Bayık: Ortadoğu artık eskisi gibi yönetilemez

Bayık, “Klasik iktidar anlayışlarıyla Ortadoğu'ya barış ve istikrar getirmek mümkün değildir. Yine emperyalist kapitalist yaklaşımla bölgede yeni düzen kurma çalışmalarının bir sonuç vermeyeceğini düşünüyoruz" dedi.

Rusya’da yayın yapan Military Diplomat dergisine konuşan KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, “Klasik iktidar anlayışlarıyla Ortadoğu'ya barış ve istikrar getirmek mümkün değildir. Yine emperyalist kapitalist yaklaşımla bölgede yeni düzen kurma çalışmalarının bir sonuç vermeyeceğini düşünüyoruz. Bu politikalar çıkmaza girmiştir. Biz bu açıdan Önder Apo'nun ortaya koyduğu demokratik ulus anlayışının, demokratik ulus projesinin, yani bütün farklılıkların özgür ve demokratik yaşamı temelinde kabul edilmesinin; bu temelde yerel demokrasinin geliştirilmesinin Ortadoğu'nun tam da sorunlarına cevap olacak bir politika olduğunu düşünüyoruz” dedi.

Rusya Dışişleri Bakanlığı tarafından çıkarılan ve Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un Sorumlu Yazı işleri Müdürü olarak künyede ismi bulunan Military Diplomat Dergisi’nin son sayısına konuşan Bayık’ın Ortadoğu ve Kürdistanı değerlendiren kapsamlı röportajına yer verdi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın DAİŞ’i kapitalist sistemin Ortadoğu’daki politikalarının gübreliğinden çıkan örgüt olarak değerlendirdiğini hatırlatan Bayık şunları söyledi: “Önder Apo'nun bir diğer tespiti de ‘DAİŞ Ortadoğu'nun JİTEM’idir’ biçimindedir. JİTEM, Türkiye'de Kürt halkına karşı yürütülen kirli savaşın örgütüdür. Kürt halkına, Türkiye'deki demokratik devrimci muhalif güçlere karşı kullanılan; köy yakıp yıkmada, faili meçhul cinayetlerde aktif rol alan bir yapılanmadır. Önder Apo bu çerçevede DAİŞ'i de Türkiye başta olmak üzere Ortadoğu'da hakim olmak isteyen güçlerin halklara karşı kullandığı faşist çete bir güç olarak değerlendirmiştir.”

Rusya’nın Suriye’ye müdahalesini de değerlendiren Bayık, “Rusya’nın Suriye'ye müdahalesi tabii ki, siyasi dengelerde önemli değişiklikler ortaya çıkarmıştır. Ama şu gerçeği görmek gerekiyor ki, Rojava Devrimci Güçlerinin DAİŞ’in iradesini kırması, DAİŞ’in ilerleyişini durdurması, DAİŞ’i artık Suriye'de ciddi sorun çıkaracak güç olmaktan çıkarması Rusya’nın Suriye'ye gelişini kolaylaştıran etkenlerdendir” dedi.

112 sayfalık 3 aylık derginin ana konusu siyasi arenada öne çıkan konular çerçevesinde Bayık’ın röportajına 12 sayfa ayrılan dergi Rusça ve İngilizce yayın yapıyor.

Bayık’ın dergiye verdiği röportaj şu şekilde:

DAİŞ’in ortaya çıkma nedeni nedir? Hangi anlayışı temsil ediyor ve neden Kürtlere saldırıyor? 

DAİŞ'in kökleri esas olarak Irak El Kaide’sine dayanıyor. DAİŞ, Irak El Kaide’sinin içinden çıkmış bir örgüttür demek doğrudur. Türkiye'nin DAİŞ ile ilişkileri Irak dönemine rastlar. Irak'ta Sünnilere dayanan El Kaide ile Türkiye'nin ilişkileri hiç kesilmemiştir. Yine Türkiye'nin Irak Baas’ından kalan belli güçlerle de ilişkileri olmuştur. Bu, mezhepçilik temelinde kurulan bir ilişkidir. Irak Cumhurbaşkanı yardımcısı Haşimi’nin Irak'tan kaçtıktan sonra ilk önce Güney Kürdistan'a, sonradan Türkiye'ye sığınması tesadüfi değildir. Tarık Haşimi hem El Kaide ile yani DAİŞ’in çıktığı bu örgütle ilişkilidir, hem de Saddam yanlılarıyla ilişkilidir. Bu açıdan DAİŞ'in gelişmesinde kimler etkili oldu derken çıkış koşullarını, çıkış dönemindeki bu ilişkilerini göz önüne almak lazım. Tarık Haşimi ilk önce KDP’nin yanında kaldı, sonra da Türkiye'ye gitti. Bu açıdan DAİŞ’in ilk ortaya çıkışı Irak'taki Şii-Sünni çekişmesi zemininde gerçekleştiğini söylemek gerekiyor. Türk devletinin başından itibaren DAİŞ’le ilgili olduğunu da bilmek gerekiyor.

Suriye'de kaos derinleşince, Suriye'de devlet etkisi azalınca bu DAİŞ'e yeni açılım alanları ortaya çıkardı. Zaten Suriye’deki bazı aşiretlerin Irak’taki Sünni aşiretlerle ilişkisi her zaman olmuştur. Suriye'de de rejimin Alevi olması ve orada Sünnilerin rejimle belirli bir hoşnutsuzluklarının bulunması DAİŞ'e bir zemin sunmuştur.

Öte yandan hem bölge devletlerinin izlediği politika, hem de ABD'nin izlediği politika Ortadoğu'da halkların memnuniyetsizliğini yaratmıştır. Mevcut rejimler başından beri halkları dikkate almayan karaktere sahip olmuştur. Kapitalist modernitenin, özellikle de ABD'nin başını çektiği batının Ortadoğu gerçekliğini dikkate almayan, Ortadoğu'yu sadece sömürülecek, siyasi ve askeri egemenlik kurulacak bir coğrafya olarak ele alması ve bu ilişkiler temelinde toplumda yaşanan rahatsızlıklar, sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal sorunlar DAİŞ gibi örgütlerin ortaya çıkmasına zemin sunmuştur. Bu nedenle Önder Apo DAİŞ’i kapitalist emperyalist sistemin Ortadoğu'daki politikalarının gübreliğinden çıkan örgüt olarak değerlendirmiştir. Önder Apo'nun bir diğer tespiti de “DAİŞ Ortadoğu'nun JİTEM’idir” biçimindedir. JİTEM (Jandarma İstihbarat Merkezi) Türkiye'de Kürt halkına karşı yürütülen kirli savaşın örgütüdür. Kürt halkına, Türkiye'deki demokratik devrimci muhalif güçlere karşı kullanılan; köy yakıp yıkmada, faili meçhul cinayetlerde aktif rol alan bir yapılanmadır. Önder Apo bu çerçevede DAİŞ'i de Türkiye başta olmak üzere Ortadoğu'da hakim olmak isteyen güçlerin halklara karşı kullandığı faşist çete bir güç olarak değerlendirmiştir.

Öte yandan DAİŞ’in güçlenmesinde ve ortaya çıkmasında ABD, İsrail ve Avrupa istihbarat örgütlerinin etkisi vardır. Bu ülkeler DAİŞ üzerinden Suriye ve Irak'ta siyasi bunalımı derinleştirme, bu temelde Irak'ı ve Suriye'yi parçalayıp birbirine düşman alanlar yaratarak hem Suriye'yi ve Irak'ı, hem de Ortadoğu'yu daha kolay yönetmede aracı olarak kullanmak için DAİŞ’in gelişmesine göz yummuşlardır. Ancak kullanmak istedikleri bu araç daha sonra siyasal boşluğun olduğunu görünce Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’ın desteğiyle Irak ve Suriye'yi içine alan bir Sünni devlet kurmak istemiştir. Böylelikle Türkiye, Irak, Katar bu büyük Sünni devlet üzerinden Ortadoğu politikalarına yön vermek istemişlerdir. İnsanlık dışı eylemlere başvuran, özellikle sivillere eylem yapan bu güce karşı uluslararası güçlerin savaş kararı alması gündeme gelmiş ve bir koalisyon kurulmuştur.

