Kalkan: Demokratikleşmenin olmadığı yerde ya darbe ya da iç savaş gelişir!

AKP’nin bir yıldır Kürdistan’da yürüttüğü savaşın ve Erdoğan’ın diktatörlük arayışının darbelere zemin hazırladığını söyleyen PKK YK üyesi Duran Kalkan, demokratikleşme olmadığı müddetçe darbe-karşı darbe sarmalının süreceğine işaret etti.

Kalkan, darbe girişimindeki sertliğin altında Kürdistan’daki savaş suçlarının yarattığı sendromun olduğunu söyledi. AKP’nin mevcut politikalarının Türkiye’yi hızla bir iç savaşa götürdüğüne dikkat çeken Kalkan, “Fetullah’a mı Erdoğan mı! Al birisini vur ötekine! Bir birlerinden farkları ne?” diye sordu. 

Kalkan, en geniş birliktelikle demokrasi blokunun acilen örgütlendirilmesi gerektiğini ifade ederek, “OHAL ile yine en fazla Kürtlere saldıracaklar. Kürdistan halkının çağrımız, direnişi geliştirme çağrısıdır. 

MED NÛÇE’de Pazartesi akşamı yayınlanan Politik Alan programına katılan PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, gazeteci Ersin Çelik’in sorularını yanıtladı. Türkiye’deki askeri darbe girişimini değerlendiren Duran Kalkan’ın gündeme ilişkin sorulara verdiği yanıtlar şöyle:

20 Temmuz Suruç katliamı, 22 Temmuz ABD-Türkiye anlaşması ve 24 Temmuz 2015 Kürt halkına ve hareketinize dönük kapsamlı saldırılar başladı. Bu saldırıların birinci yılını doldurduğu 15 Temmuz günü Türkiye’de askeri darbe girişimi oldu. Bu girişim bastırılsa da Erdoğan’ın deyimiyle bir ‘karşı darbe’ süreci başlatıldı. Bu darbe girişimine zemin hazırlayan şartları en temel başlıklar olarak nasıl tarif edebilirsiniz? 

Zaten 15 Temmuz darbe girişimi ile 24 Temmuz 2015 topyekun saldırısı arasında kopmaz bağlar var. Bu faşist saldırganlık bu darbenin zeminini hazırladı. Bu vesileyle öncelikle ben 24 Temmuz 2015 topyekun faşist saldırganlığına karşı bir yıldır kahramanca direnen herkesi selamlıyorum. Faşizme karşı yiğitçe bir direniş gösterildi; bu direnişi kutluyorum. Cizre ve Sur şehitlerimiz şahsında bu direnişin kahraman şehitlerini de saygı ve minnetle anıyorum. 

24 TEMMUZ 2015 SALDIRILARININ BİR YILLIK DEĞERLENDİRMESİ

Darbeye zemin hazırlayan etmenlerden birincisi, 24 Temmuz 2015 tarihinde başlatılan topyekun faşist saldırganlıktır. İkicisi ise, bu saldırganlık temelinde Tayyip Erdoğan’ın kişisel diktatörlüğe yönelmesidir. Bu diktatörlük hevesi, girişimi, çabası aslında böyle bir darbeye zemin hazırladı. Sen diktatörlüğe yönelirsen, onun karşısı da darbe olur. Dolayısıyla demokrasisizlik, yani diktatörlüğe yönelme, Türkiye’yi darbe ve diktatörlük sarmalı arasında bıraktı. ‘Hangisini beğenirsen oraya git gel’ oldu. 

