ANALİZ

'HAYIR' tutumu bir demokrasi mücadelesidir

Referandum tüm demokrasi güçlerinin ortaklaşarak otoriter soykırımcı sisteme karşı mücadele zemini olacaktır. Referandumda ne kadar fazla hayır çıkarsa demokrasi mücadelesi o kadar güçlenecektir.

AKP-MHP iktidarı başkanlık sistemini getirerek 12 Eylül askeri faşist darbesinin hazırladığı anayasayı restore etmeyi hedefliyor. 12 Eylül, otoriter kurumsal soykırımcı sömürgeci faşist bir düzen kurmayı hedeflemişti. Ancak bu faşist anayasa Kürt Özgürlük Hareketi ve demokrasi güçlerinin mücadelesini tasfiye etmeyi başaramadı. Bu anayasanın yürürlüğe girmesiyle birlikte gerilla mücadelesinin başlaması, bu mücadelenin demokrasi güçlerinin tümden tasfiye edilmesinin önüne geçmesi ve kesintisiz yürütülen mücadele sonucu 2014 yılının sonuna gelindiğinde artık bu anayasayla Kürt halkının mücadelesinin önünün alınamadığı anlaşılmıştır. Türkiye’nin egemen sınıfları ve soykırımcı sömürgecilik Kürt halkının özgürlük mücadelesini ve Türkiye’de devrimci hareketin yükselişini durduramayınca 12 Eylül1980’de askeri darbeyle otoriter ve faşist bir yönetim oluşturmuştur. Bu darbeyle birlikte Kürt Özgürlük Hareketi’ne ve demokrasi güçlerine saldırı yoğunlaştırılmış ve sistemli hale getirilmiştir. 1982 anayasasıyla Kürt halkının ve demokrasi güçlerinin mücadele edemeyeceği, etse de şiddetle bastırılacağı bir düzen kurulmuştur. Baskı ortamında yapılan anayasa referandumu yüzde 92 evet ile kabul edilmiştir. Halkın “evet diyelim de bu cuntadan kurtulalım” anlayışıyla sandığa gidip evet oyu verdiği değerlendirmeleri yapılmıştır.

7 Haziran seçimlerinden sonra ittifak kuran AKP ile MHP 15 Temmuz başarısız darbe girişiminden sonra ortak hükümet oldular. Resmi olarak MHP hükümet içinde görülmese de ortak politikalar yürütmektedirler. Zaten önemli politik konularda bir araya gelmektedirler. Alparslan Türkeş 12 Eylül askeri faşist darbesinden sonra ‘fikrimiz iktidarda’ demişti. 20 Temmuz’da ilan edilen OHAL’den sonra MHP’nin fikri de kendisi de iktidardadır. Bu nedenle zaman zaman MHP’nin resmi olarak da hükümette yer alacağı söylenmektedir. 7 Haziran seçim sonuçlarından sonra Alparslan Türkeş’in oğlu Tuğrul Türkeş hükümet içine alınıp başbakan yardımcısı yapılması 7 Haziran sonrası kurulan hükümetin karakterini ortaya koymaktadır. 

7 Haziran’dan sonra kurulan ve 1 Kasım seçimlerinden sonra yenilenen hükümet Kürt Özgürlük Hareketi’ne ve demokrasi güçlerine her türlü saldırıyı yapmasına rağmen Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye edemediği gibi kendisi yıkılmayla yüz yüze kalmıştır. Başarısız darbe girişiminden sonra 20 Temmuz’da Olağanüstü Hal bu nedenle ilan edilmiştir. Bu post modern de değil, dört dörtlük klasik bir faşist darbedir. Sadece darbeyi yapanlar general değildir. Bundan sonra Türkiye’deki darbelerin böyle gerçekleşeceği görülmektedir. Eğer bu nedenle bu darbeye post modern denirse bir haklılık payı olabilir. Artık siviller seçim ya da başka yollarla iktidarı bırakmayacaklardır. Özel savaşın gereği iktidar değişimi gerekliyse olacak, yoksa o dönemde hangi iktidar Kürtleri ve demokrasi güçlerini egemenlik altında tutacaksa onlar iktidarda kalacaktır. Seçim yoluyla iktidarın değişeceği bir siyasal sitem olmayacaktır. AKP zaten eğer birileri tarafından düşürülmezse iktidardan gitmeyeceğini şimdiye kadarki tutumuyla göstermiştir.