DAİŞ esas olarak Arap milliyetçiliğinin İslami maskeye büründürülmesidir. Özellikle de Arap milliyetçiliğinin Sünni İslam’la birleştirilerek Ortadoğu'da etkin kılınmak istenmesidir. Türkiye de böyle bir Arap Sünni iktidar üzerinden Ortadoğu'da etkili olmak istemiştir. İhvan-ı Müslim diye bir hareket var. AKP de bunun parçasıdır. Suriye'de de Mısır’da olduğu gibi bir İhvan-ı Müslim iktidarı kurulacaktı, Türkiye bu iktidarlar üzerinden Ortadoğu'ya hakim olunacaktı. Ama İhvan-ı Müslim Suriye'de gelişmedi, Suudi Arabistan da buna çok fazla destek vermedi. O zaman Türkiye'de Suudi Arabistan ve Katar’la birlikte DAİŞ enstrümanını kullanma politikasına yöneldiler.

DAİŞ, Kürt düşmanı olarak ortaya çıktı. Çünkü Türkiye DAİŞ’le ilişkisini daha Irak El Kaidesi döneminden başlamak üzere Kürt düşmanı olarak şekillendirmiştir. Türkiye Kürt Özgürlük Hareketini kendine düşman ve engel olarak gördüğü gibi, DAİŞ de Kürt Özgürlük Hareketini kendi önünde tek engel ve düşman görmüştür. DAİŞ, önünü PKK'den başka hiçbir gücün kesemeyeceğini daha baştan görmüştür. DAİŞ özellikle İslam ümmetçiliğine dayanan bir ideolojik söylemde bulunarak, halkları Müslüman olmayan dış güçlerin etkisinden kurtaracağı iddiasında bulunmuş, bu çerçevede Arap, Türk, Kürt ve tüm diğer İslam toplumlarının gençlerini etkilemiştir. İslam enternasyonalizmi gibi, İslam devrimciliği gibi bir hava yaratarak kendini etkin kılmak istemiştir. Ancak PKK'nin halkların kardeşliğine dayanan, mezhepçi olmayan, milliyetçi olmayan, herkesin birbirine demokratik temelde yaklaştığı ve barış içinde yaşayacağı toplumcu bir ideolojik çizgi ortaya koyması DAİŞ’in gelişmesi önünde engel hale gelmiştir. DAİŞ de toplumculuğu kullanan, hatta ismini böyle kullanmasa da İslam sosyalizmi gibi bir şey hedef ortaya koymuştur. Ortadoğu coğrafyası toplumcu bir coğrafyadır. Manevi uygarlığın coğrafyasıdır. Bu açıdan toplumcu değerleri de istismar etme imkanı bulmuştur. Ama karşısında PKK gibi toplumcu ve kadın özgürlükçü demokratik çizgisi olan, halkları ve tüm inançları kardeşçe yaşatma çizgisi olan bir hareket karşısında zayıflığını görmüştür. Bu çizginin kendisine alternatif olduğunu görmüştür. Ne mevcut iktidarları, ne emperyalizmi, ne de başka bir gücü engel görüyordu. Hepsini etkisizleştirebilirim, hesabı yapmıştı. Ama Önder Apo çizgisindeki PKK'yi etkisizleştiremediğini gördü. Bu bakımdan Türkiye'nin Kürt düşmanlığıyla DAİŞ’in Kürt düşmanlığı, Özgürlük Hareketi düşmanlığı örtüşmüştür. Türkiye ile birlikte PKK ve Kürt düşmanlığı konusunda birleşmişler, hem de saldırgan bir Özgürlük Hareketi düşmanlığı yapmışlardır.

DAİŞ neden Kürtlere bu kadar saldırıyor derken, Önder Apo'nun demokratik ve özgürlükçü çizgisinin Ortadoğu'da bir seçenek olmasından dolayıdır. Diğer taraftan Kürtleri yok sayıp soykırıma uğratmak isteyen Türkiye ile işbirliğinden dolayıdır. Rojava’da da, Şengal’de de, Güney Kürdistan’da Kürtlere saldırmışlardır. Türk devleti DAİŞ şahsında kullanabileceği, Kürtleri tümden Ortadoğu'dan süreceği iyi bir Kürt düşmanı bulmuştur. Aslında Rojava’da Kürtler tümden sürülmek istenmiştir. DAİŞ başarılı olsaydı Rojava’daki Kürtler kalmayacaktı. Sünni-Arap coğrafyası haline getirilecekti. Türk devletinin Kürtleri Ortadoğu'da soykırıma uğratma politikasında önemli bir araç olarak kullanılmış olacaktı. Ancak hesap tutmamış, Önder Apo çizgisindeki Kürt Özgürlük Hareketi Rojava’da, Güney Kürdistan'da, Şengal’de, Irak'ta DAİŞ'e çok ağır darbeler vurmuştur. Eğer bugün DAİŞ gerilemişse, DAİŞ'in geriletilmesinden bahsediliyorsa, bunun nedeni, Özgürlük Hareketi karşısında ideolojik, siyasi ve askeri alanda yenilmesinden dolaydır. Eğer Özgürlük Hareketi karşısında yenilmeseydi bugün DAİŞ Suriye'ye de, Irak'a da hakim olacaktı.

Rusya’nın Suriye’deki müdahalesi ne anlama geliyor? Türkiye ve Rusya Suriye’de nasıl bir siyaset izlemekte, bu siyaset nereye gider? 

Rusya’nın Suriye'ye müdahalesi tabii ki, siyasi dengelerde önemli değişiklikler ortaya çıkarmıştır. Ama şu gerçeği görmek gerekiyor ki, Rojava Devrimci Güçlerinin DAİŞ’in iradesini kırması, DAİŞ’in ilerleyişini durdurması, DAİŞ’i artık Suriye'de ciddi sorun çıkaracak güç olmaktan çıkarması Rusya’nın Suriye'ye gelişini kolaylaştıran etkenlerdendir.

Suriye'deki rejimin, devletin kısa sürede yıkılacağı düşünülüyordu. Baas ya da mevcut devlet içindeki tüm kesimlerin, aktörlerin saf dışı edileceği bir Suriye düşünülüyordu. Rusya’nın alana inmesiyle birlikte; yeni kurulacak Suriye mevcut rejimin de içinde olduğu farklı kesimlerin konsensüse dayanacak yeni bir Suriye olacaktır. Bu durum, geçiş aşamasından sonra demokratik seçimlerle yeni Suriye’nin oluşması biçiminde ifade edilmektedir. Bu nedenle artık batı da, hatta Baas’a çok karşı olan Türkiye de mevcut rejimin de içinde yer alacağı bir geçiş aşamasından sonra yeni bir siyasi sistemin oluşmasını kabul etmiştir. Bu nedenle Cenevre’de artık rejimin de içinde olduğu taraflar ve görüşmeler olmaktadır. Bu yönüyle Rusya’nın bölgeye müdahalesiyle birlikte artık politika yapanlar mevcut rejimi tümden dışlayarak değil de, onu da oturulacak masada bir aktör olarak gören bir siyasal yaklaşımla hareket etmek durumundadırlar.

Şu da bir gerçektir, Suriye'de eski rejimle, eski politikalarla devam edilemez, o da aşılacaktır. Suriye'deki eski rejimin kendi politikalarını dayatarak bir konsensüs, yeni bir Suriye gerçeği ortaya çıkması mümkün değildir. Bu bakımdan bugün iktidarda olan güçler oluşacak yeni konsensüste tümden saf dışı edilmeden belirli ilkeler ve ölçüler çerçevesinde sistem içine alınacaktır; ama artık eski rejimin hegemonik biçimde sürmesi gibi bir durum da olmayacaktır.

Türkiye Suriye'yi arka bahçesi gibi düşündü. Suriye'de istikrarsızlık olunca ilk önce İhvan-ı Müslim, sonra da çeteler üzerinden Suriye'ye tamamen hakim olacağını düşündü ve politikasını bu temelde kurdu. Bu hakim olma politikası da Suriye'nin kısa sürede düşmesi ve Kürt düşmanlığı üzerine şekillenmişti. İhvan-ı Müslim gibi gruplar etkisiz hale gelince bu defa da DAİŞ gibi çeteler üzerinden kendi politikasını etkili kılmak istemiştir. Ancak uluslararası koalisyon DAİŞ ve El Nusra’ya sert tutum alınca Suudi Arabistan ve Katar’la birlikte ılımlı denen muhalifleri öne çıkarmaya başlamışlardır. Ancak muhalif denilen bu güçlerin toplumsal desteği çok zayıftır; askeri güçleri de etkisizdir. Şu anda DAİŞ’in ve El Nusra’nın hakim olduğu önemli bir alan bulunmaktadır. Ilımlı denenler de Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’ın Sünni teneffüsüyle ayakta kalmaktadırlar. Kuşkusuz DAİŞ de, El Nusra da Türkiye ve diğer ülkelerin desteğiyle ayakta kaldı. Ama yine de bunların ideolojik, örgütsel ve toplumsal olarak ayakları yere basan bir karakterleri vardı. Şu anda desteklenen muhaliflerin böyle bir durumu yoktur.

