HDP'den BM'ye 'AKP/Saray' mektubu

HDP Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş, İstanbul’da düzenlenen Dünya İnsani Zirvesi'ne öncülük eden Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Ban Ki Moon’a mektup gönderdi.

Yüksekdağ ve Demirtaş, BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon’a mektup gönderdi. Mektupta, AKP/Saray'ın Kürdistan ve Türkiye'deki soykırımcı-darbeci uygulamalarına dikkat çekildi. Mektupta, Erdoğan'ın talimatıyla gerçekleşen ağır hak ihlallerine karşı tutum alınması istendi.

HDP Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş, İstanbul’da düzenlenen Dünya İnsani Zirvesi'ne öncülük eden Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Ban Ki Moon’a mektup gönderdi.

Mektupta, söz konusu zirvenin Kürdistan'da insani yıkım boyutlarının gittikçe ağırlaştığı bir dönemde yapıldığı vurgulanırken, şunlar kaydedildi: "Zirvenizin, Türkiye sınırları içinde ve etrafında yaşanmakta olan zincirleme evrensel ve insani hukuk ihlalleri hakkında uluslararası insanı mekanizmaları harekete geçirmeye vesile olmasını ummak isterdik. Ancak, böylesi kritik bir zirveye ev sahipliği yapmanın, Erdoğan rejiminin, ulusal ya da uluslararası hukuk önünde hiçbir hesap verebilirlik gözetmeden işlemekte olduğu hak ihlalleri ve insani suçların üzerini örtmeye vesile olma ihtimalinden ciddi bir endişe duymaktayız. Bu çekincemizle, ülkemizde Erdoğan’ın otoriter idaresi altında yaşanan siyasi ve insani krizin boyutlarını sizlerle paylaşmayı sorumluluğumuz olarak görüyoruz."

AKP'nin, son birkaç yıldır hem ülke içinde, hem de bölgede barışçıl ortak yaşam ve istikrar olanaklarını sabote eden bir kaba güç odağına dönüştüğünün belirtildiği mektupta, Erdoğan'ın Suriye krizini derinleştiren mezhepçi ve müdahaleci dış siyasetine dikkat çekildi.

'ERDOĞAN REJİMİ CADI AVINDA!'

"Erdoğan rejiminin kışkırttığı bu bölgesel çatışma, Kürt meselesini sürdürülebilir barışçıl çözüme kavuşturmak vizyonuyla, hükümet ile Kürt muhalefeti arasında 2013 yılında başlatılan görüşmelerin 2015 yılının Nisan Sayın Erdoğan tarafından ansızın sonlandırılmasıyla birlikte dramatik bir boyut kazandı" denilen mektupta, şöyle devam edildi:

"Son bir yıldır, merkezi iktidar ülke içinde ve dışarıda yükselttiği savaş ve çatışma politikalarına karşı her türlü muhalefeti insafsız bir 'ulusal güvenlik' ve 'terör' söylemiyle kriminalize ederek bastırmaktadır. Yıllar boyu hükümetin barışçıl çözüm inisiyatifini destekledikten sonra, Kürt bölgesinde yükseltilen savaş politikalarını eleştiren 1128 Barış İçin Akademisyenler inisiyatifi üyesi hakkında 'teröre destek' suçlamasıyla yürütülen soruşturma ve yargılama süreçleri, demokrasi ve barış aktivistlerin maruz kaldığı bu devlet-güvenlikçi cadı avının en çarpıcı örneklerindendir. Erdoğan rejimi, herhangi bir fren-denge sisteminin olmadığı ve siyaset kurumunun, siyasi partiler, sivil toplum örgütleri, medya kuruluşları, üniversiteler ve iş çevrelerini hedef alan 'güvenlik operasyonları' ile ikame edildiği bu çok tanıdık otoriteryan güvenlikçi devlet mantığını, Yeni Türkiye olarak tanımlamaktadır.

Bu ortamda, Kürt bölgesinde yükselen çatışma politikalarına en ufak bir haber ya da eleştiri ortaya koyan gazeteci ve aktivistler, Erdoğan rejimi tarafından 'terör propagandası' yapmakla suçlanıp keyfi gözaltı ve tutuklamalarla cezalandırılırken, iktidarın Suriye politikasına yönelik eleştiriler, ünlü gazeteciler Can Dündar ve Erdem Gül’ün mahkumiyetiyle sonuçlanan MİT Tırları Davası’nda olduğu gibi, 'vatana ihanet' ya da 'casusluk' türü ithamlarla kriminalize edilmektedir."

'KATLETTİLER, İŞGAL ETTİLER...' 

Kuzey Kürdistan'daki soykırımcı saldırılara değinilen mektupta, saldırıların 'Kürt halkı ve toplumsal coğrafyasını topyekûn cezalandırma aracına dönüştüğü' belirtildi. "Sokağa çıkma yasakları"na da atıfta bulunularak, Türkiye'nin uluslararası insan hakları ve çatışma hukuku sözleşmelerini ihlal ettiğine işaret edilen mektupta, şu bilgiler paylaşıldı:

"Şu ana kadar Kürt bölgesindeki yaklaşık 1 milyon 700 bin kişinin yaşadığı, ve partimiz HDP’nin oy oranının en yüksek olduğu, 7 il ve 22 ilçe merkezinde toplam 65 kez bir günden bir kaç aya kadar uzayabilen sürelerle kesintisiz 'sokağa çıkma yasakları' ilan edilmiştir. Yerli halka önceden haber verilmeksizin ve yemek, barınma ve sağlık dahil temel ihtiyaçlarına ilişkin hiç bir düzenleme yapılmaksızın yürürlüğe konulan bu yasaklara kesintisiz askeri ve polis operasyonları eşlik etmiştir. Operasyonlar boyunca sivil-militan ayrımı yapılmaksızın yerleşim alanları rastgele ve sistematik olarak bombardıman altında tutulmuştur. Sayısız belgeler ortaya koymaktadır ki, kuşatmalar boyunca, özel harekat güçleri, sistematik olarak Kürt ailelerin evlerini işgal edip yıkmışlar, yatak odalarından Sayın Erdoğan’a bağlılık yemini etmişler ve sosyal medyada yaptıkları yıkımın kanıtlarını ve ırkçı nefret mesajları yayımlamışlardır.