AKP ve faşist müttefikleri 7 Haziran’da seçimi kaybettikleri halde iktidarı bırakmadılar. Bırakmayacaklarını da açık gösterdiler. 1 Kasım seçimleri sadece yeni kurulan faşist ittifak hükümetin resmileştirilmesinin seremonisi olmuştur. Bu iktidar mevcut anayasanın da yetmediğini görerek 1982 faşist anayasasının daha otoriter versiyonunu yapmaya yönelmiştir. Yeni bir anayasa ya da sistem oluşturulmuyor, 12 Eylül faşist darbesinin hazırladığı ve öngördüğü sistem daha da otoriter hale getiriliyor. Çünkü 12 Eylül 1980 darbesine gerekçe yapılan Kürt halkının özgürlük mücadelesi 1980 öncesini katbekat aşmıştır. Bundan öte, Kürt Özgürlük Hareketi ile Türkiye’deki demokrasi güçlerinin yetersiz de olsa ortaklaşması vardır. Bu durum karşısında AKP-MHP iktidarının darbe yapmaktan başka yolu kalmamıştır. Ya Kürt sorununu çözerek demokratikleşmeyi tercih edeceklerdi ya da böyle bir darbe yapmaya yöneleceklerdi. AKP-MHP iktidarı darbe yapıp 12 Eylül anayasasını restore ederek faşist bir sistem kurmayı amaçlamıştır.

Zaten söylenenler faşist bir düzen arzuladıklarını açıkça ortaya koymaktadır. Güçlü hükümet, güçlü iktidar, güçlü devlet için bu anayasa değişikliğinin yapıldığı söyleniyor. Faşist MHP’nin başbuğu Türkeş’in sürekli dillendirdiği slogan da güçlü iktidar ve güçlü devlettir. Faşist iktidarlara göre demokrasi iktidarı ve devleti güçsüz kılmaktadır. Tayyip Erdoğan da “ben başkan olursam güçlü iktidar ve güçlü devlet oluruz, böylece terörü ezeriz” diyor. 12 Eylül’ün güçlü generali Kenan Evren de aynen bunları söylüyordu. Tayyip Erdoğan en son “bu anayasayla prangalardan kurtulacağız” diyerek önünde hiçbir engelin olmadığı bir diktatörlük amaçladığını ortaya koymuştur. Zaten çok önceleri kaymakamlar ve valilere “mevzuata takılmayın; anayasa, yasa dinlemeyin, ne gerekiyorsa yapın” demedi mi? Şimdi bu yasal şu yasal formaliteye gerek yok, bunlar prangadır, bunlar olmadığında ben engelsiz yönetirim ve istediğimi yaparım, diyor. Mevcut mevzuat hala önüne bazı engeller koyuyor. 12 Eylül faşist anayasası bile bazı konularda dış dünyayı dikkate almıştı. Çünkü darbeyi onların desteğiyle yapmıştı. Yine AKP iktidarını pekiştirmek için iktidarının ilk yıllarında Avrupa’nın desteğini almayı gerekli gördü. Bazı AB’ye uyum yasaları çıkardı. Şimdi tüm bunlar gereksiz ve engel görülüyor. Zaten şu anda her gün Kanun Hükmünde Kararnameler çıkararak faşist ülkelerde bile olmayan bir keyfi yönetime yönelmişlerdir. Tayyip Erdoğan yapılacak anayasa değişikliğiyle bugün çıkarılan kararnameleri her gün istediği gibi çıkaracaktır. Bir de utanmadan kanun değil kararname çıkarma yetkisine sahip olacağız diyerek herkesle açıkça alay etmektedir.

Bizim başkanlık sistemimiz ABD ya da başka yerlerle karşılaştırılamaz; Türk tipi başkanlık getiriyoruz diyerek tamamen otoriter faşist bir sistem kuracağını da itiraf etmiştir. Türk tipi başkanlık derken AKP ile MHP zihniyetinin hâkim olduğu faşist bir düzeni kast etmektedir. Fanatik İslamcı kesimler, demokrasi bizim inancımıza ve kültürümüze ait değildir, batı, yani Hristiyan dünyasından gelmiştir diyerek karşı çıkarlardı. Demokrasinin insanın varoluşu ve doğal toplumun zorunlu bir özyönetim biçimi olduğunu bilmediklerinden, demokrasinin esas anavatanının, yani kök hücresinin Ortadoğu olduğunu görmediklerinden demokrasiyi batı düşmanlığı ekseninde böyle değerlendirirlerdi. Aslında Erdoğan bizim başkanlık sistemimiz Türk tipi olacak derken bugünkü İslam dinini kendilerine maske edinen bu tür hareketlerin düşüncesini ortaya koymaktadır. Erdoğan zaten Türkiye İhvan-i Müslim’idir; İhvan-i Müslim’in Türkiye lideridir. 

