Altun: Türkiye’nin Ortadoğu politikası iflas etti

Türkiye Ortadoğu’da kendini hakim bir ülke haline getirme politikası güttü. AKP'nin politikaları iflas etti. Öyle bir noktaya geldi ki artık dışarıyla uğraşmanın takati kalmadığı gibi içerideki sorunlarla baş edemeyecek bir duruma geldi.

KCK Yürütme Konseyi üyesi Rıza Altun, MED NUÇE’de yayınlanan özel programda, Cerablus işgali başta olmak üzere Ortadoğu’daki gelişmeleri değerlendirdi.

Türkiye’de son dönem siyasal açıdan birçok değişim oldu. Türkiye, Rusya ile bazı görüşmeler yaptı ve sonrasında İran’la bazı görüşmeler yaptı. Aynı zamanda Şam’la bazı temasları oldu. Genel olarak Türkiye’nin dış siyasetinde neler oluyor?

Türkiye’nin dış siyasetinde belli bir değişikliğe gittiğini kabul etmek gerekir. Özellikle Arap baharıyla birlikte gelişen süreçte Türkiye’nin bir politikası vardı. Daha çok bölgesel ve uluslararası eksen üzerinde ciddi bir politik yol ve doğrultu tutturmuştu. Türkiye’nin iç meselelerinden çok bölge düzeyinde bir siyaseti esas alıyordu. İlişkilerini, ittifakını bunun üzerinden şekillendiriyordu. Kendi çizgisini Ortadoğu’da hakim kılmak, Türkiye’yi Ortadoğu’da birinci derecede hakim bir ülke haline getirme gibi politika güttü. Beş yıllık süre içerisinde bunun pratiğini biz gördük. Fakat bu beş yıllık süreç içerisinde AKP uygulamış olduğu politikalarla iflas etti. Türkiye’nin politikaları bütünen iflas etti. Hem bölge düzeyinde hem de uluslararası düzeyde politikaları iflas etti. Şimdi beş yıl öncesini ve bu günü kıyasladığımız zaman bunu çok rahat görebiliriz. Beş yıl önce Ortadoğu’da bir Arap baharı geliştiği zaman mevcut ulus-devlet sistemlerine karşı halkın da içerisinde yer aldığı birçok eğilimin kendisini ifade ettiği bir süreç başladığında, Türkiye’nin durumunu ele aldığımızda Ortadoğu’da ciddiye alınıyordu. Türkiye bu ciddi alınmayı çok iyi değerlendirerek Ortadoğu’da bölge düzeyinde bir siyaseti önüne hedef koydu. Bu bölge siyasetin uluslararası siyasetle birlikte ele alarak bir konsept oluşturdu. Fakat geliştirmiş olduğu siyaset, ilişkiler ve bu beş yıllık bütün gelişmeleri dikkate aldığımızda bu politika iflas etti. Yani Ortadoğu’da artık eskisi gibi öyle çok rağbet gören bir konumu kaybettiği gibi artık bölgesel düzeyde devletler ve temel müttefikleri de dahil hiç kimse artık Türkiye’yi bir referans olarak görmüyor. Ve Ortadoğu şekillenmesinde Türkiye artık olumlu rol oynayabilecek aktör olarak görülmüyor. Bunu tümden kaybetti. Bunu Kuzey Afrika’da, Mısır’da, Irak’ta, Körfez ülkelerinde, Suriye’de kaybetti. Siyasal anlamda el atmış olduğu bütün ülkelerde bir siyasi iflas durumu yaşandı. Fakat bu ilişkilerini geliştirirken de dayanmış olduğu iki temel esas vardı. Birincisi, körfez ülkelerinde Suudileri ve Katar’ı esas alan, aynı çizgide benzeri güçleri esas alan bir müttefik konumları vardı. Bugün baktığımız zaman bunlar da büyük ölçüde pratikte işlevsiz kalmış bir ittifak düzeyine düştü. Artık hiçbir işlevi yok. Bugün Türkiye-Suudi, Türkiye-Katar ya da körfez ülkelerine baktığımız zaman eski temel müttefikleri Ortadoğu’ya birlikte şekil verme iddiasıyla hareket eden bu ülkelerin isimleri bile okunmuyor. O zaman şu sonuç ortaya çıkarılabilir; Türkiye Ortadoğu’ya müdahalede almış olduğu bütün hedeflerde bir iflas noktasına geldi ve kaybetti. Tunus’ta, Libya’da, Mısır’da ve en son Suriye ve Irak’ta kaybetti. Böyle olunca dayanmış olduğu müttefiklerinde artık kendisini var etmenin şansı kalmadı. Suudi ve Katar belli bir mesafe koyuyorlar. Bir de şimdiye kadar Ortadoğu politikasında DAİŞ’in özellikle başını çektiği bu selefi hareketler Nusra gibi hareketlere dayanarak kendisini var ediyordu. Bunlar da uluslararası ve bölgesel düzeyde teşhir oldu. Bunların üzerinden siyaset yapmak artık mümkün olmadığı gibi bunlar ile ilişki içerisinde olmak büyük bir külfette getiriyor. Beş yıl önceki Arap baharının en popüler ülkesi ve liderliği beş yıllık süreç içerisinde karşısına almış olduğu bütün ülkelerde kaybettiği gibi hiçbir yerde mevzi kazanmadığı gibi Ortadoğu’da kendisine müttefik olarak esas aldığı ülkeler, çıkarlarını ifade edemediği için mesafe koydular. Ama öbür tarafta da çete ve selefi güçlere dayalı siyaset yürütmenin artık bir artı getirmediği gibi tam tersine bölgede ve dünya çapında olumsuz sonuç doğurduğu noktasına geldiler. Bu kaybetmenin, ülke içerisinde etkileri oldu. Bu kaybetme sadece Türkiye’yi bölgesel düzeyde ya da dünya çapında siyaseten veya diplomatik olarak bir konumla sınırla olsaydı bu çok tehlikeli olmayabilirdi. Ama buradaki kayıpların iç yansımaları var.

