24 Temmuz’da başlatılan savaş AKP’nin çıkmazı oldu

24 Temmuz'da Kürt Hareketine karşı başlatılan savaşın AKP’nin çıkmazı olduğunu ifade eden PKK Yürütme Konseyi üyesi Duran Kalkan, Türkiye’nin geleceğinin Öcalan’ın görüşlerinin uygulanmasına bağlı olduğunu söyledi.

AKP hükümetinin Kürt hareketine karşı ilan ettiği topyekun savaşın yıldönümünde konuşan Kalkan, Türk devletinin yürüttüğü siyasetin önünün alınmaması durumunda Hitler faşizmi ve DAİŞ vahşetinden çok daha vahim sonuçların ortaya çıkacağını ifade etti.

AKP’nin Kürt toplumunun ölülerini, ölülerinin kemiklerini de yok etmek istediğini anlatan Kalkan, “Cizre’de yapılan Madımak’ta ve Hitler’in gaz odalarında yapılana benziyor. Yaralı insanların üzerine benzin döküp yaktılar” şeklinde konuştu.

AKP hükümetinin bir taraftan Kürtlere “diz çöktürmeyi” amaçlarken diğer yanda uluslararası güçlerin önünde diz çöktüğünü ifade eden Kalkan, “bu soykırımcı zihniyet sürdükçe “dostlarımızı çoğaltacağız” da, “yurtta sulh, cihan da sulh” da boş laflardır” dedi.

Kalkan, Türkiye’nin geleceğini de Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın görüşlerinin uygulanmasına bağlı olduğunu anlattı.

Kalkan’ın 24 Temmuzla birlikte başlayan çatışmalı süreç ve bunun etrafında şekillenen siyasal gelişmeler konusundaki sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:

DEMOKRATİK ÖZERKLİK 12 YILDIR SÜREN BİR PROJEDİR

Kuzey Kürdistan’ın bir çok merkezinde halk meclisleri özyönetim ilanları yaptı. Bu ilanlar bu süreçte nasıl bir yer tuttu? Devlete ve hareketinize hangi mesajlar temelinde böyle bir ilanı gerçekleşti?

Demokratik özerklik ve demokratik özyönetim ilanı meseleleri doğru ele alınması gereken meselelerdir. Birbirine karıştırılıyor. Demokratik Özerklik ilanı 2005 Newroz’unda Önder Apo tarafından yapıldı. Önder Apo o zaman kendini “Demokratik Konfederalizm Önderi” olarak tanımladı. Gerisi bunun pratik uygulanmasıydı.

Demokratik özerklik ilanına göre her yerel, pratik çalışmalar yapacak, kendini ona göre örgütleyecekti. Bir köyde, bir kasabada, bir mahallede her alanda bu tür bir örgütlenme ve yeni yaşamı geliştirmenin önü açıldı. O günden bu güne devam ediyor. Yani 12 yıldır süren bir süreçtir.

Bu doğrultuda 2011 Temmuzunda da DTK da kendine göre bir ilanda bulundu. Amed’de meclis ilan ettiler ve pratikleşmek istediler. 24 Temmuzdan sonra gelişen özerklik ilanları da birer pratikleşme arayışlarıdır.

Peki, neden 24 Temmuzdan sonra bu tür pratik gelişmeler öne çıktı? Çünkü 24 Temmuz saldırısı ortaya bir irade koydu. Bütün demokrasi ve özgürlük arayışlarını düşman ilan etti. “Tek irade, tek otorite benim, herkes bana göre olacak” diye ortaya çıktı. Bunu Davutoğlu, Başbakan olarak kaç sefer söyledi. Ankara hükümeti, başta Kürdistan olmak üzere, Türkiye’deki bütün demokratik ve özgürlükçü güçleri bununla tehdit etti. “En ince ayrıntıya kadar bütün kararlar benden çıkacak” dedi.

TASFİYE SALDIRILARI ÖZYÖNETİM DİRENİŞLERİNİ GETİRDİ

Bunu gerçekleştirmek için de büyük bir askeri ve siyasi soykırım operasyonu başlattı. Siyasi soykırım operasyonunda o faşist kara yüzlü çeteler ile sorgusuz sualsiz demokratik güçleri ve siyasi ve sivil çevreleri gözaltına alp tutuklamaya başladı. Kuzey ve Güney’de gerillaya dönük TC tarihinin en ağır saldırılarını başlattı. Rojava devrimini, YPG ve YPJ’yi açıktan tehdit eder hale geldi. Sadece söz söylemek ile kalmadı, söylediklerini gerçekleştirmek için çok vahşi bir imha ve soykırım saldırısı başlattı. İşte özyönetim direnişleri bu saldırılar karşısında oldu.

Merkezi faşist güç, her türlü demokrasi ve özgürlük gücünü, düşüncesini tasfiye etmek için saldırıya geçince, demokratik güçler de kendilerini savunmak zorunda kaldılar. Bundan daha doğal ve zorunlu bir durum olamazdı.

