GÖRÜNTÜLÜ

'Dersim Soykırımı'ndan ders çıkartıp asimilasyona direnmek lazım'

Araştırmacı Erdal Emre, 1937-1938 yılında Dersim’de yapılanın planlı ve sistematik bir soykırım olduğunu belirtti.

Araştırmacı Erdal Emre, 1937-1938 yılında Dersim’de yapılanın planlı ve sistematik bir soykırım olduğunu belirtti. Soykırımın bölgeyi Türkleştirme projesi çerçevesinde gerçekleştirildiğine dikkat çekerek, "Dersim’e hizaya getirme, ümmet politikaları içerisinde eritme politikaları uygulandı. Bunda başarılı olunamadı" diyen Emre, "Bugün de devlet, Kürtlere eşit halklar vermeye yanaşmıyor. Hep etrafında dolanıyor, hep 'nasıl karambole getiririm' düşüncesi var" diye konuştu. Emre, tarihten ders çıkartılarak asimilasyona karşı mücadele yürütülmesi gerektiğini vurguladı.

Araştırmacı Erdal Emre, 1937-1938'de Dersim’de yapılan soykırımın arka planı ve etkileri üzerine ANF'nin sorularını yanıtladı.

SOYKIRIMA HAZIRLIK SÜRECİ

Dersim Soykırımı'nın 78’nci yıl dönümündeyiz. 1937-1938 öncesinde Dêrsim’de neler oldu? Biraz  o dönemi anlatır mısınız?

Tarihsel tecrübelerde de bilindiği gibi bütün soykırımların doğal olarak bir öncesi ve arka planı var. 1915 ve 1916 gibi olmasa da, Osmanlı İmparatorluğu araştırmalarında Dersim’e ilişkin itaat altına alınmadığı takdirde tasfiyenin yanı sıra asimilasyonun uygulanmasının planı ve geçmişi olduğunu biliyoruz. İttihat ve Terakki'nin 1. Dünya Savaşı'nda müttefikleriyle yenilmesi, Dersim’in meselesinin belki biraz ertelenmesine neden oldu. Ancak Osmanlı dönemi boyunca Dersim’e yapılan seferler ve burayı itaat altına alma projeleri hiçbir zaman ortadan kalkmadı. 1938 yılına gelene kadar yol üzerinde Koçgirî var. Biliyoruz, Koçgirî Dersim’in kuzey batısını oluşturuyor  ve Koçgirî’nin ezilmesinden sonra sıra Dersim’e gelecekti. Alişêr, Dersim’in iç taraflarına çekilerek burada çalışmalarını yürüttü. Bu da Cumhuriyet için bir hedefti. Hem Dersim’in kırılmasından hem de Dersim’e yönelik köklü hazırlık; onların deyimiyle 'çıbanı kökünden kazımak.' Cerrahi bir strateji vardı. Ermeni Soykırımı 1. Dünya Savaşı gölgesinde yapıldı. Ama Dersim için öyle bir bahane de yoktu. Onun için çok sistemli bir şekilde isyan bahanesiyle hareket edildi; sistemli provokasyon, kışkırtma ile her şey hazır; mühendislik ve askeri demografikler gibi hazırlıklar, yığınaklar hazır... 1937 yazında, bilindiği tarihte 4 Mayıs'ta bakanlar kurulu kararıyla bu uygulamaya geçiliyor. Birnevi işaret fişeğidir. Dersim katliamı,  soykırım kavramının yaratısı olan  ve bunu Birleşmiş Milletler’e (BM) kabul ettiren Rafael Lemkin'in 5 şıkına uyuyor. Evet, soykırım hukuku bir kavramdır ama 1937-38 yılına kadar gelene dek daha büyük katliamlar vardır. Sistemli hazırlıklar vardır. 1937-38 yılındaki bununla da final halini almış oluyor. Daha sonra da asimilasyon dönemi başlıyor. Çocukların toplanıp pay edilmesi, yeniden bir plan dahilinde isyan etmeleri, aşiretlerin batıya sürülerek, bunu bir  Türk kimliği içerisinde eritme projesi olarak...

NEDEN?

Dersim'e neden böylesine planlı bir soykırım uygulandı?

