GÖRÜNTÜLÜ

Akel: Kürt halkı kendini yöneteceği bir süreçte

Batman Belediyesi Eş Başkanı Gülistan Akel, öz yönetim modelinin tüm halklar için kurtuluş olduğunu belirterek devletin Kürdistan'ı yoksullaştırdığını ve devletin mekanizmalarına karşı Kürtlerin kaygılarının arttığını söyledi.

Çatışmasızlık ortamını bitiren AKP hükümeti tepki toplamaya devam ediyor. Ülkeyi iç savaşa sürükleyen AKP hükümetinin savaş politikalarına karşı halklar kendi alternatif modellerini yaratmaya başlıyor. Birçok kentte öz yönetim ilanında bulunan Halk Meclisleri, AKP'nin güdümünde bulunan devlet kurumlarını tanımama kararını aldı.

Batman Belediyesi Eş Başkanı Gülistan Akel, konuya ilişkin ANF'nin sorularını yanıtladı...

'HEM REFLEKS HEM DE NİYET'

Öz yönetim modelini nasıl tanımlamak gerekir? Burada belediyelerin rolü nedir?

Halk kendi kararıyla, kendi yaşamını organize etmek ve kendi kimliğiyle, kendi özgür düşüncesiyle yaşamını sürdürmek istiyor. Öz yönetim de aslında demokrasinin kendisidir. Demokrasiyi kelime anlamında tanımladığımız zaman aslında halkın kendi yönetime sistemidir. O açıdan halkın öz yönetimi ile yan yana koyduğumuz zaman halkın kendini yönetme rejimi olarak tanımlayabiliriz. Özellikle Suruç Katliamı'ndan sonra Kürdistan’da büyük bir savaş başlatıldı. Devletin yıllarca güvenlikçi politikalarla, zor aygıtı üzerinden halka dönük savaş aygıtı devreye konuldu. O açıdan halk, refleksini gösterdi. Kürt Özgürlük Hareketi'nin 2005 yılından bugüne önüne hedef olarak koyduğu demokratik özerk siyaset yürüten bir hareketten söz ediyoruz.  Bu harekete inanan halkların demokratik özerklik sistemiyle yönetme arayışı mevcuttur. Bu belli bir süreci alacak. 2005 yılında alınan kararlar, 2008 yılında sokaklarda, mahallelerde komünlerini meclis üzerinden örgütledi ve bu örgütlenmeyle kendi yaşamlarına dair bir organizasyon oluşturdu.  Bu önemli bir süreçti, bugüne kadar devam eden bir süreçtir. Fakat savaşın geliştirilmesiyle birlikte Mahalle Meclisleri, Kent Meclisi bu ilanı basın açıklamasıyla deklare etti. Halk derinleştirilen savaşa karşı, çatışmalı sürece karşı bir refleks geliştirdi, tepkisini ortaya koydu; ben kendi yaşamımı, kendi öz gücümle var edeceğim çünkü devletin mekanizmaları, kurumları beni zor üzerinden beni yönetmeye çalışıyor' dedi.

Bu ilan bir yönüyle bir refleks olsa da diğer yandan halkın, Kent Meclislerinin aldığı kararla bu modeli hayata geçirmek bir niyet, irade beyanıydı. O açıdan biz bunu bir süreç olarak okuyoruz. Hem savaş politikalarına karşı kendi gücüyle, kendi öz yönetimi ile kendi yaşamını devam ettirmek gibi bir kararı vardı, hem de merkeziyetçi yönetim şekline karşı bir süreç arayışı söz konusudur.

Bugün AKP ve yönetenler açısından düşünüldüğünde kendi iktidarları üzerinden hukuk diye tanımladığımız Türkiye Cumhuriyeti sistemine dönük de boşluklar oluşturulmaya, halka dönük tehditler oluşturulmaya devam ediliyor. Bütün bunlara karşı halkın kendi refleksini ortaya koyması aslında bu konuda olması gereken bir şeydir. Kobanê’yi hepimiz gördük, bugün de Silvan, Cizre, Silopi, Gever’e baktığımız zaman, Varto’yu gördük. Kobanê’den farksız şeylerdir bunlar. Ürkütücü, dehşet verici savaş görüntüleriydi. Artık kentlere, sivillere, çocuklara, kadınlara dönük bir katliam girişimi, bir infaz var. Kürt halkı kendi varlığını koruma, kimliğiyle, statüsüyle yaşama talebiyle bir girişim olarak, bir refleks olarak değerlendiriyoruz, bu tabii ki sürecek. Bizim de parti tüzüğümüzde yerel yönetim politikasında, Ankara’da masa başından yönetmek yerine, yerelden, sokaktan, mahalleden yönetme talebi var. Özellikle öz yönetim tartışmaları ortaya çıktığında bu hareket, bu parti önemli bir vurgu yaptı. 'Çözüm Süreci'ndeki temel vurgularından birinde de Avrupa Birliği Yerel Özerklik Şartına çekince konulmasının ortadan kaldırma talebi vardı. Çünkü artık merkezden yönetmek yerelde halkın taleplerini karşılamıyordu. Bu ülkede farklı etnik kimlik, farklı inanç gurupları yaşamaktadır. Türkçülük ve Sünnilik üzerinden yönetilmek artık halkların yaşama cevap verebilecek bir politika değildir. Halklar, hem inançlarıyla, hem kültürleriyle, hem dilleriyle yaşama talepleri var. Bu açıdan bu taleplerini büyük bir sesle ortaya koyuyorlar. Özellikle savaş sonrasında açığa çıkan Barış Bloku sadece Kürt halkı açısından değil, Türkiye halkları açısından bir ses olarak ortaya çıktı. Buna sahip çıkmak barışın, özgürlüğün sesi olmaktır.