24 Temmuz faşist-topyekun saldırganlığının, yine Tayyip Erdoğan’ın ulus-devlet faşizmini esas alarak diktatörlüğe yönelmesinin temel nedeni de Kürt sorunu. Kürt halkının varlığını ve özgürlüğünü kabul etmemesi, dolayısıyla Kürt sorununun çözümüne yönelmemesi, Kürt düşmanlığı yapması; Kürdü ve Kürdistan’ı yok ederek Kürdistan üzerinde bir faşist Türk ulus devlet sistemini yaratma çabası; dolayısıyla bu 93 yıldır Lozan’la birlikte, bu devletin kuruluşundan itibaren öngörülen bir politika oluyor. Şimdi birçok çevre de söylüyor. AKP’lilerin kendileri de söylüyorlar; ‘sistemden kaynaklı’ diyorlar. İçişleri bakanı da o gün ‘sistem darbe üretiyor’ diyordu. Doğru. Neden? Çünkü faşist diktatörlük de ondan; askeri diktatörlük de ondan. Bu diktatörlük olmasının temel nedeni de başta Kürtler olmak üzere çeşitli toplulukların, halkların ezilenlerin, kadınların, özgürlüklerini kabul etmemesi, yani demokratik olmamasıdır. 

Demokrasizlik bu sistemin darbe üretmesini ortaya çıkarıyor; diktatörlük olması darbe üretmesini ortaya çıkarıyor. Yani demokrasinin olduğu yerde darbe olmaz. Demokrasi, sorunları siyasetle, konuşarak, bilimle çözer. Demokrasinin olmadığı yerde, diktatörlüğe yöneldiği her yerde de darbe olur. Çünkü diktatörlükler darbelerle gerçekleşir. Nitekim Tayyip Erdoğan da 24 Temmuz faşist saldırganlığıyla birlikte kendisine karşı darbeler yapıldığını değerlendirerek hep karşı sivil darbeler yapmayı öngördü. 7 Haziran 2015 seçim sonuçlarına darbe yaptı; 1 Kasım’ı, bir darbeyle hükümeti gasp etme olarak geliştirdi. 

SİVİL FAŞİST DARBEYE KARŞI ASKERİ FAŞİST DARBE GİRİŞİMİ OLUYOR

Şimdi sivil-faşist darbeye karşı askeri-faşist darbe girişimi oluyor. Dolayısıyla kendisi de bunu biliyor; açık söyledi de Tayyip Erdoğan. Bizzat, ‘darbe yapmak istediler; darbecileri karşı darbeyle bastırdık’ dedi. Yani kendisinin yaptığının da bir darbe olduğunu söylüyor. Dolayısıyla bu zemini, işte bu diktatörlük hazırladı. Diktatörlüğün temelinde de Kürt sorunun çözümsüzlüğü vardır; Kürt halkının varlığını ve demokratik haklarını kabul etmeme vardır. 

Türkiye başta Kürtler olmak üzere tüm halkların, ezilenlerin, çeşitli toplumsal kesimlerin varlıklarını, demokratik haklarını kabul etmedikçe, böyle bir gerçek demokratikleşmeyi yaşamadıkça, her zaman diktatörlük olacak. Şu veya bu biçimde; askeri diktatörlük veya sivil diktatörlük; ne olursa olsun mutlaka diktatörlük olacak. Diktatörlük olduğu her zaman da her türlü darbeye açık olacaktır. Bu, askeri darbe olur, sivil darbe olur; muhtıra olur hükümete el koymak olur; çatışmalı olur, çatışmasız olur. Bu bakımdan da her zaman siyaset darbelerle yürür. Darbe ve karşı darbe sarmalı arasında sürer gider. 

Bu konuda aslında bir somut 17-25 Aralık girişimleri de var. Şimdi bu darbe girişimini Fethullahçıların yaptığı söyleniyor; o zaman da Fethullahçıların bir darbe girişiminin olduğu söylenmişti; buna AKP ve Erdoğan karşı darbeyle karşılık vermişti. Karşı darbeyle bastırmıştı. Ondan sonra Kürt sorununun çözümü için Önder Apo darbenin zemininin ortadan kalkması için İmralı’da yoğun bir çaba harcadı. Uyardı ve şunu söyledi: “Kürt sorununun çözümü, dolayısıyla demokratikleşme olmazsa, Türkiye darbe mekaniğine girer, darbeler ve karşı darbeler altında bütün potansiyelini yok eder, eritir. Bu güzel ülkenin imkanları gider, halkların geleceği karartılır” dedi. Ve böyle olmaması için de Kürt sorununun çözümünde müzakere önerdi. Müzakerelere geçmek üzere 28 Şubat Dolmabahçe Mutabakatı açıklandı. O zaman da şunu ifade etti: “Eğer bu olmazsa darbe olur. Darbeler de ne getirir, ne götürür; kime zarar verir; hiç belli olmaz.”