Tarihte bütün imparatorluklar zorla ve yayılmayla diğer bütün etkin grupları egemenlik altına alırlar. Osmanlı İmparatorluğu döneminde de millet kavramında şöyle bir ayrım vardır: Millet-i  hakime ve millet-i mahkume. Milet-i hakime onların kastettiği Türk ağırlıklı Müslüman ümmeti. Milleti hakime ise hakim altına alınması gereken, eritilmesi imkansız olan Hıristiyan azınlıklar, Musevi topluluk, Dersim etrafında yoğunlaşan Heterodoks, batılı inanç sistemleri içerisinde yaşayanlar. Bunu da halka boyun eğdirme çabası olarak görüyoruz. Bu sistemli bir asimilasyondur. Yani bölgeyi Sünni İslamiyet içinde eritme çabasıdır. Dersim Soykırımı tarihsel olarak buraya kadar gelen zihni arka planda Kızılbaş kimliği, aynı zamanda kendi Ermenileriyle iç içeliği, asilerine sahip çıkması, kendi dervişlerine sahip çıkması, yaşadığı coğrafyada dağına, ceylanına, kuşuna, ikrar veren bir kültür olarak şeri İslam’ın kural ve fermanlarına uymuyordu. Osmanlı tanzimat reformlarından sonra doğrudan yönetim metoduyla Dersim’e kendince hizaya getirme, ümmet politikaları içerisinde eritme politikalarını izledi. Bunda başarılı olamadı. Başarılı olması da mümkün değildi. Çünkü siz hangi halka, etnik gruba, inanca bir düşünceyi empoze ederseniz, bir tepkiyle karşılaşırsınız. Dersim’de olan buydu. Sünni Müslüman Osmanlı İmparatorluğu kendisine benzemeyen, resmi İslamiyet içerisinde eritemediği inanç gruplarına karşı şiddet yoluyla hizaya getirmeyi istedi. Dersim'in çok sert olarak boğazlamasında bu batini inanç ve Kızılbaş kimliğinin yanı sıra Ermenilerle iç içeliği ve soykırımda  Ermenilere sahip çıkması, Kemalistlerin 1915 yılından yarım kalan bir nefretin yeniden tezahür etme biçimi olarak ortaya çıktı. Arka planda Dersim’in Kızılbaş kimliği ve devletin asimilasyon, Türkleştirme projesine karşı bir dirençti.

'KÜRDÜ TÜRKLEŞTİRME, ALEVİYİ SÜNNİLEŞTİRME POLİTİKALARI İFLAS ETTİ'

Devletin Kürtlere Koçgirî, Ağrı, Şeyh Said İsyanı'nda ve Dersim’de katliamlar yaptı. Bunlar bilinçli birer planların sonucu muydu, yoksa kendiliğinden mi gelişmişti?

Tüm imparatorluklar gibi Osmanlı'da da 'benim tebaam' dediği halklar, uygarlıklar ve medeniyetler var. Bunlar içerisinde eritmekte güçlük çektiği inançlar oldu. Hıristiyan özellikle Ermeni, Süryani, Keldani,  Pontus Rum ve Müsevileri hiçbir zaman sindiremedi ya da onlara  hep öteki muamelesi yaptı. Millet-i hakime uygulaması yaptı. Doğal olarak direnişe neden oldu. İmparatorluğun Kürterle Sünni İslam üzerinde bir ilişkisi vardı. Sefefilere karşı başarıdan sonra İslam’ı ortak pay içerisinde Kürt toplumunun çoğunluğu himayesinde tuttu. Ama hiçbir zaman tebaam dediği halklara ne de Kürtlere eşit haklar verdi. Bu Abdulhamid'de  ve  devrildiği ana kadar gelir. Sonra İttihat ve Terakki’nin teslim aldığı iktidarda daha sonra Kemalist ve oradan da Cumhuriyet dönemine kadar uzanır. Bugün de görüyoruz; Osmanlı'nın devamı olarak kendini gören her ne kadar yapay olarak  kendisini ayırmaya çalışsa da, evet, İttihat ve Terakki, Kemalist ile Abdulhamitçi kanat arasında bir çelişki vardı ama amaç imparatorluğu kurtarmaktı. Fakat bir zihniyet devamlılığı hep sürdü. Bugün de Osmanlı ve İttihat ve Terakki gibi ceberut bir devlet geleneğinin devamı olan Kemalist devlet de, Kürtlere eşit halklar vermeye yanaşmıyor. Hep etrafında dolanıyor, hep nasıl karambole getiririm düşüncesi var.

Kürt halkı, ulusu tarihten gelen meşru ve eşit haklarını kendi bünyesinde bulunan kadim haklarla birlikte alacak. Aksi halde bu zihniyet devamlılığı, neredeyse bu kurumsal bir devamlılığa dönüşüyor. Evet, Kürtler Cumhuriyet döneminde meşru olarak defalarca direnmek zorunda kalmışlar ama Türk resmi devlet geleneğinin 'isyan' dediği pek çok sosyal hareket bir isyan değildi. O boğazlama ve katliamlarda bir bahane olarak kullanıldı. Dersim direnişi de dahil.  Buna bilinçli olarak ve sistemli bir şekilde isyan, dediler. Bugünkü verilere baktığımızda çok iyi biliyoruz ki, bu bir isyan değildi. Bu sistemi eritme ve Türkleştirme politikalarına karşı bir tepkiydi. Bunu sayısı milyonları varan Kürt halkı içinde denemeye çalıştılar ama başarılı olamadılar. Kökleri belli olan, tarihi belli olan, dili belli olan bir halkı Türkleştirmek tarih karşısında gülünçtü. Bu ciddi kıyımlara neden oldu. Kürtleri Türkleştirme politikaları iflas ettiği gibi Alevileri Sünnileştirme politikaları da iflas etti. Bugün de asimilasyonun daha rafine biçimleri kullanılmak isteniliyor. Bugün Kürt Özgürlük Hareketi'nin, dostlarının tarihten ders çıkarttığı için asimilasyon politikalarına karşı mücadele etme gibi bir zorunlulukları var.