TÜRKİYE DIŞ SİYASETTE TAKATİ KALMADI, İÇ SİYASETTE SORUNLARLA BAŞ EDEMEYECEK DURUMDA

Dikkat edilirse son dönemdeki gelişmeler bu konuda çok önemlidir. Yani Türkiye uygulamış olduğu uluslararası ve bölgesel siyasetle öyle bir noktaya geldi ki artık dışarıyla uğraşmanın takati kalmadığı gibi içerdeki sorunlarla baş edemeyecek bir duruma geldi. Kürt meselesinin gelmiş olduğu bir düzey var. Özellikle de seçimler sonrası Erdoğan ve AKP’nin geliştirmiş olduğu politikalar ve saldırılar, halkımızın ve Hareketimizin geliştirdiği direniş ve bu direnişe bağlı bir mücadele var. Bu mücadele çok ileri bir düzeydedir. Düne kadar birçok şehirde halkın meşru savunma temelinde taleplerini ileri sürdüğü bir durum ortaya çıktı. Diğer taraftan gerilla şu anda belli bir pozisyon içerisindedir. Türkiye bir darbe sürecini yaşadı. Darbeden sonra büyük bir muğlaklık durumu var. Şimdi Türkiye’nin kendi iç meselelerine baktığımız zaman bu iç meselelerin bu hale gelmesinde Türkiye’nin uygulamış olduğu dış siyasetle bir bağlantısı var. Bütün her şeyini kaybeder noktasına geldi. Onun için de şu anda esas olarak Türkiye geliştirdiği siyasette iki temel noktadan hareket ediyor. Birincisi; Türkiye’de şu anda büyük bir belirsizlik içindedir. İkincisi: Dışarda her şeyi kaybetmiş içerde kendisine en büyük sorun olarak ortaya çıkmış bir Kürt meselesi var. Bu Kürt meselesinde bölgesel düzeyde büyük kayıplar vererek geri çekilmek zorunda kaldı. Ama bugün Kürt meselesi Türkiye’nin en temel meselesi haline gelmiş. O zaman en azından da Kürt meselesinde de belli bir güvenceye sahip olmak gibi bir siyaset güdüyor. O zaman Türkiye’nin yeni siyasetinin bu iki argümana dayandırarak değerlendirmek gerekiyor. Bir, Erdoğan-AKP iktidarı ve iktidarı bağlamında devletin korunması, Türkiye’nin birliği korunması olarak ifade ediliyor. Türk devletinin korunması biçiminde algılamak gerekir. İkincisi ne yapıp edip Kürt meselesinde bölgesel düzeyde ve özellikle de Türkiye’nin kendi sınırları içerisinde herhangi bir gelişmeye mahal vermeden kontrolü elinde tutmak gibi bir siyasete yöneldi. Bu aslında Türkiye’nin çok iyi bir zeminde bir siyaset belirleme pozisyonu değildir. Tam tersine tümden her şeyini kaybetmiş pozisyondadır. İçinde bulunduğu kaos ve çıkmazdan hareketle oluşturmuş olduğu bir siyaset var. Oluşturmuş olduğu siyaset bölge ve dünya aktörleriyle yeniden ilişkilenerek, ilişkilerini yeniden gözden geçirerek demin söylediğim her iki eksen üzerinden siyaset geliştirmektir.  Bugün Rusya’yla, Lübnan’la, Suriye’yle olan ilişkiler hepsi bu eksen üzerinden yürüyor. Bunu biraz açmak gerekiyor. Daha önce geliştirmiş olduğu siyasetle, yeni geliştirmiş olduğu ilişkinin tümüyle kanlı bıçaklı durumdaydı. Özellikle de Rusya’nın Suriye’ye gelmesiyle birlikte, uçak krizinden sonra Türkiye Rusya ilişkileri bellidir. İran’la tarihsel olarak kanlı bıçaklı. Ortadoğu gerçeğinde zaten birisi Şiiliği esas alan, birisi Sünni selefiliği esas alan bir çizgide. Ortadoğu önderliğine oynayan bir pozisyondadırlar. Irak’la keza aynı pozisyondaydılar. Suriye rejimi için ise kabul edilemez bir pozisyonda reddedilecek konumdaydılar. Mısır’da neredeyse Mursi’den daha çok Mısır’daki rejime müdahale eden bir pozisyon içerisindeydi. Bütün bunlar Türkiye’nin Ortadoğu politikasının ifadesiydi. Bütün bu ülkelerin hepsine savaş açmış bir durumda siyaset güdüyordu. Ama bugün bakıyoruz, yeni siyaset dedikleri bütün bu eskiden düşman olarak karşısına almış olduğu güçlerle ilişkilenmek temelinde bir ortak payda yaratmaktır. Türkiye’nin içinde bulunduğu krizi biraz hafifletmek, esas olarak da böyle bir politikaya yönelmesi temelinde ve kilit noktasında Kürt meselesi vardır. Çünkü bu ismini saydığım ülkeler Ortadoğu’nun şekillenmesinde aktif rol oynayabilecek pozisyonda olan ülkelerdir.

SURİYE’Yİ LİME LİME PARÇALAYIP BU HALE GETİREN TÜRKİYE’DİR

Kürt karşıtlığı üzerinden mi bu ittifakı oluşturdular?

Evet. Bu ülkelerin tümü Ortadoğu politikasında belli bir rolleri olacağı için Kürt meselesinde Ortadoğu’da gündemleşmesinde politikalar geliştiriyorlar. O zaman bütün bu ülkelerle Kürt meselesi konusunda belli bir siyaset geliştirme Türkiye’nin politikasıdır. Şimdi Ortadoğu’da şartlar buna biraz elverişlidir. Hiçbir zaman Türkiye bu yeni geliştirmiş olduğu politikayı stratejik düzeyde bir politik çizgi haline getirip başarı elde etmesi mümkün değil. Ama böyle bir strateji oluşturarak taktik bir sonuç elde etmek istiyor. Kürt meselesinin kontrolünü elinden bırakmak istemiyor. Şimdi onun içinde yeni bir siyaset gibi görünse de bu siyasetin temel amacı kesinlikle Kürt meselesidir. Sadece Kürt meselesi eksenli yaklaşırsa, birçok ülkeyle bu konuda belli ilişkileri geliştirebilir. Ve hatta birlikte hareket noktası da ortaya çıkarabilir. Ama bütün mesele Kürt meselesiyle ilgili değildir. Kürt meselesini de aşan bir Ortadoğu ve dünya meseleleri var. Kürt meselesi de bunun bir parçasıdır. Birlikte ele alındığında birbirinden soyutlayarak ele alınacak durumlar değildirler. Onun için şu anda geliştirmek istediği politikayla Suriye ile ilişki geliştirmek istiyor. Suriye’nin toprak bütünlüğü diyor. Şimdiye kadar Suriye’nin toprak bütünlüğüne kast eden kendisiydi. Bugün DAİŞ’i oluşturan ve Suriye’ye sokan, El-Nusra’yı silahlandıran, Ahrar El-Şam-ı destekleyen ne kadar selefi hareket varsa hepsini Suriye’de örgütleyip, Suriye’yi lime lime parçalayıp bu hale getiren Türkiye’dir. Bugün “Suriye’nin toprak bütünlüğü temelinde Suriye’yle ilişkilenelim” diyor. Şimdi Suriye açısından baktığımız zaman Beşar Esad iktidarı böyle bir yaklaşımı taktik olarak benimseyebilir, ama şunun da farkındadır, Suriye’nin bu noktaya getiren Türkiye’nin kendisidir. O zaman Kürt meselesi üzerinden burada taktik bir ilişki geliştirebilirler. Bu politik bir durumdur. İran’la da geliştirebilir ve Irak’la da geliştirebilir. Ama bu ilişki Türkiye’nin yeni siyasetinde sonuç alması gibi bir durum ortaya çıkaramaz.  O zaman sonuç olarak şunu söylemek gerekir; Türkiye’nin yeni durum ve politika dedikleri şey kesinlikle Ortadoğu’da beş yıllık iflas etmiş bir politikanın yeniden sadece Kürtleri inkar, Kürt Özgürlük Hareketi’ni bastırmak, Kürtlere statü vermemek temelinde yeni bir siyasete yönelmiştir. Tek adresi odur. Bunun dışında Ortadoğu’nun diğer meseleleri, dünya meseleleri hepsinde her şeyi yapmaya hazır bir pozisyonda herkese taviz vermek konumunda durarak Kürt meselesinde kontrolü elinde tutmak istiyor. Yeni siyaseti budur. Yöneldiği nokta burasıdır. Ama bu konuda ne kadar başarılı olur o ayrı bir tartışma konusudur. Bunda şu sonuç ortaya çıkmaz, burada Türkiye her konuda tavizler vererek, başarılı sonuç alır gibi bir yaklaşım içerisine girmek süreci iyi anlamamak anlamına geliyor. Şimdi bu o kadar kolay olmayacak. Hem Türkiye’nin tüm bu ülkeler ile ilişkilenmesi, yine Kürtler’in inkarı temelinde Ortadoğu statükosunun ortaya çıkması hiç mümkün değil. Eğer böyle olsaydı zaten Ortadoğu’da kriz olmazdı. O zaman beş yıllık, on yıllık bir çatışma ortamı bütün bu gelişmeler boşuna değildi herhalde. Bütün bu yaşananlardan sonra hiç bir şey olmamış gibi Ortadoğu’da Kürt inkarına dayalı bir siyaset, ulus-devlet siyaseti bir kere tutmaz. Buradan bir sefer kaybedecektir. İkincisi ise, Türkiye özellikle AKP hükümeti ve Erdoğan’ın Ortadoğu’da yaptıkları çok ağır suçlar var. Bu ağır suçlar unutulmayacaktır. Mısır, Suriye, İran, Rusya bunu unutabilir mi? Hiçbir şey olmamış gibi Türkiye’yi bunların bağrına basmasını da beklememek gerekiyor. O zaman Türkiye yönelmiş olduğu yeni siyasette aslında nereye gideceği belli olamayan bir doğrultuya girdiği kadar, eski müttefiklerini de kaybedip onları da karşısına alabilecek bir riskle yeni bir tehlike içerisine girdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.  

