Elçi’ye suikast emrini Erdoğan mı verdi?

‘’Elçi’ye suikast emrini Erdoğan mı verdi’’ sorusunu peşin bir algı yaratmak için ortay attığımızı sanmayın. ‘’Elçi’yi vurun’’ emrini Erdoğan’ın verdiğine inanan Kürtlerin sayısı milyonları buluyor.

‘’Elçi’ye suikast emrini Erdoğan mı verdi’’ sorusunu peşin bir algı yaratmak için ortay attığımızı sanmayın. ‘’Elçi’yi vurun’’ emrini Erdoğan’ın verdiğine inanan Kürtlerin sayısı milyonları buluyor.

Peki, neden bu ülkede siyasi cinayetle işlendiğinde, Suruç, Ankara gibi kitlesel katliamlar gerçekleştiğinde hepimizin aklın ilk Erdoğan geliyor?

Nasıl olurda bir ülkenin cumhurbaşkanı ‘’kendi vatandaşı’’ için ‘’vurun’’ kararı verebilir? Veya vermiş midir?

Ne yazık ki bu soruya ‘’hayır’’ demek çok zor.

Roboski’de 34 Kürt gencinin öldürülmesini, Paris’te üç Kürt kadın devrimcinin kalleşçe katledilmesini bir taraf bırakalım. Şu güncel olan MİT TIR’ları meselesine baktığımız zaman gazetecilerin tutuklanmasından, Kürt şehirlerinin yerle bir edilmesine, kadın, genç, çocuklardan tanınmış bir avukatın öldürülmesine kadar  ‘operasyon’ kararlarının kim tarafından, nasıl verildiği de kendiliğinden anlaşılmış oluyor.       

2014 yılının ocak ayının ilk günlerinde Suriye’de DAİŞ, El-Nusra, Ahrar Ül Şam gibi örgütlere silah taşıyan MİT TIR’ları durdurulduğunda dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan TIR’larda ‘’insanı yardım malzemeleri’’ olduğunu söylemişti. Daha sonra bu TIR’ların içindeki ‘‘insani malzemeye’’ ilişkin belgeler ortay açıktı. Bu belgelerde kuşkuya yer bırakmayacak şekilde TIR’larda ‘’insanı yardım’’ değil, silah ve mühimmat taşıdığı görülüyordu.   

Erdoğan daha sonra halk oylamasıyla yüzde 52 oy alarak cumhurbaşkanı oldu. İlk yaptığı açıklamalardan birisi MIT’in silah dolu TIR’larına ilişkindi. Erdoğan katıldığı bir televizyon programında aleni olarak belgeleri yayımlayan cumhuriyet gazetesi ve onun genel yayın yönetmeni Can Dündar’ı kastederek   "Öyle bırakman onu, bedelini ödeyecek" diyordu.

Ve nitekim 1 Kasım seçimlerinden AKP yüzde 49.4 ile sandıktan birinci çıkarılınca- çıkarılınca diyorum çünkü bu seçim asla meşru bir seçim değil- operasyonun düğmesine bastı. Can Dündar ve Cumhuriyet gazetesinin Ankara temsilci Erdem Gül tutuklandı. Şimdi içerdeler.

Bu tutuklanmadan önce Erdoğan çok akıllı olduğundan mı, yoksa akıl tutulması yaşadığından mı bir şey daha söyledi. Daha doğrusu onu gelecekte uluslar arası bir mahkemede yargılayacak sözler sarf etti.   Bu kez MİT TIR’larının içinde olanları üstlendi.  Ve şöyle dedi:

"Durdurulan TIR'lar Bayırbucak'a yardım götürüyordu. Şimdi diyecekler ki Başbakan TIR'ların içinde silah yoktu diyordu. Varsa ne olacak yoksa ne olacak."

Daha bir yıl önce ısrarla inkâr ettiği silahları kabullenerek ‘‘varsa ne olacak’’ demesi kiminle karşı karşıya olduğumuzu anlatmak için yeterlidir. Hiç şüphe yok ki her iki gazetecinin ‘vatana ihanet’, ‘casusluk’ ve ‘terör örgütü üyeliği’ suçlamalarıyla cezaevine gönderilmesinin talimatını Erdoğan vermiştir. Yukarda aktardığımız sözler bunun açık kanıtıdır.

Eğer bugün Can Dündar ve Erdem Gül, tıpkı Tahir Elçi gibi bir suikast sonucu öldürülmedilerse, bu onların ‘etnik kimliği’ ile alakalıdır. Onların payına cezaevi, Kürdün payına ise çoğu zaman olduğu gibi mezarlık düşmektedir.

‘’Tahir Elçi’nin vurulma talimatını kim verdi’’ sorusuna şuanda Erdoğan’ın verdiği yanıt tıpkı MIT TIR’larında ‘insani yardım malzemesi’ vardı türündendir.

Çünkü ilk yaptığı açıklamanın ilk cümlesi ‘insanidir.’   Türk cumhurbaşkanı Balıkesir'de toplu açılış töreninde "Sayın Elçi'ye ve şehit polisimize Allah'tan rahmet diliyorum’’ dedi. Ama sadece bu kadarla kalmadı. İkinci cümlede  ‘‘Bu olay Türkiye'nin terörle mücadeledeki kararlığının ne kadar doğru olduğunu göstermiştir’’ dedi.