Kürdistan’daki halk kendi kendini yönetme temelinde Davutoğlu hükümetinin başlatmış olduğu saldırıya karşı savunmaya geçti. Olan budur, demokratik özyönetim ilanları denen şey böyle ortaya çıktı. Böyle yapmasalardı tümden ezileceklerdi.

DİRENİŞ OLMASAYDI DAHA FAZLA SALDIRI OLACAKTI

Yani başka bir yöntemle mücadele edilemez miydi?

Başka ne yapabilirlerdi ki? Mesela 2-3 mahalle örgütlenmiş, kendi aralarında bir dayanışma oluşturmuşlar ve bazı sorunlarını kendileri çözmek istiyor. Ama devlet gelip onları ezmek istiyor. Açığa çıktı ki sadece ezmek de değil, hepsini sürmek istiyor. Çökertme eylem planı, büyük bir tehcir planıdır. Halk yurtlarında kalmak için var güçleri ile direnmek zorunda kaldı. Yani bu direnişler toplumun zorunlu olarak kendini savunmasıydı.

Eğer o saldırılar olmasaydı,  böyle bir özyönetim ilanı ve öz savunması da olmazdı. Neden Cizre, Sur ve Gever’de direnme oldu. Çünkü Cizre ve Sur’a saldırı oldu. Yani durduk yere öyle şeyler ortaya çıkmadı. Diyorlar, “özyönetim ilan edildi.” Zaten o özyönetim olmasaydı, ilan da edilmezdi. Demek ki öncesinden varmış.

İkincisi, neden savunmaya geçti? Saldırı var, onun için savunmaya geçti. Şimdi Cizre’nin meclisi, o meclisin öz güçleri gidip de Ankara’da Ahmet Davutoğlu’nun mahallesine, evine mi saldırdı. Hayır. Tersine Davutoğlu’nun emrindeki güçler gelip Asya Yüksel ve Mehmet Tunç’un evine saldırdılar. Eğer direnmeselerdi, saldırı daha fazla olacaktı.

Direnmeselerdi, ne olacaktı?

Direnmeselerdi, daha fazla ezileceklerdi; insanlık onurlarını, haysiyetlerini kaybedeceklerdi. İnsan olmaktan, toplum olmaktan çıkacaklardı. Örgütlü güçlerinin hepsini kaybedeceklerdi. Çöktürme eylem planı açığa çıkmadı mı? Bu plan yüzbinlerce kişiyi yerinden sürmeyi hedefliyor. Şemzinan’dan Kilis’e kadar bir bütün sınırı boşaltacaklardı. O şehirlerin hepsini boşaltacaklardı.

AKP FAŞİZMİNE KUL KÖLE OLACAK KESİMLERİ KÜRDİSTAN’A YERLEŞTİRMEYİ AMAÇLADILAR

Bitlis Ahlat’a yerleştirilen Türkmen nüfus ve bugün Kürt Alevi bölgelere yapılmak istenen kamplar da bu planın bir parçası mı?

Evet, nerede Kürt demokratik uluslaşmasını temsil eden bir merkez varsa, orayı dağıtacaklardı. Yerine de Suriye’den getirdikleri mültecileri koyacaklardı. Balkanlar’dan, Kafkasya’dan, Orta Asya’dan insanları toplayıp getiriyorlar; Kürdü, Alevi’yi, demokratı, yurtseveri sürüp toplumsallığını dağıtıp onların yerine AKP faşizmine kul köle olabilecek bu toplulukları yerleştireceklerdi. Terolar’da yapılan da budur.

Aslında bu plan Cizre, Sur ve Nusaybin’den başlatacaklardı, orada direniş olduğu için yapamadılar. Direniş olduğu için halen yapamıyorlar. Direniş olmayan yerlerde şimdi deneme yapıyorlar. Direniş olmasaydı, devletin ne yapacağını Terolar’da yaptıklarına bakarak görebiliriz. Bütün sınır boyunca bu biçimde yeni bir nüfus yoğunluğu yaratmak istiyorlar.

Bu bir yılda Kürdistan’a yöneltilen savaş, AKP zihniyetini net olarak ortaya koyuyor. Bunu ne Hitler, ne de Mussolini yaptı, dünyanın hiçbir yerinde yapılmadı. Soykırımın çok çok ötesinde bir durumdur. Öyle ki tümüyle kendisi gibi düşünmeyen herkesi bir tarafa itip ezerek, katlederek; onun yerini faşizmine kul köle olmuş bir topluluğu koyarak, dünyanın başına bela olmak istiyorlar.

Bu konuda tüm dünyayı uyarıyorum: ABD, AB, Rusya aklını başına alsın. Eğer mevcut TC devletinin yürüttüğü siyasetin önü alınmazsa Hitler ve DAİŞ’in yarattığı sonuçlara ‘ne mutlu’ denebilir. Bu sonuçlar dünyanın başına onlarca yıl bela olacak. Her tarafı yakıp yıkacak çeteler türetecekler.