Tayyip Erdoğan’ın öngördüğü başkanlık sistemi aslında ABD ve Fransa’da güçlü meclislere dayalı başkanlık sistemi de değildir. Başkanlık sistemi denilen sistemlerde bir yönüyle bazı evrensel ölçüler oluşmuştur. Kuşkusuz her yerde bazı özgünlükler taşır. Ama Türk tipi denilmesi gibi sadece nevi şahsına münhasır sistemler değildir. Tayyip Erdoğan’ın Türk tipi dediği başkanlık sistemi Güney Amerika’daki, Rusya’daki ya da bazı Doğu Avrupa ülkelerindeki başkanlık sistemi de değildir. Çünkü onlarda da güçlü meclisler vardır. ABD’de çift meclisli bir sistem vardır. Tayyip Erdoğan demokratikleşmeye kapalı ve her türlü demokratik birikim ve kurumları da boğan bir sistem öngörmektedir. Aslında buna başkanlık sistemi de denilemez. Zaten Tayyip Erdoğan da bizimkisi Türk tipi olacak diyerek kendilerinde olacak olanın dünyadaki başkanlık sistemleri gibi olmayacağını açıkça ifade etmiştir. 

Türk tipi demesi zaten bu sistemin nasıl şovenist, soykırımcı karakter taşıyacağını ortaya koymaktadır. Doksan yıldır Türklük adına yapılan her şeyin başta Kürtler olmak üzere tüm farklılıkların inkârı ve imhasını hedeflediğini çok iyi bilmekteyiz. Son yıllardaki uygulamaların Kürt düşmanlığı üzerine kurulu olduğu açıktır. Bu gerçekliği KDP ile kurduğu ilişkilerle gizlemeye, başta Kürtler olmak üzere dünyayı kandırmaya çalışsa da AKP iktidarı bugün tamamen Kürt düşmanıdır ve kendini Kürt düşmanlığıyla ayakta tutmaktadır. 

Daha önce de defalarca vurguladık, Türkiye’de demokratik olmayan her düşünce, politika ve uygulama kesinlikle Kürt düşmanıdır. Kürtler en başta da bu gerçekliği kulaklarına küpe yapmak durumundadırlar. Aslında bu gerçeklik Aleviler ve tüm farklı etnik ve inanç kimlikler için de geçerlidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin 1924 sonrası ideolojik, siyasi, idari, kültürel anlayışı ve oluşturulan yapılanmalar incelenirse bu gerçeklik tüm çıplaklığıyla görülür. Kürtler, Aleviler, faklı etnik ve inanç grupları, kadınlar, gençler, emekçiler neden bu anayasa değişikliğine hayır demelidirler sorusunun cevabı burada vardır. Yani demokratik olmayan bir değişikliğe ve bu temelde 12 Eylül anayasasının restorasyonuna hayır diyeceklerdir. Türkiye’nin 1924 anayasasından bu yana oluşturulan soykırımcı otoriter anayasa ve anayasa değişiklikleri içinde en gericisi ve otoriter olanı bu değişikliklerle oluşacak bu yeni 12 Eylül anayasası olacaktır. Bu anayasa iç ve dış demokratik etkilere tümden kendini kapatan bir anayasa olacaktır. Türk tipi derken de Türkiye’deki demokratik güçlerin mücadelesi ve birikmiş ve oluşmuş demokratik tüm değerler ve eğilimlerin tasfiye edileceği kast edilmektedir.

