Kalkan: Şengal Kantonu oluşmalı

Kalkan: Şengal Kantonu oluşmalı

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, “Artık bir Şengal Kantonu oluşmalı, onun önü açılmıştır. Şengal artık eskisi gibi yönetilemez. Öyle Şengalliler sağa sola taşınamaz. Kesinlikle o çok tehlikelidir. Öyle bir duruma karşı herkes uyanık ve duyarlı olmalı. Biz hareket olarak öyle bir duruma kesinlikle karşıyız. Şimdiye kadar katliam tehdidi varken, onları önleyemediğimiz durumda güvenlik için Kürdistan’ın diğer parçalarına, Rojavaya, Bakur’a, Başur’a taşınmış olan Êzîdîler hazırlık yapmalılar. Kurtuluş oluyor, bu gerçekleşir gerçekleşmez nasıl ki katliamdan güvenlik için geri çekildilerse, aynı biçimde ve aynı hızla da kendi köylerine, mahallelerine,  ülkelerine gitme, yaşamlarını orada sürdürmeye yönelmeliler. Geri dönüş olmalı” dedi.

AKP’nin henüz Müzakere taslağına yanıt vermediğine dikkat çeken Kalkan, “Müzakerelere başlanıp Şubat başına kadar bitmesi gerekiyor. Bu yapılmazsa sorumlusu biz değil başkası olur. Ondan sonra kimse bizden başka bir şey bekleyemez, başka bir istekte bulunamaz” dedi.

Sterk Tv’de yayınlanan Politik Alan programına katılan PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, Şengal’i kurtarma operasyonu, Kobanê direnişi, Barış ve Demokratik Müzakere Süreci Taslağı, HDP ve ittifak arayışlarına ilişkin soruları cevapladı.

Dün ve önceki gün gelen bilgilere göre HPG, YPG ve YBŞ’nin, yine Peşmerge güçlerinin yürüttüğü operasyonların artık sonuç vermeye başladığı, ilk olarak Xansor’un, şimdi ise Şengal’in özgürleştirilmeye başladığını yönelik önemli bilgiler var. Bu gelişmeleri siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben öncelikle Êzîdî halkımızın bayramını kutluyorum, Şengal’in kurtuluş bayramını da; çifte bir bayram oluyor. Tabii Şengal’in özgürleştirilmesi bayramı tüm Kürt halkının bayramı oluyor. Zaten bu çerçevede Kobanê’deki çatışmalar bazı sonuçları gösteriyordu. IŞİD çete güçlerinin artık ilerleme, o amaçlı saldırı güçleri kalmamıştı. İlerleyişleri durdurulmuş, saldırıları önemli ölçüde kırılmıştı. Bunun genel üzerinde de etkileri vardı. Bir süreden beri de Şengal’in durumu gündemdeydi, tartışma halinde. Şengal dağındaki halkın yaşamı, ihtiyaçları gündemde olan konulardı. Çünkü kış geldi, yaşam sorunları da öne çıkıyordu. Bu temelde zaten çeşitli tartışmalar, arayışlar vardı. Tam da Ezî bayramında bu pratikleşmiş oluyor. Gelen bilgiler önemli ölçüde Şengal’in özgürleştirildiğini gösteriyor. Bu duruma geldikten sonra tam bir kurtuluşun ortaya çıkacağı kesin.

Yılsonuna giderken, böyle bir bayram günü bütün Kürtlere, demokratik güçlere büyük bir heyecan verdi, bayram yaşattı, bu bakımdan Şengal’in özgürleştirilmesinin tüm Kürtler ve demokratik güçler açısından kutlu olmasını diliyorum. Böyle büyük bir heyecanı, bayramı yaşatan tüm özgürlük savaşçılarını selamlıyorum; şehitlerini de saygı ile anıyorum.

KÜRT ASKERİ GÜÇLERİ ORTAK BİR KOMUTANLIKTA BİRLEŞMELİ

Orada savaşan bütün Kürt güçleri var, Rojava’nın güçleri var, genel Kürdistan’da savaş yürüten PKK’nin gerilla güçleri olarak HPG ve YJA STAR güçleri var, Güney Kürdistan Peşmergeleri var. Dolayısıyla genel bir Kürt gücünün Şengal’de mücadele etme durumu yaşanıyor. Belki çok koordineli değil, yeterince planlanmamış, ama gittikçe öyle bir durumun geliştiği belirtiliyor. Bu da önemli bir durum.

Bu vesile ile bir kere daha bütün silahlı Kürt güçleri için şunu ifade etmek istiyorum; Haziran’dan bu yana IŞİD saldırıları bize bir gerçeği çok net gösterdi: artık bu kadar dağınık, parçalı olunmaz. Bu yönlü önderliğimizin, Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığımızın sayısız açıklaması, çağrısı oldu. Gerçekten de bu çağrıyı ben bir kere daha yineliyorum. Bu çağrıyı başta Güney Kürdistan yönetimi olmak üzere bütün parçalardaki Kürt kuvvetleri, YPG/YPJ güçleri, peşmergeler, Doğu Kürdistan güçleri şunu görmeliler: Ortadoğu’daki 3. Dünya Savaşı ve bunun Kürdistan’a yansıması artık ortak bir komutanlığı gerektiriyor. Başarı için bu şart, tehlikeli durumları önlemek için bu şart. Bu durumda parti, parça ve ya örgüt çıkarları söz konusu olamaz, öne çıkamaz. Ulusal duruş, demokratik ve insanlığın çıkarları ve bir de başarı her şeyin önünde olmalı. Bu durumda bize ulusal kongre ilkeleri temelinde bir ortak komutanlığı, silahlı güçlerin bir ortak komutanlık altında planlı savunma görevlerini yerine getirmesini dayatıyor, gerektiriyor. Bu konuda özellikle de güney Kürdistan yönetimi daha fazla ayrı durma ve tek hakim olmada ısrarlı olmamalı. Evet, parçaları gözetelim, ama Kürt ve Kürdistan birliği, demokratik birlik olmak kaydıyla, önemlidir. Başka halklara karşı olmamak, onlarla dost ve kardeşçe yaşamak kaydıyla Kürdistan’ın birliği de çok önemlidir. Bunun zamanı gelmiştir, olaylar da bunu dayatıyor. Bu temelde tüm güçleri duruşlarını, siyasetlerini gözden geçirmeye ve Şengal’deki başarının sırını anlayıp gerçekleştirmeye, yani ulusal demokratik birlikten yana olmaya çağırıyorum.