Türkiye-İran ilişkileri ya da Şam’la ilişkilerini değerlendirdiniz. Ama özellikle Rusya ile Türkiye ilişkilerini biraz özel ele almak gerekiyor. Çünkü Kürt karşıtlığı üzerinden eğer bir ittifak gelişmişse, Türkiye-Rusya arasındaki ilişkinin boyutunu o zaman nasıl ele almak gerekiyor?

Rusya’yla ilişkilere farklı cephelerden de bakabiliriz. Rusya Türkiye ilişkileri birinci olarak Ortadoğu ve Suriye ile ilgili boyutu var. Bir de Rusya-NATO bağlantılı boyutu var. Türkiye bir sefer bir NATO ülkesidir. AB ile yakın stratejik bir ilişki içerisindedir. Ama Türkiye'deki gelişmeler, darbe gelişimi ve Ortadoğu politikası birçok sorunu ortaya çıkardı. Ve bu sorunların ortaya çıkmasıyla birlikte Türkiye yeni ilişkilere yöneldi. Rusya, hegemonyasında iddialı bir ülkedir. Bölge hegemonyasında da iddialı bir ülkedir. Özelliklede NATO ve Batı ile olan çelişkisinde Türkiye'yi bir koz olarak kullanmak Rusya siyaseti için önemlidir ve neticede öyle de oldu. Dikkat edilirse son Erdoğan-Putin görüşmesinden en çok rahatsız olan NATO, AB ve ABD’dir. Ortadoğu’da ve Asya’da temel stratejik bir müttefiklerini adeta Rusya’ya mı kaptırıyoruz kaygısı içerisine girdiler. Ama öbür tarafta Putin’de Türkiye'yle kanlı bıçaklı olmasına rağmen kısa sürede Erdoğan’la temasa geçip adeta onu kendi noktasında, kendi siyasetinin malzemesi yapma gibi bir durum içerisine girdi. Bu önemli. Ama öbür tarafta Ortadoğu için de aynı durum söz konusu, Türkiye Ortadoğu’da her konuda, her yere parmağını sokan bir pozisyondadır. Rusya’nın da bu konuda çıkarları var. Rusya kendi çıkarları temelinde en azından Türkiye'yi kendi siyasetinin güdümüne alabilmek için böyle bir ilişki içerisine girdi. Yani objektif olarak bakarsak bugün Türkiye-Rusya ilişkilerine baktığımız zaman Türkiye gerçekten de tam bir rezalet içerisindedir. Düne kadar sırtını AB’ye verip de Rusya’ya meydan okuyan bir pozisyonda iken bütün tükürdüklerini yalayarak gidip adeta Rusya’nın kucağına oturup eski müttefiklerine şantaj uygulamak gibi bir politika içerisine girdi. Ama aynı sonuç kendi müttefiklerinde de bir güvensizlik durumu ortaya çıkarıyor. Bu çok ciddi bir gelişmeymiş gibi ele alıp bunu değerlendirmek doğru değil. Uluslararası ilişkilerin, siyasetin, diplomasinin bazı yasaları, kuralları, kaideleri ve ahlakı var. Türkiye'de siyasetin de bunların hiçbiri kalmadı. Bugün uğruna ölürüm diye siyaset yaptığı birçok değeri yarın rahatlıkla satabiliyor. İşte Mısır’a habire çiçek atarak Mursi’nin idamına onay veriyor. İsrail’le girmiş olduğu ilişkilerle İsrail’in Gazze’yi bombalamasına çanak tutarken uğruna gözyaşı döktüğü çocukların ölümünü şimdi görmemezlikten geliyorlar. Elli yıllık, atmış yıllık Türkiye-NATO ilişkisi ve ittifakı çatlamış bir durumda ve bu Rusya’ya pazarlanmayla karşı karşıyadır. Şimdi yönelmiş olduğu doğrultunun da onu ne kadar kabul edeceği belli değil ve kabul etmeyecektir de.

Türkiye Avrasya blokunun yanında durmaya daha çok özen gösteriyor. Özellikle Kürt karşıtlığı üzerinden. Bunun yanında Türkiye'nin NATO üyesi durumu var. Bu haliyle Türkiye nerede duracak, Türkiye'nin bu hali NATO tarafından kabul edilebilir mi?

Türkiye'nin nerede duracağı çok belli değil. Türkiye Cumhuriyeti ulus devlet oluşumu tarihsel olarak kurulduğundan bu yana Batı ile ilişki içerisindedir. Ellilerden sonrada NATO’nun üyesidir ve AB’ye girmenin otuz kırk yıldır mücadelesini veriyor. Türkiye'nin siyasal ve ulus devlet sistemi, kültürel yapısı daha çok Batı eğilimlidir. Daha çok Ortadoğu’dan ve kültüründen kopup Batılılaşarak kendisini var eden bir gerçekle karşı karşıyadırlar. Ama bu gerçeklik şu anda ortaya çıkan çelişkilerle sürdürülemez bir pozisyondadır. Ama oradan koptuğu zamanda ne kadar varlık olacağı da şüphelidir. Bir sefer kendi kendini oluşturan temel esastan kopmak o kadar kolay değildir. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri bir antikomünist ve antisosyalist düşmanlık temelinde Sovyetlere karşı stratejik bir üs konumundaydı. Ve Batı kültürünün adeta koçbaşı biçiminde Ortadoğu’ya dayatılmış bir gerçeklikti. Şimdiye kadar karşı olduğu Sovyet geleneği ve bugünkü Rusya devletine, gene batı kültürünün koçbaşı görevini oynamış olan bir Ortadoğu kültürüne yeniden siyaseten oturtması da mümkün değildir. Bunun oturması en az elli yıl alır. O zaman batıdan kopmak Türkiye için bir yıkım olduğu kadar yeni ilişkilere oturtmak ise uzun yıllar alacak bir durumdur. Ama öyle bir çelişki var ki ne Batıyla yürüyebiliyor, ne Orta Asya’yla ve Ortadoğu’yla şu an ilişki kurabilecek bir pozisyondadır. Tam bir açmaz içerisindedir. O zaman şöyle bir durum ortaya çıkabilir, geçmişte de çıktı; Türkiye zaman zaman AB, ABD’yle çelişkileri geliştiği zaman şantaj olsun diye Rusya’ya, Şangay beşlisiyle ilişkilenme gibi bir taktik uyguluyor. Bu da aslında tam böyle değil ama bu sefer biraz daha buna muhtaç. Yine bu bir şantaj biçiminde önümüzdeki günlerde kendi aslına dönebilir. Neticede bunun potansiyeli var. Bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu görüşmelere bakıldığı zaman AB, ABD, Rusya ve birçok ülkeyle bütün bu ilişkilerin, ağırlık merkezinin yeniden kendisini nerede ifade edeceği bir tartışma konusudur. Onun içinde bugünkü Rusya görüşmeleri taktik bir ilişkiye dönüşebilir. Ama taktik ilişkiye dönmeyipte stratejik bir doğrultu kazanırsa o zaman AB ile Türkiye ilişkilerinin ne olacağı konusunu yeniden sorgulamak gerekiyor.

Suriye ile Türkiye ittifakları üzerinden son dönem Hesekê’ye de saldırılar oldu. Ki Binali Yıldırım bundan öncede ‘önümüzdeki altı ay içerisinde faklı gelişmeler olursa şaşırmayın’ demişti ve sonrasında rejim güçlerinin saldırıları gelişti. En son haliyle ateşkes ilan edildi Genel olarak siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz, Rejim güçleri hemen pratikleştirdi mi bu ittifakı?