Erdoğan herkesi tehdit ediyor. “Falan yere de saldırı olacak” dedi ve oldu. Türk kontrgerillası geçmişte de böyle bir rol oynadı. Dolayısıyla herkesin başına bela olacak çok tehlikeli bir sonuç ortaya çıkacaktır. Şimdi Kürtlere soykırım uyguluyorlar, ama kimse Kürtlerle sınırlı kalacağını beklemesin. Erdoğan’ın ortaya çıkaracağı topluluk, yaratacağı zihniyet ve güç, bütün insanlığı tehdit edecek. Herkes bunu bilmeli ve şimdiden tedbir almalıdır.

Kışın yoğunlaşan devlet saldırıları sonucunda bir çok Kürdistan şehri yakıldı yıkıldı. Siz Hitler faşizmini geride bırakan bir faşizm örneğinin ortaya çıktığından bahsettiniz. Bu faşizm karşısında sürdürülen direniş somut olarak ne kazandı? Neyi korudu? Direniş, bundan sonrası açısından ne tür gelişmelerin önünü açtı?

Bir defa şu açığa çıktı: Çöktürme Eylem Planı temelinde çok kapsamlı bir saldırı planı var ve bununla yeni Kürt toplumsallığı tasfiye edilmek isteniyor. Örgütlenmeleri dağıtılmak, yeni Kürt kentleşmesi yıkılmak isteniyor. Hem açığa çıkan belgeler hem de bir yıldır Erdoğan yönetiminin yürüttüğü saldırılar bunu açıkça ortaya koydu.

KÜRDİSTAN’I FAŞİST ORDU YÖNETİMİNE BIRAKTILAR

Böyle bir amacı uygulamadaki hesaplar nasıldı?

Devlet ve hükümet, başlangıçta, bu işin kolayca bitirileceği hesabı yapıyormuş. Çünkü başta işi kolayca gerçekleştireceklerine dönük söylemde bulundular. Davutoğlu “bu gece 300 saldırı yaptık, şu gece 500 sorti yaptık” diyordu. DAİŞ’vari dehşet verici yöntemlerle korkutup PKK’yi ve Kürt toplumunu direnemez duruma düşürmek, direnişten vazgeçirmek istediler. Birileri Davutoğlu’na “direnemezler” demişti. Ucuz zafer elde edeceğini sanıyordu. Fakat sonuç öyle olmadı.

Faşist saldırı karşısında Kürt toplumunda ve gerillasında direnme ruhu ve eğilimi gelişti. Bu anlamda toplumsal bir direniş gelişti. Kürt gerillası DAİŞ faşizmine karşı insanlığı kurtaracak bir direnişi yürütmüş, bedelini de ödemişti. Ama DAİŞ’e karşı savaş Kürt gerillasını zayıflatmadı. Tam tersine geliştirdi. İtibarını ve onurunu yükseltti. Katılımlar çoğaldı. Tecrübe kazandırdı. Gece gündüz, dağda ovada ve şehirde, yaz kış savaşır hale geldi.

24 Temmuz saldırısından sonra Bakur’da da gerilla direnişe geçti. Davutoğlu hükümetinin hesabına göre birkaç gerilla birimi ya kalmıştı ya kalmamıştı. Bir kaç hava saldırısıyla onlar da korkacak, ezilecekler ya da sineceklerdi. Oysa gerilla harekete geçti, bütün yolları kapattı. 2015 güzünde Türk ordusunu Kürdistan’da hareket edemez hale getirdi. Etkili darbeler vurdu. Bu da onları korkuttu.

Direniş sadece gerillayla sınırlı kalmadı. Gençler kendi mahallelerini ve sokaklarını savunmak üzere direnişe geçtiler. Demokratik toplum, özyönetim ilanında bulunarak direnme kararı verdi. Gerillayı ve gençleri destekledi. Hendekler ve barikatlar böyle ortaya çıktı. YDGH bir protesto örgütüydü, birden bire kendi mahallesini ve sokağını savunan, tüfeklerle, ferdi silahlarla donanmış gençlerin direnme örgütüne dönüştü.

Bir boyutu kendiliğinden, bir boyutu da geçmişten bu yana yürütülen mücadelenin, eğitim ve örgütlenmenin ortaya çıkardığı sonuçlara dayanarak 24 Temmuz topyekun faşist saldırganlığına karşı Kürdistan’da önemli bir direniş gelişti. Şiar netleşti: teslimiyet ihanete, pasifizm yenilgiye, direniş zafere götürür! Böylece pasifizme karşı gençlik düşünsel ve pratik direnişe geçti. Her türlü teslimiyet eğilimine karşı yiğitçe ve kahramanca bir düşünsel ve eylemsel duruş gelişti. Direnme eğilimini gittikçe en güçlü eğilim haline getirdi. Toplum büyük bir direnişe geçti.