Bu anayasa şimdiye kadarki anayasaların en otoriteri, en faşisti ve en gericisi olacaktır. Diğerlerinden tek farkı İslam’ı iktidar aracı olarak kullanmak isteyen kesimleri sistem içine almış olmasıdır. Buradaki iktidarcı İslam, Müslümanların çoğunluğunu da dışlayan, onlar üzerinde de baskı ve sömürü düzeni kuracak iktidarcı İslam’dır.  Zaten bu karakteriyle İslam’daki hak, adalet, vicdan, eşitlik gibi tüm değerleri de çiğnemektedir. Zaten İslam’ın şovenizme, Kürt düşmanlığına alet edilmesi ve Kürt soykırımında kullanılacak bir araç haline getirilmesi bunların İslam karşıtlığını da ortaya koymaktadır. Kürt Halk Önderi yıllar önce bu zihniyet için ‘karşıt İslam’ kavramını kullanmıştır. 

Kürtler tabii ki Kürt soykırımını hedefleyen anayasaların en kötüsü olan bu anayasaya hayır diyeceklerdir. Böylece Kürtler üzerinde 1924 yılından beri uygulanan soykırımcı sömürgeciliğe ve onun son temsilcisine hayır diyeceklerdir. Tüm yasalara, yönetmeliklere ve uygulamalara yön verecek bu faşist soykırımcı anayasaya hayır diyeceklerdir. Öte yandan bu anayasa değişikliğine hayır demek Kürtler açısından Dolmabahçe Mutabakatını reddederek, önderlik üzerinde ağır tecrit uygulayarak, 7 Haziran seçimlerini yok sayarak, tüm şövenist faşist güçlerle ittifak kurarak Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye etmek için Kürt halkına yönelik yürütülen baskı ve zulme hayır demek olacaktır. 1990’lı yıllarda köyleri yakıp yıkarak “suyu kurut balığı öldür” politikası, 2015 ve 2016’da örgütlü ve bilinçli biçimde Kürtlerin bulunduğu şehirleri yakıp yıkarak kadın, çocuk, yaşlı demeden sivilleri katlederek uygulanmıştır. Şu anda Kürtlerin siyasi temsilcilerinin tamamına yakını zindanlara doldurulmuştur. Sadece özel savaş ve psikolojik savaş gereği bazıları zindanlara atılmamıştır. Onlar üzerinde de ağır baskı uygulayarak etkisizleştirme politikası izlenmektedir. Kürtler yüksek düzeyde hayır diyerek bu uygulamalara karşı da tutumlarını ortaya koymuş olacaklardır. Kuşkusuz Suriye ve Rojava politikaları ve Şengal düşmanlığıyla ortaya konulan Kürt düşmanlığına da hayır demiş olacaklardır. Kürtlerin bu referandumda hayır tutumunu ortaya koymaları açısından yüzlerce neden vardır. Toplamda ise bu faşist uygulamalara karşı Kürt’ün tutumunu ortaya koymuş olacaklardır. Aslında bu referandum Kürt’ün soykırımcı sömürgeciliğe karşı tutum koyması açısından bir fırsat olarak görülmelidir. 7 Haziran’dan daha güçlü bir Kürt tutumu ve demokratik tutum ortaya konularak bu mücadelenin ezilemeyeceği ve demokratikleşmenin mutlaka kazanacağı gösterilmelidir.

AKP-MHP faşist iktidarı Kürtlerin bu referandumda evet oyu vermeyeceğini çok iyi bildiğinden Kürtlerde boykot eğilimini geliştirmek için büyük çaba göstermektedir. Çünkü Kürtler ne kadar az sandığa giderse Kürdistan’da ve Türkiye’de evet oyları o oranda yüksek olacaktır. Kürdistan’da verilen her hayır oyu evet oranını sadece Kürdistan’da değil Türkiye genelinde düşürecektir. Evet oyu fazla çıktığında ise AKP-MHP ittifakı kendi değişikliklerine, dolayısıyla bir bütün olarak oluşacak anayasaya sadece Türkiye’nin batısının değil Kürtlerin de evet dediği propagandası yapacaktır. En kötüsü de son iki üç yıldır yürüttüğü Kürt düşmanı ve Kürtlere uyguladığı zulmün onay gördüğünü söyleyecektir. “Kürtler HDP’nin hayır tutumuna destek vermedi” diyerek kendi uygulamalarını meşrulaştıracaktır. Bu açıdan boykot doğrudan Kürt düşmanlarına hizmet edecektir. Çünkü boykot evet oranını yükselteceğinden Kürt düşmanı anayasanın yüksek oranda kabul edildiği iddia edilecektir. Bu açıdan boykot ne soykırımcı anayasalara, ne soykırımcı sömürgeci sisteme ne de faşist iktidara karşı bir tutum olacaktır. Aksine Kürtlerin tutumunu boşa çıkaran bir yaklaşım olacaktır. 

