Işık doğuran bir anaya: Annem Gülizar’a

Yaşamına ait donmuş bir anın ifadesi olan fotoğrafların, bir ömür seni sevgiyle taşıyan yüreğim ve düşlerime misafir oluşun varlığını hep hissettiriyor, canlı kılıyor. Özlemini bir nebze azaltıyor....

Sesinden, gülümseyişinden ve dirençli yüreğinden yoksun kaldığım zamanın üzerinden bir yıl geçti. Yaşamına ait donmuş bir anın ifadesi olan fotoğrafların, bir ömür seni sevgiyle taşıyan yüreğim ve düşlerime misafir oluşun varlığını hep hissettiriyor, canlı kılıyor. Özlemini bir nebze azaltıyor.

Bir anayı yitirmenin sancısında kalan yüreğim halen bir yangın yeri. Ülkemin ve halkımın acısıyla karışıyorsun. Ben o acının, o yangının ortasında, senden kalan güzellikleri, senden aldığım yüreğimi, o yüreğin sevgi ve direnç büyüten yanını, özgürlük sevdamı, ruhumu korumaya, büyütmeye çalışıyorum. 

Her ana yüreğinin bir özgürlük mevziisi olduğunu biliyorum. Yüreğini ve sevgisini hak ettiğiniz her ana, bir direniş kalesine dönüşür. Ben senin yüreğinin mevziisine sığındım. Ve bir anaya nasıl layık olunur sorusuna cevap arıyorum. Özgürlüğe yol alışta bizde her ana çocuklarının önünde yürür. Ve bizler onların ardında yol alırız. 

Sen ömrün boyunca yüzün ışığa dönük yaşadın. Ben de yüreğimin denizine her şafakta doğan güneşi, o yaşamın ve güzelliğin kaynağını senin yokluğunda özlemle karşılamaya çalıştım. Bizler sevdiklerimizi sonsuzluğa, ebediyete, ışığın kalbine uğurlarız. Ve yüzümüz onlara dönük yaşarız. Özgürlük sevdamızın kılavuzudur ışık. 

Çocukluğumda sen hep güneşten önce uyanır, ışığın doğuşunu karşılar, o kutsal ışıktan topladığın güzellikleri bize içirirdin. Işığa tutkun ve özgürlüğe sevdalı olsun diye çocuklarına ışığı emzirirdin ki soysuzluğa boyun eğmesinler, kötülüğe, çirkinliğe karşı dursunlar.

Sen her şafakta güneşten ışık topladığında ışıkla dolardı yüreğin. Gözlerinin bal renginden ışık akardı. Işığa keserdi bahar, meşe yapraklarının tenindeki çiy damlasından gökkuşağı yansırdı. Kozalarından çıkıp ışığa kesmiş bahar çiçeklerimizi dolaşan kelebekler kanatlarını çırparak gelir, kalbimizin bahçesine sığınırlardı. Kelebekler ışığa dönüşür ve biz o ışığı yüreğinden öperdik. 

Işık güzelliğin kaynağıydı. Bir ana yüreği gibi. Her şey ışıkta anlam kazanırdı. Biz ancak ışıkta tanır ve bilirdik güzelliği. Gülümsemeyi, sevmeyi, özgürlüğü… Onun için direnmeyi, hayatı ışıktan öğrenirdik. Hayatın bir diğer adı da ışıktı. O ışıkta insan fark etti kendini. Ve hayatı yaratan kadın en çok da ışığı doğurdu. Onda yıkadı ruhunu. 

Her devrim anası, ışık doğuran bir kadındır. Sonsuzluğa yolculuğunun ardından kızların ve oğulların, yani özgürlük arayışçıları böyle anlattı seni. “O bir devrim annesiydi” dediler. 

Cennet ülkemin Alamut’u, ışığın bahçesi olan Dersim’de, o yüksek dağların zirvesinde hep ışık toplayasın diye güneş her şafakta seni gözlerinden öperdi. İnsanı ve hayatı anlamlı kılan, büyüten, güzelleştiren bütün değerler kutsaldır. Cennet ise kutsal olanın en çok yoğunlaştığı alandır. Ana yüreğidir. Onun esirgeyen, koruyan, umur ve direniş aşılayan yanıdır. Çağımızda kendi yüreğini yitiren bir dünyada kutsal ana’nın oğulları ve kızları efsaneleri canlandırılıyor. Işığın sırrını keşfediyorlar. Beş bin yıllık lanetine karşı kavgaya duruyorlar. Senin ömrünün son zamanlarında yüreğini kanatan Şengal ve Kobanê’de yaralarımızı sarmayı sürdürüyoruz. Kobanê ve Şengal artık özgür anne. Zîlan’ın ardılları Arinleşerek onun yüreğini Kobanê’ye taşıdılar. Ülkemin yüreğinde her kadın artık ışıkta çoğaltıyor kalbini. 

Soysuzlaşmış yeryüzü tanrıları birer vampire dönüşmüş. Işığa, güzel ve kutsal olana düşmen, çiyanlar – çakallar karanlık ve ölümde ısrar ediyorlar. 

Barış hala kayıp bir çocuk anne! Kavuşmalar için beklediğimiz o uzak sevgili. Bahara henüz açmayan bir gülün tomurcuğu. Sabahın seherinde henüz yüreğimizi, yüzümüzü gülümsetemeyen güzellik. 

Barış hala kayıp bir çocuk anne. 

