Hukukçular: Kürt siyasetçiler 129b maddesinden yargılanmasın

Almanya’da tutuklu olan 8 Kürt siyasetçinin avukatı Adalet Bakanlığına bir dilekçe ile başvurarak, Kürt siyasetçilerin 129b maddesiyle yargılanmalarına dair verdiği özel izni kaldırmasını talep etti.

Almanya’da tutuklu olan 8 Kürt siyasetçinin avukatı Adalet Bakanlığına bir dilekçe ile başvurarak, Kürt siyasetçilerin 129b maddesiyle yargılanmalarına dair verdiği özel izni kaldırmasını talep etti.

Almanya’da tutuklu olan Kürt siyasetçilerin avukatları, Almanya Adalet Bakanlığına bir dilekçe ile başvurarak, Kürt siyasetçilerin 129b maddesiyle yargılanmalarına dair verdiği özel izni kaldırmasını ve geri almasını talep etti.

129b maddesinden soruşturma açılması için Adalet Bakanlığı’nın özel izni gerektiğine de dikkat çeken avukatlar, verilen bu izin üzerine bu maddeden tutuklamalar gerçekleştirildiği ve yargılamaların yapıldığına dikkat çekti.

Avukatların imzaladığı dilekçede Kürdistan ve Türkiye’deki gelişmeler ayrıntılı bir şekilde ele alındı. Dilekçe şöyle: “Özgürlük… Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan beri Kürtlerin kimliğini ve varlığını inkar eden, Kürt isimlerini ve yerleşim birimlerinin, yeşilliklerinin, köylerinin ve şehirlerinin adlarını Türkleştirmek amacıyla şiddetli bir asimilasyon politikası uygulanmaktadır. Kürt toplumunun hafızasında ve bilincinde canlı olarak yaşayan ve nesilden nesile aktarılan bir kültür mirası olmuş çok sayıda katliamlar vardır, örneğin 1937/1938 yıllarında Dersim'de yapılan katliamlarda 50.000 sivil insan öldürülmüştür. Bu katliamların hiç bir sorumlusundan hesap sorulmamıştır. Yakın dönemlerde belirgin biçimde yaşanan 12 Eylül 1980 askeri darbe ile Kürdistan'da insan hakları şiddetli biçimde ayaklar altına alınmıştır. Amed (Diyarbakır) 5 Nolu cezaevi vahşetin sembolü olmuştur. Şiddet karşı şiddeti doğurmuştur. Bu açıdan Türkiye Cumhuriyeti tarihi Kürt başkaldırılarının tarihidir. 1984 yılında PKK öncülüğünde başlayan silahlı direniş bu nedenle eski bir cumhurbaşkanı tarafından ‘29.cu isyan’ olarak adlandırılmıştır.

Karşı şiddet bu çok kısa özetlenen geçmişin arka planı göz önüne alınarak değerlendirilmelidir. Türk hükumeti ve PKK arasında yapılan ve ‘Oslo-Süreci’ olarak tanımlanan barış görüşmeleri 2011 yılının yazında bir sonuç vermeden sonlandırılmıştır. Bilinen Türk politikası siyasilerin, gazetecilerin ve hukukçuların tutuklanmasıyla ve aynı zamanda silahlı çatışmalarla devam ettirilmiştir. 2012 yılının sonlarında Öcalan yeni bir barış süreci başlatmak amacıyla Erdoğan'a bir mektup yolladı: ‘Silahlar değil siyaset öncelikli olmalıdır’ dedi.

Hatta üç Kürt kadın politikacının Paris'te Türk MİT'inin öncülüğünde katledilmeleri bile PKK'nin bu amaçtan sapmasına yol açmamıştır. Barış görüşmeleri, Kürt partisi HDP de katılarak düzenli biçimde sürdürülmüştür. Elle tutulur tek sonuç 10-maddelik Dolmabahçe mutabakatı olmuştur. Öcalan bunu 2015 Newroz'unda söyle yorumlamaktaydı: “Ben 40 yıldan beridir savaşan PKK'nin silahlı mücadelesini bırakmasını ve yeni stratejiler geliştirmesini zaruri görüyorum. “Ancak Erdoğan için 07.06.2015 tarihindeki seçimler Kürt sorununu yeniden inkar etmek, hatta Kürt sorununun varlığını gören herkesi bölücülükle damgalamanın sebebi oldu ve bunu da PKK'nin artık kendileri için bir devlet talebinde bulunmamasına ve Türkiye sınırları içinde Kürtlere özerklik istemesine rağmen yaptı.

Bu dönemde ‘Rojava’ yani Batı Kürdistan/Kuzey Suriye'deki gelişmeler sahneye çıktı. IŞİD Musul'u işgal etti ve 14.08.2014 tarihinde de Êzîdî bölgesi Şengal'e saldırdı. Halkı korumaya çalışan ve insanları kısmen sevk edebilen HPG ve YPG/YPJ Kürt güçleriydi. Güney Kürdistan'da da HPG savaşçıları Maxmur şehrinden Kerkük'e kadar birçok bölgede IŞİD'e karşı mücadelede aktiftirler. Irak başbakanı televizyonda: ‘PKK sivil halkın savunmasında uluslararası yardım kuruluşlarına benzer bir rol oynamıştır. Bunun için kendilerine teşekkür ediyorum.’ Bu aynı zamanda Kobanê ismiyle de özdeşleştirilmektedir. Aralarında HPG'nin de bulunduğu Kürt birlikleri IŞİD'e ilk yenilgiyi yaşattılar.