Dersim Soykırımı'nda kaç kişinin katledildiğine dair yürütülen tartışmaları nasıl yorumluyorsunuz?

Ölü sayıları bana çok kirli bir tartışma gibi geliyor. Felsefi ve hümanist açıdan bakılırsa bu gayriahlaki bir tartışmadır. Tıpkı Ermeni Soykırımı'ndaki gibi; 400 bin miydi, 600 bin miydi, 800 bin miydi yoksa bir milyonun üzerinde miydi... Tabii Halaçoğlu denilen bir vakanın '56 bin' diye detay vermesi gülünç ve çirkin bir şeydi. Burada rakam ne olursa olsun katliamdan ve kırımdan arta kalanların tanıklığından  biliyoruz. Nüfus karşılaştırmaları vs. Katliamı yapanlar, karar mekanizmasını elinde bulunduranlar, bunu da hazırlarlar. Gerçek ölüm sayıları çoğu zaman olduğu gibi failler tarafından altta tutulur.

Dêrsim’de soykırım sistemli ve planlıdır. Rafael Lemkin'in tanımına, jenoside uyuyor. Ancak bunun uluslararası mücadelesi daha uzun bir zaman alacaktır. Gerçek ölüm sayısını Türk Genelkurmayı biliyor. Ama buna hiçbir zaman yanaşmayacaklardır.

'SOYKIRIM, HALKIN TARİHİNİ VE RUH DÜNYASINI; SANATINI, EDEBİYATINI DA ETKİLİYOR'

Soykırım insanların üzerinde ne gibi etki, travma yarattı?

Her büyük katliam, adına 'soykırım' diyelim demeyelim; hukuki olarak bu tanıma uysun ya da uymasın, toplumun tarihini, hafızasını derinden etkiliyor. Tıpkı Almanların Holokostlara yönelik giriştiği soykırım gibi, 1915-1916 yılında Ermeni ve diğer Hıristiyanlara girişilen soykırım gibi, 1941 yılında Avrupa Yahudilerine ve 1994 yılında Ruanda Soykırımı gibi kırımlar bir halkın tarihini ve ruh dünyasını derinden sarsıyor. Öncesi ve sonrası diye bir ayrım yaratıyor. Artık o toplumun öncesi olması mümkün olmuyor. Bu onların sanatına, edebiyatına yazılı, sözlü tarihine yansıyor. Ağır bir kırılmaydı, yarılmaydı. Dersim, 1938 öncesi de ciddi katliamlarla karşı karşıya kaldı. Bu tür tarihler halkların ruhunu derinden etkiliyor. Dersim’de sonraki kuşaklar bu katliamın öyküleriyle büyüdüler, ağır travmalar, etkiler altında yaşıyorlar.  Buna  karşı mücadele zaman içerisinde onları belki tedavi edebilir, özgürleştirebilir. Ama her yerdeki soykırım gibi Dersim'deki soykırım için de bu fazlasıyla geçerli. Belki faillerin bunu kabul etmeleri günün birinde o travma etkilerinin azalmasına katkıda bulunabilir.

RAPORLAR

1937-1938'de Mustafa Kemal’ın rolü nedir?

Mustafa Kemal, bu soykırımda başrole sahip ve baş mimarıdır. Halk arasında dolaşan efsaneler her zaman vardır, bunu kurbanlar bazen kendileri için teselli için yaratırlar. Bu sistematik bir manipülasyon kapsamında da yaratılır. Biliyoruz ki, Cumhuriyetin padişahı, führeri ve mili şefi dışında böyle sistematik soykırımın yapılması mümkün değil. Ayrıca birçok belge Mustafa Kemal’in bizzat görevlendirdiğini gösteriyor. Hasan Reşit Tankut’un verdiği raporlar var. Buranın 'tümör ve çıban olduğu, Cumhuriyet için, Türk ulusu için kazanılması mümkün olmayan bir yer; okşanmakla kazanması mümkün olmayan bir yer' olarak görülüyor. Benzeri raporlar var. Onun için Mustafa Kemal baş faillerden biridir, İttihatçı ekibiyle beraber.

...