Kalkan 15 Şubat ve refedandumu değerlendirdi: Önder Apo bizden zafer istiyor

'15 Şubat komplosu Kürt toplumuna karşı soykırım saldırısıdır' diyen Kalkan, 'Referandum, Erdoğan- Bahçeli faşizminin yıkıldığı bir mücadele sürecine dönüştürülebilir' tespitinde bulundu.

15 Şubat uluslararası komplosunun 18. yıl dönümünü değerlendiren PKK YK üyesi Duran Kalkan, “Biz hareket ve halk olarak ‘artık yeter’ diyoruz. 18 yıl geçti ve Önder Apo tarihin en büyük tecridi ve baskısı altında tutuluyor. Onun şahsında Kürt halkı büyük bir baskı altında tutuluyor. Artık Kürt toplumu bu biçimde yaşamayı kesinlikle kabul etmeyecektir” diye konuştu. 15 Şubat komplosunu devam ettiren baş gücün ‘AKP-MHP faşizmi’ olduğuna söyleyen Kalkan, “Bu faşizmle mücadele ederken referandum da bir mücadele alanı olarak önem kazanıyor. Referandum, Erdoğan- Bahçeli faşizminin yıkıldığı bir mücadele sürecine dönüştürülebilir” dedi. ‘Hayır’ denilirse eskiye ‘evet’ denmiş olduğu yönündeki yorumların demagoji olduğunu ifade eden Kalkan, bu anayasa değişikliğine ‘hayır’ demenin, 12 Eylül faşist diktatörlüğüne ve anayasasına ‘hayır’ demek olduğuna dikkat çekti.

PKK Yürütme Komitesi üyesi Duran Kalkan News Channel TV’de yayınlanan özel bir programın konuğu oldu. Programda gazeteci Derviş Eren’in sorularını yanıtlayan Kalkan, gündemdeki gelişmelere ilişkin önemli açıklamalarda bulundu. Kalkan’ın açıklamaları şöyle;

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a karşı geliştirilen uluslararası komplo 18 yılı geride bıraktı. Uluslararası komplo, Kürdistan ve Avrupa’da yaygın eylemselliklerle protesto edilmekte. Komployu gerçekleştiren güçler ve komplo karşısında direnenler açısından, komplonun geldiği düzeyi nasıl değerlendirebilirsiniz?

Öncelikle, Kürt halkının ‘kara gün’ dediği, Önder Apo’nun “Kürt soykırım günü” olarak tanımladığı 15 Şubat uluslararası komplo saldırısını lanetliyorum. Tarihin en büyük işkencesine karşı direndiği gibi, 18 yıl içerisinde tüm ezilenleri aydınlatan, onlara kurtuluş ve özgürlük yolunu gösteren, kendisini özgürlük önderi haline getiren Önder Apo’yu selamlıyorum. Uluslararası komploya karşı “Güneşimizi Karartamazsınız” şiarı temelinde kendisini ateş topu yapan, bu temelde Önderliğe siper olan, Önderlik ve halk gerçeğimizi, özgür geleceğimizi savunan kahraman şehitlerimizi Taylan (Ahmet Yıldırım) şahsında saygı ve minnetle anıyorum. 18 yıldır uluslararası komployu boşa çıkartmak, Kürt soykırımını önlemek, yenilgiye uğratmak, Kürdistan özgürlük devrimini başarmak; bu temelde Önderlik çizgisinde yürüyerek, Önderlik ve halk gerçeğimizi savunmak için kendini feda etmiş binlerce kahraman şehidimizi saygı ve minnetle anıyorum. Amaçlarını başarma sözümüzü yineliyorum.

’15 ŞUBAT SOYKIRIM SALDIRISIDIR’

Geçen 18 yılda uluslararası komplo defalarca yenilgiye uğratıldı, boşa çıkartıldı. Komplo Önder Apo şahsında Kürt soykırımını başarıya götürme, Kürt halkını katliam ve soykırımlara tabi tutma saldırısıydı. İmha ve inkar sisteminin, Kürt toplumunu Önderlik şahsında imha etme saldırısıydı. Çünkü toplumun iradesi Önderlikte somutlaşmış, Önder Apo gerçeğinde kendini özgürce ifade eder hale gelmişti. Topluma dayatılan soykırımı başarıya götürmek için Önder Apo’nun imhasını hedef almışlardı. Önder Apo’nun imhasına dayalı olarak özgürlük hareketimiz PKK’yi imha ve tasfiyeye uğratmayı, buna dayanarak da Kürt soykırımı başarıya götürmeyi hedefliyorlardı. Komplocu güçlerin amaçları ve stratejileri buydu. Bu yönüyle bir soykırım saldırısıydı. Dolayısıyla 15 Şubat’ın bir “Kürt soykırım günü” olarak tanımlanması doğrudur. Bu soykırımın stratejisi 15 Şubat’ta Önderliğin imhası şahsında soykırımı gerçekleştirmeyi hedefliyordu.

Aslında komplo sadece Önder APO şahsında olan bir durum da değildir. Bu imha ve inkarcı cumhuriyet kurulduktan sonra Kürtlerin itirazına karşı da aynı şey yapıldı. İlk itiraz Amed çevresinde oldu ki bu, Şeyh Sait direnişi olarak tanımlanıyor. Şeyh Sait aslında 29 Haziran’da asılmadı. Şeyh Sait propaganda yürütüyor, topluma yurtseverlik görevlerini anlatıyor, böylece toplumu etkiliyordu. Arkasından gelen katliam ve soykırımların önünü açmak üzere Şeyh Sait’i erkenden direnişe teşvik ettiler. Aslında Şeyh Sait’in katliamı imhası, idamı 13-15 Şubat’ta kararlaştırılıp uygulamaya konuldu. Gerisi başlatılan sürecin tamamlanması oldu. Şu anlaşılıyor; soykırım rejiminin yurtsever hareketlere, Kürt ulusal demokratik hareketine ve direnişine karşı yöntemi aynı ve zamanlaması da aynı olmuştur. Bütün bunları birlikte ele alarak Önder Apo komployu 15 Şubat 1925’te verilmiş bir karar olarak ele alıp tanımladı. Ondan bu yana geçen bütün süreci “Kürt soykırım süreci” olarak tanımladı.