Bunun üzerine sokağa çıkma yasağı ilan etmeye, mahalleleri kuşatmaya kalktılar. Cizre’nin yiğitliği ve öncülüğü orada ortaya çıktı. 10 gün boyunca Cizre gençliği direndi, faşist özel savaş güçlerini Cizre sokaklarına sokmadılar. Mahallerini savundular. Bu durum Davutoğlu hükümetini ve TC faşizmini ciddi biçimde korkuttu ve sarstı. Gördüler ki, kazın ayağı o kadar kısa değil! Yani bu iş öyle kolay değil.

Onun üzerine Tayyip Erdoğan, ordu ve bütün Ergenekoncu faşist güçler içinde yeni bir anlaşma oldu. Erdoğan 93 yıllık, Lozan anlaşmasıyla oluşturulan Kürt düşmanı siyaseti benimsedi. MHP ve CHP’nin yürüttüğü siyaset ve zihniyeti benimsedi. Dolayısıyla Kürdistan’ın yönetimini Genelkurmaya, orduya, faşist özel savaş güçlerine bıraktı. Onlar da Erdoğan’ın iktidarda kalmasını kabul ettiler.

DAİŞ’İN YAPMADIĞINI YAPTILAR

14 Aralıktan itibaren tanklar ve toplar şehre sokuldu, genelkurmay karargahını Şırnak’a kurdu. Deniz kuvvetlerini bile Botan’a yerleştirdiler. Yaşlı-genç ne kadar faşist özel savaşçı varsa onları bulup getirdiler. Cezaevinde olanları çıkardılar. Hatta DAİŞ ve El Kaide’den güç getirdiler. Balkanlar ve Kafkaslardan çete grupları getirdiler ve hepsini Kürdistan’a doldular. 14 Aralıktan itibaren DAİŞ’in yöntemlerini çok aşan, Sri Lanka yöntemlerini aşan çok vahşi bir yakıp yıkmayı, katliamı, soykırımı Kuzey Kürdistan’ın mahalle ve kentlerine dayattılar. Cizre ve Surda, Nusaybin’de, Gever’de, Şırnak’ta olanlar bunlardır.

Buna karşı halkın direndiğini, sokaklarını mahallelerini terk etmediklerini görünce bu sefer tanklarla birlikte dozerleri vurup evleri yıka yıka halkı kış ortasında evlerinden ve şehirlerinden öteye sürdüler. Çıkmayanları kurşuna dizdiler. Cenazeler haftalarca sokaklarda kaldı. Net söyleyebilir ki: DAİŞ’in yapmadığını yaptılar.

AKP, Ermeni soykırımında uygulanmayan yöntemler uygulandı. Kürdistan’da şimdiye kadarki katliamların hiçbirinde başvurulmamış yeni vahşi yöntemlere başvurdular. Şehitlikleri bombaladılar. Yani Kürdün dirisini değil ölüsünü de, canlısını değil kemiklerini de yok etmek istediler. O kadar histerik bir saldırı oldu ki, Tayyip Erdoğan Kürde ait ne varsa “yerle yeksan edeceğiz” diyordu. Gerçekten de yerle bir etmek istediler. Bütün tarihi değerleri, kültürel birikimi yakıp yıktılar, yok ettiler.

Sur, en az 5 bin yıllık bir kenttir. Antik bir kenttir. BM’nin, UNESCO’nun korumaya aldığı bir kent. Sadece Kürtlere ait de değil, insanlığın birikimiydi: Erdoğan yerle yeksan etti! Şimdi dönüp “bunları PKK yaptı” diyor. Alçak adam! PKK’nin onları yapacak imkanı mı var! PKK yapmak istese de yapamaz. O kadar binayı tankla-topla PKK mi yıktı! PKK’nin elinde kaç topu, kaç tankı vardı? Hangi dozerleri vardı!

Yapılanlar 3 Temmuz 1993’te Madımak otelinde yapılana benziyor, Hitler’in gaz odalarında Yahudi katletmesine benziyor. Cizre bodrumları öyledir. Yaralı insanların üzerine benzin döküp cayır cayır yaktılar. Binaları yaktılar. Şimdi yüzden fazla insanın hala kim olduğu tespit edilemeyerek kimsesizler mezarlığına gömülüyorlar. 5 aydır araştırılıyor ama kimlikleri tespit edilemedi. Bunun benzerlerini yapanlar insanlık tarafından suçlandılar ve en ağır cezalara çarptırıldılar.

Şimdi böyle bir saldırıyla direniş kırılmak istendi. Kürt soykırımı gerçekleştirilmek istendi. Bunu Cizre direnişçileri iyi anladılar ve Mehmet Tunç çıktı “diz çökmeyeceğiz!” dedi. Daha sonra Erdoğan da dedi: “Ya baş eğecekler ya baş verecekler!” “Ya teslim olup önümüzde diz çökecekler ya da yok edeceğiz!” Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kürde dayattığı budur. Ya önünde diz çökeceksin ya da seni yok edeceğim! Üçüncü bir şık yoktur. Bunu uygulamaya kalktılar. Buna karşı da kahramanlık direnişi oldu.