Bazıları çok demagojik bir biçimde “bu değişiklikler bizi ilgilendirmez, biz neden muhatap olalım, sandığa gidersek onaylamış oluruz” gibi argümanlarla boykot edilmesi gerektiğini vaaz etmektedirler. Bunlar kesinlikle Kürt tutumunu boşa çıkarıp AKP-MHP iktidarına güç vermek isteyenlerdir. Yüksek düzeyde evet çıkmasını sağlayarak bu değişiklikleri, bu sistemi ve AKP-MHP faşist iktidarının uygulamalarını meşrulaştırmak isteyenlerdir. Kürtler arasında boykot eğilimini geliştirme çalışmasını bizzat saray gladiosu ve MİT yapmaktadır. Kürdistan’daki işbirlikçilerini de kullanarak HDK ve HDP’nin, demokrasi güçlerinin tutumunu boşa çıkarmaya çalışmaktadır. AKP iktidarının Kürtlerin sandığa gidip hayır demesini engellemek için KDP’yi de devreye sokup kullanmak istediği anlaşılmaktadır. Kürtlerin ve tüm demokrasi güçlerinin hayır dediği bir yerde bu hayır kampanyası karşıtı bir tutum takınmak KDP açısından çok kötü bir duruma düşmek olur. Özellikle Türkiye’de Kürt sorununa olumlu yaklaşan tüm demokrasi güçlerinin hayır dediği bir ortamda boykot sadece Kürt tutumunu zayıflatma ve demokrasi güçlerine karşıt bir tutum olur ki, hiçbir Kürt’ün bu tutuma girmemesi gerekir. 

Özellikle AKP yandaşı medya ve saray gladiosu ve MİT’in yönlendirdiği basında “HDP boykot yapacak ya da Kürtler sandığa gitmeyecek, boykot edecekler” biçiminde haberler yayınlatılması ve yorumlar yaptırılması söz konusudur. Bunlar bile Kürdistan’daki ve metropollerdeki Kürtler arasında sandığa gidilmemesi yönündeki eğilimlerin nereden kaynaklandığını ve kimler tarafından böyle bir gündem yaratıldığını ortaya koymaktadır. 

Bu referandumda hayır değil de boykot edilmesini vaaz eden Kürtler tarih karşısında ağır bir sorumluluk altına gireceklerdir. Kürt düşmanı bir anayasaya ve bunu oluşturan faşist iktidara ve Kürtlere zulüm uygulayan iktidara destek verenler olarak tarihe geçeceklerdir. Kürt halkı bu tutumu unutmayacak, affetmeyecektir. 

Bu referandumun güncel ve tarihi önemi vardır ve bu yönlü sonuçları olacaktır. Ne kadar az evet çıkarsa anayasanın ve mevcut sistemin meşruiyeti o kadar zayıflayacaktır. Bırakalım Kürtler arasında, Türkiye halkı için de bu anayasanın ve buna dayalı düzenin meşruiyeti kalmayacaktır. Bu değişikliklere yüzde 55 ile evet denildiğinde bile bu anayasa meşru olmayacaktır. Toplumun yarısına yakınının kabul etmediği bir sistem tartışılacak ve meşru görülmeyecektir. Çünkü bu bir hükümet seçimi değildir; hatta bir yasa yapma değildir; tüm sistemi belirleyecek değişikliklerdir. Konsensüs, yani uzlaşma gerektiren konulardır. Bu açıdan referandumda yüzde 55 çıksa dahi daha baştan batıl olacaktır. Bu gerçeğin iyi görülmesi gerekir. Bu açıdan ne kadar düşük evet çıkarsa sadece bu değişiklikler değil tüm anayasa ve sistem sorgulanacaktır. Çünkü bu değişiklikler sisteme yeni bir ruh verecektir. Otoriter ve faşist karakter daha da derinleşip kapsamlaşacaktır. Dolayısıyla ne kadar az evet çıkarsa bu demokrasi mücadelesi ve Kürt halkının özgürlük mücadelesi açısından olumlu sonuçlar doğuracaktır. Kaldı ki konsensüsle olmayan, yani yöntem olarak yanlış oluşturulan bu değişikliklerden AKP’ye oy verenler de rahatsızdır. Toplumsal konsensüsü, yani uzlaşmayı önemli gören AKP’liler de bu referanduma ya hayır diyeceklerdir ya da sandığa gitmeyeceklerdir. Bilindiği gibi anayasa mahkemesi bile bir yasa değişikliğini incelerken ilk önce usulden bakmaktadır. Çünkü yasaların yapımında usul önemlidir. Dolayasıyla anayasa yapılış yöntemi açısından bu daha da geçerlidir. Çünkü anayasa yapımında temel usul ise konsensüs, yani uzlaşmadır. 