BM İşkenceye Karşı Komite’nin 13 Mayıs 2016 tarihli genel gözlem raporunda da vurgulandığı üzere, askeri operasyon bölgelerinde yaygın ve sistematik işkence, yargısız infaz, orantısız öldürücü şiddet, keyfi gözaltı uygulamaları ve mülkiyet hakkına yönelik saldırılar söz konusu olmuştur. Bizim kayıtlarımıza göre, aralarında yerel aktivistler, kadınlar, çocuklar ve yaşlıların da bulunduğu, en az 550 sivil kolluk güçleri tarafından öldürülmüş, 350 bin kişi zorla yerinden edilmiş, bölgenin önde gelen kültürel ve ticari merkezleri olan Sur (Diyarbakır), Cizre, Nusaybin ve Silopi kasabaları ile civardaki yerleşim bölgeleri yerle bir edilmiştir. Gerçekleştirilen insan ve mülkiyet kıyımına ilişkin delillerin sistematik olarak süpürülerek sivillerin girmesine yasaklı bölgelerde gömüldüklerine ilişkin birçok belge mevcuttur. Böylelikle delillerin toplanmasına engel olunmuştur. Çatışma bölgelerinde delilleri araştırmak isteyen birçok insan hakları aktivisti ve gazeteci de saldırıya uğramış, gözaltına alınmıştır.

SİYASİ SOYKIRIM OPERASYONLARI

Erdoğan rejimi operasyon bölgelerinde uluslararası hukukun gerekli gördüğü hiçbir insanı ihtiyacı karşılamadığı gibi, bu amaçla sivillere ulaşmaya çalışan yerel yönetim birimleri ve insani kuruluşların çabalarını da kitlesel gözaltı ve tutuklamalar yoluyla sistematik olarak engellemiştir. Halihazırda, toplam 57 belediye eşbaşkanı ve il genel meclisi üyesi cezaevinde tutulmaktadır. 28 belediye eş-başkanı ve 24 il genel meclisi üyesi ise görevden alınmıştır."

CİZRE

En dramatik sonuçların, en az otuz bin insanın yerinden edildiği Cizre’de yaşandığının hatırlatıldığı mektupta, en az iki yüz sivil insanın sığındıkları bodrumlarda katledildiği bildirildi.

Mektupta, Sur'daki işgal kararı da gündeme getirilerek özel mülkler, Ermeni ve Süryani kültürel miras alanlarının da işgal edildiği vurgulandı.

AKP/Saray'ın mültecilere, azınlıklara, kadınlara, çocuklara, engellilere ve LGBTİ'lere yönelik uygulamaları için de "son derece vahim" denilen mektupta, devamla şunlar ifade edildi:

'ALEVİ İLÇELERİNE MİLİTANLAR YERLEŞTİRİLECEK!'

AB desteği ile Alevi ilçelerinde inşaatına başlanan mülteci kamplarına tepki gösterilen mektupta, "Bu projeler, yerli Aleviler arasında habitatlarına Sünni militanların yerleştirileceğine dair büyük bir endişe ve tepki yaratmıştır. Hükümet ise, yerel halkla diyaloğa girip endişelerini gidermek yerine, halkın tepkilerine şiddetle ve keyfi gözaltılar ile cevap vermeyi tercih etmektedir. Erdoğan rejiminin son birkaç yıllık icraatları göz önünde tutulduğunda, bu projelerin Suriye’deki etno-mezhepsel çatışmaları Türkiye’ye taşımaya vesile olması ihtimalinden ciddi olarak endişe duyduğumuzu belirtmek isteriz" denildi.

'DEMOKRATİK ÖZERKLİK KRİZLERİ ÖNLER'

Demirtaş ve Yüksekdağ'ın mektubunda son olarak şu ifadelere yer verildi:

"Ekselanslarının İstanbul’da toplayacağı Birinci Dünya İnsani Zirvesi’nin de en temel ev ödevinin, diğer coğrafyaların yanı sıra, burada, evimizde, yaşanan alarm verici duruma uygun bir pozisyon almak ve bu insanı krizin çözümü için perspektif geliştirmek olduğuna inanıyoruz. Bu ülkenin, temsilcisi olduğumuz halklarının içinde yaşadığı son derece gerçek insanı krizlere karşı tavır almamanız durumunda, yukarıda ayrıntılandırdığımız koşullar altında yaşayanlar, küresel insani gündemin, bir kez daha, jeopolitik ve iktisadi hesaplara feda edildiğine şahitlik etmiş olacaklar; ki bu, insanı rejime yönelik güvensizliklerini, hayal kırıklıklarını ve bir başına bırakılmışlık hislerini derinleştirecektir. 

(...) Yerel ölçekli demokratik özerklik ve hesap verebilirliğin, bu insan-yapımı insani krizleri önlemek için merkezi bir ehemmiyete sahip olduğunu dikkatinize sunmak isteriz."