'Değerli Yalnızlık' kuyusunda boğulmak-Cahit Mervan

Kritik diye adlandırılan bir MGK toplantısı sonrası rutin bir açıklama yapıldı. Saatler sonra bu açıklama ile toplantıda görüşülen ve karar altına alınan 'eylem planı' arasında fark anlaşılmış oldu.

Kritik diye adlandırılan bir MGK toplantısı sonrası rutin bir açıklama yapıldı. Saatler sonra bu açıklama ile toplantıda görüşülen ve karar altına alınan 'eylem planı' arasında fark anlaşılmış oldu.

Türk devleti Rojava karşıtı düşmanca politikasının son mesajını savaş uçakları aracılığıyla sahur vakti gerilla alanlarını bombalayarak verdi. Unutmayalım soysular çetesi DAİŞ'te Kobanê'de bir sahur vakti insanlık dışı soykırım gerçekleştirdi.

Erdoğan ve adamları savaş uçaklarını gerilla alanlarına göndererek ateşkesi aleni bir şekilde bozmuş olduklarını ilan ettiler. Bu saldırıya karşı HPG'nin nasıl bir cevap vereceği ise merak konusudur.

Ancak nerden bakarsanız bakın, Erdoğan ve adamlarının son günlerdeki kan arzulayan çılgınlık halleri, onları 'değerli yalnızlıktan' daha vahim bir noktaya doğru götürüyor. Artık boğulma an meselesi.

ÇÖKÜŞÜN ADI DEĞERLİ YALNIZLIK: Türk Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan ve başbakan Ahmet Davutoğlu yakın dönemde izledikleri Ortadoğu politikasını 'değerli yalnızlık' olarak adlandırmışlardı.

Onlara göre Suriye, Kürdistan, Irak, İsrail, Libya, Mısır, Rusya, Avrupa Birliği devletleri ve nihayetinde ABD yanlış yapıyor, ama kendileri doğru yapıyor, ancak dünya onları anlamadığı için 'değerli bir yalnızlık' yaşıyorlardı!

Bundan da hayli böbürlendiler. Bir hamaset söylemi devşirdiler. Kitleleri aldatan kara bir propaganda geliştirdiler.

İşin özü ise Türk yönetiminin Suriye başta olmak üzere kaos ve savaş yaşayan ülkelere ilişkin izlediği politikanın çöküşüne bir kılıf bulmaktı. Çünkü Türk devleti Kürtleri düşman görme paradigmasının merkezde olduğu milliyetçi-mezhepçi bir politika izlemiş, yer yer yayılmacı davranışlar göstermiş, ancak başaralı olamamıştı.

Erdoğan ve adamları gerçekçi bir politikadan çok Kürt düşmanlığını merkeze aldıkları için Suriye'de her şeyi ellerine yüzlerine bulaştırdılar. DAİŞ, Nusra gibi bizzat kendi müttefikleri tarafından 'terörist' ve 'katiller ordusu' olarak adlandırılan örgütlerle Kürtlere karşı ittifak yaptılar. Kürtlere karşı örtülü bir savaş yürüttüler. Kürtleri ortadan kaldırılması gereken baş düşman ilan ettiler. Bütün siyasetlerinin ana eksenine, tıpkı geçmişte Irak'ta olduğu gibi Suriye'de de Kürtlerin hak elde etmemesini oturttular.

Libya, Mısır, Filistin ve benzeri ülkelerde ise tümüyle mezhep eksenli dar bir politikanın esiri oldular. Kendi kendilerine 'İslam dünyasının lideri' gibi payeler biçtiler. El altından İsrail ile en önemli askeri antlaşmaları yaparken, sahte bir Filistin dostu kesildiler. Yahudi düşmanlığını günlük siyasette bir davranış biçimi haline dönüştürdüler.

Erdoğan ve adamları Ortadoğu'da hızla Kürt düşmanı ve mezhepçi bir çizgiye doğru kayarken, diğer yandan Avrupa Birliği sürecini tümüyle yok hükmünde saydılar. Avrupa Birliği üyelik müzakerelerine ilişkin yapmaları gereken ev ödevlerini ıskaladılar. Sanki böylesine bir süreç yokmuş gibi davrandılar. Demokratikleşmenin tam aksi istikametinde, daha çok baskıcı, polis devletini güçlendiren, hak ve özgürlükleri budayan, basın özgürlüğünü hiçe sayan bir yola girdiler. Binlerce Kürdün tutuklanmasıyla sonuçlanan siyasi soykırım operasyonlarını yaptılar. Roboski başta olmak üzere sayısız katliama imza atılar. Ve değerli yalnızlığın da sonuna geldiler.

