ANALİZ

'3. Dünya Savaşı' nereye gidiyor?

'3. Dünya Savaşı'nın başlangıç yeri olan Ortadoğu, her gün biraz daha kan gölüne dönüşüyor. Ondan uzak, onun görmediği, bilmediği, belki de yeterince anlamadığı savaş esas olarak Ortadoğu halklarını vuruyor. Ama en çok da Kürtleri...

'3. Dünya Savaşı'nın başlangıç yeri olan Ortadoğu, her gün biraz daha kan gölüne dönüşüyor. Ancak bunun farkında olmayanlar var. Örneğin; Avrupa kamuoyu bu kanlı savaşın farkında değil, çünkü savaş onu direkt etkilemiyor. Ondan uzak, onun görmediği, bilmediği, belki de yeterince anlamadığı savaş esas olarak Ortadoğu halklarını vuruyor. Ama en çok da Kürtleri...

Kürtler savaşın tam orta yerinde yer alıyor ve zaten savaşın esas yıkımını taşıyanlar da onlar. Hatta savaşın esas gerekçelerinden birisi de Kürdistan’ın yeniden paylaşımı ve yeniden ele geçirilmesidir...

ESAS SORUMLU TÜRK DEVLETİ

Hiç kuşkusuz ki, bu savaşın ateşleyicisi, yıkımın ve kırımın esas gücü de Türk devletidir. Evet, bir kez daha diyoruz ki, '3. Dünya Savaşı' diyebileceğimiz bu savaşı çıkaranlardan birisi Türk devletidir. Türk devleti çıkardığı savaşla, ya da çıkan savaşı daha fazla derinleştirerek hem Lozan’ı yeniden Lozanlaştırmayı, hem de, eğer mümkünse Kerkük ve Musul’u yeniden Misak-ı Milli'nin içine almayı hedefliyor.

Şu kesindir: Esas olarak derdi Kürtlerdir. Kürtlerin bir statüye kavuşmaması için ne gerekiyorsa onu yapıyor. Daha da yapacaktır. Gerekirse birkaç dünya savaşını daha göze alacaktır. Kırmızı çizgisi Kürtlerdir. Kürtler işin içinde olmasın da kim olursa olsun... Kürtler herhangi bir statüye kavuşmasın, ama isterse on yeni devlet kurulsun, tüm dünya yıkılsın ama, Kürtler özgürleşmesin. Tük devletinin mantığı, zihniyeti budur. Bunun için NATO’dan da çıkılır, Rusya ile de ilişkilenir, Musul’a da girilir, Kerkük de alınır. Baas rejimini kabul etmek de bu çerçevededir. Erdoğan’ın tükürdüğünü yalaması da bu bağlamdadır.

Başta Bamerni, Kanimasi ve Başika olmak üzere yaklaşık üç bin Türk askerinin Irak sınırlarının içinde bulunması da bununla ilgilidir.  Erbil, Zaho, Dohuk, Batufa, Süleymaniye ve Amadiye’de de “irtibat timi” adı altında yüzlerce Özel Kuvvet, yani ‘Bordo Bereli’ güç bulunuyor. Peşmergeler’e ‘eğitim’ veren birkaç yüz özel kuvvetten askerin bulunması da bundan ileri geliyor.

Aslında Türkiye kendi gücünü bugünlere göre hazırlamıştı. Güney Kürdistan’ı adeta işgal etmiş ve Ortadoğu savaşına göre kendi askerini konumlandırmıştı. Şimdi Musul’a, Kerkük’e ve Rojava’ya dönük saldırılarını gerçekleştirme çabasında. Rojava’yı zaten işgal etmiş durumda. “PYD Minbic’ten çıkmalı, yoksa çıkartmasını biliriz” diye nara atıyor. “PKK Kerkük’te bulunuyor, oradan da çıkmalı, yoksa ben gelirim” diyor. “Kürtler Musul’u kurtarma operasyonuna katılmamalı, eğer katılırsa NATO’dan çıkıp Rus blokuna dahil olurum” tehdidinde bulunuyor. Rusya’ya da “Kuzey Suriye Baas rejiminin denetiminde olmalı, Kürtler statü elde ederse seninle tamamen ilişkilerimi keser, yayılma alanlarını daraltırım” diyor.