Nitekim Önder Apo’nun ifade ettikleri oldu. Bu uyarılar dinlenseydi, dolayısıyla darbenin zeminini ortadan kaldırmak için yürütülen demokratikleşme çabalarının önü kapatılmasıydı bugünlere gelinmezdi...

Sayın Öcalan’ın bu öngörüsünü açıkladığı dönem herkes Türkiye’de darbeler döneminin kapandığının söylüyordu...

Herkes öyle diyordu. “Artık darbeler dönemi kapanmıştır, 21. yüzyıl demokrasi yüzyılıdır; artık Türkiye’de darbe olmaz” deniyordu. AKP iddia ediyordu, “Türkiye artık bir demokrasi ülkesi oldu; OHAL’i ben kaldırdım, askeri vesayeti ben yok ettim. Demokrasiyi geliştirdim!” Bütün bunları AKP’nin kendisi de söylüyordu. 

PKK HER TÜRLÜ DARBEYE KARŞIDIR

Fakat bir yandan da Tayyip Erdoğan hep korkuyla yaşıyordu. Mesela ikide bir Mursi’yi örnek gösteriyordu; Darbe zeminini kuruttuğu yönünde propaganda yapıyordu ama öyle olmadığını biliyordu ve onun korkusunu hep yaşadı. O korkuyla bugün de yürüyor. Böyle bir korkuyla yaşamak yerine demokratikleş, senin de korkuların gitsin; toplumun da geleceği garanti altına alınsın. Ama bunu yapmadılar. 

Biz elbette her türlü darbeye karşıyız. 12 Eylül Faşist-Askeri Darbesi’ne karşı en büyük savaşı, en tutarlı savaşı, darbeyi yenilgiye götüren savaşı PKK verdi, PKK öncülüğündeki Kürt halkı verdi. 17-25 Aralık 2013 girişim ve olayları olduğunda Önder Apo şunu söyledi: “Kimse bizim ateşe benzin dökeceğimizi beklememeli.” Yani bu tür yollarla, darbe girişimleriyle, ortalığı karıştırmaya çalışan iktidar olmaya çalışanlara ‘evet’ diyeceğimizi, onlara destek vereceğimizi beklememeli dedi. 

Yine Ergenekonculuk, bilmem, şu bu adı altında yürütülen iç çatışmaların hepsine karşı en net tutumu Önder Apo gösterdi. Bunların sonuç vermeyecek bir iç çatışma olduğunu, iktidar kavgası olduğunu, hilelere dayandığını, bu tür girişimlerin Türkiye’ye hiçbir faydası olmayacağını söyledi ve buna karşı hep Hakikatleri Araştırma Komisyonu’nun kurulmasını, geçmişle yüzleşilmesini, istedi. Bu bakımdan mevcut askeri darbe girişimlerine de, sivil darbe girişimlerine de hareket olarak karşıyız. Dün Tayyip Erdoğan’ın sivil-faşist darbe girişimlerine de karşı olduk; karşı darbe girişimlerine karşı da Türkiye’nin demokratikleşmesini savunduk. 