Binali Yıldırım’ın o açıklaması daha çok Suriye politikasıyla ilgili ama tabi Suriye politikası sonuçları da var ve bağlantı kurulabilir. Şimdi Binali Yıldırım’ın açıklamasının sonuçları ortaya çıkıyor. Suriye ile yapılan görüşmeler, verilen mesajlar, geliştirilmek istenen ittifaklar, Beşar’ın geçiş sürecinde kalabileceğinin kabulü ve Suriye’nin bütünlüğü gibi birçok etken yeni bir durumdur aslında. Herkesin şaşıracağı bir durumdur. Kimse şaşırmasın derken herkesi şaşırtacak şeyleri yaptılar zaten. Bunun sonucunda Suriye buna ihtiyaç duyuyor. Yani Türkiye'nin yaptıklarını unutmamak kaydıyla kendisininde Türkiye'yle ilişkilenmeye ihtiyacı var. Onun için Türkiye'nin bu siyasetinde mevcut Suriye’deki iktidarın güç alması söz konusudur. Böyle bir sonuç çıkarılabilir. Ama Hesekê olayı biraz daha bunu aşan bir olaydır. Şöyle bir durum söz konusu, özellikle İran bu konuda öncülük rolü oynadı. Yani Kürdistan’ı sömürge statüsünü elinde tutan egemen güçlerin Kürt meselesinde birlikte hareket etmesinin öncülüğünü biraz İran yaptı daha önce. Dikkat edilirse Cezayir’de, Türkiye ve Suriye’yi bir araya getirdiler gibi bir haber çıktı ortaya. Bu başlamıştı. Buna dayalı olarak bir ittifak var. Çerçevesi belirlenmiş, mutlak birlikte hareket etmenin kararı ortaya çıkmasada Kürt meselesinde ortak bir anlayış ortaya çıkmış. İran, Türkiye ve Suriye özellikle Kürt meselesinde, Kürtlere hiçbir statünün verilmemesi yönünde ittifak halindedirler. İran bu konuda çok ciddi bir düzeyde rol oynuyor. Türkiye, İran’ın bu politikasını bildiği için bununla İran’la ilişkilenmek, İran Kürt düşmanlığını bildiği için de Türkiye'yle ilişkilenmek ve giderek Suriye meselesinde Türkiye'yi bir noktaya getirmek gibi bir siyaset güdüyor. Hepsinin ortak noktası Kürtlere statü vermemektir. Türkiye ve İran için Suriye’de bir Kürt statüsü stratejiktir. Bunu unutmamak gerekir. Suriye’nin federatif bir yapıya kavuşması ve özellikle de Rojava’nın bir statü, Kürt statüsü olarak ortaya çıkması gerçekten bütün Kürtlerin hem de Ortadoğu’nun kaderini belirleyici bir rol oynar. Bunu göz ardı etmemek lazım. Bunun için eğer Suriye federatif bir devlet haline gelirse İran ve Türkiye'nin durumu büyük ölçüde Ortadoğu’da sorgulanır bir duruma gelecektir. Suriye’de ortaya çıkacak siyasal rejim Ortadoğu’da oluşacak siyasal rejimlerin örneğidir ve örneği olacaktır. Onun için İran’la Türkiye bunu çok iyi biliyor. O zaman İran ile Türkiye için Ortadoğu’daki mevcut ulus devlet yapılarının koruyabilmesinin koşulu Suriye’deki eski ulus devlet yapısının korunmasıdır. Suriye’de eski ulus devlet yapısı, üniter devlet yapısı korunabilirse, Türkiye'de kendi ulus devlet yapısını koruyacak, İran’da bunu koruyacaktır. O zaman neye mal olursa olsun Kürt’lere bir statü tanımamak, kesinlikle Suriye’deki siyasal rejimi daha çok mevcut eski iktidarın ağırlığıyla ulus devlet pozisyonunu korumasını sağlamak, Türkiye'yle İran’ın ortak politikasıdır. Bunu başarmazlarsa o zaman sorun gidip Türkiye ve İran’a dayanacaktır. Bütün gücüyle buna saldıracaklardır.

İŞ KÜRT MESELESİNE GELİRSE ESAD’IN İKTİDARDA KALMASINI KABUL EDERLER

Esad rejimi, Kürt meselesini inkar eden bu iki devletten güç alıyor. Bunlar ne kadar kanlı bıçaklı olursa olsunlar iş Kürt meselesi olunca Esad’ın iktidarda kalması, ikisinin de kabul edeceği bir şeydir. Neticede de o noktaya geldiler. Bugün İran Esad’ın iktidarda kalması için elinden gelen her şeyi yapıyor. Türkiye'yse Esad’ın iktidarda kalmasını ve Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmasına hazır olduğunu söylüyor. İkisinin desteğiyle şimdiye kadar çelişkilerin ve çatışmaların çok yoğun olduğu Suriye’de daha çok Kürtlerin özgürlük mücadelesine taktik yaklaşarak sessiz kalır gibi görünerek buradan kendisi için bir güç devşirirken bugün Rojava’da Kürtlerin ortaya çıkardığı statü ve geliştirmiş oldukları federatif bir Suriye tezine karşı Suriye bir atak yapmak istiyor. Bu konuda hem Kürtlerin özgürlük sahalarını daraltmak, hakimiyetini yeniden test etmek hem de Kürtlerin hem statüsünün hem de federasyon için ön gördükleri şeyleri gelişmesini önlemek için bir saldırı pozisyonuna giriyor. Şimdi bu hesabı yapıyor; nasılsa Minbic’te bir çatışma var, daha çok çatışmanın ana merkezi oradadır. Kürtler orada çatışma içerisindedirler,  büyük bir savaş içerisindeyken o zaman Kürt bölgelerinde kontrolü sağlamak için bazı teşebbüslerde bulunuyor. Daha önce Qamışlo’da yaptı. Ve Qamışlo’da yaptığı zaman İran fiili olarak içinde yer aldı. Hizbullah yer aldı. Ve burada sonuç elde edemedi, mevzi kaybetti. Sonra Hesekê’de de aynı şeyi yaptı. Bir deneme daha yaptı ve bu deneme geçmiştekinden daha ileri boyuttaydı. Çünkü bu sefer hava gücünü de kullandı. Havadan bombardımanı kullandı ki burda şu sonucu ortaya çıkarıyor; İran’ın başını çektiği ve Türkiye'nin de girmiş olduğu Kürt karşıtı siyaset, Esad’da adeta Kürt bölgesine ve Kürtlerin geliştirmek istediği federatif Suriye tezinin ortadan kaldırılmasına yönelik birincil derecede artık Kürt’leri temel bir düşman görme noktasına kadar götürüyor. Önümüzdeki dönemlerde Suriye rejimi İran ve Türkiye'yle olan ilişkilerinden dolayı Nusra’yla ve benzeri birçok Selefi hareketle yakınlaşıp Kürtleri temel düşman ilan etmesi kimseyi şaşırtmaması gerekiyor. Türkiye de, İran da, Esad da bu noktaya gelmek istiyor. Bu noktaya gelebilirse eski bir Suriye yeniden yaratılmak istenecektir.

Peki sizce Minbic’in özgürleştirilmesi bu planları ve dengeleri sarsmadı mı?