Ancak Türkiye bu tür örgütleri yaşatarak Suriye politikasını etkilemek istiyor. Bu konuda Suudi’nin, Katar’ın desteğini alıyor. Ama Kürt düşmanlığı yaptığından dolayı bu politika çıkmaza giriyor. Gelinen aşamada Rojava devrimini reddederek, Kürt düşmanlığı yaparak Suriye siyasetinde etkili olmak mümkün değildir. Tartışıldığı gibi Türkiye Rojava’ya girecek, Rojava devrimini ezecek, çetelerine kol kanat gelecek, güçlendirecek, etkili olacaktır değerlendirmeleri de bir karşılığı olmayan değerlendirmelerdir.

Türkiye koalisyonla, ABD ve Avrupa ile ilişkilerini ikiyüzlüce ve dayatmacı biçimde kullanarak kurnaz biçimde kendini etkili kılmak istiyor. ABD ve diğer güçlere baskı yapıp kullanarak PYD’yi etkisizleştirmek istiyor. Ancak bu politika da çıkmaz politikadır. Türkiye'nin bu politikayla çok fazla sonuç alması mümkün değildir. Öte yandan Türkiye Rusya’nın gelmesinden sonra değişen dengeleri de görmüyor. Bu yönüyle çok hayalci, sübjektif, kendine göre yaklaşımlar içindedir. Uçuşa yasak bölge ve tampon bölge yaratmak istiyordu. Rusya geldikten sonra uçuşa yasak bölge, tampon bölge gibi girişimlerin sonuç vermesi mümkün değil. Çünkü mevcut durumda bize yansıyan, ya da sandığımız kadarıyla ABD ile Rusya karşı karşıya gelmeden yeni bir Suriye yaratmada görüş alışverişi içindeler. Türkiye ise hala soğuk savaş mantığıyla hareket ediyor. Sanki ABD ve Avrupa’nın Rusya ile ilişkileri soğuk savaş dönemindeki gibi! Bu açıdan hep NATO’yla, ABD’yle, Avrupa’yla Rusya’yı karşı karşıya getirmek istiyor. Böyle yüzeysel, basit, mevcut dünyadaki siyasal durumu görmeyen, soğuk savaş döneminin politik refleksleriyle hareket eden bir yaklaşım içindedir. Çünkü soğuk savaş döneminin siyasal ekseni esas olarak kamplaşmaya dayanıyordu. Kamplaşma yaratmak isteyen ve politikasını buna göre kuran bir Türkiye gerçeği var. Kuşkusuz Rusya ile ABD arasında, Rusya ile Avrupa arasında belirli çelişkiler olabilir, ama bu çelişkiler soğuk savaş döneminin kamplaşma çelişkileri değildir. Türkiye böyle algılamayıp soğuk savaş dönemindeki gibi siyaset yaparak sonuçlarının da bu çerçevede olmasını istiyordu. Ama bu zihniyetle yürüttüğü politikadan sonuç alamayınca hayal kırıklığı yaşamıştır.

Türkiye bu politik yaklaşım ve tarzıyla belirli bir uzlaşma temelinde şekillenmesi gereken yeni Suriye’de rol oynayamaz. Diyalog ve uzlaşma temelinde Suriye'nin sorunlarını çözme konusunda bir etkisi, bir rolü olamaz. Bu nedenle çatışma ve gerilim yaratıyor. Çatışma ve gerilim içinden kendine göre politik kazanımlar elde etmek istiyor. Türkiye'nin şu anda Suriye'de izlediği politikayı bu çerçevede görmek gerekiyor. 

Rusya’nın Suriye’ye aktif müdahale etmesi ve yürüttüğü politikanın etkileri oldu. Eğer Rusya mevcut gelinen noktada bir konsensüs içinde en temelde de Kürtlerin içinde olduğu bir sistem yaratma anlayışıyla hareket ederse Suriye’de etkili olacaktır. Zaten Rusya’nın sahaya inmesi şimdiden belli sonuçlarını vermiştir. Kuşkusuz Türkiye Rusya’nın politikalarını boşa çıkarmak isteyecektir. Ancak eğer Rusya Rojava devriminin siyasi ve askeri gücünü görür, buna göre hareket ederse Türkiye'nin Rusya’yı etkisiz kılma politikaları da boşa çıkar. Zaten bu nedenle Türkiye son zamanlarda sürekli PYD’yi, YPG’yi Rusya’nın politikasını izlemekle, Rusya’nın paralı piyonu olmakla suçlamaktadır. Bu da Türkiye'nin politikası önünde en temel engelin Rojava devrimcileri olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Türkiye'nin bağırıp çağırmasını çok fazla dikkate almamak gerekiyor. Türkiye stratejik ve siyasi konumunu iyi kullanacağını, bu temelde de sonuç alacağını düşünüyor. Bu da soğuk savaş dönemindeki gibi düşünmenin ortaya çıkardığı yanılgıdan kaynaklanıyor. Soğuk savaş döneminin mantığıyla yaklaşıyor, bu nedenle böyle bağırıp çağırıyor ve sonuç almak istiyor. Bu konuda AKP iktidarının gücü yoktur. Eğer doğru tutum takınılırsa Türk devletinin içeride savaş ve gerilim, dışarıda savaş ve gerilim politikaları boşa çıkarılacaktır.

Rusya rejimle ilişki içinde çalışıyor, bunu anlıyoruz. Ama özellikle Kürtlerin ve farklı kimliklerin haklarının tanındığı, yerel demokrasinin geliştiği demokratik bir Suriye yaratılmadan Suriye'nin istikrara kavuşması söz konusu olamaz. Bu yönüyle Rusya rejimle ilişki içinde olurken, böyle bir Suriye perspektifi, vizyonu olmazsa kendisini boşa çıkarmış olur. Rusya yarattığı etkinin boşa çıkmaması açısından Kürt halkının özgür ve demokratik yaşamını da içeren Kuzey Suriye Federasyonun da içinde yer aldığı demokratik bir Suriye politikası izlemesi önemlidir. Bu yaklaşım, yeni Suriye'nin oluşumunu kolaylaştıracak. Yoksa politikasız kalınır, politikaları tıkanır. Politikalarının tıkanmaması için Rusya’nın Suriye ilişkisini sadece bir askeri destek üzerinden değil, yeni Suriye’nin nasıl şekilleneceği üzerinden de yürütmesi gerekmektedir. Yani siyasi bir vizyonu, bir siyasi çözüm yaklaşımının da olması gerekir. Bu da dediğimiz gibi başta Kuzey Suriye ve Kürtler olmak üzere toplulukların demokratik haklarının tanındığı demokratik Suriye hedefiyle gerçekleşir.

Başta Irak üzerinde olmak üzere Şii ve Sünni bloklar arasında yaşanan mücadele hangi temeller üzerinde yürüyor? 

Sünni-Şii bloklaşmasının esas ekseni tarihsel olarak Türkiye ve İran’dır. Daha sonra bunun içine Suudi Arabistan da girmiştir. Sünni ve Şii blokların Ortadoğu'da bir siyasal mücadele arenası haline getirilmesinde İran ve Türkiye'nin politikalarını görmek gerekiyor. Özellikle AKP iktidara geldikten sonra Ortadoğu'da Sünnilerin hamisi rolüne soyunmuştur. Osmanlı geleneği ve izi üzerinden böyle bir rolü canlandıracağını düşünmüştür. Bugün de AKP iktidarı hala böyle bir yaklaşım içindedir. İran kendisini Şii mezhepçiliği üzerinden Ortadoğu'da etkili kılma hesapları yaparken, şimdi Türkiye de bu hesapları yapmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti 80-90 yıl Kemalizm’in etkisindeki iktidarlar çerçevesinde böyle bir Sünni-Şii bloklaşmasından uzak durmaya çalışmıştır. Ama AKP ile birlikte Türkiye’deki rejim siyasal İslam’ı içine almıştır. AKP ile asker ve sivil bürokrasi siyasal İslam’ın sistem içine alınmasında anlaşmışlardır. Nitekim bu anlaşma temelinde 2007’de eşi türbanlı olan Abdullah Gül cumhurbaşkanı seçilmiştir.