 DAİŞ’in Şengal işgali sonrası, Şengalli Êzîdî Kürtler Kürdistan’ın dört tarafına dağıldı, mülteci konumuna düştüler. Şengal’in kurtarılması ile birlikte Şengallilerin yurtlarına dönüşü söz konusu olacak. Katliam riskinin tümden bitmediği de ortada iken, bundan sonra Şengalliler nasıl bir yaşam örgütlemeli?

Bu konuda Merkez Karargah Komutanlığımızın birkaç gün önceki açıklaması vardı. O uyarı ciddi ve yerindeydi. Hiç kimse can güvenliğinin sağlamak söz konusu olmadıkça, hiçbir Şengalliyi Şengal’den başka yere taşımamalı. Bunu DAİŞ istiyor, kültürel soykırımcılar ve Kürt soykırımını gerçekleştirmek isteyenler istiyor. Ağustos’taki durum farklıydı. Hazırlıksızdık. Güney Kürdistan güçleri böyle bir saldırıya karşı mevzilenmiş değillerdi. Dolayısıyla bir katliam tehlikesi ortaya çıktı. Katliamı önlemek için tedbirler geliştirdik. Bu ayrı bir durumdu. Can güvenliğini sağlamak, katliamı önlemek içindi. Bu artık önlenmiştir. Gerilla alana yerleşmiş, Rojava Devrimi ile ve özgürlük güçleri ile tam bir dayanışma var, Güney Kürdistan peşmergeleri birlik halinde. Şengal’in en azından dağlık alanının güvenliği sağlanmış, özgür alanlara çıkanların can güvenliği sorunları yok. Şimdi o da aşılıyor ve kasabalar, köyler, şehirler özgürleştiriliyor. Böyle bir durumda öncelikle hiçbir Êzîdî Kürt kendi anayurdunu, atayurdunu terk etmemeli. Bu çok tehlikeli bir durumdur. Yine hiç kimse tek bir Êzîdî’yi öyle anayurdunu terk etmeye yönlendirmemeli. Aslında o insanlık suçu olur, kültürel soykırıma hizmet etmek olur. Nedir, helikopterler gidiyor, zorlanan bazı insanlar oldu mu alıp götürüyorlarmış. Niye orada insanların yaşaması için destek vermiyorlar da alıp götürüyorlar!

‘ŞENGAL KANTONU OLUŞMALI’

Bu bakımdan Irak yönetimi de, Güney Kürdistan yönetimi de demokratik davranmalı, Êzîdî Kürt halkının kendi anayurdunda, Şengal’de özgür ve demokratik bir yaşam kurmasına saygılı olmalı. Demokratik Özerklik temelinde bunu gerçekleştirmeye hakkının olduğuna saygılı olmalı. Artık bir Şengal Kantonu oluşmalı, onun önü açılmıştır. Şengal artık eskisi gibi yönetilemez. Öyle Şengalliler sağa sola taşınamaz. Kesinlikle o çok tehlikelidir. Öyle bir duruma karşı herkes uyanık ve duyarlı olmalı. Biz hareket olarak öyle bir duruma kesinlikle karşıyız. Şimdiye kadar katliam tehdidi varken, onları önleyemediğimiz durumda güvenlik için Kürdistan’ın diğer parçalarına, Rojavaya, Bakur’a, Başur’a taşınmış olan Êzîdîler hazırlık yapmalılar. Kurtuluş oluyor, bu gerçekleşir gerçekleşmez nasıl ki katliamdan güvenlik için geri çekildilerse, aynı biçimde ve aynı hızla da kendi köylerine, mahallelerine,  ülkelerine gitme, yaşamlarını orada sürdürmeye yönelmeliler. Geri dönüş olmalı.

Özellikle de, “bazıları Avrupa veya değişik yerlere gidiyor” deniliyor. Bu Êzîdîler için ölüm demektir. Öyle o taraflara gidip bir de televizyonun karşısına geçip yakınmalarının hiçbir geçerliliği yoktur. Başkalarından insanlık desteği istiyorlar, insanlık her şeyden önce kendi anayurdunda özgürce ve demokratik yaşamayı gerektiriyor. O tutum insanidir, insanı tutum da insani karşılık bulur.

Yaşamını kendi topraklarında örgütleme, geliştirme, özgür kılma ondan sonra başkalarının yurdunda insanlık iste, bu olmaz. Öyle boş yerde yok, kimse vermezde. Bazıları yanıltıyor: Gidin dünyanın şurasına burasına, size herkes yaşam verir, diyorlar. Êzîdî Kürt halkımız, kadın erkek, genç yaşlı bilsinler ki, öyle bir dünya yok. Boş yer yok. Her halk kendi toprağında kendi yaşamını yaratmış. Bir gün misafir eder, iki gün eder, ama üçüncü gün buyur yerine git der. Bu yakınma üslubu ve yaklaşımları bırakılmalı. Ağlanacağına örgütlensin, birleşsin, güç oluştursun, ulusal birlik yapsın, kendi toplumsal birliğini sağlasın, eğitsin, çalışsın e yaşamını güzel kılsın, saldırı karşısında da kendini savunsun. Özgürlükçü tutum bu. Diğerlerinin hiçbir değeri yoktur. Onun için de yurtdışına gitmiş olanlar eğer gerçekten Êzîdî ve Kürt olarak kalmak istiyorlarsa buyursunlar anayurda, Şengal’e, Kürdistan’a. Bu müjde büyük bir müjde. O halde herkesi etkilemeli. Bu temelde çağrımız: anayurda dönüp yaşamın en güzelini, o tarihin derinliklerinden gelen kökler üzerinde yeşertmek, yaratmak olmalı.

