GÖRÜNTÜLÜ

AKP halkları adım adım iç savaşa sürüklüyor

SAMER Yöneticisi Genç, savaşa motive edilmiş halkların barışa ikna edilmesindeki zorluklara dikkati çekerek, AKP'nin halkları “Savaş odaklı algı hegemonyası” ile adım adım iç savaşa sürüklediğini belirtti.

Kolombiya’da referandumun barış anlaşmasının aleyhine sonuçlanmasının, savaş rantçılarının hâlâ güçlü olmasıyla ilgisi olduğunu vurgulayan Genç, bu süreçten Türkiye’nin önemli dersler çıkarabileceğini söyledi. Genç, iç savaşı Kürtlerin sağduyusunun engellediğine de işaret etti.

Stratejik Araştırmalar Merkezi (SAMER ) Yöneticisi Yüksel Genç, Kolombiya barış süreci ve ardından  gerçekleşen referandum bağlamında, Türkiye’de çıkarılması gereken derslere ilişkin ANF’nin sorularını  yanıtladı.

BARIŞ HAKKI, REFERANDUM KONUSU YAPILAMAZ

Yakın tarihte Kolombiya’da FARC ve devlet arasında imzalanan barış anlaşması referanduma sunuldu. Sizce, barışın referandum konusu yapılması doğru mu?

Temel hakların, yaşama dair hakların hiçbirinin referanduma ihtiyacı yoktur, bu tüm insanlığa ve topluma tanınmış haklardır. Barış hakkı da yaşam hakkı gibi temel hakların bir parçasıdır. Ama çok uzun yıllar tahribatı, kutuplaştırıcılığı ve savaşın ayrıştırıcılığını yaşayan toplumlarda uzlaşılan noktalara toplumun da katılımını sağlamak, toplumun da karar süreçlerine katılma psikolojisini tatmin etmek yada o psikolojiyi güçlendirmek  için yapılmış bir referandumu tümden reddetmemekle birlikte ilkesel olarak da doğru bulmuyorum. Barış hakkı da yaşam hakkı gibi doğuştan gelen kökensel bir haktır, dolayısıyla seçim konusu yapılamaz.

HALKLARI SAVAŞA MOTİVE EDERSENİZ, BARIŞA İKNA ETMENİZ ZOR  OLUR

Kolombiya’da referandumun barış anlaşması aleyhine sonuçlanmasının ne gibi nedenleri olabilir?

Yerel halkın önemli bir kısmı herhangi bir kimliğe sahip değil, bu yüzden referanduma katılma hakkına sahip değil. İkincisi, katılmak hakkına sahip olsa bile yeterli düzeyde ulaşım araçlarının sağlandığını söyleyemeyiz. Yine büyük kıyımlar yaşamış toplumun sandıkta oylama yapabileceği bir psikolojisi ve motivasyonu yok.

Bir şekilde savaş mağduru olan geniş halk yığınları sandığa gidemedi yada taşınamadı. Bu durumun giderilmesi gerekirdi ancak yapılamadı. Ayrıntıları çoğaltmak mümkün ama mesele sandığa gidemeyenler dışında sandığa gidenlerin de neden çoğunun barışa 'evet' demediği ile ilgilidir. Kolombiya deneyiminde sonuç olarak ortaya çıkıyor ki, savaşa göre oluşmuş bir ülke ekonomisi, savaşa uyarlanmış bir toplum psikolojisi, savaşın sürdürülebilir olduğu üzerinden kurulmuş bir gelecek tahayyülünü canlı tuttuğunuz sürece barış yapma şansınız çok zordur.

Daha önce barış konusunda atılmış adımları küçük gördüğünüzde de barışa ulaşmada çok büyük zorluklar yaşarsınız.

Savaşın rantının barış süreçlerini zorladığı gibi (askeri, siyasi, kültürel) savaşın yıkıcılığı da barış süreçlerini mutlaka etkiliyor ve barışa giden yolu tıkıyor.