Yani kısacası Türk devleti, Ortadoğu’da Kürt savaşı veriyor, Lozan’ı yeniden canlandırma kavgasını sürdürüyor, Musul ve Kerkük’e yeniden hak talebinde bulunuyor. Rojava “olmaz” diyor. Güney’de kurulan bölgesel özerkliği de kabul emiyor, ama orayı PKK’ye karşı kullandığı için şimdilik idare ediyor. Tam bir katliam ve soykırım savaşını veren Türkiye ne lazımsa onu yapıyor. “Savaşsa savaş, kırımsa kırım, katliamsa katliam.” “Barış olacaksa Kürtlerin yokluğu, onların soykırımı, Kürdistan’ın yakılıp yıkılması üzerinden olacak” diyor. Başka türlü hiçbir doğrultuya gelmeyen Türk devleti, gerçekten de ağzı kanlı bir kurt gibi sağa sola saldırıyor!

ÖNCE CANAVAR YARATTILAR

 

Sorun sadece Türkiye değildir. Uluslararası güçlerin de Ortadoğu savaşından menfaatleri var. Onların da çıkarları var ve onlar da Ortadoğu’yu yeniden dizayn etmek istiyorlar. IŞİD’in ortaya çıkartılması biraz da bundan ileri geliyor. Önce canavar yarattılar, sonra bu canavarla büyük bir sarsıntı yaratma çabasına girdiler, şimdi de bu canavarı öldürerek yeni bir düzen kurmaya çalışıyorlar.

Elbette yeni düzen kurmak kolay değildir. Her gücü memnun etmek gerekiyor, bu da olmaz. Bu durumda çelişki ve çatışmanın derinleşmesi de doğal olacak. Çakallar gibi sonuçlar üzerinden birbirine girme durumu yaşanacak. Kimin kiminle nereye kadar yol alacağı belli olmadığı gibi, kimin kiminle dost kalacağı da belli değildir.

Bu bağlamda herkes inisiyatif almak için IŞİD’e karşı yapılan operasyona dahil olmak istiyor. Herkes biliyor ki, kim Musul Operasyonu'na katılırsa Ortadoğu sürecinin dizayn edilmesinde de inisiyatif sahibi olur. Bu nedenle Türkiye Musul Operasyonu'na katılmak için çırpınıyor, adeta kendini yırtıyor. ABD’ye yalvararak “ben varım" diyor. "Ne istiyorsanız onu yaparım, IŞİD’e karşı savaşta da varım, Rakka’ya da varım, Musul’a da varım, nerede bir ölüm, katliam, soykırım, kan dökme olayı varsa ben varım, askerlerimi seve seve gönderirim, ama tek şartla, Kürtler olmayacak" diyor. Rusya’ya da benzer vaatlerde bulunuyor. “Ortadoğu’daki tüm anlaşmalara varım, Baas rejimini de tanırım, uçağınızı düşüren pilotu da veririm, ama Kürtlere statü tanımayın” diye yalvarıyor. İran, Barzani, Katar ve Suudi Arabistan’la ve diğer gerici güçlerle zaten temas ve anlayış halinde.

Başka bir doğru ise ABD, Rusya ve AB’nin Türkiye ile olan siyasi ve ekonomik bağlardan dolayı Erdoğan’ın bazı isteklerini yerine getirme gerçeğidir. ABD'nin Türkiye’yi Rusya’ya kaptırmama, Rusya'nın da Türkiye’nin ABD ile yaşadığı çelişkiyi derinleştirme ve Suriye rejimini tanıma adına Erdoğan hükümetine taviz verdiğini biliyoruz. Yıllardır Kürt Özgürlük Hareketi ile savaşanların ABD ve Almanya olduğunu da biliyoruz.

