Baluken: Bugünlerin sorumlusu 24 Temmuz'daki savaş konseptidir

HDP Grup Başkanvekili Baluken, 24 Temmuz 2015'teki savaş konseptiyle Kürt halkının tasfiye edilemediğini ancak bu konseptin darbe teşebbüsü de başta olmak üzere pek çok yeni gelişmeye yol açtığını belirtti.

"24 Temmuz bir fırsata çevrilebilir. 24 Temmuz'daki savaş konseptini geri çekme fırsatını ilan etme fırsatları var" diyen Baluken, Türkiye'nin bu anlamda bir yol ayrımında olduğunu kaydetti.

Tutuklanan askerlerin Kürdistan'daki vahşetten de yargılanmalarını isteyen Baluken, yine tutuklanan hakim ile savcıların Kürtlere dönük kararlarının da yeniden değerlendirilmesi gerektiğini söyledi. Baluken, Öcalan'a dönük tecridin derhal kaldırılmasını da istedi.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili İdris Baluken, 24 Temmuz 2015’te başlayan, Kürt Özgürlük Hareketi'ne dönük topyekûn özel savaş politikalarını ve bugüne yansımalarını ANF'ye değerlendirdi...

'24 TEMMUZ, TÜM ÜLKEDE OHAL'A MAL OLDU...'

24 Temmuz'a gelmeden; barış imkanı tanıyan Dolmabahçe Mutabakatı Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın 'tanımadığı' bir metin haline gelmişti. Bu, tek başına, yani hükümetten bağımsız olarak Erdoğan'ın tasavvuru muydu?

Devreye konan politikaları, Saray/AKP iktidarının arkasında siyasi irade olarak kurduğu politikalar olarak değerlendirmek gerekiyor. Bu politikaların hayata geçmesiyle birlikte Ergenekon, Gladyo, kontrgerilla yapılarıyla da ilişkilenen bir durum ortaya çıktı. Burada tarihler son derece önemlidir, diye düşünüyorum. Özellikle 24 Temmuz'da devreye konan savaş konsepti, bir yıl sonra tüm Türkiye halklarına, Türkiye coğrafyasına olağanüstü hal olarak geri döndü. Eğer bu savaş konsepti devreye konmasaydı, demokratikleşme temelinde Kürt meselesinin çözümü ve yine köklü sorunların çözüme kavuşturulması referans alınmış olsaydı, bugün böyle bir darbe süreciyle karşılaşmayacaktı. Özellikle Dolmabahçe Mutabakatı'nın reddedilmesi, sürecin rafa kaldırılması ve sonrasında savaş politikasının devreye konması, darbe mekaniğinin işler hale gelmesini sağladı. İşleyen darbe mekaniğini doğru yorumlaması gereken AKP/Saray iktidarı, tam tersi hamlelerle darbe mekaniğini güçlendirecek temel yanlışlar yaptı.

7 Haziran'dan sonraki Saray darbesi, 20 Temmuz'dan itibaren devreye konan savaş konsepti geride çok büyük yıkım bıraktı, Kürt illerinde. Bir coğrafya talan edilmek istendi; insansızlaştırılmak istendi. Çok ağır can ve mal kayıpları oldu. Çözümsüzlüğü derinleştirme dışında, Türkiye siyasetinde bir başbakanın tasfiyesiyle sonuçlanan; Davutoğlu'nun görevden alınmasıyla sonuçlanan sivil darbe anlayışını ortaya koydu ve bu politikalarda ısrar edilmesi de Türkiye'yi, 15 Temmuz'da bir karargah darbesine götürdü. Acı olan şudur; 24 Temmuz'un üzerinden bir yıl geçtikten sonra bütün Türkiye sahasında, coğrafyasında olağanüstü hal ilan edildi.

24 Temmuz'da Türk jetleri gerilla alanlarını bombaladı ve bir süredir sarsıntıda olan 'Çözüm Süreci'nin böylece bitirilmek istendiğini gördük. Sizce bu, doğrudan "süreci bitirdik" mesajının ete kemiğe bürünmüş hali miydi ya da zaten bunun hazırlıkları var mıydı?