Cizre ve Sur’daki direniş diğer kentleri korudu, kendini korudu. Halk bütün yokluk ve zorluklara rağmen, katliama rağmen yerini yurdunu terk etmedi, bu sokaktan çıktı öbür sokağa gitti, kentten çıktı köye gitti, ama asla yerini yurdunu, Kürdistan’ı terk etmedi. Fırsat buldukça da direnişe destek verdi.

Evet, bir çok kenti yakıp yıktılar, yüzlerce insanı katlettiler, bilançoları henüz belli değil, araştırılıyor. Yakın zamanda umuyoruz ilan edilir. Tümünün netleştirilmesi çok zor görünüyor.

Şimdi daha iyi açığa çıkıyor: İçip kendilerinden geçmişler, Kürdün kanını içmek için eğitilmiş, örgütlendirilmiş ve Kürdistan’a gönderilmişler. AKP tam bir sadist ruhlu faşist katil sürüsü yetiştirmiş ve eğitmiş.

Bu topluluk bugün Kürtleri katlederse yarın da bütün dünyanın başına bela olacaktır. Herkes şimdiden tedbir almalı.

BU DİRENİŞ KÜRTLERE ONUR VERMİŞTİR

Bütün bunlardan çıkarılacak temel sonuç nedir?

Sonuç, Kürtler ağır bir bedel ödediler ama direndiler, savaştılar. Vuruldular ama vurdular da. Mücadele ettiler, ediyorlar. Bu direniş onur verdi. Yeni bir toplum iradesi oluşturdu. Büyük öfke ve kin oluşturdu. Mehmet Tunç’un yaşamınız boyunca direnişçilerinizle gurur duyun felsefesiyle, ruhuyla yetişmiş bir Kürt insanı var. Bu Kürtler açısından tarihin en büyük kazanımıdır.

Evlerini, sokaklarını, bazı tarihsel değerlerini kaybettiler ama direnerek düşmanı yenebileceklerini kanıtladılar. Evet, hala mücadele bitmemiş, nihai zafer yaratılmamıştır. Özgürlük ve demokrasi elde edilmemiş, Demokratik Özerklik çözümü gerçekleştirilmemiştir. Bunun için daha çok, daha uzun vadeli ve daha doğru yöntemlerle, yeni planlarla mücadele etmeye ihtiyaç var.

Böyle bir mücadeleyi yürütecek potansiyel de geçen bir yıl içerisindeki direnişle ortaya çıkarılmıştır. Kürdün şimdi zafer kazanacak bir direnişi yürütmeye dair gururu, iradesi, bilinci ve örgütlülüğü var. Büyük bir birikim ortaya çıkarmış durumda. Dolayısıyla da gerekli zaferi rahatlıkla elde edebilir. Zaferin gerektirdiği direnişi içinde bulunduğumuz süreçte geliştirebilir ve Rojava’da kazanılan zaferleri kat be kat aşan siyasi ve askeri zaferleri Kuzey Kürdistan’da da rahatlıkla yaratabilir. Kış boyu yaşananlarla Kürt acısının ateşinde pişti.

DİRENMESEYDİNİZ DİYENLER KÜRT DEMOKRATİK ULUSLAŞMASININ BİR ÜYESİ DEĞİLDİR

Böyle ise “bu kadar yıkım oldu, direnilmemeliydi!” diyenlere ne diyeceksiniz?

Direnilmemeliydi, diyenler haindirler, işbirlikçidirler, teslimiyetçidirler. Onlar Kürt demokratik uluslaşmasının üyesi değildirler. Kürt demokratik uluslaşması için Önder Apo “zihniyet ulusu” dedi. Ortak düşünce, komünal yaşam ve ortak amaçla oluşan bir uluslaşmadır. Dolayısıyla öyleleri Kürt demokratik uluslaşmasının bir üyesi değiller. Dışındadırlar ve daha da dışına itilmeliler.

Türk ulus-devlet faşizmi açısından ise, Tayyip Erdoğan “zafer kazandık!” diyor, ama ondan sonra da tiril tiril titriyor. Büyük başarılar elde ettik diyor, ama her yerde tükürdüğünü yalıyor. Kürde “diz çöktüreceğim” diyenler şimdi Yahudi’nin önünde, Rus’un önünde, Amerikalının, Avrupalının önünde kendisi diz çöküyor. Ne Kürde “diz çöktüreceğim” demeliydiler ne de başkalarının önünde diz çökmeliydiler. Her ikisi de kötüdür. Başkalarını önlerinde diz çöktüreceklerini söyleyenler, bunu başaramayınca, kendileri başkalarının önünde diz çöküyorlar.