Bu soykırım sürecine karşı direnişte en büyük güç olarak 1970’lerin ortasından itibaren PKK gelişti. PKK soykırım rejimini yenilgiye uğratıp yerle bir edecek, Kürt halkının varlık ve özgürlük mücadelesini yenilgiye uğratacak bir güç konumuna gelince, Kürt soykırımını düzenleyen bütün küresel kapitalist hegemon güçler, Kürt varlık ve özgürlük mücadelesini başarısını önleyerek, Kürt soykırımını tamamlamak istediler. Bunun gerçekleşmesinin yol ve yöntemi olarak da bu mücadelenin önderliğine, tıpkı 15 Şubat 1925’te olduğu gibi, saldırmayı öngördüler. Önder Apo’ya da 9 Ekim 1998’den itibaren komplocu saldırı başlattılar. 1-15 Şubat arasında ise zaten tümüyle tıpkı Amed’te Şeyh Sait ve arkadaşlarına dayatılana benzer bir saldırıyı uluslararası düzeyde, dünyanın en büyük küresel kovuşturması biçiminde yürüterek üzerine gittiler. 15 Şubat komplosu da böyle ortaya çıktı.

18 yıldır Önder Apo’ya dönük imha ve tasfiye yürütülmek isteniyor. Halbuki bir anda imha etme hedefleri vardı. Bu anlamda başarısız kaldılar. Defalarca uluslararası komplo planlamaları boşa çıkartıldı, planlı saldırılar yenilgiye uğratıldı. Komplocu güçlerin birlik ve ittifakı dağıtıldı. Her ne kadar sömürgeci, soykırımcı güçler hala komployu yürütmede, Kürt soykırımını gerçekleştirmede ısrarlı bir tutum içinde olsalar da komployu esas planlayarak yürüten güçler eskisi gibi sıkı ittifak durumunda değiller. Zihniyet ve politika olarak 18 yıl önce yürüttükleri komplodaki zihniyet ve politikaları yürütemez duruma düşmüşlerdir.

Bu anlamda birçok komplocu güç, artık başarısız kılınmış, komployu yürütemez duruma düşürülmüştür. Fakat hala AKP-MHP faşizmi gibi faşist soykırımcı zihniyet ve siyaset komployu sürdürmekte, dolayısıyla Kürt soykırımını gerçekleştirmede ısrar etmektedir. Türkiye’nin tüm imkanları da bu ısrara feda edilmektedir.

Komploya karşı mücadele eden güçler açısından da şunlar söylenebilir; halk 18 yıl boyunca kahramanca direndi, Önder Apo’ya daha çok sahip çıktı. Önder Apo’nun ruhunda, duygusunda, düşüncesinde, yaşamında ve varlığında Kürt halkı kendi varlığını ve özgürlüğünü gördü. Böylece Önderliği daha iyi tanıdı ve ona daha çok bağlandı. Önderliğin özgürlüğü için daha çok örgütlendi ve mücadele etti. 18 yıl boyunca dört parça Kürdistan’da ve yurt dışında tarihin en büyük halk direnişi gerçekleşti. Bugün DAİŞ faşizmine karşı, AKP-MHP faşizme karşı ayakta kalan, Ortadoğu halklarına ve özgür insanlığa özgürlük umudu olan kesinlikle bu büyük mücadele ruhu, birikimi ve gerçeğidir.

‘ÖNDER APO BİZDEN ZAFER İSTİYOR’

Önder Apo 18 yıldır tarihin en büyük baskı, işkence ve direnişine karşı direniyor; insanüstü bir duruşla ayakta kalıyor. Halkları, tüm ezilenleri özgürlük için mücadeleye, bilinçlendirme ve örgütlenmeye teşvik ediyor. Onlara özgürlüğün yolunu gösteriyor. Hareket ve halk olarak bize, bütün devrimci-demokratik, sosyalist güçlere özgürlük ve demokrasi için mücadele etme imkanı ve fırsatı yaratıyor. Ve şimdi Önder Apo bizden başarı ve zafer istiyor. Uluslararası komployu tümden yenilgiye uğratmayı istiyor. Biz de bunu görüyor ve anlıyoruz.

19. yıla girerken komployu tümden yenilgiye uğratma, Kürdistan devrimini demokratik Ortadoğu devriminin öncüsü olarak zafere götürme görev ve sorumluluğu altında olduğumuzu fark ediyor ve hissediyoruz. Bu temelde bunun yol ve yöntemlerini arıyoruz. Hareket olarak görev ve sorumluluklarımızın başındayız. Geçmişte yürütülen mücadelenin olumlu-olumsuz, doğru-yanlış yönlerinden gerekli dersleri çıkartarak, 19. yıl mücadelesini kesin zafer mücadelesi, uluslararası komplonun kesin yenilgiye uğratıldığı bir mücadeleye dönüştürmeyi hedefliyoruz. Kürdistan özgürlük devriminin Bakur’da zafere ulaştırıldığı, Rojava’da kökleştirildiği, diğer Kürdistan parçalarında da bu temelde bir hareketin geliştirildiği bir yıl haline getirmek istiyoruz.

Kürt Halk Önderinin “Ortadoğu’ya yapılan müdahale uluslararası komployla başlamıştır” şeklinde bir tespiti var. Bugün Ortadoğu’ya yönelik geliştirilen dizaynın da Önderiniz Öcalan’ın ağır tecrit koşullarında bulunduğu, toplumla bağının kopartıldığı bir dönemde geliştirildiğini göz önünde tutarsak, Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerle, Sayın Öcalan arasında nasıl bir bağ kurulabilir?