24 Temmuz'da savaş politikaları önceden kararlaştırılarak hayata geçirildi. Nitekim, 2014 yılında 'Çöktürme Planı'nın hazırlandığı ortaya çıktı. Sanırım Ekim ayında 10 saati aşkın süren MGK toplantısında temel birtakım politikalarda değişikliğe gidileceği önceden kararlaştırılmıştı. Bütün bu yaklaşımlar üzerine kolluk güçlerine, atanmış idari, mülki amirlere olağanüstü yetkiler tanıyan 'iç güvenlik paketleri' Meclis'e getirildi. Parlamentoya, demokratikleşmeyi sağlayacak yasal düzenlemeler beklenirken baskıyı, zoru, militaristleşmeyi esas alan 'İç Güvenlik Yasası'nın getirilmiş olması, aslında 24 Temmuz ile ilgili sürecin hazırlığıydı.

Sonrasında, Ağrı Diyadin'de ilk kez ordunun kışla dışına çıkarılması, operasyona gönderilmesi; 5 Haziran'da yüz binlerce insanın katıldığı mitingde bombaların patlatılması; 7 Haziran'dan sonraki Saray darbesi de, 24 Temmuz'daki savaş konseptini hazırlama çalışmalarıydı.

'KÜRT HAREKETİNİ TASFİYE EDEMEDİLER'

İktidarın önceden planlayarak hayata geçirdiğini söylediğiniz 24 Temmuz konseptinin bir yıl içindeki etkileri neler oldu?

24 Temmuz'dan bugüne, bir başbakanın görevden alınmasından karargah darbesine kadar geçen bir süreç yaşandı. Savaş politikalarından bırakın sonuç almayı, tam tersine dağılmış bir devlet aygıtı Türkiye halklarının önüne gelmiş oldu. Kürt meselesini 'güvenlik' eksenli politikalara alet eden, savaşla çözmeye çalışan iktidarların karşılaştığı sonların çok daha ağırını Saray ve AKP iktidarı önünde görmüş oldu. "Birkaç ay içinde bu meseleyi savaşla çözeceğiz" diyenler, savaşın getirdiği sonuçlarla bütün Türkiye toplumunda bir kaygıya, endişeye yol açan geleceksizlik durumu yarattılar. Bunun özellikle yakın dönemde ciddi şekilde tartışılacağını düşünüyoruz.

Bu savaş politikalarıyla ne Kürt hareketini tasfiye edebildiler, ne Kürt halkının siyasi iradesini kırabildiler; ne de Türkiye halklarına savaşın devreye girmediği önceki dönemle kıyasla daha olumlu koşullar yaratabildiler. Tam tersine, Kürt coğrafyasına attığı kıvılcımlarla tüm Türkiye coğrafyasını yangın sahasına çevirdiler. 79 milyon insandan kimse geleceğiyle ilgili rahat bir durum içinde görünmüyor. Herkes can ve mal güvenliğiyle ilgili, geleceğiyle ilgili endişede.

Savaş konseptinin dış politikaya dahli ne oldu? Yıl dönümüne kadarki bu süreç, dışarıda iyi veya kötü olarak hangi neticeleri sağladı?

Dış politikada bugüne kadar neler yaşandığı noktasında siyasi iktidar, şapkayı önüne koyarak değerlendirme yapmalı. Rojava, Suriye özelinde somutlaştırdıkları, Ortadoğu'da şekillendirdikleri Kürt karşıtı dış politika Türkiye'yi Ortadoğu ve dünyada, kendi içine kapanan, izole olmuş bir ülkeye dönüştürdü. Avrupa Birliği (AB), Avrupa Parlamentosu (AP), Rusya, Suriye, İran, Irak'la ilişkiler bozuldu; hangi aşamaya geldiğini hepimiz izledik. Bu yalnızlaşmadan dolayı özür üstüne özür dileyerek daha önce yaptığı politik gerçekliğe uymayan, efelenmeleri yutmaya çalışan siyasi iktidar, aslında bütün Türkiye'ye cumhuriyet tarihinin en ağır diplomatik faturasını çıkaran; küçük düşürücü dış politika pratiği ortaya koydu. 24 Temmuz bir milat olarak değerlendirilirse Rojava, Suriye, Ortadoğu politikasında da Kürt düşmanlığı temelinde şekillenen temel yanlışlardan dönülebilir. Türkiye'yi daha fazla dışa bağımlı yapan, küçük düşüren, yalnızlaştıran temel yanlışlardan böylece dönülebilir.