Elbette ABD ve AB’nin derdi çıkardır. Çıkar neredeyse oraya kulak veriliyor, oraya dönük oluyor. Ancak ABD’nin tek çıkarını koruyan Türkiye değildir. Ortadoğu denkleminde herkese bir biçimde kulak vermek zorunda. Araplarla Türkiye’nin çelişkileri dikkate alınmak durumunda, İran, süreçte başka bir faktör olarak yer alıyor. Suriye ve Rusya denklemi var. Tabii ki bir de yeni bir güç ve irade olarak ortaya çıkan Kürt gerçekliği söz konusu. Dolaysıyla, Türkiye her istediğini kabul ettiremez ve ettirse bile faktörlere çarpılmak durumunda. Musul’a dahil edilmemesi, Kerkük’e gidememesi, Rojava’da temkinli olması bundan kaynaklanıyor.

PEKİ, NE OLACAK?

- Türk devleti Musul Operasyonu'na katılamayacak. Serseri bir mayın gibi oradan olaya gidip gelecek, sağa sola saldıracak, ancak Musul sürecinde ciddi düzeyde yer almayacak, dolayısıyla fazla söze de sahip olamayacak.

2- Rojava’yı zorlamaya devam edecek, Kürt statüsünün oluşmaması için bir tampon bölgenin oluşması için uluslararası güçleri zorlayacaktır. “Fırat'ın Batısı” adı altında belirlenen hattı elinde tutmak için her türlü hileye başvurmaya devam edecek.

3- ‘Ciddi’ olduğunu ve ‘kararlı’ davrandığını kanıtlamak için Minbic’e dönük operasyon yapabilir. ABD de buna izin verebilir. "Beni Musul sürecine dahil etmedin, bari PYD’nin Minbic’ten çıkmasına yardımcı ol" diyerek, ABD’den onay alabilir. Bu konuda Rusya ve Suriye rejiminin onayını da sağlayabilir.

4- Musul savaşının çetin geçeceği kesindir. Hatta mevcut güçlerle Musul’un alınması bile mümkün olmayabilir. Çünkü operasyona katılan her iki güç de zaten daha önce IŞİD tarafından yenilgiye uğramış güçlerdir. Bu nedenle esas savaşacak ve IŞİD’in iradesini kıracak güçler katılmamışlardır. İleri dönemde HPG-YBŞ güçlerinin de operasyona katılma ihtimali yüksektir. Esas olarak Musul’u kesin zafere götürecek bu iki güç olacaktır.

5- Türkiye’nin kanlı savaşını, halkları felakete götürecek Erdoğan’ın faşist, yayılmacı ve işgalci politikalarını kesintiye uğratacak olan Kürtlerdir. Ortadoğu savaşında Kürtler belirleyici rol oynayacaktır. Faşist Türk devletine “dur” diyecek, IŞİD’in ruhuna El Fatiha okuyacak olan Kürt Özgürlük Hareketi’nin öncülüğünde verilen mücadele hattı olacaktır. Tarihi sorumluluk Kürtlerin omuzlarındadır. Kürtler bu bilinçle mücadeleye sarılır, bu iradeyle sürece yüklenirlerse kazanmayacakları hiçbir şey yoktur.

6- Türk devleti ve Erdoğan boşuna at koştursun. Lozan bitmiş, anlaşma metinleri parçalanıp Fırat’ın batısına da, doğusuna da, kuzeyine de atılmıştır. Bu nedenle eğer anlaşma olacaksa yeni bir anlaşma olacak, Kürtlerin iradesini taşıyan ve özgürlüğüne saygı gösterilen yeni bir anlaşma. Şartlar buna müsaittir. Objektif ve subjektif koşullar da vardır; halk da savaşan güçler de hazırdır.