DÜŞMANLARIMIZI AZALTACAĞIZ TEK DÜŞMANIMIZ KÜRTLER VE PKK DEMEK

Bugünlerde Binali Yıldırım’ın yeni dönemde “Düşmanlarımızı azaltacağız!” diye tanımladığı siyasetin Kürdistan’daki karşılığı nedir?

Aslında, “düşmanları azaltacağız, tek düşman PKK ve Kürtler!” denilmekte. Onlar dışında güya herkesi dost edip bu Kürde karşı saldırının bir parçası haline getirecekler. Bu durum da şunu ifade ediyor: Demek ki bir yıllık savaşta TC devleti ve AKP hükümeti başarısız. Eğer başarılı olsaydı, böyle bir politika izlemeye ihtiyacı kalmazdı. Dünyaya bu kadar el açıp yalvarmazdı. Dünyadan gelecek desteğe, kuracağı ilişkiye bel bağlamazdı. O halde bir yıllık mücadelede zayıf kalmış, yenilmiştir.

Her şeyi yaktı-yıktı ama nasıl büyük bir insanlık suçu işlediği ortaya çıktı. Şimdi bütün dünya AKP’nin peşindedir. Bütün insan hakları örgütleri peşinden dolaşıyor. Pek yakında Erdoğan da,  Davutoğlu da, mevcut AKP yönetimini de Hitler yönetimi gibi, Saddam Hüseyin yönetimi gibi yargılayacaklar. Cizre ve Sur katliamını yapan AKP yönetimi bu sondan kurtulamayacak.

Bu nedenle onların zaferi Pirus zaferi bile değildir. Kaybettiler. Katliamlar gerçekleştirdi ama Kürt halkı ve Kürt Özgürlük Hareketi de kahramanca direndi; varlığını koruyor, direnişini sürdürüyor. Direnişini kış boyu sürdürdü, yeni direniş yöntemleri ve yeni direniş alanları geliştirdi. Sonuçta topyekun bir direniş konumuna ulaştı. Kürdün topyekun direniş konumuna ulaşması TC faşizminin kaybetmesidir. TC faşizminin 24 Temmuzda başlattığı topyekun özel savaş saldırısının büyük bir başarısızlığı, çıkmazı haline gelmiştir.

BU DİRENİŞLER DAVUTOĞLU HÜKÜMETİNİ GÖTÜRDÜ

Ahmet Davutoğlu hükümetinin gidişinin bu başarısızlıkla bağı var mı?

Evet, bu direniş Davutoğlu hükümetini götürdü. Yeni hükümet geldi ve güya “düşmanları azaltma, dostu çoğaltma” gibi bir politika izliyor. Bu temelde bütün dünyaya el açmışlar ve yalvar yakar ediyorlar. Her türlü tavizi veriyorlar. Bunun adına da yeni politika diyorlar. Bunun bir yeniliği yoktur. 93 yıllık cumhuriyet politikası bununla oluşmuştur. CHP ve MHP’nin politikası buydu. Dolayısıyla mevcut politikanın bir yeniliği yoktur.

AKP, CHP’lileşti ve MHP’lileşti. En eskiye dönüş yaptı. Öyle ortada yeni bir şey kalmadığı gibi mevcut politikayla eski AKP de kalmamıştır. Diğer yandan AKP de ilk defa bu politikayı uygulamıyor. Davutoğlu da dış ilişkiler bakanıyken “sıfır sorunlu dış ilişkiler yürüteceğiz. Ortadoğu’da sıfır sorun!” diyordu, ama Kürt düşmanı soykırımcı zihniyet ve politika sıfır sorunlu dış politika anlayışıyla başlangıç yaptı ama sonunda yüzde yüz sorunlu ve çatışmalı bir dış politikaya dönüştü.

Şimdi Binali Yıldırım’ın söylediği hiçbir yeni şey yoktur. Her AKP hükümeti her başlangıçta aynı şeyi söylüyor da sonu öyle gelmiyor.

Neden?

Çünkü izledikleri politika ve sahip oldukları zihniyet söylediklerinin gerçekleşmesine izin vermiyor. Mustafa Kemal de “yurtta sulh, cihanda sulh!” demiş ama içte yüzde yüz savaş yürüten bir hükümet oldular. Kürde karşı sürekli savaş yürüten bir özel savaş sistemini kurdu. Kürdü inkar eden ve yok etmeye çalışan bir zihniyet ve siyaset içte de dışta da sulh yaratamaz, savaş yaratır. Herkesle çatışır. Dolayısıyla Binali Yıldırım hükümetinin söylediği boştur. O söylem bu hükümeti iki ay bile taşımaz. O politikanın sonucunda herkes Türkiye’yi inek gibi sağacak; İsrail’de, Rusya’da, Amerika’da sağacak. Hepsi daha fazla taviz alacaklar ve daha çok üzerine gelecekler. Teslim olana kim itibar eder! Bu konuda M. Kemal’in dikkate alınır bir sözü var: “kendi milletine faydası olmayanın başkasına hiç faydası olmaz.”