Genellikle kitlesel acı ve kıyımlar yaşayan toplumların bu acıları bireysel acı ve çatışmalarda olduğu gibi, kin, nefret ve intikam almak yerine, barış talebine dönüştürdüğüne tanıklık edilirdi. Ancak son Kolombiya örneği bize gösterdi ki, siz halkları büyük kitlesel acı ve yıkımlarla baş başa bırakırsanız, halklar barış savunucuları olsa bile artık bunu isteyecek takati ve gücü gösteremeyebilirler.

MASAYA GÜÇLÜ GELMEK İLE BARIŞ SAĞLANMIYOR

Türkiye, Kolombiya’daki süreçten nasıl dersler çıkarabilir?

Türkiye açısından çok fazla ders çıkarılması gerektiğini düşünenlerdenim. İki farklı sorun var aslında ortada. Biri, daha ziyadesi kimlik problemleri üzerinden tariflenmiş, kendi çözümünü demokrasi, temel hak ve özgürlükler üzerinden tariflemiş bir sorun, kısa vadede, orta ve uzun vadede daha başka niteliğinden söz edebiliriz.

Öte yandan daha çok ekonomik ve sınıfsal bağlamı öne çıkan, toprağa dayalı üretimin oluşturduğu kültürel topluluklarda açığa çıkan sorunlardan ve bunun yol açtığı bir kavgadan, iki farklı nedenden bahsediyoruz ama süreç, yıkımlar, hegemonyanın toplumları üretme, toplumları yaratma, belirleme, yönlendirme biçimleri çok değişmiyor. Kolombiya’da kitlesel yıkım süreci insanlarda barış istemek yönündeki mecali kırmışken, Türkiye’nin de buradan çıkartması gereken en büyük derslerden birinin bu olması gerektiğini düşünüyorum.

Çünkü ne zaman bir barış süreci yaşansa, yada bununla ilgili umut veren bir gelişme yaşansa ardından büyük bir savaş başlıyor.  Bu savaşlar genelde şöyle izah ediliyor: Taraflar masaya güçsüz gelmek istemiyor, devlet de karşıdaki gücü en güçsüz halde tutmak istiyor. "PKK savaşarak masaya güçlü gelmek istiyor” gibi savaşı gerekçelendiren söylemlere de çok tanık oluyoruz Türkiye’de.

Kolombiya örneği, savaşarak masaya güçlü giderek yaratılmış bir barış hikayesi  olmadığını gösteriyor aslında. Eğer, meseleye özgürlüklere haklar ve demokrasi açısından bakıyorsanız, bu bakış açısı bir problem.

Savaşın açığa çıkardığı yönlendirilebilir kitle formu ve kitle kültürünün önemli olduğunu düşünüyorum. Santos hükümetinden önce Kolombiya’da önceki hükümetlerin, savaş üzerinden rant sağlayan dar bir kesimin, toplum üzerindeki hakimiyetini, rant ilişkilerine toplumsal güç oluşturmak üzerinden kurdukları süreci çok iyi yönettiklerini düşünüyorum. Türkiye’de en büyük tehlike ve çıkartılması gereken derslerden birinin de bu olduğunu düşünüyorum.

TÜRKİYE TOPLUMU İKTİDARIN ALGI HEGAMONYASI ALTINDA

Size göre, Türk toplumu bu sürecin neresinde duruyor?

Türkiye toplumu algısı iktidar tarafından ciddi anlamda yönlendirilen, barışı hak ettiği değerlerle beraber olması gereken yerde  tutmuyor. Örneğin, üç günde Türk toplumunun barışı tüm tarafları ile birlikte isteyebileceğini de gördük. İmralı’da Sayın Öcalan ile masaya oturulmasına Türkiye toplumu tepki göstermedi örneğin. Ancak bir yandan üç günde aynı topluma Sayın Öcalan’ın idamının da istetilebildiğini gördük.