Minbic’in özgürleştirilmesinin ikili bir karakteri var. Minbic’in özgürleşmesi bir sefer hem oradaki IŞİD’e bağlı selefi örgütlerin konumlarını ve durumlarını etkileyen bir sonuç ortaya çıkardı hem de rejimi ürküten bir sonuç ortaya çıkardı. Eğer Türkiye Cerablus’a giriyorsa, ortalık birden bire kaynadıysa Minbic’le bağlantılıdır. Çünkü Minbic’in elde edilmesi IŞİD’in Kobanê’den sonra ikinci kez büyük askeri ve siyasi kırılmasıdır. Minbic’ten sonra artık o noktada Suriye Demokratik Güçleri’ni durdurabilecek herhangi bir güç yoktur. Kimse kalmamıştır ve onların gidip sığındıkları yer sadece Cerablus’tur. Bu operasyonun gelişmesi durumunda orada onlar artık dikiş tutturamaz konuma gelirler. Minbic böyle bir sonuç ortaya çıkardı. Bu sonuç etkilerini gösterdi de. Yani IŞİD’i şimdiye kadar kullanan birçok ülkenin fiili olarak devreye girmesine neden oldu. Uluslararası güçler şimdiye kadar Türkiye'nin Suriye’ye girmesine karşıyken bugün neden herkes sessiz. Bunun sorgulanması gerekiyor. Resmen Türkiye bir işgal hareketi olarak Cerablus’a giriyor. Neden ses çıkarmıyorlar? Şimdiye kadar Türkiye’nin ihtiyacını DAİŞ karşılıyordu. Ama Minbic’teki DAİŞ yenilgisi artık oradaki Türkiye’nin ihtiyacını DAİŞ karşılamayacağı ortaya çıktı. Bu Rojava’daki kantonların birleşmesi Kuzey Suriye Federasyon parçasının ortaya çıkması anlamına geliyor. Bunu kabul eden, bunun karşısında bunu kutlar. Ama bunu kabul etmeyen de aktif olarak devreye girerek bu durumu bozmaya çalışırlar. O zaman mevcut uluslararası güçlerin Türkiye’ye sessiz kalması ve Cerablus'a girmesine, Cerablus'ta DAİŞ’in orada kimlik değiştirmiş olması yeni bir gelişmedir. Suriye’deki oluşacak siyasi statüye şimdiden damgasını vurmaktır. Onun için Heseke olayı önemlidir. Bu rejimin Kürtlere karşı takınmış olduğu tutumdan bir dönem noktası olmaktadır. Şimdiye kadar oradaki Kürtlerin bir özgürlük mücadelesi vardı. Özellikle PYD’nin özgürlük mücadelesi karşısında belli bir denge vardı. Şimdi bu denge artık bozuldu. Artık Kürtlerin öncülüğünde gelişen özgürlük mücadelesi Suriye’deki rejimi belli bir noktaya doğru götürürken, Suriye’deki rejimi elinde tutmak isteyen belli bir güç ise buna saldırarak kendi rejimini kurtarmak gibi bir dönüm noktasına geldi. Bu dönüm noktasında İran'la Türkiye, Esad’ın arkasındadır. Ve Esad oradan almış olduğu güçle Hesekê'ye saldırıyor. Bu ne kadar başarılı olur olmaz o ayrı bir soru. Ama bunu görmek gerekiyor ve orası önemlidir.

Rejim güçlerinin kendisini Hesekê'den çekmesi için bir ateşkes çağrısı oldu ve ondan sonra bir ateşkesle bu çatışmalar durdu. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu bir yenilgidir. Bir girişimde bulundu hava saldırısıyla. Birçok kesim buna alkış da tuttu. Güney Kürdistan'daki bir çok kurum Rudaw’da dahil ‘Hesekê boşaldı, herkes kaçtı, rejim saldırdı, kimse kalmadı’ dedi. Yani adeta büyük bir rejim başarı tablosunu çizdi. Kürt Özgürlük Hareketi’nin başarısının yenilgiye uğramasında büyük özlem içerisinde olan kesimler var. Kürt işbirlikçi kesimler var. Türkiye ve İran aynı şeyi yaptı. İran şimdide çatışmanın içinde çatışan kesimdir. Türkiye buna alkış tuttu, ‘rejim vurdu dağıtacak’, Kürt işbirlikçileri ise ‘halk kaçıyor halk gidiyor Heseke boşaldı’ diyorlardı. Halbuki herkes de biliyor ki rejimin orada başarı şansı yok. Ve neticede bu oldu. Rejimin bütün saldırıları karşısında asayiş ve öz savunma güçleri büyük bir güçten birçok mahalle, üs, alan ve esir aldı. Bu esirler içinde birçok kesimde var. Ateşkes noktasına baktığımızda rejim oradaki birçok mevziyi kaybederek buna teslim olmak zorunda kaldı. Bu rejimin bir yenilgisidir. Rejim burada sonuç almak için bir hamle yaptı ama oradaki direnişi de hesaba katması gerekiyordu. Bu direnişte öyle kolay kolay teslim olacak bir güç değildir. Direniş teslim olmayacağına göre rejim her şeyini kaybetme noktasına geldi ve giderek Kürtlerin bir bütün olarak düşman konumuna getirilip onu bir savaş içerisine sokmaktan ürktüğü için ateşkes yapmak zorunda kaldı.

Rejim güçlerinin bu yenilgisi sizce Cerablus’a destek için bir etkisi olacak mı?

Minbic olayı sadece selefi hareketleri ya da Türkiye ile işbirliği içerisinde olan birçok gücün yenilgisi ya da kırılma noktası değil. Bu rejim içinde çok önemlidir. Yani Kürtlerin başını çektiği bir demokratik hareketin Hesekê ve Qamışlo’dan başlayarak Efrîn'e kadar uzanan geniş bir alanda askeri başarı elde etmek istemesi ve bu askeri başarıların arkasındaki birçok diplomatik ilişki ve anlaşma trafiği rejimi de ürküten bir durumdur. Yani rejimin varlığını da sorgulayan bir durum olduğu kadar Suriye’de kurulacak rejime damgasını vuracak bir gelişme olarak görmek gerekir. Şimdi böyle olunca rejimde Kürlerin bu ilerleyişinden rahatsız, Kürtlerin öncülüğünü çektiği demokratik güçlerin Minbic'te zafer kazanması çok istenen bir şey değil aslında. Suriye’de, İran’da, Türkiye’de istemiyor, hatta uluslararası güçler denge kurmak için bazılarını kendilerine muhtaç etmek için ne kadar istekli olduğu tartışılır. Herkes için bir kırılma noktası. Eğer Kürtlerin öncülük ettiği demokratik güçler Minbic'i düşürmeseydi bu cephenin sorgulanması gibi bir durum ortaya çıkardı. Yani Kürtlerin başını çektiği Suriye Demokratik Güçleri’nin sorgulanması noktasına getirirdi. Bu giderek bir kırılma noktasına savrulur ve birçok güce muhtaç olma noktasına götürebilirdi. Onun içinde Minbic olayının bu kadar uzaması bundan kaynaklandı. Birçok örtülü engelleyicilerin, birçok kişinin de fiilen DAİŞ’i desteklemesi sonucunda direniş bu kadar uzun sürdü. Fakat herkesin özlemleri burada kırıldı. Minbic düştükten sonra özellikle bu hat üzerinde kimse kalmadı geriye. Minbic en çok nüfusu olan ve DAİŞ için Rakka'dan daha çok merkez olarak kullandığı bir yerdi. Minbic düştü ve DAİŞ Kobanê’den sonra ikinci bir kırılma yaşadı. Gideceği hiçbir yer yok. Ya Rakka'ya kaçacak ya da Cerablus üzerinden Türkiye’ye kaçacak. DAİŞ’in karşısında bu güç dışında savaşacak başka bir güç yok. ÖSO, Nusra, Ahrar El Şam hiç kimse direnemez. Artık büyük bir sonuç elde edilmiştir. O zaman şimdiye kadar kullanılan maşalar bu Minbic başarısıyla birlikte hepsi boşa çıktı. Bu maşalar üzerinden siyaset yapanlar, artık kendileri devreye girmek zorundalar. Başka çareleri yok. Onların adına savaşacak kimse kalmadı. Birincisi bu. İkincisi; Suriye Demokratik Güçleri’ni destekleyenler de bu konuda da ciddi bir sorgulama içerisindedirler. Demokratik Suriye güçlerinin kazandığı mevziler, onları destekleyenlere de güç veriyor. Ama bunların sınırsız büyümesi bu uluslararası güçlerin artık bunların siyasetine mahkum olması demektir. Bunu da çok istemiyorlar. O zaman bir yandan bunların başarı kazanması için destek verirken, diğer yandan da fazla güçlenmemesi için engelliyor. Yani bir siyaset kurgulaması gerekiyor. Buradan hareket ederek Cerablus'u tartışabilirsin. Neden ABD Türkiye’nin Cerablus’a girmesine onay verdi. Neden Avrupa şimdiye kadar tampon bölgeye karşıyken Türkiye’nin tankıyla girmesine ses çıkarmıyor. Neden İran hiçbir itirazda bulunmuyor. İran ki Türkiye kendi sınırlarında bir adım içeriye doğru bir adım atsın itiraz pozisyonundayken şimdi ses çıkarmıyor. Sadece Suriye zevahiri kurtarmak için bu ‘bir işgal hareketidir’ deyip sessiz kalıyor. Yani artık yeni bir durumdur bu.