Bugün Kürdistan’da, onun ötesinde Türkiye ve hatta Ortadoğu’daki bu savaşın nedeni İmralı işkence sisteminin var olmasıdır. Yani Türkiye’deki bu kadar savaşın İmralı sistemiyle bağı var. Kürt halkına Cizre’de, Sur’da, Şırnak’ta, Gever’de, Nusaybin’de, Kuzey Kürdistan’ın bütün kent ve kasabalarında, Rojava’da yöneltilen bu katliamların altında İmralı sisteminin yaşaması ve Önder Apo’nun İmralı koşullarında tutulması var. Onun nedeni de Kürt sorunun çözülmemesidir. Kürt halkının varlığını inkar eden, yok etmek isteyen bir faşist soykırımcı siyasetin varlığı ve dayatılmasıdır.

“Kürt sorunu” deniliyor ama sorun aslında Kürtlere dayatılan soykırımcı zihniyet ve siyaset sorunudur. Bu durumda bütün çözümler Önder Apo’nun İmralı koşullarında tutulmasının artık sona erdirilmesini gerektiriyor. Ortadoğu’daki çözüm de böyle gelişir. Aslında dünya savaşının sonuca gitmesi de büyük ölçüde burayla bağlantılıdır. Kürt varlığının ve özgürlüğünün garanti altına alınması kesinlikle burayla bağlantılıdır.

Aslında ‘Üçüncü Dünya Savaşı’ olarak bilinen Ortadoğu savaşı 90’ların başında başladı. Sovyet sisteminin çözülüşü ardından gelişti. Uluslararası komplo da o zaman başladı. Çekiç Güç Operasyonu’yla, “PKK Güneye giremez” kararı temelinde ‘92 Güney Savaşı’ başlatıldı. 98’de Önder Apo’ya dönük doğrudan uluslararası komplo saldırısı haline getirildi. Kürt halkına ve özgürlük hareketine karşı Önder Apo şahsında dayatılan imha amaçlı uluslararası komplo çeyrek asırdır Ortadoğu’da yaşanan ve 3. Dünya Savaşı denen savaşın merkezi bir parçasıdır. Kürdistan’daki kolu öyle oldu. Bu savaş bir biçimde Irak’a, Afganistan’a da dayatıldı. Sonra Yemen’den, Tunus’a ve Suriye’ye varana dek farklı biçimlerde gelişti.

Kürdü yok saymak ve yok etmek Ortadoğu halklarına ve insanlığa savaş, ağır sömürü, faşist baskı, katliam ve terör getiriyor. Var olmayı, özgürce, kardeşçe yaşamayı ve istikrarı yok ediyor. “Biz Ortadoğu’da bu kargaşaya, savaşa, faşist teröre ve katliamlara son vermek istiyoruz” diyenler, önce bunun esas kaynaklandığı yeri görmeliler. Birçok neden olabilir, ama esas neden kesinlikle Kürtlerin yok sayılması, Kürdistan’ın parçalanması, Kürt toplumuna yüz yıllık bir soykırım rejiminin dayatılmış olmasıdır. Dolayısıyla bunların sona erdirilmesinin tek yolu da Kürt varlığının ve özgürlüğünün garantiye alınmasıdır. Ortadoğu’da bu durumlara son vermek isteyenler gerçekten tutarlılarsa o zaman Kürt sorunun çözmekle uğraşmalılar. Kürt halkının varlık ve özgürlük mücadelesine güç ve destek vermeliler. Önder Apo’nun 18 yıldır tutulduğu bu ağır baskı ve tecrit ortamından çıkmasından yana olmalıdırlar. Ancak böyle olursa gerçekten de yeni bir Ortadoğu yaratabilirler.

AB VE ABD KOMPLODAKİ SORUMLULUKLARINI TELAFİ ETMELİ

Uluslararası komployu küresel kapitalist hegemonya ortaya çıkardı. Doğrudan ABD tarafından örgütlendi ve yönetildi. Burada Amerika’nın, İngiltere ve İsrail’in birinci dereceden sorumlulukları var. Diğer yandan Mısır, İran, Yunanistan, Rusya yönetimleri etkili rol oynadılar. Avrupa devletleri Kürt sorununun çözümünü destekleyecekleri yönünde açıklamalar yaptılar. Önder Apo’dan ateşkes ilan etmesini, siyasi çözümden yana olmasını istediler. Önder Apo Roma’ya kadar gitti. 8 maddelik bir Demokratik Çözüm Projesi yayınladı. Ama aynı güçler buna sahip çıkmayarak uluslararası komplodan yana tutum aldılar. Kürt sorununu çözecek, Ortadoğu’yu demokratikleştirecek bir tutumun sahibi olmadılar. Bu anlamda komplonun gerçekleşmesinde ağır sorumlulukları var.

Komplonun 18. yıldönümü açısından herkes elini vicdanının üzerine koymalı, bu büyük tarihi haksızlık, saldırı, kötülükte oynadığı rolü ve sorumluluğu görmelidir. Bu sorumluluk görülmeden ve telafisi yapılmadan “Kürtlerle dostuz” veya “Kürt sorununun çözümünden yanayız” gibi söylemeleri sadece birer boş laf olur. Bu sözler, Kürtleri aldatmaya ve Kürtlerin mücadeleyle ortaya çıkardığı imkanlarından yararlanmaya dönük sözler olur.

Örneğin DAİŞ’e karşı savaşta Kürtleri öne çıkararak büyük sözler söyleniyor. Herkes güya Kürtlerden yana görünüyor. Eğer bu gerçekse o zaman bunun doğru olduğunu anlamanın tek yolu olarak Kürdün varlığını ve özgürlüğünü kabul etmeleridir. Onun da yolu Kürt özgürlük hareketini tanımaları, Kürt özgürlük önderliği Önder Apo’ya yöneltilen, tarihin en vahşi saldırısı olan bu komplodaki payları ve sorumluluklarını görüp bundan vazgeçmeleridir. Bu olursa Kürtlere yönelik söyledikleri doğru olur, anlam bulur. Bu yapılmadan Kürtlere dair söylenecek sözün hiçbir gereği ve değeri yoktur.