Bu sözlerden birkaç saat sonra Balıkesir'in Burhaniye ilçesinde toplanan kalabalığa yaptığı konuşmada ise o bilinen ‘Türkün Türk’e hamaset’ sözlerini söyledikten sonra isim vermeden Kürtleri kast ederek şöyle diyordu:

‘’Vatan, tek vatan 780 bin kilometre kareyle tek vatan, bu vatanda kimse ameliyata teşebbüs etmesin, operasyona teşebbüs etmesin, avucunu yalar. Karşısında bizi bulur, gereği neyse bu yapılır.’’

Türk devletine göre Kürtlerin hak talebi ‘ameliyata teşebbüs etmek’ olduğu için Erdoğan Tahir Elçi’nin cenazesi yerde iken ‘karşısında bizi bulur, gereği neyse bu yapılır’’ demesini yabana atmamak gerekir. Bu bilinçaltında vurmuş bir dip dalga da olsa Elçi cinayetinin kimler tarafından planlandığının, tıpkı MIT TIR’larında olduğu gibi açık ifadesidir. 

Çünkü Tahir Elçi, PKK’den farklı düşünse de devletin ve Erdoğan resmi bakışına ‘’PKK bir terör örgütü değildir’’ diyerek ağır bir darbe indirmiştir. Hem bunun intikamını almak, hem de Kürtlere karşı 30 Ekim 2014’te Milli Güvenlik Kurulu’nda karara bağlanan savaş politikasının derinleştirilmesi ve yaygınlaştırılması için Elçi son derece bilinç bir hedef olarak seçilmiştir.

Elçi’nin öldürülme operasyonuna karar verenler şu söylüyor: Artık hedefte Kürtler adına en masumane önerileri yapan herkes vardır. Büyük ihtimalle bu saldırının arkası gelecek, belki daha büyük çılgınlıklara devletin, Erdoğan’ın  ‘Esadullah timleri’ imza atacaktır.

Yani Tahir Elçi ‘PKK terör örgüt değildir’ dememiş olsaydı belki öldürülmemiş olacak, Cumhuriyet gazetesi MIT TIR’larına ilişkin belgeleri yayınlamamış olsaydı belki bugün Can Dündar ve Erdem Gül cezaevinde olmayacaklardı. Bu iki kere ikinin dört ettiği kadar net ve açıktır.       

Yarın tıpkı TIR’ların içindeki silah ve mühimmata ilişkin belgelerlin ortaya çıktığı gibi Elçi cinayetin ilişkin ses, görüntü kaydı veya belge ortaya çıkarsa bugün ‘’Elçi’ye Allahtan rahmet dileyen’’ Erdoğan’ın çıkıp ‘vurduksa vurduk’ demesi hiçte garip olmayacaktır.

Devlet Tahir Elçi’yi Kürdistan’ın kalbi Diyarbakır’da vurarak Kürtlere bundan sonraki süreç için mesajını verdi.  Şimdi gerçekleri karatma çabasındalar. Becerebilirlerse sonuna kadar işi sulandırmaya, farklı hedefler göstermeye, işi bir takım teknik ayrıntıya boğmaya çalışacaklar. 

Ancak bu nafile bir çaba olacak.

Otopsi raporu ve görgü tanıkların ifadelerine göre Tahir Elçi bir suikast sonucu öldürüldü. Kürdistan’da bu ve benzeri cinayetlere tanıklık edenler Elçi’nin planlı ir suikast sonucu öldürüldüğü konusunda hem fikirler. Bu konuda kuşku duyan hiç kimse yok.

Zaten Tahrir Elçi’nin abisi Ahmet Elçi ikirciksiz bir şekilde  ‘net olan tek şey var; kardeşimi devlet katletti’ demesi aynı zaman Kürdistan kamuoyunun ve Türkiye’nin demokratik vicdanın genel kanısını ifade ediyor.

Elçi’nin öldürülmesinden sonra Türk cumhurbaşkanının ‘Bu olay Türkiye'nin terörle mücadeledeki kararlığının ne kadar doğru olduğunu göstermiştir’ demesi de bu kanıyı güçlendiren önde gelen faktör olmuştur.

Başbakan Ahmet Davutoğlu biri suikast ‘’iki ihtimal’’den bahsetmesi, içişleri bakanı Efkan Ala’nın  Elçi’nin ‘’çatışma esnasında vurulduğunu’’ söylemesi, AKP’nin yayın organlarından Sabah gazetesinin hiçbir insanı ve ahlaki sorumluluk taşımadan merhumun eşi Türkan Elçi’ye atfen yalan haber yapması cinayetin kimler tarafından yapıldığının diğer bir kanıtı  olmuştur.

Tahir Elçi’nin meslektaşı ve çalışma arkadaşı Osman Baydemir’in dediği gibi ‘Elçi önceden planlanmış bir suikast sonucu’ öldürülmüştür. Bu cinayetin sadece suikast anı değil, daha sonraki süreçleri de hesaplanmış olduğu kesindir.

Bu nedenle gözler Suruç katliamı ‘’kendileri yaptı’’, Ankara katliama ‘’kokteyl terör saldırısıdır’’ ve Tahir Elçi’nin kanı dahi kurmadan Kürtleri kast ederek ‘’gereği neyse bu yapılır’’ diyen Erdoğan’dadır.

Ve herkesin sorduğu soru şudur:  ‘’Elçi’ye suikast emrini Erdoğan mı verdi?’’

Dedik ya bu soruya ‘’hayır’’ demek için tek bir nedenimiz yok. Ama ‘’evet’’ demek için sayılmayacak kadar çok.