Biz hareket olarak Sünni ve Şii bloklaşmasını Ortadoğu için çok tehlikeli görüyoruz. Mevcut durumda Türkiye, Suudi Arabistan ve İran hem kendi muhaliflerini ezmek, hem de Ortadoğu'daki özgürlükçü demokratik dinamikleri ezmek için bu mezhep çatışmasını bir politik mücadele tarzı haline getirmişlerdir. Çünkü mezhepçiliğin, mezhep çatışmalarının gözü kördür. Mezhep çatışmalarının olduğu yerde her türlü özgürlükçü, demokratik düşüne dikkate alınmaz, ezilir geçilir. Mezhep şovenizminin yarattığı toplumsal hareketlilik, ruh hali her türlü aydınlık düşünceyi ve demokratik eğilimi ezer geçer. Bu açıdan biz mezhepçiliği Ortadoğu'da özgür ve demokratik düşünceyi ezip geçme durumunu sağlayan çok tehlikeli bir kamplaşma ve kutuplaşma olarak görüyoruz. Bunun demokrasi ve özgürlük düşmanları tarafından da bilinçli olarak kışkırtıldığına inanıyoruz.

Nitekim Türkiye'de AKP biz milli hükümetiz, muhalefet de milli olmalı diyor ve herkesi kendi politikasının kuyruğuna takmaya çalışıyor. İran da Şii-Sünni bloklaşması içinde içerideki muhalefeti susturuyor, ya da herkesi bu Şii-Sünni çatışmasında kendi iktidarı etrafında toplamaya çalışıyor. Böylelikle gelişen özgürlükçü demokratik dinamikleri, aydınlanma dinamikleri Sünni-Şii bloklaşmasının, çatışmasının sertliği içinde ezilip gitmektedir. Bu açıdan mezhepçilik halklar için çok tehlikelidir. Biz kesinlikle Sünni-Şii bloklaşmasına karşıyız, Kürtlerin böyle bir bloklaşma içine girmesini istemiyoruz.

Türkiye Başurê Kurdîstan’daki kimi Kürt partilerini, siyasal eğilimleri böyle bir bloklaşma içine çekmek istiyor. Biz bunu tehlikeli görüyoruz ve karşı çıkıyoruz. Irak üzerinde Sünni-Şii çekişmesi daha şiddetli durumdadır. Burada da esas olarak yine İran, Türkiye ve Suudi Arabistan etkisini görmek gerekiyor. Sünni-Şii çekişmesinde Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar ortak hareket ediyorlar ve Güney Kürdistanlı güçleri de kendilerine ortak etmeye çalışıyorlar. Bu yönüyle Irak'ta Sünni-Şii çatışmasını canlı tutuyorlar. Şu da bir gerçektir, tarihte Irak'ta Sünniler her zaman etkin olmuş, Şiiler nüfus oranı fazla olmasına rağmen etkisiz kalmışlardır. Sünniler bu geleneğin etkisiyle Irak’ta direnç gösteriyorlar. Kendilerinin tarih içindeki etkinliğini yeniden canlandırmak istiyorlar. Bu konuda Türkiye ve Suudi Arabistan’ın desteği oluyor. Irak'ta doğru olan bu mezhep çatışmasına karşı olmaktır. Mevcut Irak iktidarı geçmişte Sünni iktidarın yaptıkları duruma düşmemeli, Sünnilerin haklarını tanıma ve onların sistem içinde dışlandıkları gibi bir anlayışa girmelerini engelleme politikası yürütmelidir.

Irak'ın genelinde birinin diğerine hakim olduğu bir yaklaşım değil de, yasalar ve anayasalar çerçevesinde, demokratik ilkeler çerçevesinde ortak vatanda birlikte yaşanacak bir siyasi anlayışı ve toplumsal düzeni hakim kılmak gerekiyor. Biz özerklik gibi yerel demokrasinin geliştirildiği politikaları sadece Irak için değil, tüm bölge için önemli görüyoruz. Ama bunları böl-yönet anlayışı çerçevesinde değil ya da düşman alanlar yaratıp birbirlerinin karşısına çıkarıp bunun üzerinden uluslararası güçlerin politika yapmasını sağlayan bir siyasi yaklaşımla değil, yerel demokrasiye dayalı birliği sağlayan bir anlayışın Irak'ta sonuç alacağını düşünüyoruz. Biz Irak'ta demokrasi içinde Kürtlerin, Sünnilerin, Şiilerin birlik içinde yaşayacağına inanıyoruz. Demokrasi halklara daha fazla kazandırır. Biz her yerde olduğu gibi Irak’ta da devletçi anlayışın değil, gerçekten gelişmiş bir demokrasinin Kürtler açısından da, Sünniler açısından da, Şiiler açısından da daha fazla kazandıracağına inanıyoruz. Biz sorunların çözümünü Türkiye'de ve Suriye'de olduğu gibi, Irak'ta da demokratikleşmenin gelişmesinde görüyoruz. Bütün farklılıkların kendisini ifade edebildiği, yerel demokrasilerin geliştiği demokratikleşmeyle her türlü farklılıkların, çelişkilerin, çatışmaların demokratik birlik etkeni haline getirileceğine inanıyoruz.

Türkiye, Suudi Arabistan, Katar Irak'taki bu mezhepçilik çatışmasını körüklüyorlar. Tabii İran da Şii iktidara yakın duruyor. Türkiye, Suudi Arabistan ve belirli çevreler Musul’a yönelik bir harekat yaparak DAİŞ’i görüntüde Musul’dan çıkarıp, zihniyet olarak DAİŞ’ten çok farklı ve uzak olmayan; Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’a yakın olan kesimlere teslim etmek istiyorlar. Zaten Musul da benzer biçimde DAİŞ'e teslim edilmişti. Böyle bir oyun şu anda Irak'ta yürütülüyor.

Rusya ve Amerika’nın Kürt ve Ortadoğu politikasını nasıl yorumluyorsunuz?

Kuşkusuz reel sosyalizm döneminde Rusya’nın Ortadoğu'da bir etkisi vardı. Amerika’nın da vardı, bir mücadele sürüyordu. Reel sosyalizmin dağılmasından sonra Rusya’nın geçirdiği sarsıntı ortamında Rusya’nın bıraktığı boşluklar iki biçimde doldurulmaya çalışıldı. Birincisi, El Kaide gibi kesimler tarafından doldurulmaya çalışıldı. Diğer taraftan ABD Körfez savaşıyla müdahale ederek kendini etkin kılıp yeni bir Ortadoğu düzeni kurmaya yöneldi. Amerika’nın Ortadoğu politikası, reel sosyalizmin dağılmasından sonra Büyük Ortadoğu Projesi ile Ortadoğu'ya hakim olmaktı. Birinci ve ikinci Körfez savaşları bunun için oldu. Irak bunun için işgal edildi. Irak’ın işgal edilmesi temelinde Ortadoğu'yu kendi çıkarları doğrultusunda dizayn edeceklerdi. Ama bu gerçekleşmedi. Çünkü Ortadoğu'nun tarihsel, siyasal, toplumsal ihtiyaçlarına uygun bir politika üretemediler. Yine kendi çıkarları ve bölgedeki işbirlikçileri üzerinden bir Ortadoğu yaratmak istenilince bu sonuç vermedi. Bu gerçekliğin görülmesi gerekiyor.

Şunu vurgulayabiliriz; Ortadoğu'da sadece mevcut Suriye rejimi, Irak rejimi, Mısır rejimi, şu rejim, bu rejim iflas etmemiştir; siyasi kriz ve kaosla karşı karşıya gelmemiştir; beş bin yıllık devletçi sistemin krizi yaşanmaktadır. Yine iki üç yüzyıllık kapitalist modernitenin, özellikle Avrupa’nın, daha sonra ABD'nin bölgeye yaptığı müdahalelerin ortaya çıkardığı krizler yaşanmaktadır. Yani bir devlet ve ülke yönetiminin krizi olarak görmemek lazım. Kriz derindir. Bu açıdan çözümünü de köklü ele almadan geliştirmek mümkün değildir. Ama Amerika’nın Ortadoğu politikaları bu gerçekliği görmekten uzaktır. Kendi çıkarları doğrultusunda bir Ortadoğu şekillendirmek istemektedir.