Biz hareket ve halk olarak ‘artık yeter’ diyoruz. 18 yıl geçti ve Önder Apo tarihin en büyük tecridi ve baskısı altında tutuluyor. Onun şahsında Kürt halkı büyük bir baskı altında tutuluyor. Bu zulüm, işkence ve tecrit Kürt halkınadır. Onun için Cizre’den Sur’a, Qamişlo’dan Efrin’e kadar Kürtler katledilmektedir. Bu katliamlarla İmralı işkence sistemi ve baskısı altında kopmaz bir bağ var. Artık Kürt toplumu bu biçimde yaşamayı kesinlikle kabul etmemektedir. 

Komplonun geride kalan 18 yıl içerisinde direnişlerle defalarca aşıldığını ifade ettiniz. Aşılan her bir boyut yerine kültürel soykırımı yürüten rejim tarafından yeni konseptler devreye konuldu. Günümüzde yürütülmekte olan konsept kimler eliyle yürütülüyor? Bu konseptin ayrıntıları nelerdir?

Komployla geçen bu 18 yılın anatomisini çıkartmak lazım. Aslında bu süreç 9 Ekim 1998’de başladı. Önderlik 9 Ekim’de imha edilmek istendi. 15 Şubat’ta idam edilmek istendi. 2000 yılında ise İmralı çürütme politikasıyla Ecevit hükümetinin başkanlığında yok edilmek istendi. Ardından AKP’nin milliyetçi-dinci çizgisiyle PKK hareketi tasfiye edilip, Önderlik yenilgiye uğratılmak istendi. Bütün bunlar başarısız kaldı. Sonunda 23 Ağustos 2005 tarihli MGK toplantısında TC devleti yeniden Kürt halkına karşı yürüttüğü saldırıyı başarıya götürmek için topyekun özel savaş konseptini devreye koydu. 2005’ten bugüne kadar 12 yıldır AKP hükümeti eliyle bu topyekun faşist özel savaş saldırısı yürütülüyor.

2006’nın baharında Tayyip Erdoğan “çocuk da olsa, kadın da olsa güvenlik güçlerimiz gerekeni yapacak” dedi. Yani Kürtleri katletmekte kesin kararlı olduğunu ortaya koydu. PKK 2006’nın 1 Ekim’inde ateşkes ilan etmiş olsa da 2007’nin başında bu bir tarafa itilerek, 2007 Aralığından itibaren yeni bir savaş planı devreye koyuldu. 2008 Zap savaşından, 2009’daki referandum denen yerel seçimlere kadar geldi. 2009 ne kadar çatışmalı oldu! Kürt açılımı, demokratik açılım, milli birlik ve kardeşlik projesi gibi tartışmalar açıldı.

Bir yandan da KCK operasyonları adıyla siyasi soykırım devreye konuldu...

Evet, bunları siyasi soykırım operasyonlarını maskelemek için geliştirdiler. 14 Nisan 2009’da başlattıkları KCK tutuklamaları adı altındaki siyasi soykırım operasyonlarını böylelikle görünmez kılmak istediler. En son 2009 sonbaharında Tayyip Erdoğan “sil baştan yapıyoruz” dedi. 17 Kasım’da Önder Apo’nun üzerinde baskı uyguladılar. Önder APO bunu “17 Kasım Darbesi” olarak tanımladı. Buna karşı uyarılar yaptı, Kürt sorunun çözümü için Yol Haritası hazırladı. Kandil’den, Maxmur’dan barış grupları gitti. Sonra 1 Haziran 2010’dan itibaren bu süreç yeniden daha derin bir çatışma olarak gelişti. DTP’yi kapattılar ve eşbaşkanlarının siyaset yapma hakkını elinden aldılar. Belediye başkanlarını, parti yöneticilerini tutukladılar. Önder Apo “demokratik siyaset yapma imkanı kalmadı” diyerek siyasi mücadeleden çekildiğini belirtti ve savaş tırmandı. Bunun üzerine Önder Apo yeniden devreye girdi. Birçok çözüm projesi oldu. Oslo ve İmralı görüşmeleri yapıldı. 2011 yılının 7 Haziran seçimi ardından ise AKP’nin saldırıları gelişti. AKP bunu 9 Ocak Paris katliamına kadar götürdü.

Paris’in göbeğinde katliam yaptılar. Şimdi suç ortaklığını görmek, komployu anlamak açısından Paris katliamını incelemek iyidir. Dikkat edelim, Ömer Güney bir kişiymiş gibi yakalandı. Dört yıl geçti. Sonunda mahkeme edeceğiz diye bir karara vardılar. 20 gün önce ise “Ömer Güney öldü” diyerek davayı düşürdüler. Suç ortaklığı böyledir. Devletlerin nasıl bir işbirliği içinde oldukları ne kadar açık! Komplo böyledir işte. Dolayısıyla bu kadar vahşi yöntemlerle sürdürülüyor. Demokrasiyi, insan haklarını bir kenara bırakalım, ortada hukuk yok.

‘ŞİMDİ KOMPLOYU YÜRÜTEN AKP-MHP FAŞİST GÜRUHUDUR’

Sonunda buna rağmen Önder APO 2013-14’te demokratik çözüm sürecini geliştirdi. Ama buna karşı 5 Nisan 2015 tarihinde Tayyip Erdoğan “Kürt de yok, Kürt sorunu da yok, her şey bitmiştir” diyerek bu özel savaş sürecini başlattı. 7 Haziran seçiminde yenilince de bu sefer Devlet Bahçeli’yle sıkı bir ittifak yaptılar. 24 Temmuz 2015 tarihinde topyekun faşist özel savaş saldırısını başlattılar. Şimdi uluslararası komployu yürütmeye çalışan güç AKP-MHP faşist güruhudur. Daha doğrusu Tayyip Erdoğan-devlet bahçeli faşizmi denilebilir buna. “Yeni bir Hitler gelişiyor” diyorlar. Türkiye’de gelişen Hitler ikizdir. İki uç halinde, Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli olarak gelişiyor. Esas olarak Devlet Bahçeli’nin faşist, milliyetçi, ırkçı çizgisi MHP’nin Kürt soykırımını, halklar düşmanlığını esas alan faşist çizgisi yürürlüktedir. AKP’de de böyle bir gelenek var. Çok da pragmatisttir. Dolayısıyla el birliği ettiler, birleştiler. Şimdi topyekun, faşist-soykırımcı özel savaş saldırısı temelinde uluslararası komployu sürdürmeye çalışıyorlar.