Cerablus operasyonundan sonra yeni bir siyasi çizgi mi oluştu?

Siyasi çizgiden çok yeni bir durum ortaya çıkıyor. Türkiye artık direk burada devrededir. Hala elinde yeni maşalar yaratmak istiyor. Yani Türkiye 15-16 yaşındaki çocukları silahlandırıp, 2000-3000 kişiyi toplayıp Suriye’li güçler deyip ve bunları sınırsız desteklemek adı altında yeni bir müdahale durumu ortaya atıyor. Türkiye’nin sınırsız Suriye’ye girme şansı zayıf elbette. Artık Türkiye’nin önü açıktır, Türkiye Cerablus’a girdikten sonra işte Halep’e ya da Efrîn’e kadar gidecek bir özgürlük durumu söz konusu bile değil. Türkiye daha çok o devşirdiği 3000 kişiyle Cerablus’a girip orada siyasi bir pozisyon yaratmak istiyor. Askeri olarak Suriye Demokratik Güçleri’nin alanını daraltırken onların alanlarını genişletmesinin önüne geçerken, öbür taraftan Suriye üzerinden siyaset yapmanın odağı olarak Cerablus’a ve Cerablus'taki Suriye muhalifleri adı altındaki işbirlikçileri kullanarak orada pozisyon elde edecektir. Bu yeni bir durumdur. Bu nereye kadar gidecektir göreceğiz.

Uzun vadeli kalması nasıl bir sonuç ortaya çıkartır?

Türkiye Cerablus’a girer, o devşirdiği güçleri Cerablus'ta konumlandırır, DAİŞ kimlik değiştirerek özgür Suriye ordusuna döner. Türkiye artık orada fiili olarak kendi varlığı olmaz ama bunları fiili destekleyen bir pozisyonda orada kalır. Bu ona şöyle bir avantajı kazandırabilir; Demokratik Suriye Güçleri’nin eskisi gibi ilerlemesini frenleyen bir pozisyona sokar. Suriye’nin siyasal tartışmasında masada kendisine yer ayırmış olur. Bununla sınırlı kalabilir. Ama bu daha da ileriye de gidebilir. Eğer daha ileriye giderse Türkiye fiilen Suriye’deki savaşa girmiş olacak. Bu Suriye’nin birçok güçle karşı karşıya kalıp savaşması gerekir ki sessizliğe baktığımız zaman Türkiye’nin yapmayacağını söyleyebiliriz. Çünkü daha ilerisini ne İran ne de Amerika kabul eder. Sessiz kalıyorlarsa, Türkiye bu konuda güvence vermiş demektir. Bununla sınırlı kalacak ve bununla sınırlı kalması bu ülkelerin işine geliyor. Kürtlerin statü kazanmasını pazarlık konusu yapmak Demokratik Suriye Güçleri’nin gelişmesini engellemek, Suriye’de yeni bir rejimin kurulması bu güçlerin işine geliyor. Bunu kullanacaklar. Onun için ses çıkarmıyorlar. Burada ABD’nin ikili oynadığı da ortaya çıkıyor. Bir yandan Minbic’te Demokratik Suriye Güçleri’ni destekliyoruz, DAİŞ’e karşı mücadelesinde Minbic savaşına sokarken, hemen arkasından Türkiye’nin DAİŞ’le ilişkisinin olduğunu bile bile Türkiye’yi de Cerablus’a sokup adeta tavşan kaç tazı tut hikayesi Türk’ü Kürt’e kırdıra kırdıra siyaset yapmaya çalışıyorlar.

Türkiye’nin Cerablus’a operasyon yaptığı gün ABD Başkan Yardımcısı Biden’ın Türkiye’ye gelişi tesadüf müydü?

Bu, bunlarla bağlantılıdır. Yani Amerika böyle bir politika güdüyor. Herkes böyle bir politika güdüyor. Bu yeni durum ve gelişmede kimin bundan sonra ne kadar yol alacağı çok iyi izlenmek zorundadır. Ama şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; Türkiye, İran, Suriye başta olmak üzere bunlar esas olarak Kürt düşmanlığı temelinde bir siyaset yapıyorlar. Bunun mücadelesini veriyorlar. Rusya ve Amerika ise bölgeyi kendi çıkarları temelinde egemenlik sahası haline getirmenin yaklaşımı içerisindedir.

Bunun yanında Demokratik Suriye Güçleri’de var ve direnişleriyle sizin de bahsettiğiniz Minbic’in özgürleştirilmesi gibi büyük hamlelerde hep öndeydiler. Onlar bu Cerablus sorununu nasıl kabul edecekler? Türkiye’nin burada konumlanması, sürekli bütün alanlarını sınırlandırılmasına karşı sessiz bir duruş mu olacak?

Hayır! Zaten foyaları ortaya çıktı. Gelişmelere baktığımız zaman Suriye’deki hedefleri demokratik güçler. Bu açık ve bellidir. Federatif ve demokratik bir Suriye talepleri çok nettir. Yani bugün onların dışında Suriye’de ki statüyü net ortaya koyan hiç kimse yok. Mesela Amerika ve Rusya, Suriye’den ne istiyor. Nasıl bir Suriye? Suriye’nin nasıl olması gerektiğini söyleyen iki net kesim vardır. Birincisi, Suriye’deki Esad iktidarı ‘benim iktidarım neyse o dur ve sürdürürüm’ diyor. Onun için mücadele ediyor. İkincisi, Demokratik Suriye Güçleri ‘federatif ve demokratik bir Suriye’ diyor. Onun dışında kimse Suriye için bir şey söylemiyor. Herkes insan hakları adına, özgürlükler adına, demokrasi adına bir şeyler söylüyor, geveliyor ve savaşın içindedir. Ama Suriye’nin statüsü adına hiç kimse bir şey söylemiyor. Bugüne kadarda söylemediler. Daha çok savaşın gideceği noktada ortaya çıkacak sonuçlara göre kartını ve rolünü oynamak gibi bir yaklaşım içerisindedirler. Çok derin kavramlar kullanılıyor. Türkiye diyor ki, ‘Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumak için elimizden geleni yapacağız’. İran, Suriye’nin toprak bütünlüğü için savaşıyor. Amerika, Suriye’nin toprak bütünlüğü dışında hiçbir şey kabul etmiyor. Yani ne anlama geliyor Suriye’nin toprak bütünlüğü? Federal ve özerk sistem Suriye’nin toprak bütünlüğünü bozar mı? Demokrasi bozar mı? Şimdi bu Suriye’nin toprak bütünlüğü sadece Suriye’nin parçalanmamasını temenni ediyor değil mi? Ama Suriye’deki demokrasi güçleri de bunu söylüyor. Suriye’nin parçalanmasına karşı ve Suriye’nin parçalanmasını engelleyebilecek tek doğru siyasal sistem federetik bir Suriye’dir.

Suriye’nin toprak bütünlüğünü koruyanlar hep dışardan Suriye’ye gelip savaşan güçler konumundadır. Bu haliyle toprak bütünlüğünü bozan onlar olmuyor mu?