15 Temmuz Askeri Darbe girişimine karşı da olduk. Darbelere karşıyız. Fakat şimdi bazıları “36 yıldır ilk defa bir darbeye teşebbüs oluyor” diyor. Öyle değil. Evet, bu biçimde bir askeri darbe girişimi 12 Eylül’den sonra ilk defa oluyor ama darbe demek askeri darbe değildir; sivil darbe girişimleri de var. Yani ‘90’lı yıllarda da, 2000’li yıllarda da çok sayıda darbe ve karşı darbe oldu. Diktatörlük ve demokratikleşememe sürekli darbe üretiyor. Gerçekten de bir darbe mekaniği işliyor. Karşılıklı siyaset böyle yürüyor. Bu noktada tabi AKP’nin karşı darbesine de karşıyız. 

Bu darbeyi AKP’nin, Erdoğan yönetiminin demokratik siyasetinin önünü açmaması, tersine daha fazla diktatörlüğe yönelmesi, işte Davutoğlu hükümetini görevden alma, partiyi denetim altına alma, meclisi denetim altına alma, yargıyı denetim altına alma temelindeki tek adam diktatörlüğüne yönelmesi, bu darbenin zeminini oluşturdu; fitilini ateşledi. Bu diktatörlük bu darbeyi yarattı. Dolayısıyla darbeye karşı çıkmak için onu yaratan zemine de karşı olmak lazım. 15 Temmuz’a karşı olanlar, onu yaratan zemine karşı değillerse, o 15 Temmuz darbesine karşı olmaları tutarlı değildir. Diğeri ise askeri darbe girişimine karşı ol, sivil darbe girişimine karşı olma! Fethullahçının darbesine karşı çık, Erdoğan’ın darbesine karşı çıkma, o darbeden yana ol! Böyle de olmaz. Darbeye karşıysan, bütün darbelere karşı olacaksın. 

15 TEMMUZ KURGULANMIŞMIYDI? 

Erdoğan daha önce kendi konumunu da içine katarak “fiili durumun yasallaştırılması gerektiğini” söylüyordu. Şimdi bu ‘karşı darbe’ süreciyle böyle bir yönelim içinde olmaları da dikkat çekici değil mi?

Evet. Öyle diyenler de var. Bu, aşırı bir kurgu oluyor. Komplo teorisi deniliyor, buna. Bu tür kurgu yapanlar da var. Aslında birçok yönüyle de uyuşmuyor değil. Yani Tayyip Erdoğan fiilen ortaya çıkardığı durumu yasallaştırabilmek için gerekli zemini yaratmak üzere bunları kurguladı diyorlar. Kendisi de ‘öyle yapmadım’ demedi. Sadece “vicdanım var, bu kadar insanın ölümüne yol açamazdım” diyordu. Fakat askeri darbe girişimine karşı yönelimleri, birçok insanda aynı şeyi uyandırıyor. Sanki kurgulanmış, hazırlanmış bir şey var; onları yaratacak, uygulayacak bir zemin arıyorlar gibi. 

İşte bu zemini de 15 Temmuz darbe girişimi yarattı gibi. Evet, 15 Temmuz gecesi yaşananlar da sertti. Bunlar birer gerçek. Türkiye’de askeri darbe girişimleri çok oldu. Sert darbeler de oldu; idamlara kadar da gitti. Ama meclisin bombalandığı, cumhurbaşkanlığının bombalandığı, MİT gibi, emniyet gibi merkezlerin bombalandığı, silahlı çatışmanın bu düzeyde yürüdüğü bir darbe girişimi ilk defa oldu...

Bu sertliğe neden olan öfkeyi neye bağlıyorsunuz?

Bu da Tayyip Erdoğan’ın izlediği politikaların sonucudur.

Ama darbe girişimine katılan güçler aynı zamanda Kürdistan’daki savaşa da katılan güçler. Geçtiğimiz bir yıl içerisinde, örneğin cinnet geçiren askerler denildi, psikolojik tedavi gören polislerden bahsedildi. Bu sertliğin bu cinnet haliyle ilişkisi olamaz mı?