‘KÜRT TOPLUMU YÜZ YILDIR SOYKIRIM ALTINDADIR’

Komployu esas olarak sürdürmeye çalışan iki güç var. Fakat bazı güçler de yeterince değişiklik yapmadılar. İran’da da, Ortadoğu’da Kürdü inkar eden, yok sayan zihniyet ve siyasetten uzaklaşma yeterince gelişmedi. O zihniyet hala devam ediyor. Küresel düzeyde de menfaatçilik vardır. Paris katliamında olduğu gibi. Aslında Amerika, Avrupa, herkes soykırımın ne olduğunu iyi biliyor. Bu soykırım 1915’te İttihat-Terakki Cemiyeti tarafından başlatıldı.

Bugün AKP-MHP’nin yürüttüğü faşist soykırımcı saldırı İttihat ve Terakki çizgisidir. Bu çizginin iki özelliği var; savaşçıdır ve soykırımcıdır. AKP-MHP de savaşçıdır ve dünya savaşına katıldılar. İttihat ve Terakki de 1. Dünya Savaşı’na katıldı. Aslında savaşı çıkartanlardan oldu. Bir de Ermenilere, Kürtlere, Rumlara karşı soykırım geliştirdi. Diğer toplumları soykırıma uğratmayı başardılar. Kürt soykırımı yüz yıl uzadı. Yüz yıldır Kürt toplumu bir soykırım altındadır. Bugün de aynı zihniyetle siyaset bu soykırımı yürütmeye çalışıyor. Komployu esas yürütmeye çalışan güçler bunlardır. Dikkat edilirse yeminli Kürt düşmanıdırlar. Mesela son bir bilgi edindik; ABD’yle Tayyip Erdoğan görüşme yaparken ABD tarafı Türkiye’nin Beşar Esad üzerinde çok durduğunu belirtiyor. Türkiye ise “aslında biz onun üzerinde durmuyoruz, esas sorunumuz Kürt sorunudur” diyerek niyetlerini açığa vuruyor.

Rojava’yı kastederek mi bunu söylüyorlar?

Evet, Kürtlerin hak elde etmelerini engellemek için Esad sorununu gündeme getiriyorlar. Daha sonra onun aslında kendileri için ikincil olduğunu, onunla bir sorunlarının olmadığını belirtiyorlar.

Söz ABD’den açıldı. Bilindiği gibi ABD’de Trump yönetimi görevi devraldı. Bunun ardından Türk dış ilişkileri bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun ABD’ye ziyareti, CIA başkanının Türkiye’ye gelmesinin yanı sıra çeşitli görüşmelerle Türkiye, Kürt soykırımında ABD’yi de kendi tarafına çekmek gibi bir yaklaşım içerisinde. Peki, ABD ile Türkiye arasında gelişen ilişkiler, önümüzdeki süreçte nasıl bir tablo ortaya çıkarır?

Hala Türkiye Kürdü soykırıma tabi tutma, yok sayma ve yok etme zihniyet ve siyasetini ABD’ye ve tüm dünyaya dayatıyor. Bunun için Türkiye’nin her şeyini pazarlıyor. En son Trump’la yapılan telefon konuşmasının ayrıntıları yansıdı. ABD’den istedikleri ortadadır. “Rakka’ya da biz gireriz. PKK ve PYD’ye karşı mücadelede bizimle birlik olun, onlarla ilişkinizi kesin, Kürt karşıtı olun” diyorlar. Bu durum çok nettir.

Şimdi Trump yönetimi yeni politik açılımlar yapmaya çalışıyor. Daha tam netleşmedi. Fakat biz de izliyoruz. Önümüzdeki süreçte yeni siyasi-askeri gelişmelerin olacağı öngörülüyor. Bunları izlemeye, bu çerçevede Kürt halkının özgürlüğü, Türkiye’nin demokratikleştirilmesi, Ortadoğu’nun demokratik birliğinin, kardeşliğinin gelişmesi yönünde neler yapmak gerekirse ona göre tavır tutum oluşturmaya, politika geliştirmeye ve mücadele yürütmeye çalışıyoruz.

‘TÜRKİYE ABD VE AVRUPA’DAN KÜRTLERLE İLİŞKİ KURULMAMASINI İSTİYOR’

Fakat Ortadoğu’daki 3. Dünya Savaşı’nın ve Kürdistan’da yürütülen özgürlük savaşının ortaya çıkardığı bazı gerçekler var. Bundan önce gerçekler maskeleniyor, gizleniyordu. Söz ayrıydı, pratikler ve davranışlar ayrıydı. Şimdi artık herkes alenidir. Mesela, Türkiye yönetimi açık bir biçimde ABD’den, Avrupa’dan Kürt soykırımına destek vermelerini istiyor. Kürtlerle ilişki kurulmamasını, Kürt düşmanlığı yapılmasını talep ediyor. Yani bir taraftan “Kürtler benim vatandaşımdır, Kürtlerin çoğu bizdedir, Kürtler kardeşimdir” derken, diğer taraftan da açıktan Kürt düşmanlığı yapıyor. Geçmişte bunu gizliden, karanlık odalarda, diplomasi yoluyla yapıyorlardı. Şimdi ise her şey açık. AKP’nin nasıl bir MHP olduğu, Tayyip Erdoğan’ın nasıl bir Devlet Bahçeli olduğu net olarak açığa çıktı.

