Daha başlamadan Astana’nın da sonucu belli oldu!

Suriye sorunu için yapılan toplantı ve konferanslardan bir çözümün çıkmamasının bir diğer faktörü ise Kürtleri yok saymaktan geliyor. Kürtler Suriye’de asli unsurdur.

Önümüzdeki günlerde sözde Suriye sorununu çözme amacıyla planlanan Astana toplantısının daha hazırlıkları dahi bitmeden sonuçları belli oldu. Konferansa katılmak için Türkiye, Rusya tarafından belirlenerek davet edilenler konferansın sonuçlarının da ne olacağını gösteriyor. Sonuç, 2017 yılının da Suriye’de savaşlı geçeceğini gösteriyor.

İLK CENEVRE'DEN ASTANA'YA

Suriye’de devrim adına kalkışın başladığı günden bu yana üçü Cenevre konferansı olmak üzere Moskova, Kahire, Riyad gibi büyük toplantılar başta olmak üzere çok sayıda toplantı ve konferans yapıldı. Ancak şu ana kadar yapılan tüm toplantı ve konferanslara rağmen Suriye sorununa çözüm üretilemedi.  Konferans ve toplantılarla bir çözüm üretilememesinin birkaç temel nedeni var. Bu nedenlerin başında ABD, Rusya, Türkiye, İran ile Avrupa ülkelerinin izledikleri politikaların çatışması geliyor. Zira her ülke Suriye’de Suriye halklarının geleceği, birlik, beraberlik demokratik bir ülkede yaşamlarını düşünmekten çok kendi çıkarlarını düşünüyor. Bu anlaşmazlık ve çelişkiler Suriye iç savaşını derinleştirdi. Suriye’de her geçen gün yeri silahlı gruplar türetildi. Bu grupların silah, cephane ve akıl hocaları da bu ülkelerden koordine edildi. O yüzden Suriye iç savaşı giderek daha içinden çıkılmaz bir hal aldı. Söz konusu ülkelere bağlı silahlı grupları saymaya kalkarsak sayısı yüzü geçer.

Ancak baştan beri Türkiye Müslüman Kardeşler'e oynadı. Suriye devrimci çıkışının ortaya çıktığı grupların hepsini Müslüman Kardeşler örgütü çatısı altında toplamaya çalıştı. Bu gruplarla bir sonuca gidemeyince önce El Kaide kökenli Nusra grubuna oynadı. Kaldı ki bu grubu kendisine bağlı hale getirdiği Müslüman Kardeşler örgütü çatısı altında topladığı grupların başına da Nusra’yı getirip yerleştirdi. Gruplar ve Nusra’nın gerçekliği ortaya çıkıp sonuç alamayacağı bir noktaya geldiğinde ad değiştirerek türetilen DAİŞ’e oynaya başladı. DAİŞ ile ilişkileri ayyuka çıkınca 2014 yılı sonlarında yeniden Nusra’ya döndü. Ancak bundan da bir sonuç çıkmayınca şimdi yeniden Müslüman Kardeşler örgütü, bu örgüte bağlı gruplardan oluşturacağı sözde temsilcilere yöneldi. Astana toplantısına hazırlık kapsamında sözde muhalif gruplar adıyla Ankara’da topladığı ve bir heyet çıkarmaya çalıştığı grupların hepsi Müslüman Kardeşler örgütünün gruplarıdır. Bunların başını da Ehrar Şam çekiyor. Diğer grupların tamamı da Ehrar Şam’a bağlı gruplardır. Ceyş El İslam grubunun başındaki öldürülen ağabeyi Zehran Alluş’un yerine geçen Muhammed Alluş'un da Müslüman Kardeşler'in bir kadrosu olduğunu bilmeyen yoktur. Riyad Hicap'ın da Suriye rejimi içinde yetişen Müslüman Kardeşler örgütünün çekirdek kadrolarından biri olduğu artık hiç kimse tarafından inkar edilmiyor. Rusya ve İran şimdi bu grupların kimi temsil ettiklerinden haberi yokmuş gibi yaklaşıyor. Türkiye’nin planlarının tuttuğu bu ülkelerin Türkiye’nin çizgisine geldiğini söylemek kadar yanlış bir politik tutum olamaz. Zira bu ülkelerin Türkiye yaklaşımı tamamen taktik ve dönemseldir. Türkiye’yi biraz daha kendisine hazırlanan bataklık ortamına çekmek içindir. Zamanla Türkiye’yi şimdi açıkça temsilciliğini yaptığı gruplardan dolayı suçlar noktaya gelecek. 