'YERELİN İRDESİNE MERKEZDEN MÜDAHALE VAR'

AB Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na göre yasada da 'özerk' bir yapı değil misiniz? Yereldeki halk sizi seçiyor...

Yerel yönetimler, ülkemizde özerk görünen, yerelin iradesi olarak tanımlanan bir mekanizmadır. Ama ne yazık ki öyle değildir. Halen merkezi çıkartılan yasalarla yereli yönetmeye çalışıyorlar. Düşünün yerel bir meclis var, Belediye Meclisleri, İl Genel Meclisleri ve yerelde seçilen eş başkanlar var. Evet, demokratik anlamda sandıklar kuruluyor, halk kendi meclislerini, kendi eş başkanlarını seçiyor. Ama diğer gün seçilen meclis üyeleri ve eş başkanları her gün merkezden çıkartılan yasalarla yönetilmeye çalışılıyor. Bu bile başlı başına yerelin iradesine merkezden müdahale anlamına geliyor. Yerelin yönetmede bir özgünlüğü yok. Bunun bile bir defa demokratik bir karekter kazanması lazım. Her yerelin kendi özgün koşullarına göre finans kalem oluşturması lazım. AB Yerel Yönetim Şartnamesinde yerel kaynakların yerel halkın ihtiyaçlarında kullanması gerektiği belirtiliyor. Yerel ihtiyaçların yerel tarafından tespit edilecek hizmete dönüştürmesi lazımdır. Biz ise, merkezi bütçeyi bekleyen ve o bütçe üzerinde kalem oluşturup hizmet etmek zorunda kalan bir mekanizmaya dönüştürülmüş durumdayız. İşte partimiz bu anlamda pratik olarak aşmaya çalışıyor. Çünkü demokratik yerel yönetim şiarımız olması nedeniyle hizmeti üretirken de bir sokakta, mahallede, proje üretirken de halkı katma gibi bir politikamız var. Bu ilke üzerinde bir pratik sahibi olmaya çalışıyoruz. Tabii bu noktada tümden başarmış değiliz. Ama bu eksikliklerimize rağmen bir proje üretirken halk toplantıları alarak bir karara gitmiş bulunmaktayız.  Bundan sonra da halkımızla aldığımız kararlar sonucunda bütçemizi oluşturacağız. 2008 yılından bu yana oluşturulan mahalle meclislerimiz ile bunu ortaklaştırmaya çalışıyoruz. Onların kararları ile güç,destek oluşturmaya çalışıyoruz.

'DEVLET POLİTİKASIYLA BÖLGEMİZ YOKSULLAŞTIRILIYOR'

Öz yönetim ilanı öncesinde de Batman’da elde edilen petrolün yerel bütçeye aktarılması için girişim ve talepleriniz olmuştu. Yereldeki zenginlik kaynakları ile yoksulluğun önlenmesi için Halk Meclislerinin ya da yerel yönetimlerin ısrarı devam ediyor mu?