Kürt politikasında da ABD kendine bağlı işbirlikçi Kürtleri hakim kılmak istiyor. Zaten Önder Apo'ya 1999 yılında yapılan komplonun bir amacı da buydu. Güçlenen PKK tasfiye edilip, etkisizleştirilip onun yerine KDP gibi, YNK gibi diğer örgütlerinin önü açılmak istendi. Hala da ABD'nin böyle bir politik yaklaşım içinde olduğunu görüyoruz. Kendine bağlı işbirlikçi Kürtlerle Ortadoğu politikasında etkin yer almak istemektedir. Ama bu konuda bir çıkmazı yaşamaktadır. Çünkü Kürt düşmanlığında öncü olan güç ABD'nin müttefiki Türkiye’dir. Türkiye Kürt inkarcılığı yapıyor; Kürtlerin Ortadoğu'da kesinlikle hak kazanmasını istemiyor, Ortadoğu'da 20. Yüzyıl dengeleri yıkılmış, yeni dengeler kuruluyor, Kürtlerin bu yeni dengelerde yer almasını istemediği için Kürt düşmanlığı yapıyor. Amerika böyle bir Türkiye'yi Ortadoğu'da kullanmak istiyor. Türkiye'yi Ortadoğu'da kullanmak istedikleri için Türkiye'nin Özgürlük Hareketimize yönelik savaş politikalarına bazen göz yumarak, bazen onaylayarak, bazen açıktan destek veriyor. Şu anda ABD'nin Kürt politikalarını böyle görüyoruz. Rojava’da YPG ve PYD’ye karşı belirli bir yumuşak yaklaşım olsa da, Türkiye ilişkilerinden dolayı bu tutarlı, uzun vadeli bir yaklaşım olmuyor. Bu nedenle yeni Suriye'nin oluşmasında Kürtlerin yeri ne olacak konusunda ABD'nin tutumu net değildir. Bu açıdan ABD'nin Ortadoğu politikasında olduğu gibi Kürt politikasında da çok pragmatik, çıkarcı, özellikle de Türkiye ile ilişkileri çerçevesinde tutarlı olmayan bir politika izlediğini söylemek mümkündür.

Rusya Sovyetler Birliği döneminde de çeşitli devletler üzerinden Ortadoğu politikasında etkili olmak istiyordu. Ancak son yirmi yıldır Ortadoğu politikasında etkisi sınırlanmıştı. Şimdi yeni yeni Ortadoğu'ya ilgisi artmaktadır. Kuşkusuz Avrupa ilgileniyor, Amerika ilgileniyor, Çin ilgileniyor, herkes ilgileniyor, bu yönüyle Rusya’nın da Ortadoğu’yla ilgilenmesinin herhangi bir anormalliği olamaz. Türkiye Rusya’nın Ortadoğu'da ne işi var diyor. Herkesin yeri oluyor, onu eleştirmiyor, ama Rusya’yı eleştiriyor. Bu açıdan Rusya’nın Ortadoğu'da bir politik aktivitesi olacaktır. Doğru politika yürütülürse Ortadoğu ile aktif ilgilenmesinin Ortadoğu halkılarına katkıları olacaktır. Ortadoğu'da tek bir büyük gücün hakim olması yerine, çok farklı güçlerin Ortadoğu'da uzlaşarak, anlaşarak sorunları çözmeye gitmeleri yanlış değildir. Biz tabii ki Ortadoğu'nun çıkar çatışması alanına dönüşmesini istemiyoruz. Herkesin kendi çıkarına göre Ortadoğu'ya hakim olup halkları da bu çatışmanın parçası haline getirmesini istemiyoruz. Ama bir gerçeklik var, uluslararası birçok güç Ortadoğu'da etkin olmak istiyor, politika yürütüyor, o zaman bu politikaların Ortadoğu halklarının çıkarını dikkate alan, daha demokratik ve özgürlükçü bir yaklaşımla ve uzlaşmalar temelinde Ortadoğu'daki sorunların çözümüne katkı sunan bir yaklaşım içinde olmasını bekleriz. Bunu hem Rusya için, hem ABD için, hem Avrupa için söyleyebiliriz. Örneğin, biz Amerika’ya defalarca şunu söyledik; uluslararası komploda yer aldınız, önderliğimizi esaret altına aldınız, yanlış bir şey yaptınız, haksız bir şey yaptınız. Şimdi bunu düzeltmenin zaman gelmiştir. Doğru politikalar izlenerek o yanlış politikalar telafi edilmelidir diyoruz.

Rusya Ortadoğu'ya ABD'den de yakındır, Avrupa’dan da yakındır. Öte yandan Türkiye bu kadar yakından ilgilenirken Rusya’nın da ilgilenmesi anlaşılırdır. Çünkü Türkiye de hegemonik bir yaklaşımla Balkanlarda, Kafkaslarda, Orta Asya’da kendine göre Rusya’yı sınırlama, kendini etkin kılma politikası izlemektedir. Türkiye böyle bir politika izlerken Rusya’nın da Ortadoğu'da kendi aleyhine olacak politikaları dengeleyecek yaklaşımlar içinde olması da anlaşılır bir durumdur.

Rusya’nın reel sosyalizm döneminde de Kürt politikalarında yanlışlıklar vardı. Sovyet Rusya dünyanın birçok yerinde ezilen halkları, toplulukları desteklerken, özgürlük ve demokrasi mücadelelerine güç verirken, Ortadoğu'da buna çok fazla dikkat etmedi. Özellikle soğuk savaş döneminin sertliği içinde Kürt halkının özgürlük mücadelesine gereken ilgiyi göstermedi. Devletleri çok fazla esas aldı. Bu yönüyle gerçekten reel sosyalizm döneminde Sovyetler Birliği’nin belirli ilkeler çerçevesinde izlediği politika Ortadoğu'da fazla yansımasını bulmadı. Gelinen aşamada Rusya Türkiye'de, İran'da, Irak'ta, Suriye'de ezilen, hakları inkar edilen Kürtler konusunda daha özgürlükçü, demokratik bir politika izleyebilir. Rusya’nın tarihi buna imkan sunmaktadır. Rusya özellikle Sovyetler Birliği tarihi boyunca diğer halkların özgürlüğü açısından çok pozitif roller oynamıştır. Şimdi de oynayabilir. Biz gerçekten mevcut aşamada ne Türkiye'de, ne Rojava’da, ne İran'da, ne de Irak'ta ayrılalım, ayrı bir devlet olalım yaklaşımı içinde değiliz. Bizim ideolojimiz, felsefemiz, paradigmamız budur. Biz Kürtlerin demokratikleşmeyle daha fazla kazanacağına inanıyoruz. Bu açıdan Ortadoğu'nun demokratikleşmesi herkese kazandırır. Biz Ortadoğu'nun demokratikleşmesinin Rusya’ya da, Avrupa ve ABD'ye de, tüm insanlığa da kazandıracağına inanıyoruz. Ortadoğu'da yaşanan ağır sorunlar ancak demokrasi ve özgürlükler temelinde aşılabilir. Bu yönüyle biz ABD'nin de, Rusya’nın da, Avrupa’nın da Ortadoğu politikalarının ve Kürt politikalarının demokratikleşme temelinde çözülmesi üzerine kurulmasının daha doğru olduğunu düşünüyoruz.

Biz zaten mevcut durumda sorunlara kesinlikle soğuk savaş mantığıyla bakmıyoruz. Çeşitli devletler, ülkeler arasında çıkar çatışması olabilir, ama bunların soğuk savaş döneminde olduğu gibi ele alınmasının yanlışlık olacağını düşünüyoruz. Bu açıdan biz kendi politikalarımızda illa da şu kamptan yana olalım, ya da bu kamptan yana olalım gibi bir yaklaşım içinde değiliz. Bu yaklaşımların eskide kaldığını düşünüyoruz. Doğru yaklaşım içinde olan herkesle ilişki içinde olmak istiyoruz. Rusya’nın da bu çerçevede bizimle de, tüm Kürtlerle de ilişkilerini geliştirebileceğini düşünüyoruz. Rusya ile ilişkilerin geliştirilmesinden yanayız. Rusya’nın Kürtlerle ilgilenmesinden yanayız. Biz bütün insanlığın, demokrasi güçlerinin Ortadoğu'nun demokratikleşme sorunlarıyla ilgili olmasından yanayız. Şu devletle ilişkili olalım, şu devlete karşı olalım gibi bir yaklaşım içinde değiliz. Doğru politikalar çerçevesinde doğru yaklaşan herkesle ilişki kurabiliriz.