Ortadoğu’daki savaş da böyledir. Kimin gerçek durumunun ne olduğu, kimin ne kadar demokrat olduğu anlaşıldı. Herkes demokratiklikten, insan haklarından, özgürlükten söz ediyor ama kimin ne kadar özgürlükçü, demokrat ve kardeşlikten yana olduğu net olarak görülüyor. Öyle bir niyetlerinin olmadığı, büyük çoğunluğunun çıkar mücadelesi içinde olduğu, kendi ekonomik ve siyasi çıkarları için en ağır faşist saldırıları, katliamları ve terörü uygulamaktan geri kalmadıkları açığa çıkıyor. Bu anlamda da maskeler düşmüştür. Türkiye yönetimi dünya alemin gözü önünde “Kürdü yok etmemiz gerekir” diyor. Tayyip Erdoğan herkese bunu dayatıyor. Türkiye’nin bütün imkanlarını bunun için seferber ediyor. Bu noktada “ben demokratım” diyenler, biraz insan haklarından söz edenler ne diyorlar, ne düşünüyorlar? Amerika, Avrupa ne düşünüyor? Türkiye toplumu, kadınları, gençleri, devrimci demokratik güçleri ne düşünüyor? Onlara sormak lazım. CHP Kürt sorunu söz konusu olduğunda ‘terör sorunu’ olarak tanımlıyor. AKP ve MHP’nin yanında yer alıyor, destekçisi oluyor. O zaman CHP’nin ne farkı kalıyor? Kürt sorununa hala ortak olucu bir tutum gösteriyor. Ondan sonra demokratlıktan nasıl söz edilebilir!

Türkiye’nin Kürt kültürel soykırımını nihayete erdirmek açısından dışta ABD vb. güçlerle ittifak arayışında olduğunu, içerde de tekçi bir anayasayı gündeme koyarak fiili olarak sürdürülen faşizmi kurumsallaştırmaya çalıştığı tartışılıyor. Bu temelde gündeme giren referandum tartışmaları hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Bu durum Kürdü düşman sayan ve yok etmek isteyen soykırımcı zihniyet ve siyasetin geldiği noktadır. Bunu Tayyip Erdoğan çok iyi özetliyor; “tek millet, tek vatan, tek dil” diyordu. Şimdi ise “tek lider, tek parti, tek hükümet” şeklinde bunu sürdürüyor. Aslında MHP’yle AKP tekleşiyor. Bahçeli’yle Tayyip Erdoğan birleşiyor. Tekçi zihniyet faşist, soykırımcı zihniyettir. Yani diktatörlüktür. Özgürlük ve demokrasiyi reddeden bir zihniyettir. Şimdi bu zihniyet uygulanıyor. Tayyip Erdoğan bunu söylüyor ve pratikte uygulanıyor. Anayasa değişikliğiyle yapılmak istenen pratikte yapılana hukuki kılıf geçirmektir. Onun dışında başka bir yönü yoktur. Bazıları “demokrasi elden gidiyor faşizm gelecek” diyor. Eskisi de yenisi de zaten faşizmdir.

12 Eylül faşist askeri darbesinin getirdiği faşist diktatörlüğü restore etmeye AKP-MHP faşizmi haline getirmeye, daha da katılaştırmaya çalışıyorlar. Bu faşizmi 37 yıllık mücadeleyle Kürt halkı ve Türkiye’nin demokratik güçleri kırdı, yıktı. 12 Eylül faşizmini yürütülemez hale getirdi. Faşizmin anayasası delik deşik oldu. Sistem yürütülemez oldu. Artık Kürt halkına ve Türkiye demokratik güçlerine karşı bu faşist yönetim savaş yapamıyor, kendini yürütemiyor. Bazılarının dediği gibi sistem çöktü! Şimdi anayasa değişikliğiyle çökmüş sistemi onarmaya, Kürt halkına Türkiye demokratik devrimci güçlerine karşı saldırı geliştirecek, katliam ve soykırım yapacak yeni bir yönetim ortaya çıkartmaya, sistemi yönetilir hale getirmeye çalışıyorlar. Anayasa değişikliğiyle yapılmak istenen budur. Değişikliğin eskisinden farkı yoktur.

‘Hayır’ denilirse o zaman eskiye ‘evet’ denmiş olduğu söyleniliyor. Bu bir saptırmadır. Düpedüz yalan ve demagojidir. Bu anayasa değişikliğine ‘hayır’ demek, 12 Eylül faşist diktatörlüğüne ve anayasasına ‘hayır’ demektir. Bu anayasa değişikliğini Devlet Bahçeli gündeme getirdi. Devlet Bahçeli açıkça sistemin tehlikede olduğunu, yönetimin işlemediğini, etkisiz kaldığını, sistemin tıkandığını belirtiyor. Onu güçlendirmek istiyor. Yani faşist diktatörlüğü korumak için bunu yapıyor. AKP’yle bu noktada birleştiler. Bu bakımdan eski ve yeni sistem ayrımı yoktur.

Faşist diktatörlük kendini restore ederek devam mı edecek, yoksa 12 Eylül faşist askeri darbesiyle ortaya çıkartılan bu faşist soykırımcı sistem yıkılarak Türkiye’de demokratik devrim mi yapılacak? ‘Evet’ demek faşist sistemin restore edilme temelinde devam ettirilmesidir. Katliam ve soykırımların sürmesi, faşist baskı ve terörün en ileri düzeyde sürdürülmesidir. Hayır demek aslında, Kenan Evren diktatörlüğüne de, Tayyip Erdoğan-Devlet Bahçeli diktatörlüğüne de, 12 Eylül faşizmine de AKP-MHP faşizmine de hayır demek ve buna karşı demokrasiye, özgürlüğe, kardeşliğe, kadın özgürlüğüne, gençliğin özgürce demokratik yetiştirilmesi ve gelecek kazanmasına evet anlamına geliyor. Türkiye’nin barışa ve demokrasiye kavuşmasına evet demek oluyor. Kürt sorunun çözüleceği bir demokratik ortamı yaratmayı ifade ediyor. Devrimci demokratik güçler de durumu böyle görmelidir.

Tayyip Erdoğan-Devlet Bahçeli ikilisi kendi iktidarlarını korumak için her türlü zulmü, katliamı yürütüyor. Bu temelde bir faşist diktatörlüğe doğru gidiyorlar. Herkesten yararlanmaya çalıştılar. Şimdi kendi diktatörlüklerine hizmet etmeyen herkesi dıştalamak istiyorlar. Bu temelde aslında bu referandum faşizme karşı, özgürlük ve demokrasi mücadelesini geliştirmek için çok önemli bir fırsat ortaya çıkardı.