DARBE TEŞEBBÜSÜNÜN 24 TEMMUZ İLE İLGİSİ NE?

Darbe teşebbüsünü, 24 Temmuz'dan sonra derinleşen savaş konseptinin sonuçlarından biri olarak ele aldığınız anlaşılıyor. Bu bağlantıyı kurarken argümanınız nedir?

Bir yıllık süreçte bütün uyarı ve ikazlarımıza rağmen Kürt illerinde katliam yapan bu güçler, AKP/Saray iktidarı tarafından cesaretlendirildi; koruma altına alındı. Meclis'te bunlar için dokunulmazlık yasaları çıkarıldı. Vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılması ve zırhla donatılmış askerlerin parlamento eliyle yaratılması, bugünkü darbeci, cuntacıların ortaya çıkmasının en temel sebebidir. Bugün bütün Türkiye parlamentoya atılan bombaların dehşetini konuşuyor; halbuki, parlamentoya ilk bomba dokunulmazlıkların alınması ve Kürt illerinde vahşet tablosu yaratan sivil, yaralı gençleri katleden, cenazeleri yakan bu cuntacılara dokunulmazlık zırhı getirilmesiyle atılmıştı. Sur'u, Cizre'yi yakanların bütün ülkeyi yakacağını söylediğimizde diğer siyasi partilerin vekilleri "Şerefli Türk askeri bunları yapmaz" çıkışıyla bizleri linç etmek istedi. HDP toplumsal lincin önüne hedef olarak sürülmek istendi. İşte bütün bu anlayışların getirdiği sonuçlarla karşı karşıyayız. O dönemde neredeyse bu katliamı yapanları öven cümleler kuranlar, katliamcıları ödüllendirenler, şimdi Kürt illerini bombalayanların nasıl Türkiye halkları için bir tehdit haline geldiğini anladıklarında, çok farklı tanımlamalarla bütün o süreçleri unutturmaya çalışıyorlar.

Aradan geçen bir yıllık süreçte eğer Türkiye coğrafyasının tamamı olağanüstü hal bölgesi ilan edilmişse, burada arada bir ilişki olmadığı değerlendirmesi geçerliliğini yitirir.

Bütün toplum şunu görmeli; 24 Temmuz 2015 ile 24 Temmuz 2016 arasında tüm ülkeyi olağanüstü hal coğrafyasına getiren uygulamalar, savaş politikalarının yanlışlığıydı.

Dikkat ederseniz, herhangi bir gündem Türkiye kamuoyu tarafından tartışılmıyor. Darbe sürecine gelinen süreç ve karargah darbesinin bütün nitelikleri tartışılmadan, bunlarla yüzleşme, hesaplaşma olmadan Türkiye'nin bu darbe zemininden çıkamayacağı kanaatindeyiz. Türkiye, özellikle 24 Temmuz'daki savaş konsepti ile bugün bir karargah darbesi yaşamıştır. Bütün Türkiye'de olağanüstü hal ilan edilmesinin kıyaslanması ve bu süreçte hangi partinin hangi önerilerle buradan çıkış yakalamaya çalıştığının mutlaka tartışılması gerekir.

14 Temmuz'da Erdoğan'ın askere dokunulmazlık zırhı getiren yasayı onaylamasıyla darbe devreye konmuştu. Bunun kendisi bile başlı başına üzerine siyasi çözümlemeleri gerektiriyor.

'TÜRKİYE YOL AYRIMINDA'

Darbe teşebbüsünden güçlü çıkmaya çalışan bir iktidar pratiği var. Kendi hanesine yeni artılar eklemeye çalışan iktidarın, süreci ders çıkarıp demokratikleşme açısından değerlendirmesi gerekmez mi?

Türkiye zaman ve kan kaybetmeden, bölgesinde her türlü sorunu üreten ülke konumuna devam etmemeli. Ya bu politikalarda ısrar sürdürülecek ve bir sonraki 24 Temmuz'da tüm Türkiye coğrafyasında bir sıkıyönetim, sonuç almış cuntacıları veya otoriter sivil dikta ile karşılaşacağız, ya da bu yüzleşmeyi baz alarak temel politikalarda değişiklik yapılarak, bir yıl sonra kendi meselelerini çözme noktasında mesafe katetmiş, demokratikleşme adımlarını hayata geçirmeye çalışan ülke gerçekliğiyle karşılaşacağız. Bir yol ayrımındayız.