Ancak yakın zamana kadar Rusya’nın da Türkiye'yi dikkate alarak, başka ülkeleri dikkate alarak Kürtlerle yeterince ilişki kurmadığını söyleyebiliriz. Örneğin yakın zamanda bizim arkadaşlarımız Türkiye'ye teslim edildi. Bunlar doğru politikalar değildi. Türkiye'yi memnun etme politikalarıydı. Bunların aşılması gerektiğini düşünüyoruz ve giderek Rusya ile ilişkilerimizin gelişeceğine inanıyoruz. Birbirimizi anlama temelinde Kürtlerle Rusya’nın ilişkilerinin sağlıklı temelde gelişeceğine inanıyoruz.

Cenevre’deki süreci nasıl değerlendiriyorsunuz? Suriye’deki çözüm hangi temeller üzerinde mümkün olabilir?

Cenevre-3 başladı, ama sonuç alınamadı. Bu konuda şunu rahatlıkla söyleyebiliriz, Cenevre-3 zayıf temellere dayandı. Çünkü muhalif deneneler zaten güçsüzdürler. Toplumsal ve askeri temeli olan muhalifler değil. Daha çok Türkiye'nin ve Suudi Arabistan’ın desteğiyle ayakta kalıyorlar. Suriye rejimi hala Birleşmiş Milletler’de resmi bir rejim olarak tanınıyor. Uluslararası hukukta hala meşru, resmi güç, mevcut iktidardır. Ama politik alanda, uluslararası alanda, kendi halkları nezdinde ve çeşitli biçimlerde meşruiyeti ve etkisi zayıflamıştır. Bu açıdan Cenevre daha baştan zayıf doğmuştur. Eğer Kürtlerin, Arapların, Süryanilerin, Türkmenlerin, Çeçenlerin içinde olduğu Demokratik Suriye Meclisi dikkate alınsaydı Cenevre-3’ün etkisi de, itibarı da daha fazla olurdu. Demokratik Suriye Meclisi Cenevre-3’e güç katardı, güçlendirirdi. Cenevre’de çözüm olmasını isteyenler Demokratik Suriye Meclisinin orada olmasını isterlerdi. Çözüm olmasın, sadece konuşulsun yaklaşımı içinde olanların, çözümden yana değilmiş gibi görünmemek için Cenevre’ye katılan, ama çözüm istemeyenlerin Demokratik Suriye Meclisi’nin, Kürtlerin katılmasının değerini anlamaları mümkün değildir. Bu açıdan çözüm isteyen tüm güçlerin -ki biz Rusya’nın, ABD'nin, Avrupa’nın belli bir temelde Suriye'de bir çözüm yaklaşımı aradıklarını inanıyoruz- o zaman Cenevre-3’e Demokratik Suriye Güçlerinin katılmama durumunu yeniden gözden geçirmeleri gerekiyor.

Suriye'de çözüm ancak demokratik temellerde olur. Demokratik kuralları kabul etme temelinde olur. Yerel demokrasinin olması gerekiyor. Çünkü günümüzde her yerde yerel demokrasi olmadan devletler, iktidarlar meşruiyetini ve toplumsal birliğini sağlayamıyor. Rusya bir federasyondur, çeşitli bölgelerin özerkliği vardır, Avrupa’da da hemen hemen tüm farklı toplulukların, ülkelerin özerkliği vardır. Avrupa ülkelerinin sistemi kiminde eyalettir, kiminde federaldir, kiminde özerklikler vardır. Ortadoğu da Balkanlar gibidir. Balkanlarda yerel demokrasi olmadığı için bölünme, parçalanma oldu. Bu açında Suriye'de bölünmeyi ve parçalanmayı önleyecek, bütünlüğü güçlendirecek bir demokratik yaklaşımın olması gerekiyor. Biz buna yerel demokrasi diyoruz, demokratikleşme diyoruz, kadın özgürlüğüne dayalı demokratik çizgi diyoruz. Kadın özgürlüğünü de çok önemli görüyoruz. Kadın özgürlüğü olmadan ne gerçek anlamda özgürlük ne de demokratikleşme olabilir. Ekolojiyi önemli görüyoruz.

Tüm Ortadoğu ve Suriye’de despotik merkeziyetçi iktidar anlayışının kırılması lazım. Suriye'de de Aleviler var; Alevi toplumunun da özgür ve demokratik yaşamının güvenceye alınması lazım, Kürt toplumunun özgür ve demokratik yaşamının güvencesi olması lazım. Türkiye'de şu anda bir AKP iktidarı var; ben çoğunluğa sahibim, herkesin benim dediklerimi kabul etmesi lazım diyerek toplumlar üzerinde despotizm uyguluyor. Suriye'de de Sünniler AKP iktidarı gibi çoğunluk biziz deyip Kürtler üzerinde despotizm kurabilirler, Aleviler üzerinde despotizm kurabilirler. Demokratik bir seçim oldu, ben çoğunluğu elde ettim, iktidara geldim, istediğim politikayı izlerim gibi bir demokrasi anlayışının olmaması gerekiyor. Bu açıdan böyle bir çoğunluğun diğer etnik ve dinsel farklılığı olan topluluklar üzerinde bir otorite ve hegemonya kuramadığı, farklılıkların özgür ve demokratik yaşamının güvenceye alındığı, yani yerel demokrasinin olduğu bir sistemin kurulması gerekiyor.

Kuşkusuz biz Suriye'de uluslararası güçlerin de uzlaşma içinde olduğu bir çözümden yanayız. Yeni oluşacak Suriye bir kamplaşmanın parçası haline getirilmemelidir. Bu açıdan Rojava devrimi, Kuzey Suriye’deki gelişmeler önemlidir. Suriye’de istikrar kaynağı Rojava’dır. Türkiye, Suudi Arabistan DAİŞ’i ve işbirlikçi diğer grupları saldırtmadığı müddetçe Kuzey Suriye'de halklar özgür ve demokratik temelde huzur içinde yaşamaktadırlar. Türkiye tampon bölge kuralım diyor. Buna gerek yoktur. Türkiye tampon bölgeyi istikrar ve barış içinde değil, Suriye’yi karıştırmak için kullanıyor. Demokratik Suriye Güçleri Cerablus’ta, o alanlara hakim olsa rahatlıkla zaten halkların demokratik ve özgür yaşam ortamı doğar. Şu anda Rojava’da ve Kuzey Suriye alanında Kürtlerin olduğu bölgelere yüz binlerce Arap göç etmiştir. Kürtlerin neredeyse nüfusu kadar da Arap nüfusu vardır ve hiçbir sorun yaşamadan Araplar bu alanda yaşamaktadırlar. Bu yönüyle Rojava devriminin ilkeleri, ölçüleri ve demokratikleşme karakteri çok önemlidir. Eğer Rojava devrimi merkezli Kuzey Suriye Federasyonu yeni demokratik Suriye'nin temel direklerinden biri haline getirilirse tüm sorunlarını çözen demokratik bir Suriye ortaya çıkarılmış olur.

Türkiye'nin durumunu ve siyasetini nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye ve Kuzey Kürdistan'daki hedefleriniz nedir?

Mevcut AKP iktidarının siyasetini hem Türkiye için, hem Ortadoğu için, hem de dünya halkları için çok tehlikeli görüyoruz. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; Suriye'deki göçü teşvik eden Türkiye olmuştur. Türkiye, yüz binlerce insanı Türkiye içine çekerek bunları bir enstrüman olarak Suriye siyaseti üzerinde kullanmak istemiştir. Bu göç eden Suriyeliler üzerinden DAİŞ'i kontrol etme, El Nusra’yı kontrol etme, Ahrar El Şam’ı kontrol etme, yine buradaki örgütlenmeler üzerinden Suriye'yi kontrol etme politikası izlemiştir. Bu yönüyle Türkiye'nin göçten rahatsız olması, şu olması bir demagojidir, yalandır. Evet, savaş içinde göç etmek isteyenler olmuştur, ama göçün bu kadar fazla olmasının sorumlusu Türk devletidir. En azından mevcudun yarısı göç etmeyebilirdi. Göçü teşvik etmiştir, kendisi Türkiye'ye çekmiştir. Bunun üzerinden Suriye politikasında etkili olmuştur. Ama savaş uzayınca ve öngördüğü politika etkisiz kalınca bu sefer mültecileri Avrupa’ya, dünyaya şantaj olarak kullanıp Suriye politikasında yer almaya çalışmaktadır.