Buna göre:

İLLEGAL BİR DEVLET: Türkiye'nin Suriye politikası çöktü. Türkiye Suriye ile 900 km ile en uzun sınırı olan devlet olarak inisiyatif dışı kaldı. İzlediği Kürt düşmanı ve mezhepçi politika ile illegale düştü. Kriminal bir devlet görünümü çizdi. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ise dünyada sıkı bir DAİŞ dostu ve taraftarı olarak adlandırılmaya başlandı. Öyle ki, Paris'te Charlie Hebdo mizah dergisine yapılan baskından sonra dünya liderlerinin katıldığı yürüyüşte Türk başbakanı Ahmet Davutoğlu, Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande tarafından son derece soğuk karşılandı ve vücut dili ile istenmeyen adam ilan edildi.

KOBANÊ KABUSU: Türk devletinin Kürt ve Kürdistan politikası çöktü. Soğuk savaş dönemine ait kırmız çizgileri yok oldu. Güney Kürdistan'da Federal Kürdistan'ı engelleyemediği gibi, bir de nur topu gibi Rojava Kürdistanı ile yüz yüze geldi. Suriye Kürtlerinin özgürlüklerine saygılı olacağına, malum kanlı ve katiller ordusu eliyle yeni bir savaş başlattı. Ancak sonuç Türk devleti açsından ve DAİŞ'in zaferine çok bel bağlayan ve bundan dolayı 'Kobanê düştü, düşecek' diyen Erdoğan için kabusa dönüştü. Erdoğan Rojava ve Kobanê politikasıyla neredeyse dünyada DAİŞ'i destekleyen tek lider olarak yalnızlaştı. Kürtler DAİŞ karşıtı koalisyonun güçlü bir partneri olurken Türkiye bunun tam aksi istikamette bir pozisyonunu seçti.

KAN AKITAN LİDER: Erdoğan ve adamları 'Şam'ı şu gün alırız' diye yaygara kopardılar. Üfürürlerse Esat rejimi yıkılacak sandılar. Bunun için en kanlı örgütleri devreye koydular. Mezhepçi ve tek yanlı bir politika ile Suriye'de kendi egemenlikleri altında Sünni-Arap bir devlet ve rejim şekillendirmeye çalıştılar. Yüz binlerce insanın ölmesinde direkt ve dolaylı pay sahibi oldular. Ama Suriye'de iç savaşın sadece bölgesel değil, küresel çapta bir hesaplaşma olduğu gerçeğini görmediler. Öte yandan kendi sorunlarını çözmemiş bir ülkenin, bir başka ülkenin iç işlerine savaşı kızıştıracak şekilde angaje olması, Erdoğan ve adamlarını halkların gözünde tehlikeli ve kan akıtan bir lider olarak görülmesine neden oldu.

İSRAİL'E TEHDİT SÖKMEDİ: Erdoğan Davos zirvesinde İsrail devlet başkanına 'posta koyarken' bir kahraman gibi karşılandı. Çünkü bu 'çıkışının' içte kısmi bir getirisi vardı, ama dışta politikada bir felaketin habercisiydi. Çünkü Erdoğan bu çıkışıyla Filistin sorununu bir iç malzeme haline dönüştürmüş ve Yahudi düşmanlığı gibi son derece hassas bir konuda çizmeyi aşmıştı. Öte yanda Erdoğan, İsrail devlet başkanına aleni posta koyarak İslam dünyasında lider olabileceğini düşünüyordu. Ancak bu tehdit ve şantaja İsrail'in cevabı gecikmedi. İsrail Akdeniz'de Mavi Marmara gemisine düzenlediği kanlı baskın ile mesajını verdi. Kahraman Erdoğan gitmiş yerine sadece yandaş medyada hiç bir kıymeti har biyesi olmayan yüksek sesli demeçler veren bir lider gelmişti. Her gün sabah akşam Kürtlere had bildirmekle meşgul olan Erdoğan ve adamları, İsrail'in bu kanlı saldırısına karşı beş kuruş etmez bir kaç tehdit dışında dişe dokunur hiç bir şey yapamadılar. İsrail ile girdikleri bilek güreşini karaya dahi çıkmadan kaybettiler.

AB'Yİ ALDATMA POLİTİKASI: 2002 yılında iktidara geldiklerinde Avrupa'da lehlerine esen o olumlu havayı, her geçen gün tükettiler. Şımarık bir söylem tutturdular ve bu gün dahi tam ne olduğu anlaşılmayan 'Tük hassasiyetleri' üzerinden bir süreç kurguladılar. Avrupa'ya uyum yerine 'Avrupa bize uysun' politikası izlediler. Avrupa'daki Türkiye karşıtı lobilerle dolaylı işbirliği yaptılar. Onların Türkiye karşıtı çıkışlarını kendileri için zemin olarak kullandılar. Burnu havada, kendi evinin içine bakmayan bir eda ile Avrupa ile konuşmaya çalıştılar. Örneğin milyonlarca Kürdün ana dilde eğitim hakkını dahi tanımayan bir devletin başbakanı olarak, Almanları Türkleri asimile etmekle suçladılar. Avrupa Birliği üyelik sürecinden tümden olmasa da büyük oranda koptular. Bir zamanların saygın lider olarak görülen Erdoğan, neredeyse Avrupa'da istenmeyen adam pozisyonuna düştü.