Bu Şengal Kürtleri için de geçerli, Rojava ve Kobanê Kürtleri için de geçerli, tüm Kürtler için geçerli. Bakur’daki Kürtler için de geçerli. Kimse başkalarının yurdunda yaşam kuracağını sanmamalı. Herkes köyüne, mahallesine, şehrine, toprağına dönecek, özgür ve demokratik yaşamı kendi anayurdunda, toprağında, kendi emek gücüyle, örgütlülüğüyle yaratacak. Doğru tutum budur, tek yurtseverlik budur. ‘Yurt’ severlik diyoruz adına, yurdu bırakanın yurtseverliği olur mu? Her şeyden önce yurtta olmak yurtseverliktir. Kürt yurtseverliği artık bu çizgiye oturuyor.

 Aynı durum Kobanêlilere karşı saldırılarda da gündeme geliyor. İnsan hakları kuruluşlarının yaptığı açıklamaya göre sadece Aralık ayı içerisinde 33 yaralı Kobanêli refakatçileri ile birlikte gözaltına alındı. Maraş’ta 12 Kobanêli gözaltına alınıp sınır dışı edildi. 100 günlük Kobanê direnişinde gelinen aşamayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir de ilişkin neler söylenebilir, hem de Şengalliler için söylediklerinizi Kobanêliler için de söylenebilir mi?

Kobanê direnişini bir kere daha selamlıyorum, direnişçilerini kutluyorum. Gerçekten de insanlığı savundular, insanlığı savundular, demokrasiyi savundular. Kobanê direnişi savunması böyle bir anlam ifade etti. Bu direnişin büyük kahramanlarını, tüm şehitlerimizi yılsonu itibariyle saygı ve minnetle bir kere da anıyorum. Şunu söylemek istiyorum, “şu şunu yaptı, bu bunu yaptı” diyorsunuz. Eleştirelim, yapmamalı! İnsani değil, ama eleştirinin de bir temeli olmalı. Türkiye’ye dönüyor diyoruz ki, kültürel soykırımcıdır, inkar ve imhayı uyguluyor, düşmandır, 30 yıldır kesintisiz TC devletinin yürüttüğü kültürel soykırıma karşı Kürt halkı bir özgürlük direnişi yürütüyor. AKP Hükümeti her şeyi yapar. Yapar, düşmandır. Hali hazırda Kürt sorunu çözülmedi, dost değil. Maraş Valisi de kovar, tutuklarlar da, sorgusuz sualsiz katlederler de ki, etmediler mi? Eskiyi bırakalım son yüz yılda Bakur’da ne kadar Kürt katledildi? Amed, Bingöl, Dersim, Ağrı, Zilan… Şimdi katliamları, soykırımları unuttuk mu? 12 Eylül’de yaşanan durumları unuttuk mu? Serhildan yapmayan Kürt kasabası kalmadı, ama Kürt katliama uğramayan Kürt kasabası da kalmadı. Bu bakımdan biraz doğru ve gerçekçi düşünmemiz lazım. Hep başkasını suçlamak, ondan sonra da hep başkasından beklemek doğru değil. Bu üslup terk edilmeli. Önder Apo da eleştirdi, o tarzda geçişler yanlıştır bir kere. Yanlış içinde öbürlerinin ne yaptığını eleştiremeyiz. Kobanêli insanlar örgütsüz bir şekilde Maraş’ta ne arıyor ki? Maraş Valisi hakaret ediyor, almıyor ve sınırdışı ediyor, bütün Kürt halkının, ulusunun onuru kırılıyor, inciniyor. Kimsenin Kürt insanına bunu yaşatmaya hakkı yok. Bir defa bundan oraya gidenler de, oraya gidilmesine izin verenler de sorumlu. Kobanêliler neden Kuzey Kürdistan’a, Türkiye’ye dağılıyorlar, anlamadım.

‘KOBANÊ’YE DÖNÜŞLER BAŞLAMALI’