Nusaybin sendromunu da unutmayalım. Psikolojik bozukluk var. 24 Temmuz 2015’te başlatılan topyekun faşist özel savaş saldırganlığı, bu saldırı içinde olanlarda ruh bırakmadı, psikoloji bırakmadı. Bazı kasetler basına yansıdı. İçki-uyuşturucu içiyorlar, ayyaşlar, ‘şu da gelsin, bu da gelsin’ diyorlar. Bir kısmını uyuşturucuyla ayakta tutuyorlar ve saldırıya götürüyorlar. 

ERDOĞAN VE DAVUTOĞLU SUÇ İŞLETTİ

Yani Erdoğan ve Davutoğlu bir yıldır bazı çevrelere o kadar insanlık suçu işletti ki, psikolojik bozukluklar yarattı. Gerçekten de Türk ordusunda, polisinde bir Kürdistan sendromu var. Nusaybin sendromu dediler; toplu psikolojik tedavi gündeme getirdiler. Bunun yarattığı öfke var, tepki var, psikolojik bozukluklar var. Yarım saat önce ‘komutanım’ dediklerine nasıl öfkeyle saldırıyor, boğmaya geliyor. Şimdi bu insanlar Kürdü birlikte katlediyorlardı. 

Şunu söylemek lazım: Sen Kürt kentine orduyu, tankı sürersen, Kürt halkının kadınlarının, gençlerinin, çocuklarının katledilmesine, sokakta aylarca cenazelerinin kalmasına, cenazelerinin çiğnenmesine izin verirsen; Kürdü bu biçimde soykırımdan geçiren döner, sana da yapar... 

Kürdün ahı mı tuttu?

Tabi Kürt halkı, kadınları, ‘Erdoğan, inşallah senin de başına gelir!’ dediler; başına geldi. Şimdi diyebilir ki, bak ben güçlü çıktım ama tir tir titreyerek yaşıyor...

Erdoğan gerçekten bu süreçte güçlendi mi? Böyle bir iddiayla nasıl bir algı oluşturulmak isteniyor?

Hayır; mümkün değil. Evet, bu darbe bastırıldı, ama AKP’ye karşı gerçekten de bir darbe oldu. Psikolojik oldu, ruhsal oldu, siyasi oldu; toplumsal oldu. Herkes gördü ki, Erdoğan’ın politikalarına, o devleti yönetenler içerisinde devletin direği, en temel gücü denilen askerler içerisinde karşı olanlar var. Şimdi diyorlar, “asker elbisesi içine girmiş caniler bunlar.” Hayır! Dün aynı güçler Kürdü katlederken kahramandılar! Cizre’de kahramandılar, Sur’da kahramandılar, Gever’de kahramandılar, Nusaybin’i yakıp yıkarken kahramandılar! Şimdi ise birden bire nasıl cani oldular! Kim inanır buna. 

Erdoğan iktidarının dayandığı zemin dağıldı. Herkes şunu gördü: Bu TC Devleti denen sistem, tutarlı ve doğru bir sistem değil. Topluma özgürlük ve demokrasi vermiyor. Yeni bir sistem lazım. Şimdi darbeciler sıkıyönetim ilan ederek eski sistemi korumaya çalışacaklardı; şimdi Tayyip Erdoğan olağanüstü hal ilan ederek eski sistemi korumaya çalışıyor. Yani özünde askeri darbe girişimcileriyle AKP arasında ciddi bir fark yok. Farkları sadece sen mi iktidar olacaksın, ben mi iktidar olacağım, farkıdır. 

O da darbeci, bu da darbeci; o da diktatör, bu da diktatör! O sıkıyönetim ilan ediyor, bu olağanüstü hal ilan ediyor. Zaten AKP bir faşist polis devleti, terör devleti kurmuş durumda. Dolayısıyla bu da Kürde düşman, o da düşman. Kürt katliamını birlikte yaptılar. Hala da yapıyorlar. Yani şimdi iki benzerin iktidar çatışmasını topluma karşıtlık diye yutturmaya çalışıyorlar.