 

Evet. Şimdi Suriye’nin birliğini sağlayan federasyon isteyenlerdir. Dışardan gelenler Nusra, DAİŞ ve benzeri kesimler Suriye’yi parçalamak isteyenlerdir ve bunlar Türkiye tarafından destekleniyor. Aslında Suriye’yi parçalamak isteyenler İran, Türkiye ve uluslararası hegemonik güçlerdir. Parçalanmışlık derken neyi kastediyorsunuz o ayrı soru. Mesela Rusya ve Amerika, kendi çıkarı için Suriye’yi lime lime edebilir. Türkiye Suriye’yi ikiye bölüp bir parçasını kendine almak için 5 yıldır bunu mücadelesini veriyor. İran Suriye’nin bütününü elinde tutabilmek için herkesten çok orada askeri mücadele içerisine girdi ve kayıplar verdi. Bunların Suriye ile bir alakası yok. Bunların hepsi Suriye düşmanıdır aslında. Suriye’yi kendi hegemonya sahası haline getirmişler. Gerçek Suriyeli’lerden oluşan bir siyasal askeri oluşum kim var? Demokratik Suriye‘nin askeri kanadıdır. Demokratik Suriye bileşkesi olan siyasal güçlerdir. Gerçek anlamda Suriye’nin birliğini sağlayan bunlardır ve Suriye’nin demokratik temelde yeniden oluşumu ile ancak Suriye korunabilir diyor ve demokratik oluşumunda siyasal bir sistem olarak federasyonla ancak bunun mümkün olabileceğini söyleyerek gerçek anlamda Suriye’nin çıkarlarını savunan tek güç konumundadırlar. Bunların askeri başarıları herkesi ürkütüyor. Yine bunların siyasal çözüm önerileri herkes için ürkütücü geliyor. Onun içinde bunların başarılı olmaması için bazı tedbirler alınması gerekmektedir. O tedbirler devreye sokuluyor. O tedbirler Suriye’ye ve bölgeye ne getirecek. Bundan hemen sonuç çıkaramazsınız. Burda herkes bir müttefiktir. Bakın Türkiye'nin Suriye’ye girmesi önemli, Amerika, Avrupa, Rusya, İran ve Araplar ses çıkarmıyor. Türkiye ise uyduruk demeç atma bir Özgür Suriye Ordusu adı altında bir araya getirdiği 2 bin kişilik bir güçle tankla topla Cerablus’a kadar giriyor.  Buraya kadar tamamdır. Peki, bundan sonra ne olacak? Türkiye Dış İlişkiler Bakanı ile yaptığı açıklama doğruysa eğer, ‘Özgür Suriye Güçleri Fırat’ın batısına çekilsinler’ diyor ve aksi takdirde ‘savaş açacağım’ diyorsa yeni bir savaş başladı demektir.

Türkler ve Kürtler arasındaki savaş orda mı başlayacak?

Evet, burada başlayabilir. Şimdi Türkiye Cerablus’a girerken Dış İlişkiler Bakanlığı’nın yapmış olduğu bir açıklama var. Cerablus’a girerken Minbic’i terk edip Fırat’ın batısına geçmesini söyleniyor. Geçerse aksi takdirde bunun bedelini ödeteceğini söylüyor. Bu ne demektir. Türkiye’nin, Cerablus’a girmesi herkes tarafından kabul gördü. Ama Cerablus’u aşarsa kimin Türkiye’ye çatacağı belli değildir. Cerablus’u aşıp Minbic’e gider orda demokratik güçlerle çatışma içerisine girer ise, Türkiye Suriye ve Ortadoğu savaşını başlatmış olacak. Bundan sonra nerde savaşacağı belli olmayan bir durum içerisine girer ki bunu ne Suriye, ne İran, ne Kürtler ne de Demokratik Suriye Güçleri kabul eder.

Bu savaş Türkiye'nin içini de etkiler mi?

Savaşa girerse zaten Türkiye’nin kendi içi kalmaz ki. Yani Türkiye’de şu anda gerçekten devlet var mı, yok mu o bile tartışma konusudur. Türkiye'nin içini elbette etkileyecektir. Yani ordusu ve polisi yerlerde sürünüyor. Kendi içinde darbe yapmaktan aciz bir duruma gelmiş bir ordu, yamalı polis sistemiyle Ortadoğu savaşına girer ise herhalde başına ne geleceğini bilir. Gene böyle bir savaşa girmenin ekonomik, siyasal, askeri bedelleri ortaya çıktığında bunun Türkiye’ye yansımaları elbette ki olacaktır. Hepsinden de önemlisi Kürt Özgürlük Hareketi mücadelesi devam ediyor. Yani ben Cerablus’u ve Minbic’i alayım derken, ben Rojava’yı ortadan kaldırayım derken, kaybedeceği şeylerde olabilir. Türkiye’yi kaybedebilir. Öyle bir tehlike var. Bunun Türkiye için hayrı alamet bir şey olduğunu sanmıyorum. Ama bundan dolayı da Cerablus’ta takılıp kalacaklarına ve Cerablus’u siyasal bir durum olarak kullanacaklarını hesaplıyorlar. Bununla sınırlı kalırlarsa belirli siyasi ilişkiler bunun üzerinden inşa edebilirler. Ama bunun da ötesine gitmeye çalışırlarsa o zaman mevcut Cerablus üzerindeki ittifak çatışmalara dönüşebilir.

Demokratik Suriye Güçleri’nin ilan ettiği Cerablus Askeri Meclisi Başkanı Türkler tarafından katledildi. Hemen ardından bu operasyon başladı. Bunu nasıl değerlendirmek lazım? Bun ubir savaş ilanı olarak mı değerlendirmek gerekiyor?

Minbic’ten sonra Demokratik Suriye Güçleri Suriye’yi özgürleştirilmesinin mücadelesini veriyor. Bu gayet doğaldır. El-Nusra’nın ve benzeri çetelerin olduğu her yerde bunun mücadelesinin vermeyi kendine hedef olarak ortaya koydular. Minbic düştüğünde eğer DAİŞ Cerablus ve Bab’a gidiyorsa, özgürlük güçleri tabi ki Bab’a ve Cerablus’a kadar DAİŞ’e karşı savaşma hedefleri vardır. Sizin söylediğiniz gibi Cerablus Askeri Meclisi kuruldu. Cerablus’ta DAİŞ’e karşı mücadele yürütülecekti. Ama Cerablus’ta askeri meclis kurulur kurulmaz Askeri Meclis’in komutanı açıklamayı yaptıktan kısa bir süre sonra Türkiye’den iki MİT komutanı onu vurdular ve yakalananlar ajandır. Bu da Türkiye'nin Minbic zaferi karşısında girmiş olduğu provakatif tutumunun bir sonucudur. Bu da başarılı olamayınca direk olarak devreye girdi. Türkiye'nin Suriye’de kullanacağı maşaları artık kalmadı. Türkiye'nin Suriye’de tetikçi olarak kullanacağı kesimler varlık gösteremiyor. Bu yüzden Türkiye artık maşalarını bir yana bırakıp yeniden devreye girmek zorundadır, devreye de girdi. Ama bu nereye götürecek. Şimdi bu o kadar kolay değil. Yani Türkiye el altında DAİŞ, Nusra gibi çetelerle ilişkiler sürdürüyor. Kılıçdaroğlu daha dün açıklama yaptı. ‘AKP’nin Suriye’ye hala silah gönderdiğini, hükümetin bundan vazgeçmesi gerektiği’ çağrısı yaptı. Suriye oyununu oynamaya devam ediyor. Peki bu kadar aptal mıdır bütün dünya devletleri? Rusya, Amerika, bütün Avrupa, Ortadoğu devletleri aptal bir tek Binali mi akıllı? Tayip Erdoğan mı uyanık, herkesi kandırıp dolandırabileceklerini mi sanıyor? Şimdiye kadar söyledikleri her yalan, yaptıkları dolandırıcılık, sahtekârlık döndü onları bitirdi. Bunun siyasetini yaparlarsa, bu da onları vuracaktır. Yani Ortadoğu’da herkes aptal değil, dünyada herkes aptal değildir. Türkiye'nin gerici pozisyonunu herkes iyi biliyor. Suriye’de Ortadoğu’da ne yapmak istediklerini herkes iyi biliyor. İşleri nasıl yürütmek istediklerini de herkes iyi biliyor. Bun devam ettirirse Türkiye bunun sonuçlarına katlanmak zorunda kalır. Ama yok doğru noktaya gelirse, doğru bir çözüm noktasına gelirse daha karlı çıkabilecek bir pozisyon elde edebilir.

Irak’ı nasıl ele almak gerekiyor, sanki daha mesafeli duruyor?