Peki, AKP-MHP bunun için mi referandumu gündeme koydu? Bunun için değil. Yaptıklarının onlar için riski var mı, vardır. Fakat AKP-MHP faşizmi bu süreçte bu değişimi yapamazlarsa sonra hiç yapamayacaklar. Bu aylarda mevcut OHAL darbesine dayanarak böyle bir anayasal değişiklik yapamazlarsa bahardan itibaren hiç yapamayacaklarını düşünüyorlar. Başarabilirlerse bu dönemde başarabilirler.

AKP’nin aceleciliğinin bir nedeni bu mu?

Evet, kesinlikle budur. Bu süreçte yapamaz, başaramazsa sonra hiç başaramayacaktır. Bu bakımdan özgürlükçü demokratik güçler açısından risk ve avantajlar var. Risk AKP-MHP’nin başarmasıdır. Bu nedenle kesinlikle AKP-MHP’nin başarısını engellemek gerekli. Böyle bir ortamda AKP-MHP faşizmine karşıt en geniş bir blokun oluştuğu, siyasetin hızlandığı, kitlelerin harekete geçtiği bir ortamın yaratılması ise büyük bir fırsat ve avantajdır.  Yani AKP-MHP faşizmini yıkmak için gençler, kadınlar, devrimci demokratik güçler, halklar, tüm ezilenler, Kürtler, aleviler, bütün halk toplulukları açısından aslında önemli bir fırsat ve imkan doğdu. AKP-MHP zor durumdalar. Bu referandumda faşizmi yıkma, demokratik özgürlük devrimini gerçekleştirme başarılabilir. Bunun imkanı ve fırsatı oluştu. Bunu değerlendirmek gerekir.

Toplumun tüm kesimleri açısından bu referandum karşısında “hayır” demenin gerektiğini vurguladınız. Ancak bu kesimlerin ayrıksı ve parçalı mücadeleleri sonuç alabilir mi? Ya da bunun sonuç alıcılığı açısından demokratik muhalefetin nasıl bir ittifakı gerçekleştirmesi gerekir? Bu ittifak ihtiyacını ne temelde değerlendirebilirsiniz?

Bence hayır demek anlamlı ve değerlidir. Demokratik, özgürlükçü ve anti-faşisttir. Kürt halkının, Alevilerin, kadınların özgürlüğünün sağlanmasının, bütün halkların özgür yaşayacakları bir demokratik ortama kavuşturulmasının önünü açacak temel bir tutumdur. AKP-MHP faşizminin bu referandum sürecinde yürütülecek çok yönlü mücadeleyle yıkılması gerçekten de Türkiye’nin önünü açacak. Türkiye’yi Ortadoğu’da ve dünyada yaşanabilecek demokratik bir ülke haline getirecek. Türkiye’de özgürlükleri geliştirecek. Bütün bu katliamlara baskı, terör ve faşizme son verecek. Türkiye’nin ufkunu açacak.

Bu noktada Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli ittifakına karşı geniş bir ittifak var. Buna AKP-MHP faşizmine karşı bir blok da denilebilir. Herkes kendi kulvarında kendi anlayışına göre AKP-MHP ittifakına karşı çıkıyor. Herkesin AKP-MHP faşizmiyle yaşadığı çelişki ve karşıtlık var. Ondan zarar görüyor. Bunu önlemek istiyor. Bu genişliği ve çok yönlülüğü önemsemek lazım. Birkaç ay ya da yıl önce bu kadar geniş bir yelpazenin bir araya geleceği söylenseydi kimse inanmazdı. Ama süreç oraya getirdi. Dolayısıyla, bu zemin doğru anlaşılmalı. Şimdi esas olan Tayyip Erdoğan-Devlet Bahçeli faşizminin yıkılmasıdır. 12 Eylül faşizmini yeniden restore ederek diktatörlüğü pekiştirip korumak isteyenler bunlardır. Türkiye’deki bütün halklar, tüm ezilen kesimler, işçiler, emekçiler, gençler, kadınlar, alevliler, Kürtler ve tüm halklar için en büyük tehlike bu. Eskiden ‘baş düşman’ denirdi. Şimdi baş karşıt Tayyip Erdoğan-Devlet Bahçeli ittifakı, AKP-MHP faşizmidir. Buna karşı oluşan bütün karşı çıkışları değerli ve anlamlı bulmak gerekli. Çok renkli ve çeşitli olan bu zemini önemsemek, bu çeşitliliğe saygı duymak gerekiyor. AKP-MHP faşizmine karşı herkes kendi çizgisinde nasıl mücadele edebiliyorsa öyle etmeli. AKP-MHP faşizmine karşı mücadele eden güçler birbirlerinin mücadelesine engel olmamalılar. Bu zemini zayıflatmamak parçalamamak gerekli. Dayatıcı da olmamak lazım. Kuşkusuz daha resmi, bir ittifak olsa iyi olurdu. Fakat o gerçekçi görünmüyor. Mümkün değil. Bunu fiili olarak görmek lazım. Resmi olarak ittifak yapabilen güçler kendi ittifaklarını oluşturmalılar. Örneğin, bir barış hareketi var. Kendi ittifakını büyütmeye çalışsın. Demokrasi bloğu var. Demokrasi bloğu içinde HDP vb. güçler öncülük etmeye çalışıyor. Demokrasi bloğunu daha fazla büyütme temelinde bu mücadeleye öncülük etsinler.

Ancak AKP-MHP faşizmine karşı olan herkesi resmen bir blokta birleştirmek için ısrar etmemek gerekli. Bu fiili bir bloktur ve böyle de olabilir. Böylesine tartışmalar içine girerek AKP-MHP faşizmine karşı yürütülen mücadele de zayıflatıcı olmamak gerekir. Herkes birbirinin istediği gibi mücadele etmez. Herkesin çelişki ve çıkarları farklıdır. Kendi çıkarları doğrultusunda kendi çelişkilerine göre mücadele etmeli. AKP-MHP faşizmine karşı mücadele yürüten herkese mücadeleci güçler saygı duymalılar. Engelleyici olmamalılar. Tam tersine teşvik edici ve destekleyici olmalılar. Biz bu kanaatteyiz. Böyle yapılırsa gerçekten de o zaman bu referandum büyük bir fırsata dönüşebilir. Referandum, Tayyip Erdoğan-Devlet Bahçeli faşizminin yıkıldığı bir mücadele sürecine dönüştürülebilir. Hedef budur. Bunun gerçekleşmesi de mümkündür.

