye çalışılıyor. Düşünün tweeti atan ortadayken, bu tweeti öngörü temelinde attığını beyan etmişken neden bana yüklenmeye çalışıldı, neden o kadar işkence gördüm?

Serbest bırakıldıktan sonra tekrar gözaltına alındınız. Bu kez gerekçeleri neydi?

Evet, 9 gün sonra tekrar evime baskın düzenlendi. Tweet oyunu tutmayınca bu kez ‘örgüt üyeliği’nden alındım. O dönem Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı televizyonlarda benim tutuklanmam gerektiği yönünde hakim ve savcılara çağrı yapıyordu. Tekrar gözaltına alınmadan saatler önce yine Gökçek televizyonlarda beni hedef gösteren açıklamalar yapıyordu ve program sunucusu birden ‘Şu anda rejiden bir haber geldi ve Mehmet Serhat Polatsoy tutuklandı’ diye söyledi. Ben eşime, eşim bana baktık. Bir an belki kendi tabanlarını tatmin etmeye çalışıyorlar diye düşündüm. Ama sabah 06.00’da evimi basan özel harekat polislerinin başıma silah dayamasıyla öyle olmadığını anladım. Ellerinde uzun namlulu silahlarla ve köpeklerle evimi bastılar, beni kelepçelediler. Eşime silah doğrultup üzerine polis köpeğini saldılar. O esnada çocuklarım uyuyordu ve annelerinin çığlıklarıyla uyandılar. Beni götürürken darp da ettiler, hakaret de ettiler. Gözaltında tutulduktan sonra çıkartıldığım mahkemede PKK’de yönetici ve üye olmaktan ve propaganda yapmaktan cezaevine konuldum.

Bu komployla ne amaçladılar sizce?

Tweeti atan kişinin ben olmadığımın ortaya çıkmasına rağmen, havuz medyası manşetlerde fotoğraflarımı yayınlayarak beni suçlayan haberler yapmaya devam ettiler. Bununla Türkiye toplumunda bir algı oluşturdular. Hedef tahtasının bir tarafında ben vardım, diğer tarafında ise HDP vardı. Buna paralel olarak Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı olan, ancak bir istihbaratçı edasıyla konuşan Melih Gökçek bıkmadan, usanmadan tam 44 televizyon kanalını dolaşarak benimle ve HDP ile ilgili karalama kampanyası yaptı. Seçimden önce HDP’nin oylarını düşürmek için elinden ne geliyorsa yaptı.

Gökçek Ankara katliamını Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve Başbakan Davutoğlu’nun öne sürdüğü teze göre bir DAİŞ-PKK ortaklığı, yani bir kokteyl örgüt mantığına büründürmeye çalıştı. Benim yasal bir partiden, yani HDP’den aday adayı olmamı dahi bir delil olarak gösterdi. Benimle birlikte bir parti ve bir toplum da hedef alındı. Bu hedef alma tamamıyla taktiksel, tamamıyla 1 Kasım seçimlerinde bu katliamı HDP ile anmaya dönük bir komploydu. Yani halk katliamla HDP’yi beraber anacaktı ve sandığa gittiğinde oylar bundan dolayı düşecekti. Yaratılmak istenen algı, oynanmak istenilen oyun buydu.

Açıkçası da HDP bu oyuna düştü. Nasıl düştü? Eğer HDP ben serbest bırakıldıktan sonra tweetin bana yani HDP'li Polatsoy'a ait olmadığını basında ilan etseydi ne Melih Gökçek beni karalayabilirdi, ne başıma bu kadar olay gelirdi, ne de HDP’nin oyu düşerdi. Ama olsun! Ben son nefesime dek HDP'ye sahip çıkmaya ve başarıya ulaşması için mücadele yürütmeye devam edeceğim. Komplolarını bana işkence uygulayarak tamamlamak istediler, direndim ve başaramadılar. Hiç bir arkadaşımız da böyle komplolar karşısında yılgınlığa düşmesin. Ben bu komploya teslim olmadım, arkadaşlarım da teslim olmasın.