Şimdi Türkiye Irak’ın, İran-Suriye ilişkileri var ama Irak kendi iç sorunları ile meşgul şu anda. Yani daha çok bölge politikasında aktif bir konumda değil. Bölge politikasında ittifakları var onları izliyor ama kendi sorunları çok yoğundur. Şuan mevcut iktidar büyük bir tartışma konusudur. Yine Irak Federe yapısının sorunu var. Çözümsüz kalmış. DAİŞ birçok alanda hâkimdir. Bu tümden ortadan kalkmamış, Musul operasyonu var. Bunlar Irak’ın kolay kolay kendi içinden çıkıp dışarıya yönelik politika yapmasına fırsat vermiyor. Onun için içine kapanmış durumda. Kendi iç sorunlarını daha çok çözmeyi esas alıyor. Daha çok federal durumunu korumaya çalışıyor. Hükümet kurmak istiyor. Daha çok DAİŞ’i mümkün olduğu kadar etkisiz hale getirmeyi öncelikli bir siyaset haline getirmiş durumda. Onun için bölge siyasetinde aktif değildir.

Barzani'nin Türkiye ziyareti gerçekleştiği gün Cerablus’a operasyonu oldu. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? KDP’yi de dahil etmeye mi çalışıyorlar yoksa bu ittifakın bir parçası mı?

Evet, bir yandan Kürtler artık inkar edilmez pozisyondadır. Kürtler bir statüde, yani Kürtleri inkar ederek siyaset yapılmaz. Fakat kimin Kürlerele ilgili siyaseti nedir? Şimdi Kürtleri tümden dışlayıp ötekileştiren, karşısına alan bir siyaset Ortadoğu’da sökmüyor. Rusya’yı da, Amerika’yı da, Avrupa’yı da, Ortadoğu’yu da zorlar. O zaman öyle bir siyaset yürütülmeli ki yani Kürtler adeta bir maşa olarak kullanmaya müsait bir pozisyonada kalsın ve ötesine geçme talebi olmasın. Ama Kürt halkına bakınca, ‘bak falanca bizi tanıyor’ gibi bir eğilim yaratıyor. Şimdi böyle bakınca bir yanıyla PKK hareketi var. Tercih edilir bir pozisyonda değil. PYD hareketi, o da yani bir takım ilişki ve ittifakı var ama sorunlu bir ilişki ittifak içeresindedir. Yani herkes istediği zaman diş geçirecek durum da değil. Bunlar her an ne olacak beli olmayan durumlar. Onun için KDP bulunmaz bir nimet aslında. Şimdi bir Rojava'ya müdahale gerçekleşti. Bu Cerablus müdahalesi bir koalisyon müdahalesidir. Şimdi buna hiçbir Kürt’ü içine koymazsanız, bunun bir Kürt karşıtı bir konsept olduğu çıkar ortaya.

KDP bir süs rolü mü oynuyor?

O zaman bu Kürt karşıtı konsept içeresinde bir truva atına ihtiyaç var. KDP truva atıdır. Türkiye, Barzani’yi çağırdı, çağırmasa ne olur. Cerablus’a girdi Kürtlere saldıracak, Rojava’ya saldıracak. Bütün Kürdistan'ın dört parçasında net bir bakış açısı ortaya çıkacak ama Barzani’yi çağırınca Kürt karşıtı değil acaba ne olacak, değişik siyasal eğilimlerin kendisini ifade etmesine zemin sunacaktır. Cerablus’a girmeden önce Barzani'nin Türkiye’ye gelmesi şarttır. İkincisi, Kürtlerin durumu, pozisyonu, nerde duracağı ve tutulacağının güzel bir örneğini verdi. Son dönemlerde Barzani Türkiye’ye götürdüğünde, önce MİT’e götürüyorlar. Yani çok ilginç bir şey, Silopi’de karakollarda görüşmeyle başlayan Türkiye KDP ilişkisi Ankara’ya taşınmasıyla KDP nezdinde büyük bir başarı olarak algılanıyor. Halbuki bir fark yok. Silopi’deki sınır karakolu başçavuşlarla yapılan görüşmenin içeriği neyse, bugün Barzani'nin Türkiye gitmesi MİT’teki görüşme aynıdır. Orada da işbirlikçi bir rol oynuyordu burda da oynuyordur. Yani bir Kürt karşıtı bir ittifakın Cerablus'da kendisini ifade etmesini bir turuva atı rol oynama pozisyonu büyük bir siyaset olarak oynuyorlar ve bunu çarpıtıyorlar. PKK,  son dönemlerde bir deklarasyon yayınladı. Bu deklarasyon etkide yarattı. ‘Barzani çözüm süreci ile ilgili rol oynayacak’ diyorlar, bu büyük bir çarpıtmadır. Yani Barzani’nin çözüm süreciyle ilgili gerçekten rol oynayıp oynamayacağı çok şüpheli ve isteyip istemediği de şüphelidir. Bu konu da çözümden yana olup olmadığı da şüphelidir. Her ne kadar açıklamalar yapıyorsa pratik yaklaşımı öyle değildir. Pratik yaklaşımı daha çok Türkiye’nin siyasetine destek vermektedir. Çözüm sürecini bozan Erdoğan'dır. Ama Erdoğan’ın siyasetine ittifak ve destek veren KDP'dir. Bütün Kürt şehirleri yerle bir edildi, kınamadı. Bugün Türkiye Cerablus’ta Rojava’yı işgal ediyor. Kendisi önce MİT’e, arkasından başbakan ve cumhurbaşkanlıkta, rol oynamış ve alıyor. Burada aslında büyük bir çarpıtma yaratılıyor. Yani kendi aile çıkarları ve parti çıkarları için Türkiye’ye Kürtlerin dört parçasını peşkeş çekiyor. Ama bu peşkeş çekmeyi öyle bir üstünü örtmeye çalışıyor ki, sanki çözüm sürecine destek vermeyi amaçlamış bir görüşme gibi lanse edilmek isteniyor ki bunu yapanlar çok. Türkiye’nin ajanları ve işbirlikçi olabilirler, öyle bir rol oynuyor. Eğer gerçek anlamda yurtsever rol oynamak istiyorsa Barzani böyle bir durumda Türkiye’ye gitmemesi gerekirdi. Velev ki gitti, varsayalım o zaman açıklama yapması gerekirdi. Türkiye’nin Cerablus’a müdahalesine karşı çıkması gerekirdi. Açıkça çözüm sürecini deklere etmesi gerekirdi. Çözüm süreciyle ilgili konuşuyor mu? Yok. Peki Cerablus’un işgaline karşı çıkıyor mu? MİT binasında peki böyle bir askeri ve siyasi yönelim içine girmiş, Türkiye’nin çözüm sürecine ve deklarasyona ne kadar kabul edilecekleri beli değil ki. Burada şu sonuç çıkarılınabilir. Daha çok deklarasyona karşı savaşı dayattılar.

Dilok’taki katliamla mı cevap verildi?

Evet, Antep’teki bu katliam, bu konuda çok önemlidir. Deklarasyona verilen katliam cevabıdır. Bu daha önceki Kurdistan şehirlerinde yapılan katliamların belirleyeceğinin anlamına geliyor. İkincisi bunu DAİŞ eliyle yapma, Rojava’ya müdahalenin bir aleti haline getirmektir. Bu katliam buna yol açıyor. İşte böylesi bir durumda Barzani’nin ne yapması gerekir. Bir Kürt olarak, bir Kürt partisi olarak federe devletin başkanı olarak ne yapması gerekiyor. Burada Kürtleri savunması gerekmiyor mu? Herkesin Rojava’da Kürt kimliğinin gelişmesinin durdurması için ittifak içerisine girdiği konjonkturel bir harekete dahil olup Kürtlerin inkarını adeta teyit ediyor. Peki neden bütün bunları Kürt cephesinde ele alıp karşı çıkmıyor. O zaman gidişatını çok iyi değerlendirmek gerekir. KDP’nin Türkiye’ye gidişi kesinlikle KDP’nin geleneksel parti politikasının bir devamından başka bir şey değildir. Daha çok mevcut Türkiye’nin yeni siyasetine uyarlanması, Amerika ve Rusya’nın siyasetine göre uyarlanması dışında hiçbir değeri yok. Kürtler lehine bir sonuç ortaya çıkmaz. Çözüm sürecinde rol oynayacak gibi bir yorum çok uçuk bir yorum olur. Doğrusu nedir, doğrusu ortaya çıkan bir konsept içeresinde kendi varlığını oluşturmaktır.