Yurtseverliğimizi doğru tutturalım. Katliam tehlikesi oldu biraz güvenlik için hareket etmek gerekti, o halde bir olalım, örgütlü olalım, bir yerde olalım ve katliamı önlemek için direnelim, direnişe destek verelim. Maraş’ta gezen birisinin Kobanê’deki direnişle bir alakası yoktur. Bu tutumlar yanlış. Halk bilmeli ki, bu tutum yanlış. Bakur’daki yurtsever, demokratik güçler bilmeli ki, tutumları yetersiz. Bize ne, deyip adeta AKP Hükümeti’nin, Türk devletinin insafına bırakılıyor bu insanlar. Zayıflık ve eksiklik var. Herkes görev ve sorumluluğuna sahip çıkmalı. Bir de şu üslup bırakılmalı, kameraların karşısına geçilip “şunu istiyoruz, bunu istiyoruz, bize kötülük yapılıyor” demekten herkes vazgeçmeli. Sana kötülük yapılıyorsa, sen de mücadele et ve kötülüğü önle. Bu devrimci, direnişçi, özgürlükçü bir üslup değildir. Bakur’daki halk, demokratik güçleri Kobanê direnişine destek veriyorlar, ama Kobanê’den gelenlere de yol göstermeli, sahip çıkmalı. Diğer yandan ise Kobanê halkı, Kobanê’de meclisleri ve komünleri vardı, o zaman Suruç’ta da olsun, Mürşitpınar’da da olsun. Kimseyi bırakmasınlar. Ve artık Kobanê’nin de büyük kısmı özgürleştirilmiş. Artık Kobanê’ye geçişler başlamalı. Küçük çocuklar ve çok yaşlılar geçemese bile diğer toplumsal kesimler geçip kendi güvenliklerini sağlayan, yaşamlarını örgütleyen bir pozisyonda olmalılar. Orada da geriye dönüş, ülkeye dönüş olmalıydı. Zaten DAİŞ “kaçın” diyordu, o bölgeyi Kürtsüzleştirmek istiyordu. O halde Kürtsüzleştirmeye, soykırıma karşı direnecekse küçük bir imkan bulduk mu, kendi toprağımıza gideceğiz ve orada yaşamı yaratmada ısrarlı olacağız. Onun için başta gençler olmak üzere artık Kobanê toplumu da Kobanê’ye dönüşü başlatmalı. Yeni yıla kendi topraklarında girmek için herkes çaba harcamalı.

 ­Gündemdeki diğer önemli bir konu ise Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın hazırladığı Barış ve Demokratik Müzakere Süreci Taslağı’ydı. Bu taslak yine hem hareketinize, hem de AKP Hükümeti’ne ulaştırıldı. Hem PKK ve KCK, hem de HDP bu taslağı benimsediğini açıkladı. Şimdiye kadar AKP’nin bu taslağa yanıtı oldu mu? Olmadı ise AKP’nin güncel politikaları bir yanıt oluşturuyor mu?

Yönetimimiz hem heyete, hem de tüm kamuoyuna duyurdu. Bizden yana bir eksiklik yok. Biz söz konusu taslağı müzakereler için yeterli bulduk ve oradaki eylem planlamasına da evet dedik. Derhal o planlama dahilinde müzakere sürecinin başlamasını istedik. Yine müzakerelerin başlamasından yanayız, hazırız. Önderlik, PKK, Kürt demokratik siyaseti ve toplumu olarak tam bir birlik içerisinde buna hazırız, hiçbir karşıt olan yoktur. Fakat anlamadığımız şey, işler yürümüyor diye eleştiriyoruz, ama bu Türkiye’deki bazı çevrelere ve AKP’ye yine yaranamıyoruz; diyoruz “haydi hemen şimdi çözelim,” yine olmuyor. Biz böyle yaptık ama bazı çevreler rahatsız olmaya başladılar. Toplumda genel bir kabul var, ama ben toplumun akıllısıyım, öncüsüyüm diyen o bazı yazar-çizerlerle, siyasi çevreler, AKP dahil, CHP ve MHP hiçbir açıklama yapmadılar. Onlar da partidirler, bizim tutumumuz herkesi bağlıyor. Şimdi bir karşılık yoktur. Sanki bizim Kürt sorununun çözümüne hazır olmamızdan ve istememizden rahatsız oluyorlar. Çözülmezse mücadele edelim, diyoruz, ondan da rahatsız oluyorlar. Bu bir çıkmaz.

Türkiye siyaseti kendini gözden geçirmeli. “Siyasi oligarşi her şeyin önünde engel” diyorlardı, şimdi bir kere daha ortaya çıktı ki, demokrasi önünde, insan hakları önünde, yaşanılır bir düzen önünde temel engel siyasi oligarşidir. Mevcut partiler de bu oligarşinin esasıdır. AKP’den de bu çıkıyor. Şimdi ne yanıt verdi, bilemiyorum. Bir görüşme daha oldu, sonuçlarını bilmiyorum, yorum yapmak istiyorum, ama basına yansıyanlar var. Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığımız kısmen yansıttı, “Oyalama yapıyorlar, net cevap vermiyorlar, beklediğimiz karşılığı alamadık” dedi. Bu böyle olmaz. AKP böyle yapamaz. Bir de kalkıyor söylüyorlar, Başbakan Ahmet Davutoğlu her gün en az üç beş kere “çözüm süreci iyi gidiyor, çözüm sürecinden yanayız” diyordu. Biz “taslağa ve müzakereye evet” dediğimizden bu yana ağzından çözüm süreci çıkmıyor. Çözüm sürecine evet diyor mu, belli değildir. Buyur, çözüm olacaksa da karşılıklı olur.

‘AKP’NİN ÜSLUBU VE YÖNTEMİ GÜVEN VERMİYOR’

Bir de Bülent Arınç var; gitmiş Diyarbakır’a, onunla görüşüyor, bununla görüşüyor, işte Hüda Par’la görüşmüş, efendim bilmem ‘HDP zorla insanları tutuyormuş, muhatapları başkalarıymış!’ Tamam, biz zaten demedik ki tek bir güçle olsun. Herkes bu işin içine girsin; Kürdü de, Türk’ü de. İşin içine CHP de girsin, MHP de girsin. Halbuki herkesi katmayan ve eleştiriyi de iten AKP’nin kendisi. CHP’yi ya da diğer partileri şimdiye kadar ne kadar kattı? Kendisi sürece katmamış, sonra gitmiş Hüda Par’a sanki HDP katmıyor gibi HDP’yi suçluyor, Kürtleri suçlamaya çalışıyor. Bu üslup ve yöntem doğru değil.