Erdoğan ve Yıldırım’ın dünyaya teslim olan politikasını dünya nasıl kabul edecek. Daha çok üzerine gelecek, daha çok taviz isteyecekler ve Türkiye’nin geleceğini karartacaklar. Türkiye’yi soyup soğana çevirecekler. AKP’nin şimdi Türkiye toplumunun geleceğine dönük böyle bir tehlike yaratıyor. Türkiye’nin geleceğini ipotek altına alıyor. Her şeyini satıyor; tam bir tüccar olmuşlar. Erdoğan’ın sonradan görme tüccarlığı dünyanın en eski tüccarları olan Yahudileri nasıl kandıracak ve yararlanacak!

AKP ve TC devleti çıkmaz yoldadır. 93 yıldır bu Kürdü inkar edip imha etmeye başladıkları süreçten itibaren içine girdikleri siyaset, zihniyet tehlikelidir, çıkmaz yoldur. Kürdü inkar edeceğim derken Türkü de, kendini de inkar ediyor. Kürdün bir ayağına vuruyorsa ikincisini kendi ayağına vuruyor. Türkü de bu hale getirdiler. Dünyanın en güzel coğrafyasında olan, en büyük zenginliklere sahip olan bir toplumun bugün bütün dünyaya muhtaç, el açmış hale getirdiler. Kürdü yok etmek üzere herkesten destek almak için bunu yapıyorlar. Bu zihniyet ve siyaset Kürt düşmanı olduğu kadar Türk düşmanıdır da. Bir yüzyılda milyonları bulan insanın katledilmesinin altında bu zihniyet var. Bu inkarcı ve imhacı zihniyet bir soykırımcı zihniyettir. Dolayısıyla Ermeni soykırımı da, Rum ve Süryani soykırımı da bununla bağlantılıdır.

Bu soykırımcı zihniyetten çıkmadıkça “sıfır sorunlu siyaset, dostları çoğaltacağız” da, “yurtta sulh, cihan da sulh” da boş laflardır.

Bunların gerçekleşmesi, Türkiye’nin Ortadoğu’nun öncüsü olmasının, Ortadoğu halkları ve insanlıkla kaynaşmasının yegane yolu önce kendi içinde demokrasiyi uygulayacak. Bütün kültürlerin ve inançların kimliklerini kabul edecek. Kürt ulusunun varlığını da demokratik haklarını da kabul edecek. Kürdistan’ın demokratik özerkiliğini kabul edecek. Demokratik Özerklik temelinde yeni bir Türkiye toplumunun ve siyasi sisteminin oluşmasını öngörecek, esas alacak ve gerçekleştirecek. Önder Apo bunu öngördü ve bu konuda çağrılar yaptı. Önder Apo’nun önerilerini dikkate alacak, dinleyecekler. Türkiye’nin geleceği kesinlikle Önder Apo’nun görüşlerinin uygulanmasına bağlıdır. Onu kim yaparsa Türkiye’yi AKP belasından da, bu faşist ulus-devlet zihniyetinin belasından da kurtarır.

Bu bir yıllık savaş sürecinde hükümet politikalarını açık ya da dolaylı destekleyen ve kendini ‘Kürt’ olarak tanımlayan çevrelerin durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kuzey’de bazı hainler ve işbirlikçiler var. Kraldan daha çok kralcılar. Türkçe güzel bir kavram var: “İt ürür kervan yürür” denilir. Onlar istediği kadar havlasın PKK kervanı yürüyor. Kürtlerin demokratik ulus kervanı ve mücadelesi yürüyor.

Bazıları utanmadan “Bahoz Erdal öldürüldü!” diye zil çalıp oynayacaklardı. Bundan daha büyük alçaklık olur mu!

Kaldı ki, bu iddiaların gerçek dışı olduğu da kısa sürede ortaya çıktı?

Yalandı. Mesele yalan olması değildi. Yapmak istedikleri bir şey ve böyle şeyleri yapmak için de bu hainleri kullanıyorlar. Demek ki bir planları vardı ve bir NATO toplantısına giderken Tayyip Erdoğan’ın planlayıp yapmaya çalıştığı bir şeydi. Hepsi boş çıktı.

İkincisi, “ben kürdüm!” diyerek buna sarılanların durumuna bakmak lazım. Acınacak durum da değil, tiksinilecek durumdalar. İnsanlığın bittiği yer onların yeridir. Halkımız böylelerini daha iyi görmeli, kendi ortamlarında böyle insanlara asla yer vermesinler. Semtimize bile uğramamalılar. Kime köpeklik ediyorlarsa gidip orada yalanmaya devam etsinler, onların villarının bekçiliğini yapsınlar. Ama asla Kürdistan’da, Kürt toplumunun içinde, özgürce yaşamak için hergün en değerli evlatlarını şehit veren, direnen Kürt halkının yanında, Kürdistan toprağında yerleri yoktur, olamaz da.