Yerel kaynakların kullanımına ilişkin aslında eskiden beri halkın temel taleplerinden bir tanesidir.  Çeşitli dönemlerde, ‘toprağımızı, suyumuzu, enerjimizi komünleştirelim’ adı altında çeşitli çalıştaylar gerçekleştirildi. Daha ekolojik politikalar geliştirmeye dönük halkın tartışmaları var. Özellikle coğrafyamızda savaşın yarattığı sonuçlar bugün en fazla etkilenen şehirlerimizin başında gelen Batman’dır. Belki de Batman’da en büyük zenginliği ifade eden dünya ekonomisi açısından ele aldığında petrolün çıkartılması, yer altından devasa bir madenin çıkartılması anlamında Batman çok önemli bir şehirdir. Ancak bunun ekonomik yansıması bu şehre olmuyor. Biz yerel yönetimler de, halk da bu petrolün çıkartılış aşamasında en büyük zararı görendir. Ama ekonomik olarak bu petrol diğer batı illerine aktarılmaktadır. Bunun da bilinçli bir politika olduğunu düşünüyoruz. Deyim yerindeyse yoksulluğu kadere dönüştüren bir coğrafyadır burası. Devletin politikalarıyla bölgemiz yoksullaştırılarak adeta açlıkla mücadele eden bir halkla karşı karşıyayız. O açıdan Özerklik Şartı diyoruz; o açıdan yerel kaynakların yerel halka açılmasını istiyoruz. Tabii bunu da ekolojik ölçüler üzerinden ele alıyoruz. Doğadaki her şeye para girdisi üzerinden bakıp doğayı tahrip eden bir yöntemle değil. Buna karşıyız.

Yerel yönetim yasasındaki ‘özerklik’ maddesine rağmen DBP'li Eş Başkan ve yöneticileri öz yönetim modelini destekledikleri için devlet tarafından her gün gözaltına alıyor ve tutuklanıyor...

Özellikle öz yönetim modeli ile halkımızla birlikte olan belediye eş başkanlarımız, parti eş başkanlarımıza dönük gözaltı, tutuklamalar başladı. Aslında bu gözaltı ve tutuklamalar, öç alma uygulamaları ile yapılıyor. Eş başkanlarımızın gözaltına alınma biçimleri, daha sonra tutuklanıp sürgün edilmeleri gerçekten bunun sadece bilinçli sistematik bir politikayla değil, öfkeyle de alakalı olduğunu gösteriyor. Derinleştirilmiş bir savaş politikasıyla aslında yerelde seçilen yöneticilere, iradesine ve halka dönük bir tahammülsüzlük var. Halk bugüne kadar hep barışı haykırdı, hep kardeşlik, dedi. Bu ülkenin demokratikleşmesi için mücadele edeceğim, dedi. Demokrasinin, eşitliğin, kardeşliğin, barışın sesine karşılık bir savaş uygulaması var. Belki kendi içerisinde savaşın yürütücülerini düşündüğün zaman kendilerince tutarlı bir pratik sergiliyorlar. Ama 2009 yılında başlatılan özellikle halkın iradesine dönük, hapsetme, tutsak etme girişimlerine karşı halk cevabını verdi. Aslında 7 Haziran ve 30 Mart yerel seçimlerinde bu politikalara karşı halkın cevabı ortaya çıktı. Bu açıdan bunu iyi okumak gerekiyor.

'AKP SAVAŞIN DEVAMINDAN YANA'

AKP tarafından 'Çözüm Süreci'ni nasıl ve neden bitirildi?

Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla bir sürece girdik. 2 buçuk yıl boyunca hem Kürdistan halkı, hem de Türkiye demokrasi bloku barışa ve çözüme kilitlendi. Dolayısıyla barış mücadelesi de gerçekleşti. Ama ne yazık ki seçimden önce Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit ile birlikte, yine seçim sırasında yaşanan sivil katliamlarla birlikte, yine Suruç Katliamı ve sonrasında hükümetin savaş ilanı ortaya çıkmış oldu. Öz yönetim ilanı da buna karşı bir tepki, bir reflekstir. Halk haklı olarak kendi evinde, kendi sokağında yaşamını idame ettirirken, bir yandan saldırıya uğruyor ve infaz ediliyordu. Yaşı ve cinsiyetine bakılmaksızın infazlar yaşanıyordu. Cizre’de bunu yaşadık, Varto’da bunu yaşadık. Kadın gerillanın bedenine yapılan işkence bu savaşın sınırsızlığını ortaya koyuyordu. Hukuksuzca insana dair değerin olmayışını ortaya koyuyordu. Halk bundan kaygı duyuyor, devletin kurum mekanizmasınun öldürme, katletme, hukuku hiçe sayan uygulamalara başvurmasını kabul etmiyor. Ve bunu kendi yaşamını zor aygıtlara karşı sürdürmenin kararlığını gösteriyor. Merkeziyetçi yönetime karşı yerelden kendini yönetmeyi önüne koydu. Bu konuda halklar kazanacak, barış ve demokraside ısrar eden siyasetçiler konuşacak. Onlar bu halkın iradesi olan siyasetçileri hapsederek çözüm üretemeyecekler. İşte bu tutuklama, gözaltı ve infazlar bu savaşı isteme devamıdır. Savaş yerine barışı konuşmak için demokratik siyaseti büyütmek gerekiyor. Siz siyasetçileri alırsanız başka kim konuşacak? Kimse olmayacak ve bunun için barışın gelişmemesi için savaşta ısrar ediliyor.