Suriye'deki İŞİD ve diğer Selefi örgütlerin arkasında bölgedeki birçok devletin siyasal iktidar menfaatleri yatmaktadır. PKK ve HDP kadın erkek ayırımı yapılmadan hangi etnik ve inançtan olursa olsun tüm insanların eşit haklara sahip olduğu bir seküler toplum için çalışmaktadırlar. Ancak AKP hükumetinin Sünni bir çizgiye odaklanmış dış politikası komşu ülke Suriye'nin bugün içinde bulunduğu duruma düşmesinde belirleyici bir rol oynadı. Ocak 2014'te meydana gelen Hatay'da TIR konvoylarının aranması olarak bilinen iki olay MİT'in Suriye'ye silah sevkiyatlarını belgelemiştir. Türk devleti IŞİD'ten kara borsa usulüyle petrol satın almaktadır. Akçakale sınır kapısı IŞİD tarafından kontrol edilen Tel Abyad'a açılmaktaydı ve YPG IŞİD'i oradan kovuncaya kadar Avrupa'dan gelen cihatçıların IŞİD'e gitmeleri için serbestçe kullanılmaktaydı. Bu bağlamda şunu da hatırlatalım ki Kobanê savaşında Türk sınırı insani yardımlar için kapatılmıştı.

Türkiye'de son dönemlerde gerçekleşen ve sivil insanların hedef alındığı tüm intihar suikastları IŞİD tarafından yapılmıştır. Türkiye'nin izini, yardımı ve göz yumması olmadan gerçekleşmesi mümkün olmayan bu katliamların her biri HDP'yi, Kürtleri ve Türk demokratlarını hedef almıştır. AKP'nin tutumu IŞİD'in Türk toplumunda meşruiyet kazanmasına ve böylece örgüt tabanının geliştirilmesini sağlamaktadır. En büyük katliam IŞİD'in 25.06.2015 tarihinde Türkiye üzerinden de Kobanê'ye saldırıp ayırım yapmaksızın sivilleri öldürülmesiyle ile gerçekleşti. 202 insan öldürülmüş, 250 insan da yaralanmıştır. HDP'nin Adana ve Mersin bürolarına 25.05.2015 tarihinde Erdoğan için çok önemli olan seçimlerden kısa süre önce yapılan saldırılarda sadece bir tesadüf eseri can kaybı yaşanmamıştır. Seçimden iki gün önce Amed'te yapılan HDP mitinginde iki bomba patlatılmıştır. Dört insan ölmüş ve 416 insan da yaralanmıştır.

Bundan sonraki bombalı saldırı 20.07.2015 tarihinde Suruç'ta gerçekleştirilmiş ve 33 insan katledilmiştir. 10.10.2015 tarihinde Ankara'daki barış yürüyüşüne yapılan suikast saldırısında 106 insan hayatını kaybetmiştir. Türk hükumeti HDP'yi açıkça hedef tahtasına oturtunca Ocak adlı paramiliter gruplar 06 Eylül'den 08 Eylül 2015 tarihine kadar HDP'nin 400 binasına saldırarak tahrip etmiş ve bir kısmını da ateşe vermişlerdir. Ülkede bu yollarla oluşturulan Kürt düşmanı atmosfer Türkiye'nin batısında Kürtlere ve simaları Kürtlere benzeyen insanlara saldırılmasına yol açmıştır. Son iki ayda Kürt şehirlerinde aynı biçimde Türk polisi ve ordusu tarafından saldırılar yapılmıştır: Sokağa çıkma yasağı ilan edilmekte, elektrik, su ve internet bağlantısı kesilmektedir. Ardından tüm mahallelere roket ve bombalı saldırılar yapılmaktadır. Keskin nişancılar yüksek binalardan hareket eden her şeye ateş etmektedirler. Bu saldırılar silahlı belli bir gruba yönelik değil başta Kürtler olmak üzere tüm halkı hedeflemektedir.

Özet olarak devletin kendisi Kürt halkına karşı devlet terörü uygulamaktadır. PKK'nin kendisi ise siyasi görüşmeler yolunu amaçlamakta ve silahlı olarak sadece savunma yapmaktadır. Türkiye IŞİD'e yardım etmekte, Kürt özgürlük savaşçılarına karşı mücadele ederek IŞİD'e hareket alanı sağlamaktadır.

Yukarıda sırasıyla özetlenen gelişmelerden dolayı Kürtlerin Almanya'da terörist olarak dava edilmeleri ve PKK'nin örgüt olarak Avrupa Birliği terör listesine alınması hiç bir şekilde anlaşılır bir durum değildir. Bu da Türk hükumetinin kendisini onaylamış hissetmesine ve barışçıl bir çözüm yoluna girmeye bir sebep görmemesine yol açmaktadır. Şimdi Avrupa Birliğinin aynı zamanda kalkıp da Türkiye'ye PKK ile barış görüşmeleri çağırısında bulunmasını nasıl anlamak lazım? Tüm bunlar Erdoğan'ın: ‘Kalan son kişi ölünceye kadar savaşa devam edeceğiz’ sözlerini ve 17.11.15. tarihinde oynanan Türkiye-Yunanistan futbol maçında ondan bir hafta önceki Paris katliamı mağdurlarını anmak üzere yapılan saygı duruşu esnasında Türk seyircilerin PKK'ye karşı slogan atmaları ve Allahu-Ekber diye bağırmaları yaptıkları taşkınlıklar ile açıkça ortaya çıkmaktadır. Özellikle de bu kadar çok Kürt'ün burada yaşamasından dolayı Almanya artık Erdoğan'ı daha fazla güçlendirerek sorunu büyütmekten vazgeçmelidir, Almanya çözümün bir parçası olmalıdır.

Terörizm bağlamında verilen tutuklama emrinin kaldırılmasını talep ederiz.”