Türkiye'nin bir darbeler ülkesi olmasından duyulan rahatsızlık varsa, sivil ya da askeri darbeyle karşılaşılmak istenmiyorsa, gelinen aşamada ne bekleniyor? Bu savaş politikalarının ısrarına karşı müzakerelere dönmek için Kürt meselesini vs. üzerinden demokratikleşme hamleleri bugünlerde değil de ne zaman yapılacak? İki yıl önce resmi tutanaklara geçen şekilde bugünleri öngörüp tarihe not düşen Sayın Öcalan'a yaklaşım bugün değil de ne zaman değişecek? Hâlâ tecrit uygulanıyor. Bu darbe mekaniğinin nasıl çalışacağını, gelişeceğini, sonuca yöneleceğini bilen, bu konuda iki yıl önceden uyaran Sayın Öcalan'ın öngörülerine bugün değil de ne zaman başvurulacak? Bütün bunları Türkiye toplumunun tartışması gerekiyor.

Ordu içindeki birkaç klik, Saray/AKP iktidarındaki kavgalar üzerinden tartışılırsa, temel denklemin görülmesi açısından yine muğlak hava yaratır. Devlet var olduğu günden beri bu iktidar kavgaları her dönem oluyor ama temel mesele, devletin demokratikleşip demokratikleşmeyeceğidir. Devletin toplumun hizmetinde olmasının gerektiği bir yönetimsel anlayışın oluşup oluşmayacağı meselesi söz konusu...

24 Temmuz'dan beri devam eden negatif sürecin, pozitif anlamda fırsata dönüştürülmesi için ivedi ve somut beklentileriniz neler?

Büyük krizler büyük fırsatları da içinde barındırır. Bu yaşananlar doğru analiz edilir ve kolektif akılla davranılırsa, 24 Temmuz bir fırsata çevrilebilir. 24 Temmuz'daki savaş konseptini geri çekme fırsatını ilan etme fırsatları var. 'Çözüm Süreci'ne tekrar dönmeyi gündemlerine almalılar. Sayın Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılmasını, müzakere masasının yeniden kurulmasını Türkiye toplumunun en rahat anlayabileceği sürecin içindeyiz. Dolayısıyla siyasi iktidar eğer 24 Temmuz'dan bugüne kadar aradan geçen bir yıllık süreci doğru temelde değerlendirebilirse, birçok sorunun çözümü, darbe mekaniğinin kırılması, darbe ortamından halkların çıkması için önemli bir fırsat ortaya çıkabilir.

Aksi durumda, temel çözüm perspektiflerinin dikkate alınmaması durumunda biz Türkiye'de hâlâ kendini dayatmaya çalışan cuntacı anlayışla, otoriter sivil dikta anlayışı arasında sıkışmış karanlık bir gelecek gördüğümüzü ifade edebiliriz. Türkiye halkları ne cuntacı darbeye ne de sivil diktaya mahkum olmalıdır.

Bir demokratik yolun, çıkışın sağlanması gerektiği noktasında sanırım bütün demokrasi ve barış çevreleri ortaya kaygıya sahiptirler. Siyasi iktidarın ortaya koyacağı temel tutumlardan beklenti içerisinde olmak yerine önümüzdeki dönemi bu demokrasi güçlerinin ortaya çıkaracağı mücadele pratiği ve temel irade şekillendirecek.

'TUTUKLANAN HAKİM VE SAVCILARIN KARARLARI YENİDEN DEĞERLENDİRİLMELİ'

Bir de, Kürdistan'daki soykırımcı saldırılarda yer alan askerler veya yine Kürtlere, demokratik kesimlere ceza yağdıran çok sayıda hakim, savcı darbe teşebbüsüne destek oldukları gerekçesiyle tutuklandı. Bu tablo, hükümete ne gibi görevler yüklüyor?