KDP BÜYÜK BİR HATA İÇİNDE

Hareketiniz, 24 Temmuz sonrası KDP’nin politik duruşunu ve söylemlerini nasıl değerlendiriyor?

KDP’nin durumu da önemli. Kendilerine göre mevcut durumu savunuyorlar. “Ticaret yapıyoruz, siyaset yapıyoruz, komşumuzdur, halkı beslemek için bu ilişkilere muhtacız” diye kendilerini savunuyorlar ama içine girdikleri ilişki durumunun yaptıklarının bununla izahı mümkün değildir. Ticari ilişkiler düzeyinde kalsaydı, bu durum anlaşılabilirdi. Gerçekte ise o kadar Türkiye’ye muhtaç değiller. Türkiye Güney Kürdistan’a muhtaçtır.

Kuzey’deki kardeşleri bodrumlarda cayır cayır yakılırken günde üç değil de iki öğün yenebilirdi. Türkiye’den gelen petrol parasıyla yaşayalım demeyebilirlerdi. Yurtseverlik, ortak millet olmak nerede kaldı? Güney yönetimi, Kuzeyin yokluğunu ve acısını hiç paylaşmayacak mı? Mevcut Güney siyaseti tarihi olarak yanlış yapmıştır. Ciddi bir hata yapmışlardır. AKP’nin bu kadar yakıp yıktığı, soykırım uygulandığı bir dönemde Güney Kürdistan Bölge yönetimini, KDP ve diğer partileri kendi yanında, hiç olmazsa acılarını paylaşırken görmek yerine, düşmanını savunurken görmesi doğal olarak büyük bir öfke yaratmıştır.

KDP’nin AKP ile ilişkileri hiçbir biçimde kabul edilecek bir ilişki değildir. Bu ilişki Kürt ulusal siyasetine ve çıkarlarına uygun değildir. Bugün dünyada oluşmuş konjonktürün, mücadelenin Kürtler için yarattığı imkan ve fırsatları kullanmaya uygun değildir. Tersine buna zarar vermiş, düşmanı güçlendirmiştir. Kürt soykırımını uygulayan TC-AKP faşizmini umutlandırmıştır. Bu yanlış siyaseti bütün Kürtler görmeli, KDP yönetimi de görmelidir. Bunun bir özeleştirisi gerekli. Ama hala “biz doğru yaptık” der gibi aynı siyaseti sürdürüyorlar. Bunun Kürt çıkarlarına, Kürtler için oluşmuş imkan ve fırsatları değerlendirmeye uygun olmadığı, tersine zarar verdiği çok açıktır.

Bu kadar maddi destek almasına rağmen KDP bu süreçte ilerlememiş gerilemiştir. PKK bu kadar katledildi ama şimdi bütün Kürdistan’da toplumdan aldığı desteği arttı, dünyadaki itibarı daha fazladır. Kürtlük bugün PKK’nin gerillasıyla anılıyor. Şengal’de, Kobani’de, Maxmur’da, Kerkük’te direnen gerillayla anılıyor; Cizre’de, Sur’da AKP faşizmine karşı direniş içinde kavrulan gençlerle, analarla, kadınlarla anılıyor. KDP ise belki maddi destek buldu, zevki sefa içinde yaşadılar, ama Güney Kürdistan’da bile itibarının yarı yarıya azaldığını rahatlıkla söylenebilmektedir.

Şimdi bundan dolayı bile PKK’yi suçlamaktalar, “PKK aleyhimize çalışıyor” diyorlar. Öyle aleyhte çalışma diye bir şey yok. Buna ihtiyacımız da yok. Ulusal Kongre temelinde ilişkilerimiz demokratik ve kardeşçe olsun, sorunları birlikte çözelim dedik. Bu kadar olumsuzluğa rağmen aşırı bir değerlendirmeye gitmedik, basın önünde bunları tartışmadık. Ama şimdi bu yanlışı düzeltmek gerekiyor. Böyle bir süreçte Ulusal Kongre geliştirseler, bütün parçalarda Kürtlere saldıran güçlere karşı Kürt birliğinden yana olsalar. Hatta buna öncülük etmeye kalksalar 40-45 milyon Kürt onları desteklerdi. Onurları, şerefleri, itibarları en üst düzeyde olurdu.

AKP’nin Sur’da, Cizre’de yaptığının Saddam Hüseyin’in Halepçe’de Enfalle yaptığından farkı yoktur. Güney Kürdistan halkı bunu çok iyi bilir. O halde Enfalcilerin yanında olmamak lazım ve hala da gerekli olan odur. O nedenle bu bir yıl içerisinde KDP iyi bir sınav vermemiştir. Beklentimiz, mevcut yanlış politikanın düzeltilmesidir.