AKP’nin üslubu ve yöntemi güven vermiyor, açık söylüyorum. Özellikle de bazı kişilerinki hiç vermiyor. Çözümleyici değil, insana samimi gelmiyor. İçinde bir kurnazlık var gibi, oyun oynuyorlar gibi. İtici, hakaret edici, alaya alıcıdır. O konuşmaları izlediğimizde hissettiğimiz budur. Bir defa ne söyledikleri, taslağa evet deyip demediklerinden ayrı olarak üslup ve yöntemleri çözümleyici değil. Karşıdakini ikna edici ve çekici değil. Tepki uyandırıyor, itiyor. Tayyip Erdoğan da kalkmış Cumhurbaşkanı olarak ‘zaten PYD de terörist değilmiymiş, o halde Kobanê’ye atılan bombaları ha IŞİD terörizmi almış, ha PYD, ne farkı var!’ Şimdi bu ağızla Kürt sorunu çözülmez. Kim kimi kandırıyor? Zihniyetin ne olduğunu çok iyi görüyoruz.

Biz TC’yi Tayyip Erdoğan’da tanırız, onun sözlerine bakarız. Aslında içinden geçeni o açık söylüyor. Diğerleri gizliyorlar, saklıyorlar, böyle karşıdakini kandırmaya çalışıyorlar. Tayyip Erdoğan hala PYD’ye ‘terörist’ diyor. Tayyip Erdoğan’a ne, PYD’nin ne olduğu. Hani Kobanê Türkiye’yi ilgilendirmiyordu! Rojava Türkiye’yi ilgilendirmiyordu! Peki, Rojava’daki bir örgütün terörist olup olmadığı AKP’yi, Tayyip Erdoğan’ı ne ilgilendiriyor? Ama bunu yapıyorlar. Şöyle sanıyorlar: Akıl sadece kendilerinde var, dil sadece kendilerinde var. İstediklerini düşünür, söylerler ve bunun karşısında kimse bir şey bilemez! Öyle değildir, bakın, böyle foyaları ortaya çıkar, maskeleri düşüp gerçek yüzleri açığa çıkar. Şimdi bu kabul edilebilir bir durum değildir.

 

Herkes bilsin ki, biz o eylem planlamasına bağlıyız. Ona ‘evet’ dedik. Onun dışındaki şeylere ‘evet’ dememişizdir. Onun da uygulanması gerekiyor. İşte Aralık sonuna geliyor, müzakerelerin başlaması gerekiyordu. Şubat başına kadar müzakerelerin bitmesi gerekiyor. Bunun bitebileceğine inanıyoruz. Bu temelde müzakere yürütmeye de hazırız. Yapılmazsa sorumlusu başkası olur. O zaman bizden bir şey kimse bekleyemez. “O zaman yapılmadı, sonra yapın” diye de kimse bizden istekte bulunamaz. Biz öyle bir şeye katılmayız. O bakımdan şunu herkes bilmeli, kamuoyu açısından söylüyorum: Tamam, “tartışmalar çok yansımasın” deniliyor, ama görüşmeler doğru gitse tabi tartışmaya gerek kalmaz. Görüşmeler öyle gitmiyor. Dolayısıyla herkes bilmeli, kamuoyu bilmeli ve mücadele etmeli, baskı uygulamalı. Aslında taslağın muhatabı biz ve hükümetiz, ama demokratikleşme, Kürt sorununun çözümü herkesin sorunu; tüm partilerin, aydınların, siyasi çevrelerin, Türkiye toplumunun hepsinin. Sendikaların, kadın örgütlerinin, gençlik örgütlerinin… Herkes taslağa karşı tutum belirlemeli, müzakereye gelmeyen güçlere karşı mücadele etmeli. AKP üzerinde baskı oluşturmak lazım, “hemen şimdi müzakere sürecine gelinsin” diye.

Olumlu olandan da söz edeyim: bu işlerle görevli başbakan yardımcısı Yalçın Akdoğan olumlu söz söyledi, “Seçimden önce biz bu işi bitereceğiz” dedi. Evet, taslak seçimden önce bu işi bitirmeyi öngörüyor, hedefliyor, içeriyor. PKK olarak, KCK olarak biz de seçimden önce bu işin bitirilmesine ‘evet’ dedik. O söz doğru sözdür, sözünün arkasında dursun, gereklerini yapsın, biz de arkasında durup gereklerini yapmaya, dolayısıyla seçimden önce gerçekten de Türkiye’yi Ortadoğu’nun en demokratik, en çok aranan, yaşanılır ülkesi haline getirmeye hazırız. Bunun olacağına da yürekten inanıyoruz.

Müzakere Taslağı’nın yeterince tartışılmasının önüne geçen konular da vardı. Son iki aya dikkat etsek; son olarak Gülen Cemaatine dönük yeni bir operasyon oldu. Ama öncesinde de özellikle de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başlattığı ‘Amerika’nın yeniden keşfi’ ve ‘Osmanlıca’ eğitimi tartışmaları, yine Dersim tartışmaları vardı. Sizce Türkiye toplumunun gündemi bilinçli olarak meşgul mü edilmek isteniyor ya da ortada bir gündem saptırması mı var?