Evet oyu ne kadar az çıkarsa, bu yönlü meşruiyeti de sorgulanacaktır. Bu açıdan Kürt halkı, demokrasi güçleri, hayır cephesi AKP’lilerin de hayır demesini sağlama çalışması yürütmelidirler. Hayır demeyenlerin ise sandığa gitmemelerini sağlamaları gerekir. AKP nasıl ki evet oyu vermeyeceklerin boykot yapmasını, yani sandığa gitmemesini  sağlamaya çalışıyorsa, demokrasi güçleri ve Kürtler de hayır demeyecek AKP tabanının sandığa gitmemesi yönünde çaba göstermelidirler. Bu tabanda yapılacak hayır çalışması en azından bu yönlü sonuçlar verebilir. 

Hayır, oyu verenler arasında çok farklı eğilimler bulunmaktadır. Kürtlerin ve demokrasi güçlerinin hayır argümanlarıyla bazı çevrelerin hayır argümanları arasında farklılıklar vardır. Bu da normal bir durumdur. Çünkü AKP iktidardır. Egemen sınıflar ve bugüne kadar sistem içinde yer almış siyasi kesimler arasında iktidar mücadelesi vardır. Bu açıdan mevcut iktidara karşı tutum alanlar her zaman olur. Onlarınki bir iktidar mücadelesidir. Fethullahla Tayip Erdoğan arasında bir iktidar mücadelesi vardı. Fethullahçılar kaybetti. Bu, iktidar mücadelesinin bittiği anlamına gelmiyor. Sistem içinde her zaman iktidar mücadelesi olur. Bunlar Kürt düşmanlığında ortak olurlar, ama kimin iktidar olacağı konusunda ise birbirlerine karşı mücadele ederler. Kürt halkının ve demokrasi güçlerinin tutumu ile iktidar mücadelesi verilmesi tutumunu karıştırmamak lazım. Kürtler bir iktidar mücadelesi verdiği için değil, bu sisteme tümden karşı oldukları için; bu iktidar halka zulüm yaptığı için, bu referandumu demokratikleşme karşıtı olduğu için Kürt tutumu olarak hayır diyeceklerdir.  Bu açıdan başka konularda bu iktidara destek verenler, ama referandumda ayrı düşenlerin tutumu Kürtleri ve demokrasi güçlerini ilgilendirmez. Onların tutumu Kürtlerin ve demokrasi güçlerinin tutumunu etkilemez. İktidar mücadelesi hiçbir zaman Kürt halkının ve demokrasi güçlerinin tutumunu etkilemez. Bu açıdan başkalarının hayır gerekçeleri Kürtleri ve demokrasi güçlerini ilgilendirmez. Kürtler ve demokrasi güçleri neden hayır diyeceklerini ortaya koyarlar ve halkın hayır oyu vermesini sağlamaya çalışırlar. 

16 Nisan’da yapılacak referandum Kürtler ve demokrasi güçleri açısından çok önemli hale gelmiştir. Hayır tutumu bir demokrasi mücadelesi olacaktır. Referandum tüm demokrasi güçlerinin ortaklaşarak otoriter soykırımcı sisteme karşı mücadele zemini olacaktır. Referandumda ne kadar fazla hayır çıkarsa demokrasi mücadelesi o kadar güçlenecektir. Eğer hayır cephesi iyi çalışırsa referandumda yüzde 50’nin altında evet oyu çıkar. Bu da AKP-MHP iktidarına bir seçim yenilgisinden daha büyük bir yenilgi yaşatır.

KAYNAK: YENİ ÖZGÜR POLİTİKA