Toplum buna mecbur mu? Toplumun sıkı yönetim ile OHAL arasında sıkıştırılmaya mahkûm mü?

Değil ama toplumun, bilinci ve örgütlülüğü dağıtılmış. PKK, Osmanlı’nın son dönemlerinde uygulanan politikalarla da Kürt insanında ve toplumunda yaratılan psikolojik, ruhsal, zihinsel, kültürel değişiklikleri inceliyor. Yani toplumun toplum olmaktan çıkartılması, kendine gelecek öngöremez duruma getirilmesi, köleliğin en alt seviyesine düşürülmesi değerlendirmeleri var. Şimdi benzer biçimde 93 yıldır izlenen TC politikaları, Türkiye’ye 200 yıldır Avrupa kapitalizmi tarafından dayatılan şoven, dar, faşist milliyetçiliğin yarattığı bir ruhsal, psikolojik ve zihinsel zehirlenme var. 

ERDOĞAN FAŞİST DEVLET YAPISINI TEMSİL EDİYOR

Erdoğan Osmanlı’ya dönüyor; Osmanlı’yı geliştiriyor. Erdoğan Osmanlı değil, aslında Kürdü inkar eden tekçi ulus-devlet faşizmi olarak ortaya çıkan devlet yapısını en iyi temsil eden kişilik Tayyip Erdoğan’dır. Kendisini Osmanlı padişahlarına benzetmesine hiç gerek yok. Benzemiyor çünkü. Osmanlı padişahları Erdoğan’ın siyasetini izlemediler. Zihinleri de öyle değildi. 

Son dönem Avrupa kapitalizminin ve milliyetçiliğinin etkisinde izlenen politikalar öncesindeki politikaların, şu an Tayyip Erdoğan’ın izlediği politikalar olduğunu kimse söyleyemez. Kürtlere karşı böyle yaklaşmadılar; diğer halklara, çeşitli topluluklara böyle yaklaşmadılar. Osmanlı sistemi, ulus-devlet faşizmi değildi yani. Ama 19. Yüzyılın sonunda, 20. Yüzyılın başında böyle bir rotaya girdiler. Bir milliyetçilik zehri girdi. Bu zehir diğer halkların soykırımı üzerinden oluştu. Türk uluslaşmasını diğer halkların soykırımı, katliamı üzerinde yapıyorlar. Ya fiziki katliam, ya kültürel katliam; asimilasyon ve kültürel soykırım. 

Şunu söylemek istiyorum: Bu zihniyetin ve psikolojinin yarattığı bir birey ve toplum bozulması vardır. Yaptıkları Hitler’in yaptıklarına benziyor. Yani sokaklara insanlar dökülünce demokrasi olsaydı, en büyük demokrat Hitler olurdu. Hitler kadar insanları sokağa döken olmadı. Sokaktaki insanın gücüne dayanıyorum, diyerek iktidar olan olmadı. Hitler’i iyi inceleyelim. Erdoğan ne kadar inceliyor bilemiyoruz ama yaptıklarını demokrasi sanıyor; öyle değildir yani. Yani Hitler’i, Mussolini’yi iyi incelesin; benzerliklerini fazlasıyla görecek. 

AKP TOPLUMUN GELECEĞİNİ KARARTIYOR

Toplum böyle alıklaştırılıyor; düşünceden uzak kılınıyor. Sanki AKP’nin diktatörlüğü, faşist darbesi, kendilerini kurtarıyormuş gibi bir anlayışa kaptırıyor. Oysa AKP toplumun geleceğini karartıyor; zehirliyor. Türkiye’yi sürekli bir iç savaşa ve yıkıma götürüyor. Toplum üzerinde sürekli baskı, terör, diktatörlük, işkence olarak ortaya çıkıyor. 

AKP’nin propaganda ettiği gibi Türk’ü yok etmek isteyen bir dünya yok. Rehabilite edilmesi gereken bir toplum ortaya çıkarılıyor. GATA, Kürt soykırımına sürülen komutan ve askerlerin rehabilite edildiği bir hastanedir. Şimdi sivil GATA’lar kuruluyor; daha fazla da kurulacağa benziyor. Gidişat budur ve bu anlamda tehlikelidir. Bunu herkes görmeli. 