Evet, son gelişmeler biraz o anlama geldi. Tamamen öyle demek de doğru olmaz. Neden? Çünkü bu mücadele yeni başlamıyor. Durduk yere birden ortaya çıksaydı denilebilirdi ki, gündemi değiştirmek için ortaya attılar. Önceden, bir yıldır süren bir mücadele. Aralık bu işin birinci yıldönümü. Dolayısıyla bu durumun daha çok tartışılması, gündeme gelmesi doğaldı. AKP de mücadeleyi derinleştirerek sürdüreceğini ifade ediyor. Ama ne zaman, ne adım atacağı belli değildi. Bunu 14 Aralık’ta yaptı. Geçen yılki 17-25 Aralık operasyonlarının bir misillemesi oldu, dendi. O yönde var. Bu bakımdan tümüyle gündem saptırma dememek lazım. Ama şunu gözetebilirlerdi: Evet, kendilerine göre paralel yapılarla, Fethullahçılarla mücadele önemli olabilir, hayati önem de arz edebilir. Ama Kürt sorununun çözümü de daha çok hayatidir. Sadece AKP için değil, Türkiye toplumu için ve Ortadoğu sistemi için hayati önemli. Kürt sorununun çözümü de bu temelde Türkiye’nin demokratikleşmesi için yeni projelerin ortada olduğu, gündemin tümüyle oraya kilitlendiği, onun tartışıldığı bir ortamda Fethullahçılarla çatışmalar hemen araya sokulmayabilirdi. Bu gündem saptırma oldu tabi. Yani o kadar önemli demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü tartışmalarını kapatmaya çalıştı. Birçok çevre hemen gündemden düştü, o tartışma alevlendi. Karşılıklı gösteriler, sözler… Türkiye toplumunun dikkati başka yöne çekildi, temel sorundan uzaklaştırıldı. Kürt sorununun çözümüne ilişkin tartışmalar durduruldu. Bu temelde oluşan gündem maskelendi.

Bu operasyon önceden planlanmış olsa bile değiştirebilirlerdi. Hukuki çevreler de bunu yapabilirlerdi. Hukukçular da durdular, durdular tam AKP müzakere süreci taslağına cevap vereceği zaman hemen Fethullahçı operasyonunu başlatıp gündemi değiştirmeyi mi buldular. Böyle olmamalıydı. Böyle saptırıcı yaklaşımlar var. Mesela hukukçular öyle yaptılarsa, eğer sadece hukukçulardan kaynaklı ise, diyelim hukuka siyaset hükmetmemeli, yön vermemeli, ama siyaset de hemen onun güdümüne girmeyebilirdi. Hükümet müzakere sürecine ilişkin tartışmaları da gündemde tutabilirdi. Örneğin televizyoncular, aydınlar, gazeteciler bunu da gündemde tutup tartışabilirdi. Ama öyle olmadı. Bıçakla kesilir gibi bu tartışmalar kesildi. En son HDP heyeti yeniden İmralı’ya gidip görüşme yaptığını açıklayınca bazı çevreler bunu yeni duyuyorlarmış gibi biraz ifade hale geldiler.

Bu konuda basına da görev, rol düşüyor. Mesela basın doğru tutum takınabilirdi. Siyasetçilere görev düşüyor, hukuk başka türlü işliyorsa, ama biz siyasi gündemi doğru-yerinde tutabilirdik, kaybetmeyebilirdik. Ama onlar da kaybetti.

AKP de böylelikle daha fazla zamana yayıyor. Bu ertelemedir, oyalamadır. Kesinlikle buna pirim vermeyiz. Şubat başına kadardır her şey; ne olup olmayacağı netleşecek. Eğer AKP 2013 Newroz’undan beri süre gelen tutumunu devam ettireceğini sanıyorsa, Şubat başından itibaren kesinlikle devam ettiremeyecektir. Biz ‘evet’i bu çerçevede belirttik.

Aslında siz de değerlendirmeniz içerisinde belirttiniz, “seçim öncesi müzakerelerin başlayıp başlamayacağı netleşecek,” dediniz. Yani bir seçim gündemi de var. HDP’nin de örgütlenme çalışmalarına hız verdiği basına da yansıyor. Bir taraftan da ittifak tartışmaları var. Sizce HDP’nin doğru ittifak arayışı nasıl olur? Bir de ÖDP nerede durmalı?

DBP, HDP, demokratik siyaset çalışmalarına ilişkin, demokratik kurumlara ilişkin bazı hususlar belirtmek istiyorum. Eleştirdiğim konular burayla da ilgili. Nasıl? Hale bazılarından baraj aşılır aşılmaz sözleri çıkıyor, “birisi barajı düşürsün de ben seçim kazanayım,” öyle olmaz. Bu aynı başta eleştirdiğim yaklaşımlar gibidir. Yine örgütlülük de, toplumu örgütlemede, topluma inmede, halkın gücünü onları örgütleyerek açığa çıkarmada zayıflık var. Bir defa bunu herkes bilmeli. Takip ediyoruz, bu çerçevede eleştirilerimiz var. Demokratik kurum ve kuruluşlara eleştirilerimiz var; partilere de, belediyelere de, derneklere de, yeterince tabana inmiyorlar. Halbuki 24 saat propaganda ve örgüt çalışması yürütmeli her kurumun yönetimleri, Kürt aydını, siyasetçisi, yurtseveri halkın içinde olmalı ve toplumu örgütlemeli. Demokratik toplum inşası gelişmeli, bürokratik sistem inşası değil. Eğer bu kurumlar topluma gitmenin, toplumu örgütlemenin aracı haline gelirlerse demokratik toplumun ve demokratik ulusu inşanın aracı olurlar. Şimdi bu kurumlar öyle yapmalı, toplumu örgütlemeli. Her şeyden önce özgür ve demokratik yaşam kazanabilmek için, kültürel soykırım rejimini yenebilmek için Demokratik Özerklik çözümünü gerçekleştirebilmek için, bununla birlikte seçimde baraj değil yüzde 30, 40’larda oy alabilmek için bu gerekli. Öyle yapılırsa o düzeyde oy alınır, baraj sorunu olmaz. Bunu açık belirteyim.