Durmadan yüreğimizi hançerliyor soysuzlar. Kan damlıyor toprağa. Barışa sevdalı yüreklerimizin gözleri hala yaşlı annem. Her damlada yüreğimizin denizinde dalgalar birer tsunami oluyor. Soluksuz kalıyoruz. En çok da çocukları vuruyorlar annem. Çocuklara oyuncak taşıyanları, barış için yürüyenleri... 

Her can yitiminde kalbim depremlerle sarsılıyor. Anaları da vuruyorlar, ak tülbentli barış analarını. Bir ana nasıl anlatılır bilmiyorum. Bir ananın özgürlük sevdalısı yüreği nasıl tanımlanır? İnsan bir ananın yüreğine nasıl sığınır? Sen ömrüne üç sürgünü nasıl sığdırdın annem? Kaç kez yakılmış, yıkılmış köyleri, 38’de Dersim’de mitralyözlerin önüne sıra sıra dizilmiş, elleri kolları birbirine bağlı insanların kurşunlarla delik deşik edilmiş bedenlerin acısını, ağrısını nasıl sığdırdın yüreğine? “Vurulduğumuzda arkaya doğru düşelim, belki bedenlerimizin altında kalanlar kurtulur” diyen bir insanın ömrünün son anlarında böyle düşünmesini nasıl anlatmalı? Sen nasıl taşıdın bunca ayrılığı, kederi, elemi?..

Evlatlarını özgürlük akışına uğurladığında ve geride yalnız kaldığında “Benim yerimde taş olsaydı, binlerce kez çatlamıştı” dediğin yüreğin nasıl direndi onca sürgüne, zindana, ölüme?.. Acının ve ayrılığın zirvesinde bir taş kaç parçaya bölünür anne? Sen hangi sevdanın ırmağından besledin yüreğini? Munzur suyunu verdin yüreğinin çekirdeğine. 

Ben hasretinde, bu zindan hücresinden kalbimi alıp Dersim’e ülkemin uçurum baharlarına gitmek istiyorum. 38’den kalma ağıtların halen yankılandığı o vadilere, çocukluğumda o vadilere yaktığın ağıtları dinliyorum. Her ağıtta sen, ayrılığa uğurladığın oğluna gözyaşı döküyorsun. Ben ise acıyan yüreğine ağlıyorum annem. Benim o çocuk yüreğim halen ağlıyor, senin yüreğinin acıyan yanına. Yüreğimin denizi taşıyor annem. Yüzüme düşen her gözyaşı damlasını biriktirip ben de yüreğimin çeliğine gözyaşı veriyorum, daha fazla direnmeyi öğrensin diye… Ve hep hatırlasın, unutmasın diye…

Toprağım, ülke, hasretim annem

Kına yakılmış kızıla çalan saçların örtüyor üç sürgünün acısını. Seni yüreğimize alıp, sonsuzluk için Dersim’e, çocukluğunun senden çalındığı o kutsal diyarlara uğurladık. Özgürlük arayışında bedeni toprakla buluşan çocuklarının yanı başında uyuyorsun. Seni arzuladığın gibi törenle, zılgıtlar ve sloganlar eşliğinde kadınlar taşıdı annem. Besê’nin ardılları, Zîlan’ın yüreğinden yıldızlar alıp kendi yüreğine katan kadınlar. 

Bizler için ölüm yoktur annem, son yoktur. Devr-i alem vardır. Gider ve yeniden döneriz. Bizim annelerimiz ömürlerine sığdırdıkları acılarla, gördükleri işkencelerle yeni bir hayata doğmayı en çok hak edenlerdir. Çünkü bu dünya bireyde hep ışık olmayı başaran anaların, kadınların yüzü suyu hürmetine dönüyor biraz. 

Sen şimdi Dersim’desin annem. Ruhun şimdi özgür bir kuştur dağlarımızda. Senin ruhun da tüm canlarımız gibi ırmaklarımızın ve tüm kutsallarımızın bir parçasıdır. Dağlarımız kadar özgürdür ruhun, baharlarımız kadar güzel. Seni Seyid’imizin, pirimizin ayında yıldızlara uğurladık. Seni Xızır’ın Ana Fatma’nın, Bava Duzgin’ın ve Buyer’in divanına uğurladık. Hayatı ve ruhumuzu aydınlatan, sabahın güneşine her yüzümü döndüğümde tenime değen her ışık demetinin senin ruhundan da bir parça taşıdığını bilecek ve hissedeceğim. Yaşadığımız zamanda özgür bir yaşamı size armağan edemediğimiz için bağışlayın, bizi. Bizler ruhu ve yüreği ışık olan siz annelerimize özgür bir yaşamı armağan etmekle soylu direnişinize, hep önümüzde yürümenize, havamız, suyumuz, toprağımız ve yaşam gerçekliğimize karşı borcumuzu yerine getirmiş olacağız. 

Zulme ve zindana inat şu duvarları ve demir örgüleri, dikenli telleri aşıp, ülkeme, toprağıma, özgürlük sevdamın diyarlarına dönecek ve kır çiçeği baharlarımızdan topladığım demet demet rengarenk çiçekleri sana getirecek, toprağından, ruhundan öpeceğim. 

Huzur içinde uyu annem. 

Özgür zamanların özleminde hep yüreğimizde yaşayacaksın. 

Oğlun Hayati

2 Nolu F Tipi Kapalı Cezaevi Sincan /Ankara