Kitlelerin psikolojisini, algısını yönetebilen iktidarlar,  “Bugün ırkçılığa, savaşa yönlendiririm, ama yarın da istersem barışa yönlendirebilirim” demesinler, dememeliler. Kolombiya, bize bu konuda bir ders daha verdi; kitleleri yönlendirdiğiniz zaman, siz bir yerde bunu aksi yöne göndermek istediğinizde artık kontrolü kaybetmiş olabiliyorsunuz.

Tam da bu bağlamda, zaten sorunlu ve eksik olan sivil toplum alanının özellikle 15 Temmuz sürecinin ardından bitirilmek istenmesi, kitlelerin savaşa motive olması ve barış isteyemez hale gelmesinde ne düzeyde etkili olacak?

Sivil toplumun güç olma, sivil toplumun ortak değerlerde buluşma, ayrıştırıcı, ötekileştirici olmayan, bütün bunların dışında buluşabilme gücüne ciddi bir müdahillik var. Toplumsal örgütlenmenin hedef olması, düşünebilmenin olanaklarının ortadan kaldırılması Türkiye’de iç barışı ciddi anlamda tehlike altına alıyor. Toplumlar savaşa yönlendirilirken, anında barışa da yönlendirilebilecek nesneler değildir. Bazen öyle şeyler yağarlar ki, sizin çıkarlarınız ve yapmak istedikleriniz havada kalabilir.

TÜRKİYE’DE İÇ SAVAŞI KÜRT HALKI ÖNLÜYOR

Kolombiya’dan farklı olarak, Türkiye’de bir kimlik ayrışması gerçeğinden  hareket edersek, iktidarın burada toplumu savaşa motive etmesi halkların boğazlaştığı bir iç savaş sürecini beslemez mi?

Zaten kutuplaştırılmış, ayrıştırılmış toplumlar barışık değildir, çatışıyordur. Çatışma illa silahlarla  karşı karşıya gelmek değildir.  Türkiye’de iç savaş olmuyor, halklar silahlanıp birbirleriyle çatışmıyorsa, büyük oranda Kürtlerin sağduyusu ile ilgili olduğunu düşünüyorum. Bu bize toplumlarda bazı odakların halen kendisini koruduğunu gösteriyor ve zaten biz de buna güveniyoruz.

Türkiye’de hegemonya kurmak ile ilgili süreç, devletin toplumla kurduğu sakat ilişki, Türkiye’nin uzun vadede  toplumsal barışını, iç barış ve huzurunu tehdit eder boyuttadır.

İKTİDARIN UYGULAMALARI TOPLUMU İÇ SAVAŞA SÜRÜKLEYEBİLİR

Türk toplumunun savaşa motive edildiği, barış sesinin her alanda bastırıldığı bir ortamda toplum iç savaşa doğru sürükleniyor, diyebilir miyiz?

Bu tip baskı dönemleri demokratik alanı tüketir. Direkt söylemek lazım, demokratik alanın tüketildiği yerlerde siyasetin demokratik olmayan yöntemleri ve  araçları devreye girer. Baskı politikaları şiddetin öncelenmesi ve arzulanması olarak karşımıza çıkıyor. Bu durum güç odaklarının hitap ettiği toplumların da birbirleriyle çatışmasını gündeme getirebilir, felaket ve toplumların cehennemi böyle yaratılır.

Mevcut iktidar, bu süreci giderek tek seçenek haline getirmeye mi çalışıyor?

Eğer, iktidarın bu uygulamaları devam ederse maalesef bu tür çatışmaların habercisi olur. İnsanlar, toplumlar aynı rayda duramazlar, bir şekilde şişer ve patlar. Türkiye’de iktidar mevcut baskı politikasından vazgeçmez ise ifade edilen sürecin gelişeceğini öngörmek mümkündür. 

...