Bürokratik, bireyci, üstte kalan, az çalışan, rolünü tam oynamayan duruşlar aşılmalı. Bu tür duruş ve tutumları eleştiriyoruz. Herkes kendi eksikliğini gidererek toplum içine girmeli. Topluma da ben bir şey söylemek istiyorum; bazen karşılaşıyoruz, hep şikayet, yakınma, “partiden bekliyoruz, Önderlikten bekliyoruz, şu bu yapılmıyor” deniliyor. Böyle olmaz. PKK düşüncesiyle donanmış bir insan böyle demez, dememeli. Onu görünce ben şu kanaate ulaştım: Demek ki biz PKK gerçeğini insanlara yetiştirememişiz, doğru ulaştıramamışız, doğru anlatamamışız. Çünkü o anlayış PKK’ye göre değil. Önder Apo’nun düşüncesine göre değil. Önder Apo’nun düşüncesini biraz anlayan bir kişi, bir kadın, bir genç, bir erkek şikayet etmez, oradan buradan beklemez. Yapar, inşa eder, sorumluluk duyar, görev üstlenir ve kendisi yapar. Kimin şikayet etmeye hakkı var! Şikayet etmeden vazgeçilmeli ve eksiklik varsa eleştirmeli, yapmıyorsa kendisi yapmalı, birileri doğruyu yürütmüyorsa doğruyu yürüten olmalı. Bu anlamda eleştiri-özeleştiri mekanizması işlemeli. Üstten olduğu gibi toplumun da bir denetimi olmalı. Doğru yapmayanları eleştirmeli, toplantılara çekmeli, bunun mekanizmalarını oluşturmalı. Demokratik ulus olmak, demokratik toplum kesinlikle böyle katılımcı olmayı gerektiriyor. Bunlar yapılabilir, kesinlikle böyle bir düzeltmeye ihtiyaç var. Bir de seçim öncesinde buna ihtiyaç var. Böyle düzeltilmezse ve topluma dönük yoğun bir propaganda-örgütleme çalışması yürütülmezse seçimde yeterince sonuç almaz. Her şeyden, ittifaklardan önce, demokratik siyaset kendisini toplum içinde örgütlemeli, toplumun tüm kesimlerini harekete geçirmeli. Toplumun bütün kesimlerine göre, onların çıkarlarına göre politika üretmeli, hitap etmeli uygun üslupla, onları katılımcı kılmalı.

‘HER DEVRİM BİR İTTİFAK İŞİDİR’

Bir de birlik önemli. Farklı görüşler, ideolojik eğilimler var ve buradan doğan farklı örgütler oluyor, bunların birliği çok çok önemli. Her devrim bir ittifak işidir. Önder Apo bunu söyledi, bütün toplum bilimciler, siyaset bilimciler böyle söylediler. Şimdi büyük bir özgürlük devrimi yaşanıyor Kürdistan’da. Bu devrim Türkiye’yi demokratik devrime zorluyor. Son dönemlerde bu devrimin kıpırdaması, eğilimleri de var. O halde bir devrime giriyoruz, demokratik devrim süreci gelişiyor. Bu doğru ise, gerçek ise, herkes buna inanıyorsa, böyle bir durum devrimciden, demokrattan, siyasetçiden iki şey ister; bir, halkı örgütlemek, iki, ittifak yapmak. Halkı örgütlemeyen, bir de ittifak yapmayan istediği kadar “ben demokratım, sosyalistim” demesi boş laftır.

İdeolojik eğilim olarak bir birine karşıt olmayanların en geniş siyasi ittifakı geliştirmeleri önemli. “İdeolojik mücadele, politik esneklik” deniliyor. Bu politik esneklik dahilinde siyasi ittifak gerekiyor. Bu nedenle öyle bir demokratik devrimin Türkiye’de gelişmeye başladığı bir dönemde, 2015 seçimine giderken sol, sosyalist, devrimci, demokratik herkes, hatta hangi ideolojik eğilimden olursa olsun gerçek demokratların hepsi mutlaka AKP iktidarı karşısında, yine CHP’nin MHP’nin koltuk değneği olması karşısında bir demokratik seçim ittifakını gerçekleştirmeli. Böyle olmazsa nasıl siyaset yapabilir sol, sosyalist, devrimci güçler? Bu yapılmazsa demokratik siyaset ülke siyasetinde etkili olabilir? Etkili olabilmesi için ittifak yapması, kendini güç haline getirmesi lazım. Kendini güç haline getirmeyip, birlik olmayıp, seçim kazanmayıp da ondan sonra işte AKP’yi eleştirmek, CHP’yi eleştirmek anlamsızdır.

Devrimcilik ve sosyalizm sadece eleştiri işi değil, yapma ve inşa etme işidir. Sadece eleştiriye sıkıştırılmış bir devrimcilik ve sosyalistlik bir sapmadır. O bir aydın eğilimidir. Eleştiri bir aydının tutumudur, siyasetçinin tutumu değil. Siyasetçi, yani devrimci, yani sosyalist hem aydındır, ama aynı zamanda eleştirdiği kadar da inşa eder, kurar, yapar. O halde şimdi kendisi seçimi kazanacak ittifak yapmayıp da ondan sonra “AKP şöyle kötü yönetiyor” demek anlamsız, “CHP-MHP AKP’ye koltuk değneği oluyor” demek anlamsız. Bu eleştirilerin hiçbir değeri yok, sadece çene yoruluyor. Bundan vazgeçmek gerekiyor.

30 Ekimde tehlikeli kararlar aldılar. AKP aynı durumda olursa, büyük olasılıkla o kararları uygulamaya çalışacak. 2015 seçiminde demokratik siyaset çok büyük bir güç kazanırsa savaşı önler, barışı ve demokratik siyasi çözümün önünü açar. Eğer böyle olmasa ondan sonrası tehlikelidir. Her türlü savaş olabilir. Demek ki AKP’yi CHP ve MHP ile engelleyemezsin. CHP ve MHP zaten AKP’ye koltuk değneği oluyor. Demokratik güçler de koltuk değneği olamazlar. Hele CHP’ye eğilim göstermek koltuk değneğine yamanmak olur. Bundan uzak durmak olur. Bu bakımdan tüm demokratik güçlerin ittifak görevi var. Ben bu temelde herkesi daha sorumlu davranmaya, gelişmeleri görmeye, 2015 seçimleri için en geniş demokratik seçim ittifakı yapmaya çağırıyorum.