Özellikle bu konuda Türkiye’nin aydınlarına, sanatçılarına, siyasetçilerine, STK’lerine, kadın ve gençlik örgütlerine büyük bir görev ve sorumluluk düşüyor. Toplumu doğru eğitmek, doğru bilinçlendirmek gerekiyor. Topluma doğruları taşımak için cesur olmak, örgütlü olmak, mücadeleci olmak kesinlikle gerekli. Bu gidişat gidişat değildir. 

Darbe girişimi sonrası mecliste grubu bulunan 4 parti ortak bildiri yayınladı. Sonrasında gözaltı-tutuklama furyasının yanında on binlerce memur, bürokrat, hakim-savcı görevden uzaklaştırıldı. AKP’nin devleti yeniden dizayn etmek istediği belirtiliyor. Bu çabaya ilişkin neler söyleyebilirsiniz?

Evet. AKP’den 15 Temmuz nedenini ortadan kaldıracak bir düşünce ve politik yönelim beklenirdi. Ama Erdoğan ulus-devlet faşizmini herkesin gözüne sokarcasına savunuyor. Bazıları da buna ‘doğru’ diyor. Sen ‘tek tek’ dersen, öbürü de ‘tek’ der. O da kavga etkenidir. “Güç bende, ezerim öbürünü” dersen, yarın güçlü olan da seni ezer. Gücün ezdiği bir sistemden çıkış olmaz. 

DARBEYİ SADECE ERDOĞAN VE AKP ENGELLEMEDİ

Askeri darbe girişimi, sadece AKP iktidarını hedeflemedi. Toplum böyle algılamadı mesela. Toplumun varlığını hedefledi. Türkiye toplumunun özgür geleceğini hedefledi. Bu nedenle toplum birlikte karşı çıktı. Yani darbeyi sadece Erdoğan ve AKP engellemedi. 4 parti bir oldu tabii; meclise girdi; bütün halk sokakta birlik oldular. Demokrasiyi, demokratik siyaseti korumak, askeri darbeye karşı olmak için birlikte karşı duruldu ve darbeciler birlik temelinde başarısız kılındılar. 

Darbeye de böyle bir bütünlük içinde karşı çıkıldı. Ama darbeden sonra biraz ayakları yer tutunca Erdoğan’ın yönelimi karşı darbe oldu...

Halen kimin darbeci kimin olmadığı bir ortamda MGK toplandı, hükümete olağanüstü hal kararı aldırdı. Şimdi de topluma bir karşı darbe dayatılıyor. Yani o asker darbesi idiyse, bu polis darbesidir. Sivil darbedir. Yani olağanüstü hal ilanının hiçbir biçimde meşruiyeti yoktur. 

15 Temmuz askeri darbe girişimine karşı çıkan güçler gündeme olağanüstü hal gelince birliklerini bozdular. Partiler arasında da olağanüstü hale AKP ve MHP milletvekilleri evet dediler; HDP ve CHP karşı çıktı. Sokakta da karşı çıkıyorlar. Bütün STK’ler askeri darbe girişimine karşı dururken darbeden sonra AKP’nin sonuçları tek başına bir AKP devleti kurmak üzere harekete geçti. 

İkinci cumhuriyet olarak bir AKP devleti kurmaya yöneliyorlar. Bu da yeni bir çatışma gündeme getirdi. Bu nedenle 15 Temmuz darbe girişiminin zemini diktatörlüktür; darbe girişimine karşı çıkmanın tek yolu da demokratikleşmedir. Demokrasi gelişirse darbeye karşı çıkılır. 