Bütün bu süreçlerin hepsinin arkasında siyasi iradenin olduğunu unutmamak gerekiyor. Cizre, Silopi başta olmak üzere Kürt illerindeki yıkım politikaları ve Kürt halkına karşı insanlık suçlarının arkasında hep siyasi irade durdu. Birtakım yanlışlardan vazgeçmeyi esas alırsa ortaya çıkan bu kaos durumunda fırsat yakalamış oluyor. Şu anda içeriye çete elemanı diye atılan hakim ve savcıların kararlarıyla on binlerce insan cezaevinde. Peki, bu davalar ne olacak? Eğer bunlar çete elemanıysa, çete elemanının verdiği kararlarla yıllarca tutuklu olan 'KCK' tutuklularının kararlarını değerlendirmeyecek miyiz? Cizre, Roboski ve pek çok yerde yaşanan insanlık suçlarıyla ilgili davalar devreye konmayacak mı? Bugün bu cuntacıların darbe girişimi üzerinden nasıl terörist unsurlar olarak değerlendirdikleri 24 saat boyunca ekranlardan tartışılıyor. Peki, bu insanların insanlığa karşı işlemiş suçları iddianamelerde göremeyecek miyiz? Bütün bunlar, önümüzdeki dönemde siyasi iktidarın yaklaşımı açısından son derece önemlidir.

Özellikle şuna dikkati çekeyim; bizim o dönemde kamuoyuna yaptığımız bazı açıklamalar vardı. Vahşet bodrumlarında insanlar yakılırken dönemin başbakanının talimatına yereldeki güçlerin uymadıklarını ifade etmiştik. Talimatlara riayet etmeyen militarist mekanizma, Kürdistan'da inisiyatif almıştı. Bununla ilgili kamuoyunu ve hükümeti uyarmıştık. O günkü emir komuta zinciri bugün Ankara'yı, İstanbul'u bombaladı, darbe girişiminde bulundu. İstanbul'u, Ankara'yı bombalama sürecini bu cuntacılar için bir yargılama sürecine tabi tutacaksınız da o dönem gençlerin Cizre'de yakılmasını ayrı mı tutacaksınız? Bu yaklaşımların kendisi önümüzdeki dönem için belirleyici olacak. Bizler de yakından takip edeceğiz.

Eğer ders çıkarılacaksa, yeniden bazı temel politikalar ele alınacaksa bütün bu süreçlerin göz önünde bulundurulması gerekir. 'KCK' davalarıyla ilgili verilen gayrihukuki süreçlerin bozulması gerekir. Haksız yere cezaevinde tutulan insanların tahliye edilmesi lazım. Savaş, insanlık suçu işleyen cuntacıların o gün işledikleri suçlarla ilgili temel yüzleşme ve hesaplaşmaya geçilmesi gerekir. Bu anlamda, çok bilinçli şekilde insanlığa karşı işlenen suçların arkasında siyasi irade ortaya AKP/Saray da Kürt halkından, demokrasi güçlerinden, barıştan yana bütün çevrelerden özür dilemeli.

'TECRİT KALDIRILMALI; SAYIN ÖCALAN'IN DEĞERLENDİRMELERİ ÖĞRENİLMELİ'

Sayın Öcalan'a dönük tecrit sürüyor. Tecridin ilk gününden beri tepkiler var ancak darbe teşebbüsü endişeleri ciddi düzeyde artırdı. Hükümete bu minvalde mesajınız, çağrınız nedir?

Avukat ve aile görüşünün zaman kaybetmeksizin yapılması gerekiyor. Sayın Öcalan Kürt halkı açısından, demokrasi ve barış çevreleri açısından, demokratik gelecek açısından halklarımızın önümüzdeki dönemde barış içinde yaşayabilmesiyle ilgili tarihsel misyonunu, rolünü kabul ettirmiştir. O yönüyle içerisinde bulunduğu koşullar, sağlık durumu ve sürece dair bakış açısını bütün halklarımız son derece yakından takip etmektedirler. Hükümetin de bu anlamsız tecridi yaşanan bu olağanüstü gelişmelerden sonra devam ettirmesinin koşullarının kalmadığını görmesi gerekiyor. Hızla tecrit kaldırılmalı ve Sayın Öcalan'ın Kürdistan, Türkiye ve Ortadoğu özelinde yeni gelişmelerle beraber yapacağı değerlendirmelerin mutlaka kamuoyuna yansıması gerekiyor.