KÜRT FAKTÖRÜ VE TÜRETİLMEK İSTENEN KÜRT FİGÜRLER!

Suriye sorunu için yapılan toplantı ve konferanslardan bir çözümün çıkmamasının bir diğer faktörü ise Kürtleri yok saymaktan geliyor. Kürtler Suriye’de asli unsurdur. Bu durum Müslüman Kardeşler'in 1978/79 yılında başlayan ve 1982 yılında kanlı bir şekilde bastırılan ayaklanmaları sırasında da ortaya çıktı. Zira Kürtler o dönemde hangi güçten yana tavır koysalardı Suriye’de hakim güç, Suriye’yi yöneten güç o olurdu. Kürtlerin tarafsız kalması da Suriye Baas rejimine yarayacaktı. Kürtler tarafsız kalarak Suriye Baas Rejiminin iktidarda kalmasına neden oldu. Kürtlerin Suriye’de temel bir unsur olduğunu söylemde kabul etmeyen yok gibi. Ancak pratik uygulamaya bakıldığında Kürtlerin hâlâ başta ABD ve Rusya olmak üzere birçok uluslararası güç tarafından taktik yaklaştıkları görülebiliyor. 

Zira Suriye sorunu bu kadar karmaşıklaşmadan, iç savaş bu kadar derinleşmeden, yaşanan acılar bu kadar artmadan 30 Haziran 2012'de gerçekleşen ilk Cenevre konferansında temsil edilmediler. Kürtler adına Sözde Suriye Ulusal Koalisyonunun başına Kürtleri de dengelemek amacıyla getirilen Abdulbasit Seyda katıldı. Abdulbasit Seyda Rojava'da hiçbir etkinliği olmayan biri. Ayrıca Seyda Müslüman Kardeşler'in dışarıda yetiştirilmiş ve Türkiye ile çalışan bir kadrosudur. 

İkinci konferansta ise KDP ile yapılan anlaşmadan dolayı KDP tarafından oluşturulan ve o dönemde az da olsa varlık gösterebilen ENKS’den 4 kişi katıldı. Aslında Kürtler adına katılan bu kişiler ayrı ayrı gruplar adına katıldılar. Suriye Ulusal Koalisyonu içinde girdikleri için Kürtler adına hiçbir şey dile getiremediler. Rojava’nın en eski siyateçilerinden ve 2. Cenevre Konferansı'na Suriye Ulusal Koalisyonu içinde sözde Kürtler adına katılanlardan biri olan Hemide Heci Derviş, bu konuda şu itiraflarda bulundu: "Sözde Kürtler adına koalisyon içinde yer alıyordu. Dört kişilik bir heyet olarak kendimizi temsil etmemiz söylenmişti. Cenevre’ye gittiğimizde zaten heyet olarak hiç kimse ile görüşmemize izin vermediler. Konferans ortamında kalkıp Kürt hakları için birkaç şey söylemek istedik. O sırada en başta Riyad Hicap olmak üzere koalisyon içindeki herkes bize karşı çıktı. Kısacası bizleri susturdu; konuşturmadılar. O sırada güçsüz olduğumuzu, güçsüz olduğumuz için konuşturulmadığımızı, hâlâ Kürtlerin inkarı üzerine bir politikanın izlendiğini fark ettim.”

Hemide Heci Derviş’in bu itirafları aslında Rojava'da gerçek gücün kim olduğu ve hangi gücün Rojava’yı temsil edebileceğini gösteriyor. Zira bölgede ve dünya genelinde yürütülen politika ve diplomasinin güç ile olacağı biliniyor. Hele hele bölgede gücü olmayanın politika ve diplomasi yapma hakkı ve kartının olmadığını da bu itiraflar gösteriyor. Zira Suriye Kürtleri yani Rojava adına götürülenlerin Rojava’da güçleri olmadığı için konferansta da her ne kadar temsil adıyla davet edilmişlerse de Kürtler adına bir şey dile getirmelerine de izin verilmemiş. Kaldı ki zaten Rojava Kürtlerini temsil etme gibi bir güçleri de yoktu. Çünkü direnen, Rojava'yı koruyan, savunan onların dışında oluşan bir güç vardı. O da siyasi alanda o dönemde yeni oluşturulan özerk kanton yönetimleriydi. Askeri alanda ise kendini dünyaya kanıtlayan YPG ve YPJ güçleri ile iç güvenlik için asayiş vardı. 