KENAN EVREN DÖNEMİ GİBİ…

Askeri darbe girişimcileri başarılı olsalar sonrasında sıkıyönetim ilan edeceklerdi. AKP başarılı oldu; olağanüstü hal ilan etti. Olağanüstü hal sıkıyönetimden daha az sert yönetim değildir. Bir de AKP olağanüstü hali kaldırdığıyla övünüyordu. Şimdi 13-14 yıl sonra olağanüstü hali bütün Türkiye’ye getirdi. Önce sadece Kürdistan’daydı; şimdi bütün Türkiye’ye getirdiler. 

Bu tıpkı Kenan Evren’in yaptığı gibi bir şey. Size tarihçe de vereyim. 1978’in Aralık sonunda Maraş katliamı oldu. 79’un başında Kürdistan’da sıkıyönetim ilan ettiler. Ondan sonra 12 Eylül 1980’deyse bütün sıkıyönetimi Türkiye’nin hepsine yaydılar. Şimdi 20 Temmuz’da Suruç katliamı oldu; 24 Temmuz’da topyekun özel savaş saldırısı başladı; bir yıl Kürdistan’da savaş oldu. Şimdi 24 Temmuz saldırısının birinci yıldönümünde olağanüstü hal ilan ediliyor. Bu şu anlama geliyor: Kürdistan’da bir yıldır uygulanan savaş tüm Türkiye’ye yayılıyor. 

Maraş katliamı, sıkıyönetimler ve askeri darbeyi Kenan Evren yapmıştı ve “2. Cumhuriyeti başlatıyoruz” dedi. Suruç katliamı ve 24 Temmuz saldırısını da Erdoğan örgütledi. Şimdi olağanüstü hali de Erdoğan örgütlüyor. Bütün bunlar birbirlerine benzerlik arz ediyor. 

AKP, bir yıldır Cizre’de, Sur’da, Lice’de, Gever’de, Nusaybin’de, Şırnak’ta, Kürdistan kentlerinde uyguladığı baskıyı, terörü, katliamı, şimdi bütün Türkiye’ye yayıyor; bir katliam ve soykırım üzerinden kendi iktidarını egemenliğini uzatacak, sürdürecek bir sonuç ortaya çıkartmak istiyor. Bu yani Türkiye’ye çok şey kaybettirir. Bu da Türkiye’yi büyük bir çıkmaz, iç çatışma, çürütmeye götürür. 

Erdoğan yönetiminin içine girdiği süreç, yapmak istediği Türkiye’ye her şeyini kaybettirir. Kendi iktidarı uğruna, tekçi iktidarı uğruna Türkiye’nin bütün geleceğini karartıyor. Bunu herkes görmeli. Bu bakımdan da olağanüstü hale herkes karşı çıkmalı. AKP içerisinde, AKP yakınında olan güçler de karşı çıkmalılar. Yani iktidardan birkaç ay beslenme karşılığında yarınını karartacak bir anlayışın ve tutumun içinde hiç kimse olmamalı. Bugünü kurtarıyorum sanır ama yarın daha fazla kendileri düşecekler. Böyle bir rejim, sistem, sahibine de, sahibinin yamakçısına da kesinlikle fayda getirmez. 

ERDOĞAN TEK KİŞİ YÖNETİMİ KURDU

Artık yönetim Tayyip Erdoğan’ın elinde. Fiilen başkan değil; tek kişi yönetimi kurdu. Buna diktatörlük diyorlar. Şu an Türkiye’de şu geçerli olacak: Erdoğan’a karşı mı değil mi? Bu da sana karşıydı; tut hapse koy! Bu da sana karşı; tut işkenceye al.. Tam bir hafiye sistemi. Birbirini ihbar etme, jurnalcilik sistemi kuruluyor. Toplum birbirini ihbar eden toplum haline getirilecek. Kendisi korku içerisinde; toplum içerisinde gerçekten de bir güvensizlik, itirafçılık, nasıl diyelim ihbarcılık gelişiyor. Böyle bir AKP toplumu oluşabilir ama bu kesinlikle toplumun bitirilmesidir.