Bu temelde 15 Şubat komplosunu devam ettiren baş güç olan AKP-MHP faşizmiyle mücadele ederken referandum da bir mücadele alanı olarak önem kazanıyor. 15 Şubat komplosunu yerle bir etmenin, İmralı sistemini yıkmanın, Kürt soykırımını yenilgiye uğratmanın, Kürt halkının özgürlüğü temelinde Türkiye’yi demokratikleştirmenin ve özgürce yaşanan bir ülke haline getirmenin önünün açmak ancak AKP- MHP faşizmiyle mücadele temelinde gelişebilir. Bu referandum süreci de AKP-MHP faşizmine karşı güçlü bir demokrasi mücadelesini geliştirerek faşizmi yenilgiye uğratmak önemli bir zemin ve fırsattır. Büyük bir gelişme ortaya çıkaracağı kesindir. Bunun gerçekleşme imkanı vardır. En azından referandumla beraber böyle bir mücadele başlayıp devam ettirilebilir.

Böylece 2017’nin baharı AKP-MHP faşizminden Türkiye’nin ve dünyanın kurtulduğu bir sürece dönüştürülebilir. Hedef budur. Faşizme karşı biraz demokratik zihniyet ve tutum içerisinde olmak isteyen, kardeşçe bir arada yaşamak isteyen herkesi böyle bir yaklaşımla, AKP-MHP faşist bloğuna karşı özgürlük ve demokrasi mücadelesini yükseltmeye çağırıyorum. Herkesin bu mücadelede dayanışma içinde olup, birbirine zarar vermeden, faşizmi yıkmada etkin olunması için dayanışma içinde olmaları gerektiğini belirtiyorum. Böyle olunursa kazanacaklarını ifade ediyorum.

AKP-MHP faşizmi yıkılacak, İmralı işkence sistemi aşılacak, Önder Apo’nun özgürlüğü, Kürt sorunun çözümü, Türkiye’nin demokratikleşmesi gerçekleşecek. Buna inanıyoruz. Bu temelde mücadele eden herkese üstün başarılar diliyoruz.

Geçen yıl özyönetim direnişlerinde Cizre’de halk önderi olarak ortaya çıkan Mehmet Tunç’un yaşamını yitirişinin birinci yıldönümünü geride bıraktık. Mehmet Tunç ve geliştirmiş olduğu direniş açısından neler söyleyebilirsiniz?

Özyönetim direnişlerimizin birinci yıldönümünü yaşıyoruz. Özyönetim gerçeği, bir günlük ya da bir şehadetle sınırlı bir olgu değildir. Bu bir süreçti. Başladı ve devam ediyor. Bitmiş bir süreç te değildir. Aslında Cizre ve Sur direnişlerinin başladığı, geliştiği, Kürt halkının demokratik özyönetim temelinde özgür iradesini her türlü faşist katliamcı saldırıya karşı ortaya koyduğu sürecin başlangıcıdır. Özgürlük iradesinin her türlü saldırı karşısında savunulacağının göstergesi oluyor. Cizre ve sur direnişçileri zafere kadar devam edecek olan böyle büyük bir süreci başlattılar. Nusaybin, Şırnak, Derik, Hezex, Kerboran, Farqîn ve Varto’ya kadar kuzey Kürdistan’ın bütün kent ve kasabalarında az çok böyle bir süreç başladı. Bu zafere kadar da devam edecek.

Zorluklarla başlayan bir süreç oldu. En büyük zorluk bu süreci başlatmaktaydı. Cizre ve Sur direnişçileri bu zoru başardılar. Başlangıcı yaptılar. Bunu yaptıran da, gerçekleştiren de o direnişlerin büyük kahramanları olan şehitlerdi. Cizre’de de, Sur’da da bu şehitlerin büyük öncüleri oldu. Cizre halk meclisinin eşbaşkanları, Mehmet Tunç ve Asya Yüksel gerçekten de halk önderliğinin en seçkin örneğini verdiler. Bütün Kürt halkı için örnek alınacak bir duruş sergilediler. Mehmet Tunç bu sürecin başladığını söyledi. “Sonsuza dek bizimle gurur duyun” derken aslında, bizim gibi yaşayın, bizim kararımıza göre uygulayın demiş oldu. Bu bize, bütün Kürt halkına, kadınlarına, emekçilerine dönük bir emirdir. Özgür olarak var olmak ve yaşamak isteyen bütün insanlığa bir emirdir.

Bütün toplumlar bundan etkileniyor. Dikkat edilirse herkes onun direniş sözlerini tekrarlıyor. Kahramanlığıyla büyük bir halk önderi oldu. Saygı ve minnetle anıyorum. Cizre şehitlerini, Zamanî, Axîn yoldaşlar şahsında, Sur şehitlerini Çiyager, Berfin yoldaşlar şahsında anıyorum.

Cizre ve Sur’la başlayan demokratik özyönetim iradesi, Kürt halkının varlık ve özgürlük iradesidir. Bu hep yaşayacak. Mehmet Tunçların, Asya Yüksellerin başlattığı diz çökmeyen, boyun eğmeyen, özgür yaşamda ısrar eden ruh ve duyguları, duruşları özgür Kürt varlığında sonsuza kadar yaşayacak. Mehmet Tunçlar da böyle bir Kürt varlığının yaşayan ruhu ve iradesi olacaklar. Bu şimdiden kesinleşmiştir. Tarih bu kesinleşen gerçeklik temelinde ilerleyecek. Mehmet Tunç ve bütün özyönetim direnişleri özgürce var olan, dünya halklarıyla kardeşçe yaşayan Kürt halk varlığında sonsuza kadar yaşayacaklar.