Türkiye şu anda gerçekten adi bir şantajcı haline gelmiştir. Siyasetini şantaj üzerine kurmuştur. Ne yazık ki ABD ve Avrupa Türkiye'nin bu şantajlarına boyun eğmektedir, bu şantajlarını dikkate almaktadır. Türkiye ben mültecilere şu kadar milyarlarca para harcadım, diyor, ama yalan söylüyor. Türkiye mevcut göç edenler için belki de beş kuruş para harcamamıştır. Harcamıştır, ama daha fazlasını da onları ucuz işgücü olarak sömürerek elde etmiştir. Onların getirdiği bütün birikimler Türkiye'de harcanmıştır. Şu anda Türkiye'de Suriye'den göç edenler köle gibi en ucuz biçimde çalıştırılmaktadırlar. Eskiden Türkiye'de ucuz işgücü Kürtlerdi, şimdi artık Kürtler iş bulamıyor.

Türkiye'nin politikası gerçekten çok tehlikelidir. AKP iktidarı içeride ve dışarıda savaş kışkırtıcılığıyla ayakta kalmak istiyor. Şovenizm ve milliyetçiliği geliştirerek ayakta kalmak istiyor. Nitekim Rusya ile yaşadığı sorunları şimdi Türkiye içinde şovenizmi şahlandırmak için kullanıyor. Türkiye tarihinde eskiden Moskov düşmanlığı yaratmışlardı. Şimdi bu düşmanlığın izinden halkı kışkırtmaktadırlar. Böyle bir şovenizm politikası izlemektedir. İçeride de, dışarıda da Suriye'de savaşın son bulmasını da istemiyor. Eğer benim dediğime gelmezseniz ben de Suriye'de şantaj politikası izlerim, savaş politikası izlerim, sizi boşa çıkarırım, diyor.

Ancak AKP hükümeti içeride de, dışarıda da zayıftır. Öyle göründüğü gibi güçlü değildir. Kuyruğu dik tutmaya ve kendini güçlü göstermeye çalışıyor. Ama çok zayıf bir dönemden geçmektedir. Öyle Ortadoğu politikasını etkileyecek durumları yoktur. İçeride de zaten zorla herkesi kendi çizgisine getirmek istiyor. İçeride de Kürtlerle savaşın dışında da bir siyasi iç savaş vardır. İç politikada da yoğun bir çekişme vardır.

Bizim Türkiye ve Kuzey Kürdistan'daki hedeflerimiz konusunda da şunları söyleyebiliriz. Türkiye'de gelinen aşamada ilk hedef AKP iktidarını düşürmektir. Gerçekten AKP iktidarı Türkiye açısından içeride ve dışarıda çok tehlikeli hale gelmiştir. Bu yönüyle AKP iktidarının düşürülmesini önemli görüyoruz. Bu temelde bir demokrasi bloku kurarak demokrasi güçlerinin mücadelesiyle AKP iktidarına karşı mücadeleyi geliştirmek istiyoruz. Şu andaki Türkiye'ye karşı politikamız bu çerçevededir. Kuzey Kürdistan'da da yerel demokrasiyi, özyönetimi ve özerkliği geliştirmek istiyoruz. Türk devleti görüşmeler ve diyaloglarla bunu kabul etmedi, reddetti; savaş başlattı. Kesinlikle savaşı Türk devleti başlattı. Bazılarının söylediği gibi biz başlatmadık. Kürt sorununda çözümsüz politikaları olduğu için, çözüm politikası olmadığı için İmralı’daki anlaşmayı da elinin tersiyle itti, masa da yok, diyalog da yok, Kürt sorunu da yok, dedi, savaş kararı aldı. Kürtlerin hem Türkiye içinde, hem de Ortadoğu'da güçlenmesini gördü, zayıflatmak için saldırıya geçti.

Türkiye'nin Kürt sorunundaki bu çözümsüz politikası karşısında Kürt halkı da özyönetim kararı aldı. Kendi özerkliğini, kendi yerel demokrasisini, özyönetimini kendi demokratik toplumu temelinde örgütleyerek kendi kendini yönetme kararı aldı. Türk devleti buna karşı şiddetli bir savaş içine girdi. Şehirleri tankla, topla bombalıyor. Sivillerin yaşadığı mahalleleri tankla, topla bombalıyor. Şu anda Türkiye'de Türk devletinin despotik ve merkeziyetçi yönetimine karşı bizim özyönetim hamlemiz var. Özyönetim, yerel demokrasi ve demokratik özerklikte kararlılığımız var. Bundan sonra Türkiye ile bu temelde bir mücadele sürecektir. Türkiye'nin hegemonik, merkeziyetçi, despotik, kültürel soykırımcı sistemiyle yerel demokrasiye, özyönetime, özerkliğe dayanan demokratikleşme sistemi Türkiye'de bir mücadele içine girecek, bu mücadele de süreklileşecektir. Artık bizim açımızdan Türkiye Kürt halkının özerkliğini, özerk yönetimini, yerel demokrasisini ve özyönetimini tanımadığı müddetçe direniş sürdürülecektir.

AKP iktidarının Kürt sorununu demokratik siyasal yollardan çözme yaklaşımı yoktur. Bu açıdan AKP iktidarı düşürülmeden, AKP iktidarını düşürecek bir demokrasi mücadelesi yürütmeden Türkiye'de Kürt sorununu çözmek mümkün olmayacaktır. Bu açıdan önümüzdeki dönemi AKP iktidarına karşı demokrasi güçlerinin birliği temelinde mücadele etme, AKP'yi iktidardan düşürme, demokratik bir yönetimi Türkiye'de ortaya çıkarma mücadelesi ve dönemi olarak görüyoruz.

İran üzerindeki ambargonun kalkmasından sonra sizce İran politikası ne yönde gelişir? Bu yaklaşım bölge ve uluslararası alana yönelik politikaya nasıl bir etkide bulunur?

Kuşkusuz İran’ın üzerindeki ambargonun kalkmasından sonra İran politik olarak rahatlayacaktır. Geçen dönemde politikasını hep kaygılar üzerine kuruyordu. Kaygıyla politika yürütmek yerine, toplumsal sorunları çözme yönünde bir politika benimsemesini bekliyoruz.

İran kendine güven temelinde kaygılarını giderir, demokratikleşme yönünde adımlar atarsa bu hem İran'ın demokratikleşmesi temelinde birliğini daha da güçlendirebilir, hem de bölgede daha aktif rol oynamasını sağlar. İran geçmiş dönemde çok kaygılı olduğundan dolayı kendisini ayakta tutmak için Ortadoğu'daki siyasi istikrarsızlığı bir yönüyle kendi çıkarına görüyordu. Hem Ortadoğu'da hem İran içinde istikrar ve barışın gelişmesi yönünde rolü olacak potansiyellere sahiptir. İran, yönetim anlayışı açısından tarihine bakıldığında öyle çok merkeziyetçi, farklı inanç ve toplulukları yok sayıp ezen bir yönetim tarzına sahip değildir. İran tarihi her zaman farklı inançlara, farklı kimliklere saygılı olan, farklı inançların ve kimliklerin kendine yaşam imkanı bulduğu bir ülke olmuştur. Biz İran'ın kendi tarihine uygun bu yaklaşımla hareket ettiğinde gerçekten de Ortadoğu'nun politik yaşamına olumlu katkılar sağlayacağını, Ortadoğu'da var olan gerilimleri gidermede de rol alabileceğini düşünüyoruz.

İran da artık kendi Kürt sorununu çözebilir. Azeri, Belluci sorununu çözebilir. Tarih içinde çözmüştür. Zaten idari yapı olarak Bellucistan var, Kürdistan var, bunu biraz demokratikleşme temelinde zenginleştirirse, güçlendirirse İran kendi sistemini, birliğini daha da güçlendirebilir. İran tarihinin bu yönetim tecrübesi de var, politik tecrübesi de var. Yeter ki son iki yüzyılda İran'a da kısmen girmiş olan milliyetçi yaklaşım bırakılsın. Çünkü İran tarihte milliyetçi yaklaşım içinde olmamıştır. İran Azeri’siyle, Fars’ıyla, Belluci’siyle, Kürt’üyle ortak yaşamayı bilmiştir.