AYNI OYUN DEVAM EDİYOR

2014 yılında Rojava ve Kuzey Suriye sistemi için arayışlar sonucunda ortaya çıkan özerk kanton yönetimleri vardı. ABD, Rusya, Fransa, İngiltere gibi ülkeler başta olmak üzere birçok uluslararası ve bölgesel güç bu sistem nasıl uygulanabilir diye izlerken, o sistem üzerine şimdi tüm Suriye sorununun çözümü olarak kabul edilen bir federasyon ilan edildi. Federasyondan önce, yabancı ve iç savaşı körükleyen çete gruplarına karşı bir bildiri ile ilanını deklare eden QSD güçleri oluşturuldu. Sadece Kuzey Suriye değil, Suriye sorununun çözüm model ve projesi olarak sunuldu. Bütün bu gelişmeler Rojava ve Kuzey Suriye’de Rakka yakınlara kadar mücadele ile özgürleştirilen alanlar için verilen bedellerle ortaya çıkartıldı. Ancak böyle bir siyasi ve askeri irade olmasına rağmen Astana toplantısının organizatörleri olan güçler Rusya-Türkiye ve İran’da 2. ve 3. Cenevre konferansına götürülüp konuşturulmayan, Rojava’da hiçbir varlıkları olmayan kişileri olmayan bir yapı adına davet ettiler. İbrahim Biro, Fuat Aliko, Hekim Beşar ile Kürtler temsil edilebilseydi şimdiye kadar değil Suriye Rojava ve Kürtler arasındaki sorunlar çözülebilirdi. Kürtler arasındaki sorunların oluşmasında bile sorumlu olan bu kişilerin Rojava ve Kuzey Suriye hakları adına davet edilmeleri Suriye sorununun çözümünde Astana toplantısı ve organizatörlerin soruna yaklaşımlarını gösteriyor. Zira bu kişilerin davet edildikleri ENKS adına artık bir örgütleri yok. Bu kişiler Rojava Kürtlerinin değil, Türkiye daha doğrusu AKP ve Türkiye Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ın temsilcileri konumunda. Dört parçada yaşayan Kütlerin büyük bir çoğunluğu bu kişilerin Türkiye adına çalıştıkları konusunda da ikna olmuş durumda. Elbette ki bu kişilerin şu ana kadar içinde bulundukları pratik süreç Kürtlere bunu gösterdi. 

Bu kişilerin davet edilmeleri PKK, KDP ve YNK’nin ulusal birlik kongresi yönünde yakaladıkları yakınlaşmaya da bir mesajdır. Çünkü yakalanan yakınlaşma önümüzdeki dönemlerde gerçekleşme umudu yaratan birlik kongresine doğru gidiyor. Bu kişilerin Astana toplantısına davet edilmeleri ulusal birlik konferansının yapılmaması ve birliğin sağlanmaması için de atılmış bir adımdır. 

ÇÖZÜM DEĞİL, SAVAŞ TOPLANTISI!

Astana yada herhangi bir yerde Suriye sorununun çözümü için davet edilmesi gereken güç ve gruplar herhangi bir ülke adına değil, kendi hakları adına mücadele eden ve Suriye topraklarının yüzde 30’luk bir bölümünün kontrolünü sağlayan güç, grup ve irade olmalı. Bu güç ve irade sözde çözüm adıyla organize edilen platformlarda temsil edilmedikleri sürece Suriye’de çözüm gelişmeyecektir. Birinci, ikinci ve üçüncü Cenevre konferanslarının sonuçsuzluğu buna örnektir. Zira gerçek temsilcilerin katılmadığı konferans ve toplantılardan sonra her zaman Suriye’de iç savaş daha da derinleşti. Birinci, ikinci, üçüncü Cenevre konferansları ile Moskova, Kahire, Riyad, İstanbul toplantılarından sonra giderek Suriye’deki iç savaş derinleşmiştir. Geride bıraktığımız beş yıllık süre içinde yapılan toplantı ve konferanslardan sonraki sürece bakılırsa ortaya çıkan sonuç rahatlıkla görülür. 

O yüzden Astana’da gerçekleşen toplantının çözüm değil de savaşın derinleşmesi toplantısı olduğunu söylemek yanlış olmaz.