HERKESE ŞANTAJ POLİTİKASI: Erdoğan ve adamları çok küçük bir alanda sonuç aldıkları şantaj ve tehdit politikalarını uluslararası siyasette de uygulamaya kalktılar. Örneğin NATO gelen sekreterli için ROJ TV'nin kapatılması pazarlığını yaptılar. Rezil oldular. Daha öteye geçerek NATO ve Avrupa Birliği'nden 'ne koparırsak kardır' politikasını merkeze aldıkları için, onları Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan'ın 1996 yılında oluşturdukları Şanghay Beşlisi'ne katılmakla tehdit ettiler. Hatta bir ara İran'ın nükleer programı için arabulucu olmaya kalktıklarında ilk kırmızı kartı bizzat Beyaz Saray'dan yediler. Küresel bir güç olma hevesi içinde iken, bölgesel bir güç olmadan da bir lig aşağı indiler.

ÇÖZÜM SÜRECİNE İHANET: Bütün bunlar olurken Erdoğan ve adamları karşılarına çıkan Çözüm Süreci gibi altın bir fırsatı, bencil çıkarları için hiçleştirdiler. PKK lideri Abdullah Öcalan'ın inisiyatifi ile başlayan Çözüm Süreci sadece kalıcı bir barışın ve demokratik çözümün kapısını aşmadı. Türkiye'nin dolayısıyla Erdoğan ve adamlarının Suriye bataklığına daha fazla batmalarının önüne geçiyor ve sınırın her iki tarafından eşit ve kardeşçe bir arada yaşaması için yeni olanaklar sunuyordu. Ama Erdoğan ve adamları çözüm sürecinin ruhuna ihanet ettiler. Kürt düşmanı politikalarında ısrarcı olacaklarını her fırsatta ortaya koydular. Çözüm sürecini onlarca kez denenmiş, ama fiyaskoyla sonuçlanmış tasfiye politikasını bir aracı haline getirmeye çalıştılar. Ama bu tutmadı. En son Erdoğan bizzat 'evet' dediği ve söz verdiği her şeyi inkar etti. Kendi oturduğu masayı 'Kürt sorunu yoktur', 'Dolmabahçe mutabakatı geçersizdir' diyerek devirdi. Kendisini değerli yalnızlık kuyusundan çekip çıkaracak ipi kopardı.

BOĞULMAYA BİR ADIM KALDI: Erdoğan izlediği Kürt düşmanı politika sonucu 7 Haziran seçimlerinde Kürdistan'da silindi. Ağır bir yenilgi aldı. Bundan ders çıkaracağına Türk devletinin değişmez paradigmasına sığındı: Kürtleri top yekun düşman ilan etti. Bunun bir gereği olarak sadece Kuzey Kürdistan'da değil, Suriye Kürdistanı'nda da Kürtlerin herhangi bir statü elde etmesine karşı 'neye mal olursa olsun önleyeceğiz' sözleriyle savaş ilen etti.

Bunun için son bir hamle yapmaya hazırlanıyor. Rojava'yı bir oldubitti ile işgal etmeye çalışıyor. Tampon Bölge adı altında Suriye'ye ordularını sokmak istiyor. Kürtleri burada ezmek, onların özgürlük arayışlarını, kendi geleceklerini belirleme hakkını ortadan kaldırmak ve Kürdistan'ın bu parçasını ilhak etmek istiyor.

Başara bilir mi?

Asla. Erdoğan'ın savaş ve kan politikasının içte ve dışa bir karşılığı yok. Kürtler bir bütün olarak bu işgale karşı direnecekler. Bir avuç dalkavuk ve şakşakçı dışında Türkiye kamuoyunda da bu işgal ve savaş politikası destek bulmuyor. ABD ve Rusya başta olmak üzere Avrupa Birliği devletleri, İran, Çin gibi bölgesel ve küresel güçler Türkiye'nin tek yanlı ve tampon bölge adı altında atacağı ilhak adımına karşı çıkıyor.

Bütün bunlara rağmen Erdoğan bir oldubitti ile 'baş komutan' olarak ordusunu Rojava'ya sürer mi? Akıl tutulması yaşıyorsa sürebilir. Ama kendisine ve adamlarına o 'değerli yalnızlık' kuyusunda boğulmaktan başka bir şans bırakmaz.