Bunda, ifade ettiniz, elbette ÖDP’ye, EMEP’e önemli sorumluluklar düşüyor. Geçmişten gelen bazı ana devrimci akımların temsilcileri oluyorlar. Onlar bir ittifak yaparlarsa herkes onların etrafında birleşir. Onlar ittifak yapmazlarsa başkaları ittifaka gelemiyor. Bunun için HDP’nin de, ÖDP’nin de, EMEP’in de, benzer örgütlerin öncülük yapma görev ve sorumlulukları var. Bu konuda HDP çaba harcamalı, ön açmalı. Önemli olan demokrasinin kazanmasıdır, bireysel ya da grupsal, partisel kazanmayı öne çıkarmamalı. Paylaşımcı olmalı.

ÖDP ve EMEP’e kritik bir süreçte barış ve demokratik çözümün önünü açmak için, AKP’yi engellemek için seçim ittifakı çağrımız zaten vardı. Birlik olunsun ideolojiden vazgeçilsin, demiyoruz. Aslında HDK’de ittifak olunsaydı, iyiydi. Oradan seçim ittifakı daha kolay olurdu. Ama ÖDP Birleşik Haziran Hareketi mi örgütlüyor, onlarla birlikte, ama gerçekten de demokratik alanda sayılacak herkesi bir seçim ittifakında birleştirebilmek yararlı ve belirleyici olacaktır. Yapmazlarsa tarihsel sorumluluk altında kalacaklar, yaparlarsa demokratik devrimin yaratıcısı olacaklar. Net söyleyebilirim ki, tarih yapacaklar. Eski yaklaşımları aşarak, büyük bir demokratik devrim hamlesinin Türkiye çapında yaratıcısı olmaya, bunu da seçim ittifakı ile başlatmaya çağırıyorum, davet ediyorum?

 Gündemdeki diğer önemli bir konu ise içinde bulunduğumuz 10 günün katliamların yıldönümü olması. Maraş Katliamı’nın, 19 Aralık Katliamı’nın, yine birkaç gün sonra ise 28 Aralık Roboskî Katliamı’nın yıldönümü. Bu katliamlara karşı halklar, Aleviler, devrimciler kendisini nasıl korur?

Bu katliamların hepsi devlet katliamı. Toplum kendisini tanımalı. Sadece Alevi sorunu değil, sadece Kürt sorunu değil, sadece kadın sorunu değil, sadece emekçi sorunu değil. Dikkat ederseniz tek tek herkes katlediliyor. Geçmişte o katliamlar olmuş ama şimdi de her gün kadın katliamı oluyor, işçi katliamı oluyor, bunlar da katliamdır. Kürdistan’da katliamı yaşamamış kasaba yok, neredeyse köy yok. Bunları hep devlet yapıyor. Demek ki toplum örgütlenmez, kendini güç haline getirmez ve devleti sınırlandırmazsa, tüm güç ve yetki devlette olursa bu katliamları yapar. Bundan çıkaracağımız en önemli ders: Örgütlü toplum haline gelmektir. Toplumsallık, toplumun güç haline gelmesi örgütlülükle olur. O halde örgütlenmeli.

Maraş Katliamı, Maraş’tan Alevi Kürtlüğü sürme katliamıydı. Cezaevi Katliamı, cezaevinde F tipini protesto eden, demokratik hak talep eden devrimcinin katliamıydı. Roboskî Katliamı ise Kürt katliamıdır, her yer de yaşanan Kürt katliamlarından bir tanesidir. İçlerinde terörist vardır, diye saldırı emrini verdiler, vahşice Roboski’nin 34 insanını, gencini katlettiler. Güya bir terörist dedikleri bir PKK’li öldürebilmek için neredeyse Kürdistan’ı yakacaklar, toplumun hepsini öldürecekler. Bu ne biçim bir politika, AKP gerçeğini iyi tanıyalım. Bu temelde herkes örgütlenmeli. Bu temelde hem Maraş, Hem 19 Aralık Katliamı’nın, hem de Roboskî Katliamı’nı lanetliyorum. Katledilenlerin tümünü saygıyla, minnetle anıyorum. Maraş halkı demokratik mücadele yürütüyor. Alevi Kürt halkı yurduna, toprağına sahip çıkıyor, kesinlikle çıkmalı. Roboskî halkı ise üç yıldır büyük bir direniş yürüttü. Israrlı oldu, Roboskî Katliamı’nı her yere taşıdı. Onu Kürt halkının direnişiyle birleştirdi. Bugün Roboskî Katliamı’na karşı direniş Şengal’de sürüyor, Kobanê’de sürüyor, Maxmur’da sürüyor. Kürt halkının her yerde yürüttüğü direniş Roboskî Katliamı’nın intikamını alma mücadelesidir. Halkımızın içi ferah olmalı ki, yürütülen direnişle katledilen insanlarımıza, şehitlerimize sahip çıkılıyor. Bu sonuna kadar da böyle olacak. Özgür Kürdistan, demokratik Kürdistan şehitlerimizin kanıyla, adıyla yaratılacak, orada yaşayacaklar. Bu temelde Roboskiî halkının yürüttüğü mücadeleyi selamlıyorum ve hareket olarak sonuna kadar kendileri ile olduğumuzu bir kere daha ifade ediyorum.