İran ambargonun kalkmasını, ekonomik imkanların artmasını, uluslararası güçlerle ilişkisini düzeltmesini, belirttiğimiz çerçevede demokrasi yönünde kullanırsa kısa sürede sorunları aşar. Ama yok, İran üzerinde ambargonun kalkmasını, belirli ekonomik imkanlara sahip olmasını, geçmiş koşulların getirdiği biraz daha sıkı, disiplinli, otoriter politikayı güçlendirme biçiminde ele alırsa kesinlikle yanlışlıklara düşer, toplumsal sorunların ağırlaşması durumuyla karşılaşabilir. Bu açıdan İran’ın üzerindeki ambargonun kalkmasından sonra ortaya çıkan bu ekonomik, siyasi fırsatları nasıl değerlendireceği, nasıl ele alacağı önemlidir. İran bu ekonomik ve siyasi imkanları İran'ın demokratikleşmesi, bu temelde İran'ın birliğini güçlendirme biçiminde ele alırsa, biz bu tür yaklaşımlara destek ve katkı sunmaya hazırız.

İran üzerindeki ambargonun kalkması bazı güçlerin bölgede yaratmak istediği gerilim politikasını da boşa çıkaracaktır. Bu açıdan geçmişte Türkiye, Suudi Arabistan, çeşitli güçler İran'ın batıyla, ABD ile sorunlarını kullanarak İran'a karşı bloklaşma, cepheleşme yaratmak istiyorlardı. İran'ın ABD ve Avrupa ile bu olumsuz ilişkilerini kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak istiyorlardı. Türkiye, Suudi Arabistan ve başka ülkeler de böyle yaklaşıyorlardı. Şimdi ambargonun kalkmasıyla birlikte herhalde bu tür politikalar da etkisiz hale gelecek, bu da İran'ın bölgede bir denge unsuru haline gelmesini sağlayacaktır. İran'ın bölgede doğru politikalar izleyerek bir denge unsuru olması halinde Ortadoğu'nun siyasi yaşamına her bakımdan katkıda bulunacaktır.

İran'ın uluslararası alandaki politikalarda yine dengeli politika izleyeceğine inanıyoruz. Herkesle ilişki kurma temelinde bir politik yaklaşım gösterecektir. Uluslararası güçlere dayanma temelinde herhangi bir kamplaşmanın, kutuplaşmanın içine gireceğini düşünmüyoruz. Geçen dönemde Türkiye'nin, Suudi Arabistan’ın bölgede kendine göre zorlayıcı politikaları vardı, İran’ın durumundan yararlanarak kendilerini etkin kılmak istiyorlardı. Mevcut durumda İran'ın bölgede bir denge gücü haline gelmesi, bence uluslararası güçlerin politikalarını da, Ortadoğu politikalarını da olumlu etkileyecektir. Ortadoğu politikalarını rahatlatan bir aktör haline gelecektir. Kuşkusuz yine belirtiyorum, İran'ın politik tercihinin ne olacağı önemlidir. İran ortaya çıkan fırsatları içeride otoriter rejimini güçlendirme, dışarıda da mevcut geçen dönemde ortaya çıkan kamplaşmada kendisini üstün kılma, bu kamplaşmayı farklı biçimde sürdürme biçiminde yürütürse tabii ki bunun İran'a da, bölgeye de faydası olmayacaktır. 

Önümüzdeki döneme ilişkin bölgeye yönelik perspektifleriniz nedir? 

Biz kendi içimizde de tartışıyoruz, kamuoyuna açık tartışmalarımızda da ortaya koyuyoruz. Şunu söylüyoruz; klasik iktidar anlayışlarıyla Ortadoğu'ya barış ve istikrar getirmek mümkün değildir. Yine emperyalist kapitalist yaklaşımla bölgede yeni düzen kurma çalışmalarının bir sonuç vermeyeceğini düşünüyoruz. Bu politikalar çıkmaza girmiştir. Biz bu açıdan Önder Apo'nun ortaya koyduğu demokratik ulus anlayışının, demokratik ulus projesinin, yani bütün farklılıkların özgür ve demokratik yaşamı temelinde kabul edilmesinin; bu temelde yerel demokrasinin geliştirilmesinin Ortadoğu'nun tam da sorunlarına cevap olacak bir politika olduğunu düşünüyoruz. Biz artık Ortadoğu'nun eskisi gibi yönetilemeyeceğine inanıyoruz. Kim eskisi gibi yönetmeye kalkarsa, ya da Ortadoğu'ya eskisi gibi dışarıdan egemen olmaya çalışırsa sorunların üstesinden gelemeyecektir. Hem Ortadoğu'da halklar sorunlar içinde boğulacaktır, hem de Ortadoğu'da politika yapanlar bu politik çıkmazın içinde güç kaybedeceklerdir. Amiyane deyimle patinaj yapacaklardır. Bu açıdan Ortadoğu'nun yaşadığı deney, tecrübe ve tarihsel birikimle demokrasi ve özgürlüklerin gelişeceği barış ve istikrarın yaşanabileceği bir coğrafya haline gelebileceğine inanıyoruz. Ortadoğu’da yaşanana ağır sorunların buna ulaşmanın sancısı olduğuna inanıyoruz.

Halklar kesinlikle özgür ve demokratik yaşam istiyor. Hiçbir despotik, otoriter rejim artık Ortadoğu'da hakim olamaz. Hakim olamayacaktır, var olanlar da sarsılacaktır. Zaten Türkiye'nin, Suudi Arabistan’ın, Katar’ın bu kadar Suriye ile ilgilenmesinin nedeni, hegemonik ve kendi çizgilerinde bir Suriye yaratmaktır. Çünkü şunu görüyorlar, Ortadoğu'da halklar özgür ve demokratik yaşam istiyor, bunun rüzgarında hepsi ezilip geçilebilir. Biz, Ortadoğu halklarında ciddi bir uyanış olduğunu düşünüyoruz ve bunun bölge siyasetini de, ülkelerin siyasetini de etkileyeceğini düşünüyoruz.

Uluslararası güçlerin de Ortadoğu'nun barışı, dünyanın barışı ve istikrarı açısından Ortadoğu'nun demokratikleşmesine güç vermekten başka bir politik çözümleri olmadığını gördüklerine, göreceklerine inanıyoruz. Artık sadece kendi çıkarlarına dayanan, kendi çıkarını esas alan bir Ortadoğu'yu yaratmak, uluslararası güçlerin kendileri açısından bile riskli hale gelmiştir. Bu yönüyle demokrasi ve özgürlükçü güçleri desteklemek gerekmektedir. Önümüzdeki dönemde demokrasi ve özgürlük çizgisi benimsendiğinde DAİŞ gibi, El Kaide gibi, El Nusra gibi örgütlerin giderek etkisizleşeceğine inanıyoruz. Onlar çözümsüzlük ve kriz ortamında ortaya çıkmaktadırlar. Bu açıdan Önder Apo bunlar kapitalist modernitenin yarattığı sorunların gübreliğinde ortaya çıkmıştır, demiştir. Bu yönüyle hiç kimse onların uzun vadeli olacağını düşünmesin. Doğru politikalar izlendiğinde kesinlikle onlar nasıl birden gelişmiş, yükseliş göstermişlerse, aynı biçimde gerileyeceklerdir. Bu açıdan bu tür politikalara destek veren ülkelerin, Türkiye'nin, Suudi Arabistan’ın, Katar ve benzeri ülkelerin politikalarının sınırlandırılması, onların politikalarının boşa çıkarılması gerekmektedir. Biz onların politikalarının boşa çıkacağına inanıyoruz. Çünkü onların politikaları herksin çıkarıyla ters düşmektedir. Uluslararası güçlerin çıkarıyla ters düşmektedir. Uluslararası güçler Türkiye'yi, Suudi Arabistan’ı, şu güçleri kendi politikaları için destekliyorlar, onların müttefikidirler, ama onların içeride ve dışarıda izlediği politikalar hiç kimseye hayır getirmemektedir. Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar gibi güçlerin önümüzdeki dönemde politikalarının halkların özgür ve demokrasi mücadelesi çerçevesinde aşılacağına inanıyoruz. Suriye'de Suriye'nin demokratikleşmesi temelinde bir birikim vardır. Suriye'nin Kuzeyinde Demokratik Suriye'yi oluşturacak bir temel oluşmuştur. Eğer böyle bir Suriye oluşturulursa, bu sonuçlarını kesinlikle bütün Ortadoğu'da gösterecektir.